• beğenmeyen arkadaşlarıma hayret ettim çünkü ortak beğendiğimiz başka diziler de var, o yüzden zevk farkı deyip de geçemiyorum. belki öncesinde the haunting of hill house* ve the haunting of bly manor* izleyip mike flanagan tarzına alışmak gerekiyordur. önerdiklerim bol aksiyonlu korku beklemişler, oyalama geveleme görüp sıkılmışlar.

    mike flanagan işlerinde ise benim en çok beğendiğim tam olarak bu: karakterlerin derinliklerine inmesi, her karakterden özgün ve gerçekçi bir tip yaratması, alt metinler, diyaloglar. öyle ki ana hikayenin kendisi bu kıvamlı karakter gelişimi sarmalının yanında yan unsur gibi kalıyor.

    midnight mass bu haliyle ortasından itibaren bitmesini istemediğim bir dizi oldu. dizi hiçbir yere bağlanmasa da izlemeye devam edebilirdim, o derece.

    (bundan sonrası spoiler gibi olabilir)

    ha, gereksiz uzatılan kısımları yok mu? var. mesela çok uzun ayinler var, o ayinlerin de hikayeye ayin olgusundan nefret ettirmek dışında kattığı hiçbir şey yok, ama amacının o olmadığı söylenebilir mi? öte yandan bu kısımlar tüm dizi içerisinde toplam yarım saat değildir. o kadarı da her dizide vardır. gerisi inci gibi dokunmuş, özene bezene işlenmiş.

    mantıksız kısmı yok mu? var. mesela sonunda yeri kazacak, bir mağara bulacak kadar vakit vardı bence, şiirsel olsun epik olsun diye zorlamışlar, ama bunlara rağmen neleri özellikle beğendim:

    - din olgusunu hiç değiştirmeden, allayıp pullamadan, sadece tüm çıplaklığıyla ortaya koyup kendi kendisini çürütmesini sağlamak. bu kadar iyi yapılabilirdi. sıfır abartı. sıfır karalama. aynayı koymuş gitmiş. o da yetmiş.

    - ayyaş joe gibi en yan ve en tırt karaktere bile sempati duyduracak kadar iyi oyunculuk ve karakter gelişimi.

    - travma ve ptsd'yi işlerken gözettiği gerçekçilik. riley ayaklı ptsd olmuş, hem oyunculukla hem yazarlıkla mükemmel tasvir edilmiş. genel olarak karakterlerin hepsinin %100 gerçek karakterler olması. buna yobaz bev de dahil.

    - ucuz ve yüzeysel bir din eleştirisi olmanın da dışına çıkıp her şeyi bilimle açıklamaya çalışan ateist doktorla, dizideki aklı başındaki tek kişi olan müslümanla vs bu fanatik önyargı yelpazesinin her tarafına sağlı sollu çakması.

    - incil'deki pek çok demirbaş metnin dizinin kurgusuyla bu kadar uyumlu olması. hayran kaldım ve şimdiye kadar nasıl bu şekilde işlenmediğine hayret ettim.

    - ilk defa ana akım bir dizide islam'ın doğru dürüst anlatıldığına şahit oldum. takdir ettim.

    - karakterlerin hepsi sekizde sekiz kusurlu ve bu beni kendine en çok hayran bıraktıran unsurlardan biri oldu. mükemmel hiçbir karakter yok. hepsi problemli hepsi sıkıntılı. kurtarıcı zannettiğin hiçbir karakter kurtarıcı değil. zaten hollywood'un gidişatı iyi kötü dualizminin dışına doğru seyrediyordu ama bu dizi onların da ötesine gitmiş, alışılmadık yerlere taşımış. hastası oldum.

