• kendisine "halktan kopuk" demek biraz garip olan yönetmen. bunu söyleyen adam ya nbc filmi izlememiş ve beynini zerre çalıştırmadan ezbere yorum yapıyordur, ya da götüyle izlemiştir.

    bu adam "taşra üçlemesi" diye 3 film yaptı. kasaba, mayıs sıkıntısı, uzak filmlerinde "halk" yoksa, hiçbir sanat eserinde yoktur. bir zamanlar anadolu'da filminden bahsetmiyorum bile.

    ben hayatımda bu kadar tırt argüman görmedim. bulmuşlar bi "halktan kopuk" geyiği, şark kurnazlığını marifet sayan yavşak esnaf karakterinde olmayan herkese bu etiketi yapıştırıyorlar.
  • her boku bilen ekşicilerin, altın palmiye kazanmış filmine "vasatı aşmaz" dediği yönetmen.
  • hakkında yazılmış debeye giren bir entry, sözlük yönetimini protesto etmek amacıyla tarafımdan silinmiş olan ünlü yönetmen. sözlük sizinse, entry bizim.

    debe editi.
  • filmleri hakkındaki yorumlar için "bu benim niye aklıma gelmedi" diyor olabilir aslında. tarkovski'ye göre bu abes bir durum değil. bir röportajında benzer bir durumda bahseder çünkü.

    tarkovski, bir fabrikadaki işçi kulübünün düzenlediği bir etkinliğe katılmış. orada uzun uzun film tartışırken, salonu temizlemek için bekleyen hademe içeri girmiş ve "bu kadar uzun uzun neyi tartışıyorsunuz? filmin anlatmak istediği gayet açık" demiş. tarkovski de filmin (zerkalo) ne anlattığını sorunca, "yaşamını idame ettiren adam, ölüme sürüklendiğini fark ettiği anda yakınlarına ve sevdiklerine karşı sergilediği tüm o kaba ve kötü şeyleri anımsadı birden. bu durum onu çok rahatsız etti ve bağışlanmak istedi. ama artık çok geçti" diye cevaplamış.

    tarkovski bu cevabı şöyle yorumluyor: "filmin bu şekilde yorumlanışı daha önce aklıma gelmemişti. bunun üzerine biraz düşününce, kadının filme bakışının diğer herkesten daha doğru olduğunu gördüm."

    yani adam kendi filminin doğru yorumlanışını, bir başkasından, üstelik sinema ve sanat konusunda yetkin olmayan birinden görebilmiş. nuri bilge ceylan da filmleri hakkındaki yorumları okuyorsa "evet aslında ben böyle düşünmemiştim, ama bu doğru bir bakış açısı" deme ihtimali vardır.

    merak edenler için ilgili videonun tamamı şurada: https://youtu.be/o6zztroev4k

    söz konusu kısım 14:38'de başlıyor.
  • vaktiyle, fransa'da çıkan n.b.c toplu dvd setinin içindeki kitaba isabelle huppert'in yazmış olduğu önsöz.

    ''nuri bilge'yi ve onun iç dünyasını iklimler filmiyle keşfettim. hani derler ya, adeta gözümü açtı. bunca heyecanla bir arada bunca derinlik, sürekli bi' gerilim... sinemanın çoğu zaman darlığını çektiği zamandan vazgeçmeksizin

    geçen zaman ve geçen bizler, havanın durumu, kaybettiğimiz zaman; nuri bilge zamanı filme almayı biliyor, kendine zaman tanıyor; bir yandan ülkesini filme alırken- bu onun ülkesi, bizimki de olabilirdi - bekleyişi, boşluğu, düşüncelerin kargaşasını, büyük evrensel çatışmaları filme almayı biliyor. bilinmedik bir türkiye'ye aşina hale geliyoruz. eşsiz, fakat buranın sakinleri bize tuhaf derecede benziyor.

