• delilik olarak adlandırılan kendi kendine konuşmanın aslında faydalı olduğu.
    kendi kendine konuşmak beynin daha verimli çalışmasını sağlar.
    bir deneyde gönüllülere 20 farklı resim gösterilip ve içlerinden belirli birini (elma , ekmek gibi) aramaları istenmiş. deneklerin yarısı o nesneyi ararken bir yandan da nesnenin ismini yüksek sesle tekrar ederken diğer yarısı ise sessizce o nesneyi aramışlar. deney sonucunda1. grup 2. gruba göre aradıkları nesneyi daha hızlı bulmuşlar. bir şeyleri yüksek sesle söylemek hafızayı canlandırır. kelimeleri pekiştirir ve daha somut hale gelmesini sağlar.
    yüksek sesli konuşmak ancak bildiğin şeyleri ararken işine yarar.
    yüksek sesle konuşarak bir şey bulmak genel olarak insanlar için daha kolay ama eğer ne aradığınızı bilmiyosanız yüksek sesle söylediğinizde obje beyninizde canlanmayacağından bi faydası olmayacak. eğer ne aradığınızı bilmiyosanız yüksek sesle tekrar etmek sadece kafanızı karıştırır.
    çocukluk dönemimizden beri kendi kendimize konuşuyoruz.
    kendi kendine konuşma çocuklara davranışlarını yönlendirme konusunda yardımcı olur. mesela ayakkabı bağlarlarken nasıl yapacaklarını adım adım akıllarından geçirerek olaya odaklanırlar. çevrenizdeki küçük çocukları düşünün , oyun oynarken , üzerlerini giyinirken kendi kendine konuştuklarını görmüşsünüzdür. küçük bi çocuk arabasıyla oynarken bu araba şuradan geçebilir ama bu kamyon buraya sığamayacak kadar büyük şeklinde kendi kendine konuşurken aslında o kamyonun oradan geçip geçemeyeceğini aklında canlandırarak anlamaya çalışıyor. çocuklar hareketlerini akıllarından geçirerek yani yüksek sesle konuşarak gerçekleştirirler , biri onlara bi komut verdiğinde o komutu tekrar etmelerinin nedeni daha iyi kavramaktır. aynı şekilde yetişkin birine bi soru sorduğunuzda soruyu tekrar etmesi zaman kazanmak istemesinden değil ( bu yüzden de olabilir pek tabii) çocukluğundan gelen bu alışkanlığındandır. soruyu yüksek sesle tekrarlayarak aynı anda hem soruyu doğru anlayıp anlamadığından emin olup hem de kelimeleri beyninde canladırarak cevaba daha kolay ulaşıyor.

    kendi kendine konuşmak düşüncelerimizi organize etmemizi sağlar.
    kendine kendine konuşmak önemli ve zor kararlar almamızı kolaylaştırır. düşünceleri netleştirip olaylara farklı açılardan bakmanızı sağlar. karar aşamasında birine danışınca olumsuz bi yorum yaptığında saldırganlaşabilir ya da o bu konuyu bilmiyo diye düşünüp görüşünü pek ciddiye almayabilirsiniz. ama aynı olayı kendinizle tartışırsanız durumun negatif yönlerini düşündüğünüzde saldırganlaşmak yerine daha objektif olursunuz.
  • leydi godiva'nın hikayesi

    11. yüzyıl'da ingiltere’nin coventry şehri’nin lordu, leofrei halkı ağır vergilere bağlamış, halk yoksulluk içinde yaşamaktadır. lord leofrei’nin eşi, güzelliğiyle ünlü leydi godiva, halkın bu durumuna çok üzüldüğünden, sürekli kocasına vergileri hafifletmesi için yalvarır. godiva’nın bu baskılarından bıkan lord en son kızıp godiva’ya, çırılçıplak soyunup bir atın üzerinde bütün şehri dolaşması koşuluyla vergileri kaldıracağını söyler. 11. yüzyıl ingilteresinde çırılçıplak dolaşmanın bir leydi için nasıl imkansız bir şey olduğunu her kes tahmin edebilir sanırım. zaten kocası da vergileri kaldırmasının o derece imkansız olduğunu vurgulamak için böyle bir şey söylemiştir.
    ertesi gün godiva çırılçıplak soyunarak bir atın sırtında şehri dolaşmaya başlar. durumdan haberdar olan halk godiva’ya bakmaz, evlere kapanır, dükkanları kapatır, sokakta kalanlar godiva geçerken eğilir. işte değişik dönemlerde sanatın konusu olmuş godiva budur. tarihte “ekmek yoksa pasta yesinler” diyen fransa kraliçesi “marie antoinette”nin yanında godiva gibi leydiler de olmuşlardır.
  • karaya vuran balina, yunus ve katil balina gibi akciğer solunumu yapan deniz memelilerinin oksijensizlikten öte böbrek yetmezliği(!)nden mefta olduğunu öğrenmek bu anlardan biri oldu benim için...