    - riley ve erin'in aralarındaki fikirsel uçurum ve bu uçurumun devasalığının birbirlerini yargısız kabullenmelerine engel olmaması. en ufak görüş ayrılığında birbirlerini bloklayan, ana avrat dümdüz giden insanlar dünyasına dair tertemiz bir eleştiri olmuş. olay örgüsünün konuştuklarıyla örtüşmesi de şiir gibi bonus.

    evet, diziyi sadece ana hikayesiyle ele alınca çok uçuk ve enteresan değil, hatta klişe bile, ama zaten dizinin tüm esprisi bu klişe iskelet etrafına ördüğü süslemeler ve onlardan ortaya çıkan tablonun zenginliği.

    i rest my case.
  • bence dizinin en ilginç karakteri ali'dir.

    --- spoiler ---

    müslümanlıktan hristiyanlığa geçiş yapacakken vampir olması ve finalde sabah namazını eda ederken yanıp kül olması..
    namaz kılan vampir olarak tarihe geçmiştir.

    --- spoiler ---
  • stephen king tarafından yapılmayan en stephen king şeyi.
  • mike flanagan'ın yeni dizisi. her yıl bu aylarda bir dizisi geliyor ya yaşamayı sevmek için bir sebep sanki.

    --- spoiler ---

    erin'ın meleğin kanatlarını kestiği sahne çok güzeldi. annesinin de dediği gibi zamanı geldiğinde herkesin kanatları kırpılır. kötülüğün son ulaşım aracını yok edip her şeyi bitirdi.

    ve bağnazlık da böyledir işte. bir rahip bir yerde şeytanla karşılaşır, kanatları var diye onu melek sanır ve yaptığı bütün şeytani şeyleri ilahi bir şey sanır. hepsine incilden bir alıntı bile yapabilir.

    edit: şunu da ekleyelim neden gece bir şey inşa etmediler diye akıllarda bir soru oluşabilir. çok yakın zamanda bütün dünya, yangınların rüzgarda nasıl hızlı yayıldığını görmüş oldu. adada ormanın içinde küçük bir yerleşim burası. tabi ki her şey yanıp kül olacak.
    --- spoiler ---
  • mike flanagan'ın yazıp yönettiği 2016 tarihli hush filminde ana karakter maddie young'ın yazdığı kitabın adı da midnight mass'tir.

    edit: az önce izlerken fark ettiğim üzere aynı yönetmenin 2017 tarihli gerald's game filminde de başrol kadının yatak odasında bulup savurduğu kitap maddie young'ın yazdığı midnight mass'tir. belli ki flanagan midnigt mass'e gönül vermiş yıllardır.
  • ıvırı zıvırı bir yana ibretlik dizi.

    (buradan sonrası spoiler içerecektir)

    şöyle ki:

    yaşlı ve artık bunama hastalığından muzdarip rahibimiz kudüs haccı esnasında yolunu kaybeder ve eski bir mağara mezarlıkta kaybolur. karanlık bir dehlizde bir vampir/iblis ile karşılaşır. ne var ki bu vampiri bir melek zanneder. iblis onu ısırır ama kendisine bir melek gibi tazim eden bu rahibi öldürmez ve onu bir lütuf olarak dönüştürür. (bir açıdan karanlık boyuttan inisiye eder.)

    rahibimiz bu işlem neticesinde ölür ve yeniden dirilir. gençleşir, hastalığından da eser kalmamıştır. artık o da bir vampirdir.

    ancak yaşadığı dönüşümün mahiyetinden habersiz rahibimiz bunu tanrı'nın bir lütfu addeder ve küçük adasına geri dönerek başına gelen ilahi lütfu bütün kasabalı ile paylaşma ve onlara tanrı'nın kudretini ve isa'nın kurtarıcı rolünü bizatihi kanıtlamak gayretine düşer.

    ayrıca melek zannettiği vampiri de adasına getirir. vampir de rahibin kendisine biçtiği role uygun davranır. sonuçta ekmeğinin peşinde bir avcıdır kendisi.

    işin ilginci ve bence diziyi bir tık orijinal yapan şey rahibimizin bu konuda hakikaten samimi olması ve başına gelen olayın bir mucize olduğuna gerçekten iman etmesidir.

    bundan sonraki bütün gelişmeler rahibin kutsal metinleri başına gelen olayın bir müjdesi olarak yorumlamasıyla devam eder. (dinî patoloji)

    yani tüm o kutsal metinleri kendi patolojik durumuna uyarlayarak çarpıtır ve kasabalıları da buna ikna eder. olay bir süre sonra tamamen boka sarar tabii.