    nuri bilge'nin filmlerinde, kişilerin her biriyle her an, bütünüyle birlikte oluyoruz.o kişiyi filme aldığı açı, kadraj ve ışık , düşüncelerine , karışıklığına, kırılganlığına, insan olma durumuna daldırıyor bizi. o kişiyle yekvücut oluyoruz. eğer sokakta yürüyen bir adamı filme alırsa, mesela uzak filminde olduğu gibi, o adamla, o sokakta, onun ritminde ve onun düşünceleriyle oluyoruz gerçekten. dayatılan yapay bi' zamanda olmuyoruz, yaşamın zamanında oluyoruz. melankoli var, nefs hazları var, bazen de tehlike var; eli kulağında bir felaketin kıyısında gibi, içinizi kat eden karanlık güçlere sürekli kulak kesilmiş gibi.

    akıldışını anlatma kapasitesiyle sinemanın belki de dillerin en yetkini olduğu fikrini aşikar kılıyor bize. kelimelerin bir duyguyu, bir niyeti belirginleştirmekte, anlaşılır kılmada bazen kifayetsiz kaldığı yerde, basiretle ilerleyen kendinden emin bir kör gibi, sinema var.

    nuri bilge sinemanın bu mutlak gücünü anlamış.

    cannes film festivali'nde onunla jüri üyeliği deneyimini paylaşma ayrıcalığını yaşadım. onu dinlemek her an hoşuma gitti. nietzsche'nin , ''tarih bilgiyle değil hayal gücüyle yazılır.'' sözünü zikrettiğini duymak hoşuma gitti. picasso'nun deyişiyle, gördüğünden ziyade düşündüklerini filme alanlara bir minnet ifadesiydi elbette. içindeki derin inanç kuşkusuz bu. filmleri de zaten buna tanıklık ediyor.''

    not: copy paste değil el emeği
  • başlığa girilen 2000 entryden sonra çok fazla bir şey söylemeye gerek yok hakkında. nasıl bir sinema anlayışı olduğuyla alakalı sadece kısa bir röportaj bırakacağım aşağıya.

    - şu an vizyonda sizin filminiz olan uzak ve amerikan sineması olan matrix var. insanlar neden sizin filminize gitmeyi değil de matrix'i tercih ediyorlar ?

    nbc: bu açıklanması kolay bir konu değil tabi ki. amerikan filmlerine gitmeyi çok yorgun olduğum zamanlar ben de seviyorum. çünkü bu tarz, benimki gibi filmler muhakkak daha çok enerji gerektiriyor. ve insanın kendisiyle daha güçlü ilişkileri olması gerekiyor. yani insanın kendi ruhunda bir takım karanlık bölgeleri merak eden bir insan olmasını gerektiriyor biraz. ama günümüzde böyle bir talep fazla değil. insan tam tersine kendi gerçeğinden uzaklaşarak rahat edebiliyor ve böyle bir yol tercih ediyor. yani muhakkak ki su kolay bulduğu yerden akar ki insanlar sinemaya uzaklaşmak için unutmak için gidiyorlar. bir şeyler öğrenmek için değil. hatta eskiden ağlamak için gidilirdi gülmek için değil. şimdi tam tersi, yani çok değişti zaman. eskiden bergman'ın ağır, hüzünlü, karamsar filmleri burada gösterime girerdi, şimdi böyle bir şey mümkün değil, zannetmiyorum.

    2003, tv8 uzak film röportajı

    nuri bilge ceylan'ın nasıl bir film anlayışı olduğunu ve neden böyle filmler çektiğini merak edenler için çok açıklayıcı bir paragraf olduğunu düşünüyorum.
  • ulkesinin guzelligine ve yalnizligina vurgu yaparak, "omru kisalan dunyamizda alip basini gitmis olan acliga" gonderme yapmis, turkiyenin bu konulardaki sessizligini bozmus, bu vesileyle benzer konumda olup da havadan sudan guzelliklerden bahsetmekle zaman harcayanlari utandirmis insan.