    ilk defa çocukluğumda takılmıştı bu soru aklıma. gazetenin birinde kıyıya vurmuş balina ölülerine ait bir fotoğraf vardı ve benim aklıma direkt "akciğer solunumu yapan bir hayvan nasıl olur da karaya çıktığı zaman nefessiz kalıp ölebilir ki ?" sorusu geldi. çevremdekilere sorduğum zaman tatmin edici bir cevap bulamamıştım o dönem ve internet gibi bir mecra olmadığı için 3-4 günlük ansiklopedi taramasından sonra yine makul bir cevap bulamayıp, zihnimin "cevaplanamamış sorular" klasörüne kaldırmıştım bu mevzuyu.

    geçenlerde bu konuyla alakalı bir belgesele denk geldim ve belki 25 senelik bir sorunun cevabını en sonunda öğrenmiş oldum.

    burada karaya vuran deniz memelilerini ölüme sürükleyen iki önemli etken var;

    bunlar yer çekimi ve deniz memelilerinin fizyolojisi... bu arkadaşların kemik yapıları denizin kaldırma kuvveti ile dengelenen yer çekimine uygun olduğu için karaya vurdukları anda denizin kaldırma kuvvetinden yararlanamayan vücutları ideal formunu kaybederek, vücut ağırlıklarının baskısıyla kaburgalarında oluşan ezilme akciğerlerine baskı yaparak solunumu %70 oranında azaltıyor. ilk olarak burada güç kaybetmeye başlıyorlar. bir de şu ayrıntıyı vermek istiyorum. normalde bizim yer çekimine karşı en büyük direncimizi kalça kemiklerimiz üstleniyor. kalça kemiğimizin yapısı, genişliği ve kalınlığı sayesinde yer çekiminden kaynaklı basıncı vücutta eşit oranda dağıtabiliyoruz. mesela katil balinaların kalça kemikleri bizim baş parmağımız büyüklüğünde. bu nedenle yer çekiminin etkisine giren vücutları bu baskıyı kaldıramadığı için hareketsiz kalıyor ve kendilerini geri suya doğru götürecek hareketi gerçekleştiremiyorlar.

    gelelim asıl ölüm sebebine... karaya vurdukları anda vücutlarında bulunan proteinler yer çekimi ve vücut ağırlığının kendi baskısı sebebiyle dolaşım sistemine karışıyor ve direkt böbreklere hücum etmeye başlıyor. böbrekler de bu hücuma yeterli tepkiyi veremediği için böbrek yetmezliğinden vücut iflas ediyor.

    kalçaya olan saygım ve sevgim arttı şerefsizim...

    edit: arkadaşlar baya mesaj aldım bu yazımla ilgili... aralarında "çok cahilsin. bu kafayla iyi hayatta kalmışsın"dan başlayıp yapıcı eleştiriler ve düzeltmeler isteyen arkadaşlarımın mesajlarına öncelik vererek bazı eklemeler yapacağım. en nihayetinde acayip eğlenceli ve konuyla biraz da bağlantılı olan sorular aldım. bunlara da kendimce cevap vermek isterim...

    edit-1: öncelikle bu "cahil" konusunu çok uzatmadan genel olarak burada dönen bu sohbete de bir değinmek istiyorum. bana göre cehalet bu tarz bir şey değil. yani bir konu hakkında kafa yorup, ona rağmen yanlış sonuçlara varabilirsin mümkündür. burada bana göre önemli olan bulunduğun çevrende olan olaylara, doğaya, tanrıya ya da herhangi bir konu üstüne kafa yormak her şeyin başlangıcıdır. merak aslında bu işin özündeki dürtü de. insan olmaya dair en sevdiğim özelliklerden biri budur benim için. merak edebilmek, düşünebilmek, neden-sonuç ilişkisi kurabilmek. eğer dünya üstündeki cehalet bu seviyelerde gezecekse ben dünyanın en cahil insanı olmaya razıyım...

    edit-2: bir kaç arkadaşım yazıda "denizlerde de yer çekimi etkisi vardır. burada asıl önemli olan suyun kaldırma kuvvetinin etkisidir" demişler. aslında yazıyı tekrar okudum ve hani dediğiniz gibi "suda yer çekimi yok gibi varsayıp yazmışsın" sonucunu tam çıkartamadıysam da (insan kendi yazdığını kafada bildiği için hani objektif bakamayabiliyor bazen) yanlış anlaşılmaya müsait olduğu konusunda haklı olduğunuzu düşünüp gerekli eklemeleri yaptım.

    ayrıca 2 arkadaşım protein olayı tamamen gerçek dışı demiş. izlediğim belgesel bir national geographic belgeseliydi o nedenle bu konuda aleni yalan söyleyeceklerini düşünmüyorum. ayrıca bildiğin grafik yapmışlardı konuyla ilgili hani böyle damarın içine girersin kırmızı kırmızı alyuvarlar hücum eder bir yerlere... tam ona benzer bir görselle anlatmışlardı durumu. ha bu bizi 2. eleştirimize getiriyor...