    işte ibretlik kısım budur.

    insanın hakikat ile olan ilişkisini belirleyen şeyler onun duygusal, psikolojik, sosyolojik takıntı açmaz ve hezeyanları ise bu ilişkiden sağlıklı neticeler ortaya çıkmaz.

    insanın ruhsal durumu şeytani bir şeyi bile çok rahat bir şekilde rahmani bir şey zannetmesine neden olabilir.

    islam tasavvufunda böylesi durumlara karşı mürid her zaman mürşidi tarafından uyarılır ve seyri sulûku bu minval üzere yaptırılır.

    manevi alana ilgisi olan insanın öncelikle nefsani bir eğitimden geçirilmesi bu şekilde kalbinin tasfiye edilmesi önemlidir. kırık dökük veyahut çok kirli bir aynaya (kendi nefsani birim varlığına) bakan kişi ilme ve irfana ulaşsa bile onu çarpıtacak bir tehlikeyle her zaman karşı karşıyadır ve bu çarpıtmanın sonu hem o kişi için hem de ona tâbi olan kişiler için tam bir hüsrandır.

    sonunda hakikat güneşi doğar ve kasaba kendi lanetiyle birlikte yok edilir.

    ek: kasabamızda müslüman bir şerif vardır. orijinal olmuş. bazı konularda islam'ın bakış açısı bu şerif vesilesiyle verilmiş. bunlardan en önemlisi, allah'ın insanı kurtarmasının onu o ya da bu dertten kurtarması demek olmayıp insanı iman vesileyle dünyadan kurtarması anlamına geldiğidir. önemli olan iman ile göçmektir. gerçek kurtuluş budur.
  • her şeyden önce çok iyi çekilmis bir dizi.
    hem kurgusu hem kamera hareketleri görüntü yönetimi oldukça üst düzeyde. hikayeye gelince hikayenin kendini saklamak ya da sürpriz yapmak gibi bir gayesi yok, zaten ufak ipuçları ile tahmin edilebilir bir hale geliyor. ama verdiği tekinsizlik hissi finale kadar devam ediyor. ilk bölümünde adayi ve kişileri bize tanıtırken hiç acele etmiyor. ilerleyen bölümlerde adayı ve insanları çok iyi tanıyor oluyorsunuz bu da hikayenin ilerlerken kimde ne gibi bir etki yaratacağını tahmin edip heyecanlana biliyorsunuz.
    bence eli yüzü çok düzgün bir iş. gerilimi çok tadında.
  • dizinin ne türde olacağını hiç bilmeden daldım, yönetmenin önceki işlerini de bilmiyordum. birçok yazarın şaşırmadığı şeyler beni şaşırttı o yüzden, dizinin böyle bir yöne sapmasını beklemiyordum.

    diziyi tam da bu yüzden çok sevdim, yaptığı bazı tercihler şu hızlı tüketim çağında oldukça cesur. bir yığın devamlılık ve mantık hatalarını görmezden gelebildim, ki çok diziyi harcama sebebimdir bunlar.

    mesela bu dizide 20 dakika süren bir diyalog var. cidden 20 dakika boyunca iki kişi konuşuyor tek mekanda, ve oturuyorlar bunu yaparken. bu sahne bana hunger*'daki rahip-mahkum görüşmesini hatırlattı, orada da sessiz ilerleyen filmin bir anda çağlayana dönmesini izliyorduk iki kişi arasında.

    sonra monologlar var, uzun uzun ve sakince konuşuyor karakterler. ama anlattıkları her hikaye bir yere bağlanıyor. bambaşka bir yerden başlıyorlar anlatmaya, ama her seferinde o esas konuya dönüyorlar, çok iyi.

    bir de diyalog görünümlü monologlar var. mesela riley-babası arasında teknede, bize sohbet diye sunulan bir monolog. erin-riley arasında neredeyse tüm diyaloglar aslında monologlar dizisi, çoğunlukla birbirlerinin laflarına karışmıyorlar. kendileri için derin bir konuyu uzun uzun anlatıyorlar, biri bitirince diğeri monoloğuna geçiyor, ama bakınca aslında bütünlük içinde bir sohbet izliyoruz.

    bu kararlar gerçekten cesur şu dönem için.

