• arkadaş zekai özgerin müthiş şiiri..:

    "ben az konuşan çok yorulan biriyim
    şarabı helvayla içmeyi severim
    hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
    annemi ve allahı da çok severim
    annem de allahı çok sever
    biz bütün aile zaten biraz
    allahı da kedileri çok severiz

    hayat trajik bir homoseksüeldir
    bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
    çünki bütün sarhoşluklar biraz
    freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır

    siz inanmayın bir gün değişir elbet
    güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
    çünki ben okumuştum muydu neydi
    biryerlerde tanrılara kadın satıldığını
    ah canım aristophanes

    barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
    ölümü de bir giz gibi içimde
    ölümü tanrıya saklıyorum
    ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

    güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
    düşüvericek ellerinizden ve
    bir gün elbette
    zeki müreni seveceksiniz
    (zeki müreni seviniz)"
  • mubi gerçekten bambaşka bir platform. ana akımın dışında kalan ancak kaliteli filmlere yer vermesi nedeniyle ilgimi çekiyor. ayrıca sürekli değişen katalogu sayesinde insana yeni şeyler keşfetme şansı da veriyor. arkadaş z. özger'i anlatan belgeselle karşılaşmam da bu şekilde oldu. çalıştığım bir yönetmenin filmlerine bakmak için app'i açtığımda beni merhaba canım diye karşılayan bir afiş ve bu afişte yer alan aşırı karizmatik bir adam belgeseli merak etmeme neden oldu. sonra arkadaş z. özger kimdir ufak bir araştırma yaptım ve birkaç şiirini okudum. bu arada kendisini tanıma isteğim arttı ve belgeseli kesin olarak izleme kararı verdim. şimdi spoiler'sız olarak belgesel nasıl olmuş bir bakalım.

    öncelikle belgeselin yaratıcı ekibini tebrik ederek başlamak istiyorum. çünkü arkadaş z. özger'in gerçekten dramatik bir hayatı var. gerek çocukluğu, gerek üniversite yıllarında yaşadığı çatışmalar, gerek cinsel kimliği gerek erken ölümü ile izleyicinin duygusal dünyasına yoğun şekilde etki edeceğiniz alanlar söz konusu. bu da yaratıcı ekip için ağız sulandıran bir nokta çünkü izleyicilerin büyük çoğunluğu ne kadar yoğun duygu yaşarsa izlediği şeyin o kadar iyi olduğunu düşünüyor. fakat belgeseli yaparken tavrınız bu şekilde olursa anlattığınız kişinin yaşantısını sömürmüş gibi oluyorsunuz biraz. belgesel ekibi ise bu tür tuzaklara düşmemiş ve arkadaş z. özger'in hayatını duygu sömürüsü haline getirmeden akıcı bir şekilde anlatmayı başarmış.

    yalnız bunu yaparken işi laboratuvar titizliğine vardırırsanız bu sefer de anlattığınız kişinin hasssasiyetlerini atlamış olursunuz. belgeselin ana konusu da genç bir şair olduğu için böyle bir anlatım tarzı olayın ruhunu kaçırmanıza sebep olur. burada belgesel ekibinin doğru bir tercihi var. anlatıyı tasarlayıp dramatik anlar peşinde koşmayalım. bırakalım olayları gerçekten arkadaş'ı tanıyanlar anlatsan. böylece izleyiciyi manüpile etmemiş oluruz ve hissedilen duygular gerçek olur diye düşünmüşler. bu da anlatılan her şeyin samimi bir havada izleyiciye aktarılmasını sağlamış.