    üstadın biri haklı olarak "karaya vurdukları anda vücutlarında bulunan proteinler yer çekimi ve vücut ağırlığının kendi baskısı sebebiyle dolaşım sistemine karışıyor ve direkt böbreklere hücum etmeye başlıyor. böbrekler de bu proteinleri sentezleyecek salgıları üretmeye yetişemediği için vücut böbrek yetmezliğinden ölüyor...bu cumleyi cozemedim ben, böbrekler mevcut proteinden başka bir protein mi sentezleyecek ?" diye bir yorumda bulunmuş. dürüst olmak gerekirse o kısmı ben de çözemedim üstad... hani biyoloji bilgim çok üst seviyede olmadığı için "böbrek yetmezliği nedir ?" "böbreklere protein saldırısı olursa ne olur, nasıl bir tepki verir de böbrek yetmezliğine sebep olur ?" çok zihnimde oturtamadım. burada bir çok başarılı doktor, akademisyen, biyolog ve konuya hakim arkadaşımız vardır. belki onlar bizi aydınlatabilir bu konuda. ayrıca sentezlemek bana da çok iddialı bir kelime gibi geldi o yüzden o cümleyi de biraz yuvarlayarak değiştiriyorum. belki bir yazarımız bizi aydınlatıp doğru kelimeyi söylerse onu eklerim geri.

    ekleme: çok sevgili bir sözlük yazarımız, ki kendisi doktordur, konuyla alakalı bana güzel bir mesaj attı. aynen aktarıyorum.

    "bahsedilen böbrek yetmezliğinin crush sendromu olduğunu düşünüyorum. vücutta çok fazla doku zedelenmesi olduğu zaman bu dokulardan ortaya çıkan proteinler böbreklere çöker ve böbrek yetmezliği gelişir. trafik kazalarında, deprem gibi ezilmelerin olduğu durumlarda, elektrik çarpmalarında ortaya çıkar. suyun kaldırma kuvveti olmadığında, balinanın vücudunun basınca uygun olmayan bölgeleri yüksek basınca maruz kalacağından fazla miktarda doku hasarı olabilir."

    edit-3: beni oturup düşünmeye sevk eden güzel bir soru sordu bir arkadaşım. "peki bu arkadaşlar neden karaya vuruyor ? vurana kadar fark etmiyorlar mı karaya vuracaklarını ?"

    üstad bu konu hakkında çok ciddi araştırmalar yapıyor bilim insanları lakin sıkıntı şurada başlıyor; özellikle balinalar hakkında çok fazla bilinmeyen şey var. ben bu konuyu 3 grup açısından ele almak istiyorum.

    balinalar: yaygın görüş balinaların yönlerini tayin ederken okyanus akıntılarından ve dünyanın manyetik alanından faydalandıkları yönünde. bu arkadaşlar vakitlerinin çoğunu okyanusun derinliklerinde geçirdikleri için araştırmak da haliyle zor oluyor. artık manyetik alandaki ya da akıntılardaki değişimden mi yoksa henüz anlamadığımız bir sebepten mi karaya vuruyorlar tam çözülememiş bir gizem bu. lakin toplu halde vurduklarına göre belki fillerde olduğu için sürünün baskın dişi ya da erkeğini takip ederek onun peşinden onlar da kıyıya vuruyor olabilir. hoş yavruladıkları dönem genelde tek başlarına oluyorlar ama avlanma bölgelerinde gene sürü halinde bulunuyorlar. bu sorunun net cevabını vermek için daha anlamamız gereken çok şey var bu arkadaşlarla ilgili.

    yunuslar: bu arkadaşların genelde intihar etmek için kıyıya kendilerini vurdukları düşüncesi var. lakin hani düşünüyorum bir yunusu intihara sürükleyecek hele hele toplu intihara sürükleyecek bir motivasyonu kafamda kurgulayamıyorum. bu konuda benim en çok anlamlandıramadığım grup yunuslar sanırım...