    --- çok pis spoiler ---
    --- spoiler ---

    bir de tabii beklenmedik karakteri küt diye öldürmek var

    --- spoiler ---
    --- spoiler ---

    son bölümü haricinde diziyi çok sevdim, son bölüm biraz gidişten bağımsız geldi. ama özgür irade kavramını en iyi işleyen bölüm de buydu (doktor ve riley'nin ailesi). özgür irade deyince the devil's advocate anmazsam ayıp olur, en açık şekilde işlendiği yer sanırım hala bu film ama dizinin ona yakınsamasını çok sevdim.

    bir de elbette yobazların her şeyi istedikleri gibi yontması kısmı çok iyiydi.

    --- spoiler ---

    bir de şu suçluluk duygusu teması var diyalogta geçen. gerçekten hiçbir şeyden suçluluk duymasak, yaptığımız her şeyi haklı çıkarır hale gelir miydik mesela? dindarlıktan dem vururken “musa da katil zaten yeeeaa” der miydik biz de?
    --- spoiler ---

    bir de (evet listemi “bir de”ler üzerinden ilerletiyorum), dizinin yavaşlığı ve sakinliği var, ki bence en cesur yanlarından biri bu.

    bir de uzun uzun söylemler, vaazlar ve ilahiler var. ama diziden sonra düşününce laf olsun diye seçilmemiş metinler. hepsi konuya hizmet etsin diye bir bütünlük içinde.

    bir yazar ya çok seversiniz bunu ya da nefret edersiniz demiş daha önce, o kadar doğru ki. ben çekim tekniklerine, yavaşlığına, sakinliğine ve yol ayrımlarında aldığı kararlara bayıldım. konudan bağımsız bir şekilde sevdim diziyi, böyle değişik işler görmek iyi oluyor gerçekten.
  • mükemmel bir eser.

    kısa, hızlı birşeyler isteyenler instagramda story izleyebilir.

    hiç değiştirilmeden kullanılan, alıntılanan dini kayıtlar var dizide. bunlar öyle bir şekilde kullanıyor ki insan gerçekten hayret ediyor. dini kaynakların ne kadar kişiden kişiye farklı yorumlanabileceğine çok iyi bir örnek. eğer isterseniz siz de korkunç şeyler için "ama bak kitapta öyle yazıyor" diyebilirsiniz, dizi bunu çok güzel ispatlıyor. insanın ahlaki pusulasına yön vermek neyi klavuz seçtiğine iyi karar vermesi gerekir. şahsen ben bunu düşündüm.
  • kör göze parmak sevimlilik çabaları ve kurgudaki ilgisiz dangalakça kot farklılıklarından arındırılıp net ve acımasız bi perspektifle işlense çok iyi bir nüvesi varmış.

    o nüveye gelmeden ama içimdeki ergen patlamasın diye biraz saçmalıklarla dalgamı geçeyim…

    ***
    (—-spoiler—) daha dizide ilk göründükleri anda, konu hakkında hiçbir şey bilmezken kırık riley'nin ana-babasıyla doktorun anasının bi yerde gençleşeceğini anlıyorsun, öyle göz tırmalayan bir makyaj yapmışlar. yeşilçam filmlerinde kafaya un serpilerek 65 yapılmış 25'lik türkan şoray gibi geziyorlardı direkt. doktorun annesi zaten demanstan nasıl çıktı onu da anlamadım, kadın günde 10 yaş gençleşiyor hala kendinde bi tuhaflık fark etmiyor, dolaptan çıkardım bak 1912'de giydiğim elbise hala üzerime tam oluyor ne şaşırtıcı di mi falan diyor. teyze sen geçen hafta 96 yaşındaydın aynaya baktığında gördüğün tek şaşırtıcı şey elbisenin üstüne olması mı, yuh!!! öbür ana da aynı öyle. 1 hafta içinde kadının saçları beyazdan griye oradan sarı kumrala döndü, bu hala diyor ki artık gözlük takmam gerekmiyor mucizeye bak ciizıs. tam olarak gözlük takmam gerekmiyor diyor hem de kadın ahahahaha.

