• * (fr. gece ve sis). alain resnais'nin 1955'de çevirdigi, auschwitz, dachau gibi nazi toplama ve ölüm kamplarini konu alan, kamplarin kalintilarinda çekilmis belgesel nitelikte orta metraj siyaz-beyaz filmi. 1955 cannes festivaline uygun görülmemis, fransiz-alman dostlugu açisindan. propagandaya kaçmadan kamplarin temelindeki ideolojiyi açiga vurur.
    film kadar filmin isminin anlami da önemlidir. almancasi "nacht und nebel"dir (gece ve sis) ama, nazilerin yok edilmesi planlanan ve imha edilmesi gereken herseyin toparlanmasi islemlerini imâ etmek için kullandigi "n.n." kod adi büyük bir ihtimalle latince "notetur nomen" ya da "nomen nescio"den esinlenmistir : ismi olmayan sey, ismini söylemek gerekmeyen sey.
  • bu belgeseli sinemanın, bilhassa hollywood'un neredeyse fiktifleştirdiği soykırım imajından izleyenleri kurtardığı için seviyorum. örneğin hemen filmin başında vagonlara bindirilerek götürülen yahudileri görüyorsunuz. çığlık yok, feveran yok. korku içinde yüzler var. tepki veremeyecek kadar derinden etkilendiklerini anlıyorsunuz. bir çığlık korku filmlerinde de karşınıza çıkar, bir belgeselde de. çığlığa karşı hassasiyetimizi belki de bu yüzden yitirmişizdir. hemen unutursunuz. ama bu yüzleri unutamıyorsunuz. oldukları gibi kalıyorlar. bir müzeyi gezer gibi izliyorsunuz filmi, kurguya duyduğunuz güvensizlik kayboluyor. en önemlisi, artık soykırımı sayılarla ve okunanlarla değil, zihninize yerleşen resimlerle hatırlamaya başlıyorsunuz. ölüm istatistik olmaktan çıkıyor.

    baker bu belgeselden nazizm ve stalinizmi aynı kefeye koyan arendt'le beraber bahseder. arendt'in liberallik uğruna yaptığı tektipleştirmeya karşı çıkmamak cidden mümkün değildir. liberalizmi tektipleştirmek kadar totalitarizmi tektipleştirmek de sakıncalıdır. en azından baker'in değindiği gibi, "tüm iktidar sovyetlere" ve "çalışmak özgürleştirir"i ayırmak gerekiyor.

    izlerken aklıma gelen bir diğer mesele de şu: terör dediğimiz "dehumanizasyon" sözcüğünü bir kez daha düşünmek lazım. bu sözcüğün ortaçağın yitik ve mağlup felsefesi nominalizmin gizli zaferlerinden biri olduğunu sanıyorum. gerçekliği olmadığı halde bir isme sahip olduğu için varlık kazanan bir şey. otorite tarafından onanmamış her türlü şiddetin tesmiye olunduğu bu varlığı kendinden menkul sözcük, eğer bir vücut kazanmayı gerçekten hak ediyorsa, chomsky'nin dediği gibi, devletin uyguladığı şiddet için kullanılmalıdır.

    arendt'i de delirten şey, şiddetin sorumluluğunun metafizik bir yapıya yüklenmesi, kimsenin "sorumlu" olmaması bu belgeselde de yakalanmış bir nokta. yani devlet en başta aşkınlığından insandışılığını devşiriyor. o bunu kendini olumlama ve haklılaştırma vesilesi olarak varsayadursun, terör eğer insandışı bir şiddet ise, bunu karşılayabilecek yegane tanım devletin uyguladığı ve kendinden başkasına, hatta kendine bile hesap vermediği şiddettir. kurşun kalemle de yazılabilir: "terör devletin uyguladığı şiddettir."
  • şunu izledikten sonra hala hitler haklıydı, keşke hepsi ölseydi diyenler kendi insanlıklarından şüphe etmeliler. bu zihniyetteki insanlar böyle bir güç elde ettiklerinde bu soykırımı yapar sonrada ''ben sorumlu değilim'' derler.

    hatta bunu diyenler şimdi kazara israil doğumlu olsalar filistin'in yok edilmesinide savunurlardı.

    öncelik insanlık olmalı. insan insana şu 30 dakikada gördüklerimi nasıl yapar ?
  • gece uyumadan önce izlediğim ve bana yol su köprü olarak değil, kabus olarak geri dönmüş 30 dakikalık belgesel.

    toplama kampı koşullarında ben olsam napardım diye düşündüm. bir yandan intihar eder kurtulurdum diye düşünürken bir yandan da yaşamak için sonuna kadar mücadele ederdim sanki. birbirine bu kadar tezat iki fikir arasında gidip geliyor insan.

