• 18. yüzyılda kadınlar sirkeyi kurşunla karıştırıp fondöten elde ediyorlardı. aslında bu yöntemin temelleri 16. yüzyılda atıldı. o zamanın solgun cilt görünümü bir varlık ve zarafet simgesi olarak kabul ediliyordu. cildini beyazlatmak isteyenler için en kolay ve ucuz çözümse kurşun kullanmaktı. “venedik fondöteni" olarak bilinen bu makyaj malzemesi, ciltlerinde daha soluk ve pürüzsüz bir görünüm yaratmak isteyen tüm kadınlar tarafından tercih edildi. düzenli kullanımda cildi bozduğundan, sebep olduğu izlerin kapanması için daha fazla kullanılması gerekiyordu. kurşun bazlı fondöteni kullananlar kendilerini yavaş yavaş, hiç farkında olmadan zehirlediler.

    beraberinde başka yan etkiler de ortaya çıktı; zamansız beyazlayan saçlar ve şiddetli karın ağrıları. hatta kurşun zehirlenmesi yüzünden gerçekleşen ölümler de oldu.ingiltere kraliçesi kraliçe elizabeth in de önce dişlerini ve saçlarını kaybettiği, ardından zehirlenerek yaşamını yitirdiği sürecin kurşun yüzünden yaşandığı tahmin ediliyor.“demek ki kurşunun zararlı olduğunu bilmiyorlardı" diye düşünüyor olabilirsiniz. ne var ki radyumun aksine, kurşunun zararları en başından beri biliniyordu. hatta aşın kurşun kullanımının ölümcül olabileceği bile iyi bilinen bir gerçekti.

    kurşun zehilenmesi öyle yavaş gerçekleşiyor ki bazı etkilerinin ortaya çıkması bile zaman alabilir. çoklukla zekâ ve davranış sorunlarıyla kendini bellieden zehirlenmenin gerçekleşmesi içın aslında kurşunun çok küçük bir miktarı bile yeterli.

    kurşunun tedavi yada kozmetik amaçlı kullanımı antik mısır'da başladı. nitekim cleopatra da göz makyajını kurşun içeren boyalarla yapıyordu. tehlikeli olabileceğiyse antik roma döneminde fark edilmiş, hekimler, kurşunun yaygın ve aşın kullanımının gut hastalığı ve anemi ye yol açtığımn kayıtlarını tutmuştu. kurşunun sinsi bir zehir olduğuysa daha sonra fark edildi.

    (bkz: popular science türkiye)
  • ilk insanın dünyada 200.000 yıl önce yaşamış olması.
  • insan derisinin yalıtkanlığı yüksek olan bir madde olması.

    ısı transferi dersinde hocanın bunu sorması ve sonunda dersten kalmak.
  • çarpım tablosu..
  • mu kıtası ve güneş dil teoremi , mustafa kemal atatürk’ün derin araştırma konusu olmuştur.

    atatürk, türklerin kültür kökenini ortaya çıkarmak istiyordu. ve bunun mu uygarlığıyla bağlantılı olabileceğini düşünüyordu. cumhuriyet’in ilk yıllarından ölümüne kadar bu isteğini ve çalışmalarını sürdürmüştür. garip olansa atatürk’ün ölümünden sonra konuyla alakalı resmi olarak doğru düzgün bir araştırma yapılmamış olup, resmi makamlardan da açıklama yapılmamış olmasıdır.

    1930 yılında türk tarih kurumu ‘nun kurulmasıyla o yıllar da türk tarihine dair zengin eserler ve bilgiler ortaya çıkarıldı. yine de türk kültürünün kökenleri açıklığa kavuşmamıştı.