    katil balinalar: işte bu arkadaşlar tamamen avlanırken yanlışlıkla kıyıya vuruyorlar. katil balina popülasyonunda seçkin bir tayfa var. bildiğin 300 spartalı. dünyanın sadece belirgin bir bölgesinde yeni doğan deniz aslanı yavrularını yakalamak için kendilerini kıyıya vurdukları bir teknikleri var. olay özetle şu; kıyının 15 metre açığında konumlarını alarak saatte 30 km hızla kendilerini sahildeki yavru deniz aslanına doğru sürerek kaptığı gibi geri kendini açık denize vuruyorlar. bu olayı da sadece tecrübeli yetişkinler çok başarılı yapıyor. bu avlanma stilini deneyip telef olan çok katil balina oluyor. burada genç balinaların mesela genel olarak yaptığı hata hızlarını ayarlıyamamakmış. yani eğitim aşamasında gaza gelip sahile kendini 40 veya üstü km bir hızda vurduğu zaman yavruyu kapmasına rağmen kendini geri suya atamıyor. bu 3 tür içerisinde sahile kendini vurma nedeni en net bilinen tür bu arkadaş...

    edit -4: nihat hatipoğlu modunda bir soru aldım. "amuda kalkarsam ölür müyüm hocam ?" demiş arkadaşım. sen koca bir çılgınsın diyorum sadece. daha öyle uzun süre amuda kalkık vaziyette durduğu için ölen birine rastlamadım ama kan beyne hücum edeceği için uzun vadede adamı götürür gibime geliyor... sana bir şey olmaz ama onu hissettim ben...

    buraya kadar sabredip okuyanlara teşekkürü borç bilirim.

    saygılarımla...
  • türkiye'de eşcinsellik 1858 senesinde abdülmecid'in tanzimat reformları kapsamında suç olmaktan çıkarılmış.

    abdülmecid'in en reformist padişahlardan olduğu hep bilinir ama bu ilginçmiş.

    https://tr.wikipedia.org/…ki/türkiye'de_lgbt_tarihi
  • facebook messenger üzerinden arkadaşınıza bir futbol oyunu gömülü olduğunu biliyormuydunuz. messenger'dan arkadaşınıza futbol topu emojisi gönderdiğinizde oynayabiliyorsunuz. topa her tıkladığınızda sektirip puanlar kazanabileceğiniz oyunun amacı, topu olabildiğince fazla sektirip en yüksek puana ulaşmak. mobil uygulamanızı son sürüme güncellemeniz gerekebilir.

    edit: @overthrower arkadaş basketbol'unda olduğunu söyledi.

    santranç oyunuda var (bkz: #58360898)
  • youtube'de herhangi bir linkte youtube'den 'ube' kısmını silip enter dediğimizde; izlediğiniz/dinlediğiniz linki mp3 ses veya mp4 video olarak indirebiliyorsunuz.

    not: bu islem sadece telif hakkı olmayan videolar için önerilir telif hakkı olanları indirmek yasal değildir.
  • herhangi bir youtube bağlantısındaki* "youtube" yazısında geçen "ube"u silin ve enter'a basın. alın size; mp3 dönüştürücüsü! vallahi bir yaşıma daha girdim.

    agacgolgesi'ne teşekkürlerimle...
  • ilk webcamin aslında sadece kahve tüketimini kontrol etmek amacıyla üretildiğini öğrenmek. cambridge üniversitesinden quentin stafford-fraser ve paul jardetzky adlı iki araştırmacı kahvenin ne hızla tüketildiğini öğrenmek için kahve makinasına bağladıkları kameranın, görüntüleri bilgisayara canlı olarak aktarması ile bir nevi webcam'in temellerini atmış oluyorlar. daha sonra yine cambridge'den martyn johnson bu çalışmadan yola çıkarak ilk webcam fikrini ortaya atıyor ve malum daha sonra bu fikir gayet ilgi çekici bulunarak pek çok alanda kullanılmaya başlanıyor. kahve makinasına takılan kamera ise 2001 yılına kadar açık bırakılmış ve daha sonra kapatılmış. kameranın çektiği son görüntü ise hala kendi sitesinde mevcut.
    son foto

    ilgili haber için:

    webcam'in hikayesi
  • bugün debe'ye giren #61185593 numaralı entry sayesinde denizde yer çekimi olmadığını ya da balinaların normalde böyle yer çekimsiz ortamlarda yaşadığını öğrendik. bu da çıkartır ufkumuzu 2 katına.
  • okyanusları yerçekimsiz ortam kabul ederek yapılan bu tesbit tamamen asparagas, bahsedilen şeyin yerçekimiyle alakası yok, karaya vuran hayvanlar suyun kaldırma kuvvetini kaybedince kendi ağırlıklarını taşımaya uygun olmayan iskeletleri nedeniyle kemikleri kırılarak ,organları ezilerek vs. ölüyorlar.

    protein açıklaması da gerçeği yansıtmıyor. yerçekimi dünyanın heryerinde farklı olmakla birlikte mevcuttur.

    ekşi sözlük her okuduğuna inanma timi teşekkürler.

    edit : kaynak https://www.quora.com/…even-though-they-breathe-air
hesabın var mı? giriş yap