• eskiden, en azından istanbul'da

    lodosçuluk

    denen bir uğraş (?) meslek (?) varmış. millet lodosun denizde taşıdığı şeylerle geçimini sağlıyormuş.

    --

    lodosçular
    eski istanbul’da deniz kıyısında dolaşarak lodosla veya diğer fırtınalarla kıyıya vuran eşyaları toplayanlara, sığ yerdeki kumları eleyerek para edecek şeyler arayanlara lodosçu denirdi. lodosçuluk bir aile mesleğiydi ve lodosçuluk yapan ailelerin belli mıntıkaları vardı.

    lodosçularr bellerine kadar gelen uzun çizmeler giyerler, yanlarında eleyecekleri kumun inceliğine göre değişen çeşitli elekler taşırlardı. istanbul halkı arasında lodosçuların denizde ve kumların arasında çok değerli eşyalar bulduklarıyla ilgili çeşitli söylenceler dolaşırdı.

    https://www.ntv.com.tr/…leri,lznpqrsh8kclzdlgrpirsa

    ---

    https://t24.com.tr/…ar/talat-kiris/lodoscular,26042
  • ilginç bir bilgi olarak;

    bilindiği üzere güneşten çıkan ışık gözümüze 8 dk. civarında ulaşıyor.

    ışığın hızı da yine bilindiği üzere saniyede yaklaşık 300.000 km.

    fakat şöyle bir durum var ki, fotonlar yani ışık, güneşin çekirdeğinde oluştuktan sonra direkt olarak bizlere doğru gelmiyor.
    önce gama ışını olarak hayatına devam eden bu fotonlar, sürekli atomlar tarafından emiliyor ve rastgele savrulup duruyorlar.
    bu hareketleri 150 bin yıl sürüyor. bazen bir fotonun yüzeye ulaşıp bize yansıması ise 50 milyon yıl kadar sürebiliyor.

    sonuç olarak güneşten gözümüze gelen ışık yalnızca 8 dakika değil binlerce yıl belki milyonlarca yıl sonra bize ulaşıyor.
  • yapılan araştırmalara göre, hayvanlarda yapılan deneyler sonucunda toprak ile temas ettirilen farelerin kan şekerlerinin; aynı beslenme programı uygulanan topraklama yapılan farelere oranla daha yüksek olduğunu gösteriyor. ayrıca çocuklarda görülen iki tip diyabet hastalığının en önemli nedeninin topraklama eksikliğinden(toprak ile temas etmediginden) olduğu ortaya çıkmıştır.
  • sevgili dostlar,

    aşımı dün oldum ve garip şekilde yan etki olarak yazı yazma isteği ortaya çıktı. herkeste böyle mi oluyor bilmiyorum ama hemen bir şeyler yazmak için müthiş bir istek duyuyorum,bakalım hayırlısı.

    biliyorsunuz "güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar" şeklinde çevrilebilecek ingiliz lordu john dalberg acton'un (ki kendisi hem aristokrat, hem politikacı hem tarihçi hem de yazar bir abimizdir) ibretlik bir sözü vardır.

    bu ibretlik söz neredeyse hep doğru çıkar. gücü ele geçiren mutlaka bozulur ve ne kadar güçlü olursa bozulma o oranda artar.

    peki bu lafın psikolojik ve bilimsel bir temeli var mı acep diye düşündüm. azıcıkta araştırdım. (işte hep aşı yan etkileri bunlar)

    araştırmalarım sonucunda ilginç bir deneye rast geldim.

    california üniversitesinden profesör dacher keltner'de benim gibi "yahu bu lafı deneyle ispatlayabilir miyiz" diye düşünmüş ve oturmuş güzel bir deney dizayn etmiş.

    deneyin ismi de "kurabiye canavarı deneyi" ingilizce olarak "cookie monster experiment" şeklinde aratabilirsiniz efendim.

    şimdi bu ilginç deneyde sahte bir iş ilanı vererek 3 kişiyi laboratuvara getirmişler ve bir masaya oturtmuşlar. aralarından bir tanesini de rastgele şekilde lider seçmişler. yani deney yapılan tüm üç kişilik gruplarda aralarından bir tanesi rastgele seçilerek "sen bunların başısın" denmiş.

    sonra da bunlara bazı görevler verilmiş. işte üniversite için proje fikirleri düşünmek veya bazı istatistikleri yorumlamak gibi. tabi arkadaşların part time bir iş için çalıştıklarını düşünmeleri için bu işler uydurulmuş yani yaptıkları işlerin pek bir önemi yok.

    deney masalara birer tabak lezzetli çikolatalı kurabiye tabağının getirilmesi ve harıl harıl çalışan gruplara ikram edilmesiyle başlamış. tabaklarda tam beş adet kurabiye bulunuyormuş.

    grubun üç kişilik her üyesi birer kurabiye yemişler. geriye iki kurabiye kalmış. son kalan kurabiyeyi hiç bir grup yememiş. çünkü kimse tabakta kalan son kurabiyeyi yemiş gözükmek istememiş. burada önemli olan dördüncü kurabiyeleri kimin yediği. çünkü dördüncü kurabiyeyi yiyen kişi iki tane kurabiye yemiş oluyor.

    işte size deneyin ilginç kısmı.