    --- spoiler ---

    bu arada toplama kampı inşasının aynı bir başka kurum inşa eder gibi önce arazisinin satın alınıp sonra ihaleye çıkarılması beni çok şaşırttı. tasarımına karışılmıyordu, ihaleyi alanın hayal gücüne bırakılmıştı deyip farklı tarzda mimarilerin(!) fotoğraflarını göstermesi daha belgesel başlar başlamaz insanı şoka sokuyor.
    --- spoiler ---
  • soykirimin hakikati belgeseli. toplama kamplarinin -ya da bu filmde gecen benzetmesiyle "une autre planete*"in- vahset iceren görüntülerine la vita e bella, schindlers list, train de vie gibi hüzünlü veya neseli yorumlariyla defalarca izledikten sonra gözünüzün alistigini sanmaktasinizdir, fakat bence her insanoğlu bu görüntüleri -"image de passée*"- kendi gözleriyle görmeli, kendi beyniyle algilamali ve yorumlamali...
  • yahudi soykırımı üzerine başat yapıt. sistematize edilmiş işkencenin ortaya konuluş biçiminin tarihsel değere haiz görsel öğelerin de kullanımıyla beyaz perdeye yansıması. insan cesedinin bile artı değer yaratacak şekilde dönüştürülmesiyle, zihinsel anlamda makinalaşmaya ve aklın durması haline bariz bir şekilde şahit oluyoruz. ki işkenceci olarak sahneye davet edilenler de aslında aramızda yaşayan, ama sürü hareketine karşı koyamayanlar. fırsatı olunca id'ini ortaya koymaktan kaçamayan bu sorunlu varlıkları görüp, 'insana ait olan şey bize yabancı değildir.' demek artık yürek istiyor. oturduğumuz yere mıhlanıyoruz bir süre, izlerken 100 000 kişi için kurulmuş ve genelevine kadar herşeyi düşünülmüş işkence şehirlerini, yanyana dizilmiş kurbanlarını bekleyen fırınları, isminin üstü çizilerek defterden düşülen o bireyleri. umudumuz kırılmıyor da değil, hele son sahneyi görünce, 'sadece normalin dışında gerçekleşmiş bir örnek,bir sapma' mı bu şiddet, yoksa örnekleri dünyanın muhtelif yerlerinde hergün gözlerden ırak şekilde yinelenen içselleştirilmiş bir olağan durum mu? yanıtı düşündükçe yüreğimize karabasan oturmuşçasına rahatsız oluyoruz, ama en azından sesimizi sadece kendimize değil çevremize de duyurmak istiyoruz alain resnais sayesinde.
  • izledikten sonra bir hafta boyunca ftv'deki anoreksik kızları bile gettolardaki yahudiler gibi görmeme sebep olmuş olan; tabut gibi ranzalar, sabun kalıpları, yüzülmüş ve üzerine resimler çizilmiş insan derileri, başsız vücutlar, açlıktan pansumanlarını yiyen hastalar gibi sadece "gerçek kadar acı" figürler içeren belgesel.

    sağlam kafayla izlenmeli.
  • "zaman haklı çıkardı hitler'i" vs... diyenlere izleteceksin bunu, hala o lafları ediyorlarsa insanlıklarından şüphe edeceksin.

    http://video.google.com/…docid=-6854113117967578704
  • anti-nazi propagandasi yapmaktan ziyade, olaylari oldugu gibi gostermis, ve bu sayede bence cok daha etkileyici olmayi basarmis film. yonetmenin toplama kampina alinmis kisilerden olmasi onemli bir ayrintidir.
    televizyonda gosterilmesi imkasiz olan, saglam mide gerektiren bir filmdir, inanilmayacak derecede insanlik disi goruntuler icerir; ceset yiginlari, kafataslari, kadin sacindan olusmus bir dag (ki sonradan bu saclar hali rulolari olarak gorulur) ve sabun kaliplari.
  • insanlık tarihinde yüzlercesinin lekesi bulunan soykırımların en sonuncusu ve en sistematik olanını, propaganda topraklarına adımını bile atmadan insanın suratına vuran bir filmdir gece ve sis. faşizmin derinliklerinde ne denli korkunç boyutta bir işkence ve öldürme motivasyonunun yattığını göstermektedir.

    insanlık namına bu film ulaşılabilecek herkese gösterilmelidir.
hesabın var mı? giriş yap