    tabi bir insanı anlatırken dönemin koşullarına da değinmek gerekiyor. yoksa mutluluklarının ve hüzünlerinin nereden kaynaklandığını söylemek zorlaşır. burada da dönemin siyasi olayları ön plana çıkıyor. ben tabi yaş itibariyle bunları birebir görmedim. hatta özal nesliyim bile diyemem. çocukluğum 90'larda geçti ve bir takım karışıklıklara şahit oldum ama onları anlamlandıracak yaşta değildim henüz. ancak şimdilerde hem türkiye yakın tarihine baktığımda hem emek sineması olsun, gezi parkı eylemleri olsun, bu olayları düşündüğümde net bir çıkarımım oluştu. bu ülke potansiyeli olan gençliğine her zaman kötü davranmış. örneğin 60'larda 70'lerde sağ sol çatışmasında ülkeye faydalı olabilecek hatta dünya çapında başarı kazanabilecek pek çok yetenek yitip gitmiş. dediğim gibi birebir o dönemi yaşamadığım için bilemiyorum. belki de bu çatışma kaçınılmaz bir noktadaydı artık ama eğer işler bu noktaya gelmeseydi ülkemiz hangi seviyelerde olurdu nasıl edebiyatçılar, bilim insanları, sinemacılar yetiştirirdik insan düşünmeden ve haliyle üzülmeden edemiyor.

    sonuç olarak geç bir tanışma olsa da arkadaş z. özger gibi benzersiz bir kişiliği anlatan bu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. zaten kendisi bu hayattan azıcık bir süre gelip geçtiği için belgeselin süresi de hayli kısa. çünkü 25 yaşında aramızdan ayrılan, ölüm sebebi bile anlaşılamamış ve öldükten sonra sadece 1 tane kitabı yayınlanmış bir şair üzerine uzun uzun bir şeyler söylemek kolay değil. özellikle yazdığı bir takım mektuplar falan dönemin şartları nedeniyle ortadan kaldırıldıktan sonra. ancak demek ki arkadaş'ın kişiliği öylesine derinmiş ki kısacık zamanda yaptıkları bile ölümünün üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen konuşulmaya devam ediyor.
  • hiçbir şeyi ajite etmeden, tamamen zekai özger'i tanıyan, bilen insanların anlatımına dayandırarak profil oluşturması ve öylece izleyiciye sunması bakımından özellikle çok başarılı bulduğum bir yapım.
    döneme ilişkin kullanılan videolar ve görüntüler de bir o kadar iyi.

    ve fakat, 25 yıl tamamen yapayalnız yaşamış bir insanın, kısacık ömrüne acılı upuzun bir ömür sığdırmasını izleyip içim sızlayarak bitirdim belgeseli.
  • tam sigmund freud'a göre bir şiirdir.

    okumasının ardından çatılan kaşlarına bakıp gülerek "n'oldu şekerim kafan mı karıştı?" demek isterdim, kısmet değilmiş.
  • bu herifi de hic sevmem seklinde devam eden efsane repliktir
  • 70' lerin 25 yaşındaki insanlarıyla bu dönemlerin 25 yaşındaki insanları arasında 25 yaş fark olduğunu bir kez daha görmemi sağlayan arkadaş zekai özger belgeseli.
  • çok güzel bir belgesel olmuş. 25 yaşında ölen ve bu nedenle aslında malesef pek yaşayamamış ve hep genç kalmış birini, artık yaşlanmış koca çınarlardan dinlemek ilginç bir his. acaba o da bu yaşlara gelse kim bilir neler anlatırdı, daha neler yazardı diye düşündüm izlediğim süre boyunca. hayat keşke bazılarına bu kadar acımasız olmasaydı.
  • senelik izin almamdan mütevellit bu aralar mubi içerikleriyle çok sıkı fıkıyım. uzun zamandır bir mubi sunumu olarak karşıma çıkan bu belgeseli izlemek bugüne nasip oldu. değerli bir ozanın 58 dakikalık bir pasajı. insanlara göre 25 yıl ömür kısa geliyor ama 65 yaşında hiçbir şey yaşamayan bir insana göre 25 yılını hüzünle, kuşağının verdiği siyasi çatışmayla ve anlaşılmayan bir olguyla geçirse bile dolu dolu yaşamış olduğu kesin.