    dur bir dakka, sunu bir tekrarlayalim: dunya bok icindeyken guzelliklerden bahseden baskalarinin aksine, ulkesinin yalniz ve guzel oldugunu soylemekle ulkesinin negatif bir yonunu vurguladigini dusunenler tarafindan elestirilmesi baskalari tarafindan kontra-elestirilmis.

    bismillahiohlordsweetjesuslordrahmanirrahim diyerek buradaki celiskileri ayiklamaya girismek yerine daha muhim bir konuya gecelim:

    yurtdisindaki her insan mutemadiyen milletini temsil etmekle gorevli yari-resmi bir pozisyonda degildir [yurtdisi da birey icin goreceli bir kavram]. nuri bilge efendi cannesa turk devlet sanatcilari konseyinin icazetiyle degil bileginin hakkiyla katildigi gibi kendisi buyukelci, askeri atese yahut viyanada baloya yeniceri kiyafetiyle katilip ilgi odagi olan mustafa kemal de degildir. ve cannes da, yunan juri uyelerinin 50 senedir kibrisli rumlara tam puan verdigi, makedonyali sanatcilarin yemegine sap karistirdiklari bir civik sovenist eurovizyon bozmasi yarisma degil. isin asli dunyanin geri kalani oyle degil.

    oyle bir hava var ki mesleki basarisindan oturu bir yerlere gelmis bir insana 15 saniyeligine mikrofon uzatinca adam illa turkiye kultur ve turizm elcisi kimligine burunecek (daha kotusu bm genel sekterligine soyunup dunyadaki acliktan bahsetmesi beklenecek), salt turkiye hakkinda dedikleri didik didik edilecek. "turk yonetmen odul aldi", "turk bilimadami ergenekon donergecini buldu" gibi kliseler senelerce kafalara kazininca beklentiler de bu kisirdonguye giriyor.

    herkes amerikali, ingiliz degil; ufak, onemsiz veya nufusuna kiyasla populer kulture katkisi sinirli olan yerlerde isin icine bir miktar milli gururun girmesi kacinilmaz. lakin bizim durumumuz iyice abartili zira ek olarak yurtdisindaki negatif imajdan oturu (ki bunun da buyutulmesi kolaydir herseye o acidan yaklasilirsa, ilkogretimimiz sagolsun) duyulan bir kendine guvensizlik var; kabullenilmek, sevilmek, kucaklanmak istiyor adam, "biz de sizin gibiyiz..ama asimile de olmadik tam, gururluyuz yani bir yandan" diyebilmek istiyor.

    bu yuzden de orhan pamuk babasindan bavulundan falan bahsedince bos konusmus oluyor, cunku orhan pamuk edebiyati odullendirilmis bir yazardan once, ilk nobel kazanan turktur. o platforma cikip baska bavullu babali konusmalardan arak yaparak duygularini ve hatiralarini anlatacagina, ataturkten bir alinti yapmasi, ulkesi icin bu odulu aldigini soylemesi, antalya otellerindeki yatak kapasitesi artisinin raporlarini sunmasi, basi acik karisiyla opusmesi daha hos karsilanacakti. zira kimse senin sanatinla, bavulunla falan ilgilenmiyor, benim ait oldugum rastgele bir gruba, etikete ovgu yap once.

    nur bilge ceylan yurtdisinda konusacaksa once turk, sonra yonetmen, sonra aile babasi olarak yapmasi lazim bunu, politically correct oncelik siralamasi budur. adamin ilham aldigi yeri ovmesi resmi manifesto statusu kazanacak neredeyse; orada 3 sayfa roportaj verse, transkriptlerini bastirip bizzat basin burolarina elden teslim etse yine de atilacak manset, akilda kalacak 2-3 kelime bellii. (bkz: indirgemecilik)

