• vaktiyle, fransa'da çıkan n.b.c toplu dvd setinin içindeki kitaba isabelle huppert'in yazmış olduğu önsöz.

    ''nuri bilge'yi ve onun iç dünyasını iklimler filmiyle keşfettim. hani derler ya, adeta gözümü açtı. bunca heyecanla bir arada bunca derinlik, sürekli bi' gerilim... sinemanın çoğu zaman darlığını çektiği zamandan vazgeçmeksizin

    geçen zaman ve geçen bizler, havanın durumu, kaybettiğimiz zaman; nuri bilge zamanı filme almayı biliyor, kendine zaman tanıyor; bir yandan ülkesini filme alırken- bu onun ülkesi, bizimki de olabilirdi - bekleyişi, boşluğu, düşüncelerin kargaşasını, büyük evrensel çatışmaları filme almayı biliyor. bilinmedik bir türkiye'ye aşina hale geliyoruz. eşsiz, fakat buranın sakinleri bize tuhaf derecede benziyor.

    nuri bilge'nin filmlerinde, kişilerin her biriyle her an, bütünüyle birlikte oluyoruz.o kişiyi filme aldığı açı, kadraj ve ışık , düşüncelerine , karışıklığına, kırılganlığına, insan olma durumuna daldırıyor bizi. o kişiyle yekvücut oluyoruz. eğer sokakta yürüyen bir adamı filme alırsa, mesela uzak filminde olduğu gibi, o adamla, o sokakta, onun ritminde ve onun düşünceleriyle oluyoruz gerçekten. dayatılan yapay bi' zamanda olmuyoruz, yaşamın zamanında oluyoruz. melankoli var, nefs hazları var, bazen de tehlike var; eli kulağında bir felaketin kıyısında gibi, içinizi kat eden karanlık güçlere sürekli kulak kesilmiş gibi.

    akıldışını anlatma kapasitesiyle sinemanın belki de dillerin en yetkini olduğu fikrini aşikar kılıyor bize. kelimelerin bir duyguyu, bir niyeti belirginleştirmekte, anlaşılır kılmada bazen kifayetsiz kaldığı yerde, basiretle ilerleyen kendinden emin bir kör gibi, sinema var.

    nuri bilge sinemanın bu mutlak gücünü anlamış.

    cannes film festivali'nde onunla jüri üyeliği deneyimini paylaşma ayrıcalığını yaşadım. onu dinlemek her an hoşuma gitti. nietzsche'nin , ''tarih bilgiyle değil hayal gücüyle yazılır.'' sözünü zikrettiğini duymak hoşuma gitti. picasso'nun deyişiyle, gördüğünden ziyade düşündüklerini filme alanlara bir minnet ifadesiydi elbette. içindeki derin inanç kuşkusuz bu. filmleri de zaten buna tanıklık ediyor.''

    not: copy paste değil el emeği
  • şaheser bir roman yazar gibi film çeken adam. her sahnede adamın işini çok ciddiye aldığını hissediyorsunuz. bir diyalogu aksiyon sahnesi gibi izlettiriyor adam. erzurum'da geçen bir film çekmesini çok isterim.
  • tununamyanların 12. bölümde osman naklin gönderme yaptığı yönetmen
  • ben hayatımda bir film izlerken karakterin ne yapmak/demek istediğini değilde yönetmenin ne demek/yapmak istediğin düşündüğümü hatırlamıyorum. var ol.
  • bu entryde bir fotoğrafçı olarak sinemaya giren nuri bilge ceylan’ın kendi kasabasından ve ailesinden başlayıp anadolu’daki yaşantıları bize bir fotoğraf gibi sunduğu yapıları ve bunların gelişimini kendimce inceleyeceğim. sıfırdan başlayıp adeta tırnaklarıyla kazıyarak açık ara türkiye’nin en iyi yönetmeni olan nbc’ye bir saygı entrysi olacak ve elbette içinde spoiler olacaktır lütfen ona göre okuyunuz.

    1995 yılında kendi ailesinin fotoğrafını çekerek başladı bu işe (bkz: koza) oyuncuları amatör olan emin ceylan ve fatma ceylan’dı. birbirinden ayrı hayat çizgileri gelişen iki insanın evlilikle kesişip tekrardan ayrılan yollarının görsel bir şölen olarak anlatımı olan koza filmi, nuri bilge ceylan'ın sinemaya adım attıktan sonra yaptığı ilk işidir ve kısa metraj bir filmdir. bu filmiyle beraber cannes film festivalinde en iyi kısa film ödülünü almıştır.

    ikinci filmi 1998 yılında (bkz: kasaba) olmuştur. yine başrol oyuncuları ailesi içinden (bkz: mehmet emin toprak) , emin ceylan ve havva sağlam olmuştur. mehmet emin toprak kuzenidir ve ilk filmi olmuştur. filmin konusu ise 1970’li yıllarda türkiye’nin batısında küçük bir kasabada geçer. bahar mevsimi yeni başladığında üç kuşak bir arada yaşayan ailenin küçük kızı, okul dönüşü, kendinden küçük erkek kardeşiyle birlikte dolaşmaya çıkar. onun gözünden doğaya ve doğayla bir arada yaşayan bu insanların yaşantısına göz atarız.
    bu filmle berlin, nantes, ankara, istanbul gibi film festivallerinden toplamda 7 ödül alır.