    üstünde deney yapılan tüm gruplarda o dördüncü kurabiyeyi her zaman grubun lideri mideye indirmiş.

    yani hiç bir özelliği olmadığı halde rastgele seçilen grup liderleri önlerine gelen her tabakta o dördüncü kurabiyeyi çekinmeden alıp gene hiç utanmadan mideye indirmişler ve herkes birer kurabiye yerken liderler iki kurabiye yemişler. çünkü iki kurabiye yemeyi hakları olarak görmüşler.

    daha ilginç bir şey daha ortaya çıkmış.

    profesör keltner ve ekibi deney videolarını izlerken şunu fark etmişler.

    grup içindeki üyeler kurabiyeleri dikkatli şekilde ellerini altına falan tutarak kibarca yerlerken, grup liderleri o yedikleri iki kurabiyeyi de ağızlarını şapırdatarak, kırıntıları üstlerine saçarak ve kaba sesler çıkararak yemişler.

    yani bu ilginç deneye göre, oluşturulan gruplarda kendilerine güç verilen "liderler" hem diğerlerinden fazla kurabiye yemeye hem de bu kurabiyeleri etraflarını rahatsız ederek mideye indirmeye "hakları olduğunu" düşünmüşler.

    peki buradan ne anlıyoruz.

    insan dediğimiz varlık bilinçaltı olarak güç kavramına duyarlı.

    gücü ele geçiren her insan daha önce yapmadığı ve eleştirdiği her türlü davranışı yapabiliyor. hele bir de kontrol edilmeyen büyük bir güce sahipse her şeyi yapabiliyor.

    tarih bunun örnekleriyle dolu. sıradan ve iyi kalpli bir insan olarak tahta oturup kısa zaman içinde canavarlaşan tarihi örnekleri buraya yazsam on cilt eder.

    bu bilindiği için gelişmiş ülke anayasaları yazılırken kafalar en çok gücün dengelenmesine yorulur.

    örneğin amerikan sisteminde "checks and balances" dediğimiz sistem çok önemlidir.
    yasama, yürütme ve yargı birbirlerine karşı öyle bir konumlandırılmıştır ki hiç birinin gücü diğerine yetmez ve biri yoldan çıkarsa diğerleri onu dengeler (bakınız sultan 1.trump'ın kısa süren hikayesi)

    sonuç olarak dostlar bu deneyden iki nasihat çıkartabiliriz

    birinci nasihat güç'le olan ilişkinize dikkat edin. hepimizin bu konuda açığı vardır. bugün eleştirdiğiniz her şeyi gücü ele geçirince çok normalmiş gibi yapabilirsiniz. güçle ve parayla imtihan çok zordur. gücünüz ve paranız yokken ahkam kesmeye benzemez bu işler.

    ikinci nasihat hiç kimseye gökten inmiş melek bile olsa kontrolsüz güç vermeyin. güç ne kadar fazla ve kontrolsüz olursa o oranda yoldan çıkıp bozulur. bir ünlü reklamımızın deyimiyle "kontrolsüz güç, güç değildir"

    evet aşının etkisi geçti. yazı şimdilik bu kadar.

    not : bu tür konular hoşunuza gidiyorsa you tube kanalımda çok güzel sohbetlerimiz var bekleriz efendim.

    you tube kanalı

    ben bu konularda kitaplara da bayılırım diyorsanız iki de kitap yazdık alın okuyun efendim.

    kitaplar

    sevgilerimle
  • insaat muhendisliginin bazi konulari (bkz: insaat muhendisligi)
  • 1939 erzincan depreminde savcı izzet çakal, depremzedelere yardım etmeleri için mahkumlara bir günlüğüne izin vermiştir. mahkumlar söz verdikleri gibi yardım edip geri dönmüş ve tek bir mahkum bile firar etmemiştir. daha sonra mahkumlar özel bir kanunla affedilmiştir.
  • son zamanlarda istanbul üniversitesi tarafından yürütülen dijitalleşme çalışmaları, paha biçilmez nitelikte olan eserlere ulaşmamızı kolaylaştırdı. bu bağlamda okuyucular için çok kıymetli hazine niteliğinde olan iki önemli çalışmayı, müstakil bir entry ile dikkat çekilmeye değer buluyorum.

    (bkz: sömürülesi e-kitap siteleri/#124443805)
  • uçaklar ile ilgili birkaç bilgi :

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    bazı yolcular acil durum can yeleklerini çalabiliyorlar . oturduğunuz koltuğun altında bir can yeleği olmayabilir .

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    1997 model ve öncesi boeinglerin yakıt depoları ve klima motorları birbirine çok yakın olduğu için bu model ve öncesi boeinglerde klima motorunun ısınması sebebiyle yakıt tankları defalarca alev alıp uçakları infilak etmiştir.

    not: tabi ki yakıt güvenliği kapsamında hepsine ngs sistemi eklendi ( nitrojenli soğutma sistemi ) ama güvenilirliği yüzde yüz değil.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
  • köpekbalıklarının sırtı koyu, gri tonlarında olan bir renktedir.

    bu, suda, köpek balığına üstten bakan bir canlının, denizin karanlığında, köpek balığını görememesini - fark edememesini sağlar...

    köpekbalığının karnı açık renktedir, beyazımsı...

    bu köpekbalığına alttan bakan birisinin, güneş ışınlarının aydınlattığı sudaki renkle olan benzerliğinden dolayı, köpek balığını görememesini - fark edememesini sağlar.
  • akışkanlar sıkıştırılamaz kabul edildiğinde ne olur? (bkz: #124487779)

    not: bu bilgi 128 milyar dolar nerede sorusuna cevap değildir.
hesabın var mı? giriş yap