    isin ironik kismi, uluslararasi sanatcilarin, hem yasam tarzlari hem de icra ettikleri yuzunden tam da bu tip kaliplardan en uzakta yasayanlar olmalari. yurtdisina sikca cikan, karisik bir grupla calisan, baska pazarlara hitap edebilmesi icin ortak insani duygulari isleyen birinin mikrofonu gorur gormez transformers misali 15 saniyede oktay sinanogluna donusup butun konuyu vatan millet cercevesine oturtmasi fazla fantastik bir kurgu. sinanoglu demisken bilimadamlari icin de bu gecerli. dunyanin en evrensel seyi olan matematikle ugrasiyorsun, ne bileyim cernde calisiyorsun sittin tane ulkeden insanla, sonra odul kazaninca en on plana cikacak sey ulkeni nasil betimledigin, nasil tanittigin, vs. yahu ben orada 2 saat tesekkur konferansi versem, panel duzenlesem aklima gelmez; projelerimden, ailemden falan bahsederim, vakit kalirsa bavullarimi cikarir gosteririm.
  • filmlerini de kendisini de çok başka severim.

    söyleşiler kitabında kafasının karışık olduğu bir döneme ait paylaştığı bir kısım, yine budur dedirtti.

    “…. sonra gerçekle yüzleşmeye başladım. o kafa karışıklığı içinde, birden o zamana kadar korktuğum, kaçtığım askerlik geldi aklıma. ve o kadar iyi geldi ki bu düşünce. sonuçta yapılması zorunlu bir şeydi. düşünmekten, karar vermekten kurtaracak bir şey olarak göründü. büyük bir zevkle dönüp, hemen askere gittim. insanın dağınık düşüncelerine yön verecek bir otoriteye her zaman ihtiyacı var. sorumluluk, bağımlılık, insanın önünde yapılacak zorunlu şeyler olması hayırlı belalar gibi görünüyor şimdi. özgürlük ağır bir yük.”
  • sosyal medyada yer yer "ses çıkarmadığı için" yerilen yönetmen.

    işin komik yanı, baya görgülü bilgili insanlar laf atıyorlar. bana tamamen dikkat çekmek için yapılan yersiz hareketler gibi geliyor. hayır, bildiğim kadarıyla üstadın "yalnız ve güzel ülkem" haricinde sözlü, yazılı herhangi bir konu hakkında herhangi bir isyan, bir itirazda bulunmuşluğu da yok. yani adamın hali hazırda olup bitene ses çıkarmaması, şu ana kadarki çizgisiyle ters düşen bir durum değil.

    eleştiri, illa cumhuriyet gazetesi yazarı gibi boyuna birilerine sallamakla eşdeğer bir şey değil.

    bu adamın mevcut sistem eleştirisini izlemek isteyen, açsın ahlat ağacı filminde sinan'ın polis olan arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesini izlesin. ben daha gerçekçi, daha net bir eleştiri görmedim. ki açıkçası kendi çizgisi için o sahneyi de aşırı politik bulmuştum. aynı sahnede gezi'ye de laf çakıldı, işsiz gençlerin polis olmak zorunda kaldıkları düzene de çakıldı, bunu normalleştirip lümpenleşen topluma da giydirildi. ben en azından bu sahneyi böyle okumuştum.
    ekonomik sıkıntı izlemek isteyen, birkaç saniyelik piyangocu sahnesini izlesin. "aslında bir 250 tl benim bütün sorunlarımı çözer" cümlesi öylesine atılmış bir replik değil. hani bir sinemacı daha ne yapabilir, illa didaktik müjdat gezen ve tayfası oyunu sergileyip kör göze parmak mı soksun adam? bu arada toplumcu dertleri de olmayabilir ama filmlerinde görüyoruz ki var. adam twit atmıyor diye "sırtını kültür bakanlığına yasladı tabii, ondan ses etmiyor" falan deniyor. yani bu kadar mı niyet okunur; ben mi çok safım, yoksa sürekli birilerini işaret eden parmaklar mı çok akıllı, çözemedim.

    herkes sizin gibi, benim gibi birilerine parmak sallamak, ateş püskürmek zorunda değil.
  • iki-üç gündür sosyal medyada saçma sapan eleştirilen yönetmen.

