• ortaokuldan beri canlı olarak izlemeyi hayal ettiğim ve en sonunda zorlu center psm'de izleme fırsatı bulduğum olağanüstü eser.

    hayatım boyunca şahit olduğum en muazzam şeylerden biriydi. müzikalin başlamasıyla birlikte stendhal sendromu benzeri bir durum yaşadım, kalbim hiç atmadığı kadar hızlı atmaya başladı, gözyaşlarıma kesinlikle hakim olamadım, adeta büyülenmiş halde izledim tüm oyunu.

    insanların cep telefonlarıyla video ve fotoğraf çekmesi ise, maalesef ülkemizde birçok kişinin hala topluluk içinde uyulması gereken en temel görgü kurallarından bile bihaber olduğunu gösterdi bize. gerçekten de anlayamıyorum sözlük, internetten bulunması son derece kolay olan belle'i çekip instagrama koymak nasıl bir kafadır, ne içiyor bu insanlar, sosyal medyada kendilerine bir yer edinmek için mi yaşıyorlar? dünyanın en özel gösterilerinden birini izleme fırsatın varken tadını çıkarsana, oyuna bırak kendini, nefes bile alma, tüm hücrelerinde hisset müziği, acıyı, özlemi.

    şikayet kısmını bir kenara koyarsak, telefonları kendilerinden çok daha akıllı olan bazı saçma insanların mevcudiyetini görmezden gelebileceğim kadar muhteşemdi. yıllar sonra dönüp baktığımda "yaşadım" diyebilmeme yardımcı olacak deneyimlerden biriydi. zorlu center psm, bizi mutlu edecek daha pekçok esere ev sahipliği yapacak gibi duruyor, mutluyum.
  • en sevdiğim eserlerin başındaydı aslında ama bilemediğim bir nedenden dolayı (yerimin sahneye uzak olması olabilir.) çok etkilenemediğim oyun oldu, hatta 2. perde de bitse artık dedim. ilk perde gayet şölen gibiydi; danslar, ışıklar, sahne ama 2. perde de hadi tüm dansçılar çıksın görselliği yaşayalım demekten de konsantre olamadım. sevemedim, dram galiba bana göre değil.
  • bana quasimodo ile garou'yu, frollo ile daniel lavoie'yi, gringoire ile bruno pelletier'i sevdirmiş efsane müzikaldir. şarkılardaki ahenk, birbirini tamamlayan, insanın içini acıtan sözler, en güzel filmlere taş çıkartan kurgu... bir müzikalden daha ne beklenir bilemiyorum. orjinal 1998 kadrosunu izleyin izlettirin, dinleyin dinlettirin. istemeyenleri uyarın gerekirse zorla dinlettirin. bu şaheseri herkes hayatında 1 kez olsun dinlemiş olmalı, yıllar geçtikçe solan bir müzikal olmamalı.

    (edit: isim düzeltmesi)
  • paris'e gitmeme sebep olacak müzikal.
    önce müzikal biletini alacağım, sonra uçak biletini, en son da vizeyi.

    bir gün, paris'te, fransızca'sını, o zamanki ana kadrosundan izleyeceğim; turneye gönderdikleri tayfadan değil.

    ha bir de bulabilirseniz sosyal yayınlar'dan çıkan 1985 yılı basım tarihli nesrin altınova çevirisi mükemmel olan eser. tam tamına 715 sayfa.
  • türkçe altyazılı tam versiyonu youtube semalarında bulunabilen muhteşem müzikal. tercüme edip alt yazı koyanın ellerine sağlık...

    https://www.youtube.com/watch?v=wholqkyzxcs
  • fransızcası her dinlendiğinde eski sevgiliyi hatırlatan.
  • bunun bir kitabı da vardır efendim. birkaç entry dışında bahseden yok. victor hugo'nun muhteşem bir eseridir. sonu gözden yaş getirir.

    --- spoiler ---

    sırf quasimodo'nun esmeralda'ya olan bağlılığı için bile okunur.

    --- spoiler ---
  • müzikalini görmeyi çok isterdim, fakat şimdilik sadece kitabı hakkında konuşabilirim.

    romanın kurgusu, karakterleri romantizm etkileri taşıyor evet. fakat hepsinin kendi içinde ve toplumla yaşadığı inanılmaz ''real'' bir çatışma var. bu çatışmayı benim kitapta en net gördüğüm karakter başdiyakoz claude frollo.
    ciddi anlamda dindar olan ve notre dame kilisesinin de başrahibi olan frollo'nun esmeralda'ya deli divana aşık bir adama olan dönüşümü gerçekten çok etkileyici. vicdan azabı bir yandan, aşkı bir yandan, bu aşkın imkansızlığı, esmeralda'yı kaçırırkenki yaptığı konuşmalar, tanrı'nın cennetindense esmeralda'nın cehennemini tercih etmesi...

    esmeralda'ya gelince, kendisi romandaki kırılma noktalarını yaratmak için kullanılan ve daha sonra bu etkiyi oluşturunca kurban verilerek ortadan kaldırılan tipik bir kadın karakter gibi geldi bana. keçisi djali'ye de ayrıca hasta oldum.

    bunlardan ayrı olarak üzerinde en çok durmak istediğim quasimodo. o kadar çok şey söylenebilir ki onun hakkında. dış görünüşün, güzellik/yakışıklılık algısının bir insanı tanımlanması ve toplum içindeki yerinin tayini konusunda ne kadar etkin rol oynadığını da işte bu karakterde görürsünüz. kitabı okurken quasimodo'nun toplumdan dışlanışını, kötü görüntüsü yüzünden kalbinin de kötü olduğunun savunulmasını, hatta şeytanın ta kendisi olabileceği konusunda bir takım iddialar ortaya atılmasını hep frankenstein ile özdeşleştirdim. alışılmışım dışındaki görüntüsüyle frankenstein da bir tür şeytan, kötülük timsali olarak görülerek insanların hedefi haline geliyordu. bunun örneklerini çok bulursunuz edebiyatta, ben sadece aklıma ilk gelen o olduğu için yazıyorum.

    son olarak, hugo notre dame, mimarlık ve kitap üzerine yazdığı bir bölümde şeyden bahsediyordu kitapta; ''kitap yapıyı öldürecek.'' evet gayet haklı olabilir, ama bu notre dame için geçerli olmasa gerek. bende tam tersi bir etki yaparak bu kitap notre dame'ı benim gözümde daha da canlandırdı.
  • entryleri okurken beni sinir krizlerine sokan sözlükçüleri görmemi sağlayan müzikal. bu ülke değil miydi kenan doğulu, serdar ortaç biletini 300 tl'ye satan. siz ne diyorsunuz yahu? adamlar yurt dışından ülkene geliyor, guinness rekorlar kitabına girmiş, edebiyatta baba yere sahip victor hugo tarafından yazılmış eseri playback olmadan çatır çatır canlandırıyor yok efendim 200 tl. sana 500 tl ulan. sen gelme.

    ps: henüz izlemedim, başka zamana artık.

    ps 2: frankenstein'dan buralara geldim, okumalara doyamadım benzerlikleri.
  • uğruna fransızca öğrenmeye başladığım nadide müzikal, bir gün fransa'da, orijinal dilinde izleyebilmek dileğiyle.
hesabın var mı? giriş yap