    final ayrı bir saçmaydı. bir ada dolusu vampirsin, evin yanmış, güneş doğuyor. o günü atlatırsan geceye illa bi şeyler inşa edersin el birliğiyle, sonra sonsuz hayat var önünde. koskoca adada hiç mi yapraklı ağaç kalmadı bi tente bi teneke kalmadı? yahu onu bırak iki sandalyeyi yan yana koy bi örtü bul ger gir altına. yok!!! “vampiriz + güneş doğuyor + evimiz yandı… = e nabıcaz o zaman ölücez nabalım” diyip mal gibi köy meydanında ilahi söyleyerek güneşin doğmasını beklediler. hadi onlar feyte verdi teslim oldu isteyerek öldü diyelim eyvallah, hırslı bev sahile gidip eda taşpınar gibi güneşlenerek ölecek karakter değil… kum mum kazıtmışlar ama mantıksız. adanın altını üstüne getirirdi o bi korunak bulayım diye. yakışıklı rahip yolunu buldu te kudüs'ten geldi lan ısırıldıktan sonra güneş yemeden, hem de yanında 4 metreye 2 metrelik sandıkla vampir taşıdı adam. yapmayın.

    lafı geçmişken, her olaydan sonra “bunlar hep incil'de yazıyor” diyerek bi ayet bulup ağzında kanla coşa coşa okumaya başlayan bev'e bayıldım.

    ölürken yıldızları izleyerek tümden geldik tüme gidiyoruz atomlarım aha şu yıldızda dövüldü diye dingin dingin felsefe yapan erin'e de bayıldım. özellikle de bunu sadece 6.5 saniye önce kırt kırt vampir kanadı kesen o değilmişçesine yapması çok cooldu.

    vampir meleği övmezsek olmaz. yavrumu bi soderbergh'in kafkası gibi şapka pardösüyle ince uzun rüzgarlarda gölgelerde dolaştırdılar, bi ibiş gibi cübbe giydirip törenlerde gezdirdiler… o da şaşırdı. birini emiklerken ateş edildiğinde yaptığı hareket yalnız çok karizmatikti.

    ***

    zibilyon saçmalığı es geçersek ama, varlığın anlamı, hayatın sonluluğu, yas ve pişmanlıklar, ikinci bir şans isteği gibi temel dertlerimizi serip serip buradan odağa koyduğu ölüm korkusu - ölümsüzlük isteğine çapa atan, dinlere, dinin işlevine de bu açıdan yaklaşan çok güzel bir nüvesi var. hele de bu nüveyi, -yine spoiler- dinin vadettiği kutsal ölümsüzlükle, tam tersi kutuptan vampirliğin vadettiği şeytani ölümsüzlüğü birbirine karıştırıp geçiştirerek işlemiş olması iyi trolleme bence. ki bunu da katolik inanç üzerinden isanın kanı - isanın eti - isanın yeniden doğuşu sembolizmine what if çektirerek oturtmuş. ilginçti o. güzel nokta.

    anaokulu şarkısı ritminde rötuşlanmasaymış da tokatlaya tokatlaya gitseymiş, tam da tekrar tekrar seslendirilen serenity prayer üstüne bina edilmiş süper bi yapım görürdüm ben. değiştiremeyecekleri şeylere dayanmak üzere dine sığınan çaresizlik, acı, korku ve pişmanlık dolu insanların duada aranan o aradaki bilgeliği kaçırıp kör gözüne parmak şekilde şeytanlaşmasının ironisi. senaristin yorumu olarak değiştiremeyeceğimiz yok oluşa rağmen var olurken önemli olanın ne olduğu vurgusu, vahdet-i vücud finali ve kapanış.
hesabın var mı? giriş yap