    söylediği şey altı üstü "size okulda yanlış öğretiyorlar". siz salaksınız, demiyor; siz eğitilmezsiniz, demiyor. basitçe oyunculuğa dair çok temel bir tavsiye verirken "bunun aksini düşünüyorsun çünkü okulda yanlış öğretiyorlar," diyor. sırf bunu söyledi diye tetiklenenlerin ceylan'a "şımarık, saygısız, her şeyi bildiğini sanıyor" demesi (twitter'da daha fenaları da var) yine sosyal medya kullanıcıların içinde bulunduğu trajik hâli gösteriyor.

    bu videodan insanların rahatsızlık duymasına sebep olan iki şey olduğunu düşünüyorum. ikisi de bilinç seviyesinde değil, daha derinlerde var olan şeyler.

    birincisi, videoda muhtemelen role girmeye çalıştığı için sessiz duran, üzgün görünen bir kadın var ve bir erkek ona bir dakika boyunca bir şeyler anlatıyor, neyi nasıl yapması gerektiğini izah ediyor. bu bir sürü kişiyi tetikliyor. mansplaining diyenler gördüm, mansplaining böyle bir şey değil, kaldı ki doğu demirkol'a çok daha sert eleştiriler yöneltiyor, burada sert bir şey yok. feminizm gibi dünyanın en mantıklı şeyi aptal feministlerin elinde çürüyüp gidiyor.

    bu videoyu izleyen kişiler "güçlü erkeğin güçsüz kadını ezdiğini" görüyorlar. kadını köşeye çekmiş baskı kuruyormuş gibi hissediyorlar. bennu yıldırımlar orada aşağılanıyormuş, nuri bilge ceylan'ın söyledikleri yüzünden o kadar üzgünmüş gibi düşünüyorlar. ki doğru değil, akıl yürütseler doğru olmadığını, oranın bir set ortamı olduğunu, yönetmenin işinin oyuncuların yanlışlarını düzeltmek olduğunu, kadının mutsuz hâlinin çekilecek olan sahne ile ilgili olduğunu görürler. ama sosyal medya kullanıcıları yalnızca içgüdülerini takip ediyorlar, ki zaten sosyal medya tamamen buna dönmüş vaziyette. ortalama sosyal medya kullanıcısı aynı gün içerisinde birbirine zıt iki şeyi büyük bir hararetle savunup kendilerinde hiçbir eksiklik görmüyor.

    ikincisi ise, bunu söylediğim zaman çoğu kişi kabul etmeyecektir ama sinemanın, edebiyatın bu kadar değerli bir şey olduğunun düşünülmemesi. yani bu videoda bir adam bir kadına bir iş makinesini yanlış kullandığı için bunları söylüyor olsa, dese ki "okulda size yanlış öğretiyorlar," hiç kimse rahatsız olmazdı. "altı üstü bir film," diyor içten içe, izleyenler, "bunu bu kadar abartmaya gerek var mı?" edebiyatla ilgilendiğim için yıllardır bunun çeşitli versiyonlarıyla karşılaştım. sorduğunuz zaman edebiyata, sinemaya herkes değer veriyor, ama bunun ciddi bir iş olduğundan çok anlık esinlenmelerin, biraz şansın önemli olduğunu, ciddiyetle bir roman ya da film üzerine akıl yürütmenin, yazmanın, bunlar için hazırlık yapmanın "çocukluk" olduğunu düşünüyorlar. orhan pamuk'un nobel almasını hiçbir edebi eleştiri getirmeden haksızlık görenlerin içinde olduğu ruh hâli, tam da söylediğim şeye örnektir. nobel edebiyat ödülünü edebiyat üzerinden değerlendirmiyorlar, çünkü bilinçaltlarında edebiyat bu kadar kıymetli bir şey değil. edebiyatın siyasetten üstün olma ihtimali akıllarına dahi gelmiyor. bunu böyle düşünenlere de çocuk gözüyle bakıyorlar.
hesabın var mı? giriş yap