    3.film 1999 yılında (bkz: mayıs sıkıntısı) olur. bu film nbc’nin kasabasını anlattığı ve ailesinden insanlara rol verdiği son film olur. oyuncular arasında yine emin ceylan, fatma ceylan ve daha sonra da göreceğimiz muzaffer özdemir vardır.
    filmin konusu ise (bkz: beyazperde)’de: kasabadaki herkes küçük dertleriyle içiçe ve sürpizlere kapalı hayatlarıyla yine de huzurlu görünüyor. ancak bu huzur, çocukluğunu geçirdiği bu kasabada bir film çekmeyi kafasına koymuş muzaffer'in gelişiyle biraz zedeleniyor ve olıaylar başlıyor.. olarak yer alıyor.
    bana öyle geliyor ki nbc burada ilk 2 filminden sonra hayatını değiştirdiği-rahatsız ettiği ailesini ele alıyor.

    2002 yılında çekilen (bkz: uzak) filmi ise benim en beğendiğim nbc filmi olup (bkz: mehmet emin toprak) ve (bkz: muzaffer özdemir) rol almaktadır.
    film nbc’nin kasabasında başlar yine. hep uzaklara gitmek isteyen ve bu yüzden gemide iş bulan yusuf’un büyükşehire otostopla gitmesi ile başlar.
    nbc adeta bu filmde artık kasabasından çıkıp başkalarının hayatını anlatacağını bize en başında belli eder.

    (bkz: mehmet emin toprak) bu filmde o kadar güzel oynamıştır ki (bkz: cannes film festivali)‘nde en iyi erkek oyuncu ödülünü alır ve maalesef ki bu ödülün verildiği ilk hayatta olmayan insan olur.
    antalya film festivalinde de en iyi erkek oyuncu seçilen toprak kasabasına dönerken trafik kazası sonucu vefat etmiştir. filmi bende özel kılan detay maalesef ki budur.

    4. filmi 2006 yılında (bkz: iklimler) olmuştur. bu filmde nbc bizzat kendi ve eşi ebru ceylan ile beraber oynamıştır. film farklı bölgelerinin kendine has iklimleri olduğu gibi, ruhların da kendi iklimleri vardır üstelik değişmek için mevsimlerin dönüşünü beklemeyen, anlık değişimler bile gösterebilen iklimler konusu üzerine bir ilişkiyi ele alır.
    kendi adıma bu film için yorum yapamam çünkü yönetmenlerin kendi filmlerinde başrol oynamaları garibime gidiyor. filme konsantre olamıyorum maalesef.

    2008 yılında çektiği 5.film olan (bkz: üç maymun) nbc’nin ünlü kişileri oynatmaya başladığı ilk film oluyor ve bu filmden sonra yapacağı yapımlarda o eski amatörlük nerdeyse görülmüyor.
    filmde (bkz: yavuz bingöl) ve (bkz: hatice aslan)başrolü paylaşırken konusu ise yaklaşan genel seçimlere bir muhalefet partisinden aday olarak girecek iş adamı ıssız bir yolda trafik kazası yapar. ölümle sonuçlanan kaza sırasında araçta bile olmayan şoförü eyüp'e para verip yalan söyleterek ölümün sorumluluğunu almasını ister. servet, kendisi yerine hapse giren eyüp'ün karısı hacer ile de ilişkiye girmeye başlayınca, olaylar sonunda bir aile dramına sebep olacak kadar ilerler. filmde kasabasından göçüp istanbula gelmiş bir ailenin sıkıntıları, şehre adapte olamayışı, maddi sıkıntıları dile getirilmektedir aslında.

    film toplamda 24 ödül alırken nbc ilk defa cannes film festivalinde en iyi yönetmen ödülünü bu filmle alır.

    2011 yılına geldiğimiz zaman ise neredeyse herkesin gönlünde ayrı bir yere sahip olan (bkz: bir zamanlar anadolu’da)’yı çekmiştir.
    film kadrosu tam yıldızlar şeridi: (bkz: yılmaz erdoğan), (bkz: fırat danış), (bkz: muhammed uzuner) (bkz: taner birsel)ve (bkz: ahmet mümtaz taylan). nuri bilge ceylan, bu filmiyle kendi kasabası dışındaki anadolu yaşantısını bizlere anlatmaya başladığı film oluyor.
    cinayet üzerine bir savcı ve doktorun 12 saatini gördüğümüz film bize anadolu’ya dair çok güzel detaylar sunuyor.
    mutsuz bir evlilik geçiren polis, eşiyle sorunlar yaşamış bir savcı, anadolu’da yer alan gayri meşru ilişkiler, polis şiddeti, devlet kademesinde hiyerarşi sorunları gibi anadolu yaşantısına ayna tutan bir yapımdır.