    böyle enteresan yaşam öyküleri gelip geçiyor bu dünyadan. her sabah kalktığımızda 7 milyar hikaye var. kiminin 80 sene kiminin 20 sene sürdüğü öyküler. zekai özger de cinsel kimliği, ideolojik yanı, edebi diliyle 25 senesine güze bir hikaye sığdırmış. ışıklar içinde uyusun.
  • hikaye anlatımı çok güzel ama görsellik açısından zayıf kalmış bir belgesel. bu ay mubi'de yayında. yakın geçmişimize, 68 hareketine az meraklı herkesin izlemesini tavsiye ederim.

    ankara'da üniversitede okurken 80 öncesi sol hareketlere katılmış, 90'lar boyunca da sol ve sendika hareketlerinin içinde bulunmuş ebeveynlere sahip birisi olarak, yüzlerce eylem, karakol, gözaltı, dayak, işkence, sakıncalı piyadelik anısı ve grup yorum, kızılırmak ve nicelerinin tüm albümlerini defalarca dinlemiş birisi olarak arkadaş'ın adını çok geç, üniversite son yıllarında 2008-2009 'da grup yorum'un ferhat şarkısında gördüğümü hatırlıyorum. sonra bir şekilde 3-4 şiirini daha okudum kendisini biraz daha araştırdım ama çok fazla da kaynakta karşıma çıkmadı, açıkçası çok da ilgimi çekmediği için o dönem çok üstünde durmamıştım, okuduğum 2- 3 yazıdan aklımda kalan çok genç yaşta ölmesine rağmen ne faili meçhul ne de intihar denmiş olmasıydı.

    1-2 yıl sonra 68 kuşağı ve üniversiteyi ankara'da okumuş bir hocamızla konuşurken arkadaş'ın bahsi açıldı.

    mahir'le deniz'lerle ilgili gerçekliği muğlak hikayeler anlatırken coşkulu ve kararlı konuşan hocamız, arkadaş'ın adı geçince biraz mahsunlaştı. ben de kafamda izi kalmış yanıtsız sorumu hatırladım ve sordum. hocanın kelimeleri birebir olmamakla beraber, hafif bir titremeyle şu şekildeydi: “arkadaş biraz farklıydı, naifti, homoseksüel olduğunu düşünürdük ama hiç açılmadı, ama onu bizimkiler öldürdü.”

    bizimkiler yanıtını heralde birisiyle ilişkiye girmeye çalıştı, o kişi de döverek ya da başka bir şekilde öldürdü şeklinde sandığa atmışım.

    bu belgeselle 10 yıl kadar önce yarım yanıt biraz daha netleşti, onu anladıklarını sandığı çevresinin ne onu, ne yazdıklarını ve ne de duruşunu hiç de anlamamış olması, o kendini açık ettikçe de yalnızlığa mahkum edilişi öldürmüş arkadaş'ı.
  • güzel belgesel.

    türkiye'de edebî portreler üzerine o kadar az şey yapıldı ki, böyle bir işe kalkıştığı için bile yönetmen ulaş tosun'a ne kadar teşekkür etsek az. üstelik, 25 yaşında ölmüş ve hakkında çok az bilgi/belge olan bir ozandan söz ediyoruz...

    kendi adıma, filmden sonra şu minvalde düşüncelere daldım: '68 kuşağı denen zevat kazara devrim mevrim yapsaydı ne olurdu memleketin hâli? kendi arkadaşlarına/ yoldaşlarına bile dünyayı dar eden insanlar hangi özgürlüğü teminat altına alabilirlerdi? öyle ki, üzerinden 50 yıl geçtiği hâlde arkadaş z. özger'den söz edemeyen, olup biteni örtbas etmeye çalısan bir sözümona ilerici kuşak...

    herkesi aynı torbaya koymak elbette yanlış ama şunu iyi biliyorum ki hiçbir totaliter ideoloji insanı merkeze alan medenî bir rejim kuramaz. görmesini bilene dünün rusya'sı, bugünün çin'i bütün vahşiliği ile olduğu yerde duruyor.
hesabın var mı? giriş yap