    8.filmi ise 2014 yılında çektiği (bkz: kış uykusu) ‘dur. oyuncu kadrosu açısından tam bir üst noktadır. cannes'da büyük ödül altın palmiye'ye layık görülen kış uykusu'nun başrolünde (bkz: haluk bilginer) yer alırken kadroda kendisine demet akbağ, melisa sözen, ayberk pekcan, serhat kılıç, tamer levent, nejat işler ve nadir sarıbacak eşlik ediyor.

    bu film yine anadolu’ya ayna tutarken bu sefer büyükşehirden kapadokya’ya yerleşmiş oradaki yaşamı kabul edemeyen, yerel halka üstten bakan huysuz bir adamın hikayesini anlatıyor.
    yok mu anadolu’da bu tip insanlar? elbette var.
    filmde şehir insanlarının köylüleri küçümsemesi, onları hor görmesi, küçük şehrin onlara dar gelmesi gibi konular işlenmiş. esasen bu filmde varoluşsal sancı çeken bir insanı anlatıyor. kasaba yaşantısının dar geldiği bir insanın huysuzluğu çok güzel işlenmiş.

    vizyonda izlediğimiz son ve 9.filmi ise (bkz: ahlat ağacı)‘dır. bu sefer başrollerde (bkz: doğu demirkol) ve (bkz: murat cemcir) konusu ise oldum olası edebiyatla ilgili bir genç adamın ve yazar olmak istemesi anlatılır. anadolu'da doğduğu köye dönen genç adam kitabını bastıracak parayı bulmak için tüm enerjisini harcamaya başlar ancak babasının geçmişten kalan borçları başına dert olacaktır.

    bu film direkt konusu dışında sinan ile hoca arasında geçen dini diyaloglar, sinan’ın belediye başkanı ile olan muhabbetinde bir siyasi gönderme varken.
    babasının saygınlığını yitirmiş bir öğretmen olması, sinan’ın ve annesinin babasına yaklaşımı, sonunda sinan’ın kuyuya bakarak babasının işini devralması gibi örnekler tam anlamıyla yine bir anadolu’nun fotoğrafı.

    önce ailesinin, sonra tükiye’nin çok güzel fotoğrafını çeken nbc keşke amerikan sinemasındaki yönetmenler gibi bir imkana sahip olsa da bize bir de dünyanın fotoğrafını çekse. kendisinin böyle bir amacı olmadığını röportajlarından bilsek de var bir hayalimiz :)
    sen çok yaşa güzel insan umarım daha nice filmlerini izleriz.
  • ahlat ağacının kamera arkasını halka açmasını umuyorum. nuri bilge hocam yap artık bi güzellik.
  • kendisinin gizli gizli kolpaçino izleyip güldüğünü düşünüyorum.
  • fotoğraf karelerini sanata dönüştüren adam.
  • adam kamera arkasında da gerçekçi;

    https://twitter.com/…asu/status/1246498354579886083
  • kendisinin ahlat ağacı kamera arkası belgeselini izlediğim ve tekrar tekrar hayran olduğum büyük sanatçı. birkaç tanesini burada da paylaşacağım, yazıya geçirmekte fayda görüyorum belki 3-5 yıl sonra bu entry'mi görür de tekrar üzerinde düşünebilirim.

    "ben düzlük seven bir yönetmenim. düz… düz olacak her şey. duygu değişimlerini çok sevmem. düz seviyorum, hayatta olduğu gibi."

    "senin görevin seyirciye duyguyu geçirmek değil, seyircinin görevi duyguyu almak."

    "oyuncuların en büyük sorunu; önemsiyorlar."

    "bak elbiseyi katlarken ıslık çalıyorum. hiç yeri değil gibi ama hayat öyle… zengin. küçük küçük alakasız jestler mimikler var. sizde (tiyatro kökenli oyuncular) onlar kalmıyor sırf gerekli şeyler kalıyor. o zaman da hayat olmuyor."

    "herkese küfreden insanları, insanlar “uzaktan” sever. recep ivedik gibi. kendilerini temsil ediyor gibi görürler. senin yerine insanlara haddini bildiriyormuş gibi gelir. ancak o küfürler sana yöneldiği zaman gıcık gelir, hoşuna gitmez. mesela can yücel’i herkes seviyor küfrediyor diye. sana küfretsin..."

    "yalnız insan, içi içini yiyen insan demek. rakiplerine karşı öfke biriktiren insan demek. o yalnızlık duygusu bir yılan haline getiriyor insanı. o yüzden başkalarına karşı iyi olabilecek bir insan rakibiyle karşılaştı mı tırnakları uzuyor. "

    "büyük teoriler yalnızlıkla çıkıyor ortaya."
hesabın var mı? giriş yap