    1932 yılın da emekli general tahsin mayatepek , atatürk’e maya dili ve türkçe arasında benzerlikler olduğunu bahsetmek adına bir ziyaret gerçekleştiriyor. zaten dananın kuyruğu bu ziyaretten sonra kopuyor desem yeridir. ilk olarak güneş dil teoremi fikri burada filizleniyor. atatürk hemen tahsin bey’i mu kıtası ile alakalı araştırma yapması için meksika’ya elçi olarak atıyor. neden meksika? çünkü mayalar meksika’da yaşamışlar.

    tahsin bey akabinde meksika’ya gidiyor. orada kendisine amerikan arkeolog william niven ‘in bulduğu tabletlerden bahsediliyor. çünkü maya dilinin kökeni bu tabletlerdeydi. haliyle tahsin bey bu tabletleri türk diliyle karşılaştırıp benzerlikleri arıyor, konuyla ilgilendikçe yeni bilgiler ortaya çıkarıyordu.

    mesela kendisinin soyadında bulunan maya kelimesi olan tepek, türkçe’de ki tepe sözcüğüyle aynı anlamdadır. soyadı olan maya-tepek ‘in hikayesi de buradan geliyor.

    daha sonrasında konuyla alakalı olarak tahsin bey’in ilgisini ingiliz albay james churchward ‘ın hindistan’da bulduğu tabletler çekiyor. churchward, tabletlerle alakalı 50 yıl boyunca sürdürdüğü çalışmasını ve edindiği tüm bilgileri 5 ayrı kitapta yayınlamış birisidir.

    tahsin bey tüm bu olanları atatürk’e rapor olarak yolluyor. ardından atatürk’ün konuya dair ilgi ve merakı daha da artıyor. ve churchward’ın mu ile alakalı kitapları getirilerek 60 kişilik bir tercüme heyeti tarafından kısa sürede tercüme ettiriliyor.
    lakin araştırdığımda bu kitapların o dönem basılmadığını, daktiloyla yazılmış metinler halinde atatürk’e teslim edildiğini öğrendim. şuan da ise türkçe çevirilerini basılmış olarak bulabilirsiniz.

    bu kitaplardan ikisi halen “ kayıp mu kıtası ve mu’nun çocukları “ anıtkabir kitaplığında 1301 ve 1302 numarasıyla kayıtlıdır. daktiloyla yazılmış çeviri metinleriyse dosyalar halinde anıtkabir’de bulunmaktadır.

    tahsin bey’de çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik defter halinde atatürk’e yollamış. orjinal nüshası türk dil kurumu kitaplığı 56 ve 57 numaralı kayıtlarda tutulduğu bilgisini almıştım. halen aynı yerde mi bilemiyorum. daha sonrasında bu eserler tdk tarafından yayınlandımı onu da bilmiyorum. bilen arkadaşlar yeşillendirsin.

    (bkz: mu kıtası)
    (bkz: tahsin mayatepek)
  • herhangi sıradan bir sabunun vücuttaki pek çok kokuyu bertaraf etme özelliğine karşın, yalnızca yaşlı insan kokusunun ana maddesi olan 2-noneal salgısını yok edememesi. ilginç
  • efsaneye dönüşen idam infaz hikayesi

    yazının gücüne kanıt olan, iskoçya edinburg'da yer alan grassmarket meydanı bu tarihi alanın en popüler hikayesi, margaret dickson’a ait olanıdır.

    eylül 1724 yılında edinburg iskoçyada yaşayan margaret dickson hayatını balıkçılık yaparak geçirmektedir. soğuk kış günlerinde bir başına yaşamak zor olduğundan zengin evlerden birinde bir hizmetçi olarak çalışmış ve o dönemde hamile kalmıştır.
    işini kaybetme korkusu ile kimseye bir şey söylemeden çocuğunu gizlice tek başına doğum yapmış ve bebek ölü doğmuştur.
    ölü doğan bebeğini nehir kıyısına atmış.
    küçük bebeğin cesedi aynı gün bulunur ve çok kısa sürede margaret gayrimeşru bebeğini doğurduktan sonra öldürdüğü gerekçesi ile yakalanır.

    margaret dickson sorgusunda olan biteni olduğu gibi anlatır ama kimseyi inandırmaz.
    iskoç polisi ve mahkeme heyetinin ellerinde kuvvetli deliller olmamasına rağmen suçlu bulunarak idam cezasına çarptırılarak ölüme mahkûm edilir.
    o dönemde büyük kalabalıklar önünde idam edilir.
    margaret dicksonın yasalar gereği, tarihi infaz alanında asılan dickson tam 30 dakika kalabalığın şahitliğinde idam sehpasında asılı kalır.

    margaret dickson defnedilmesi için memleketi musselburgh’ta götürülmek üzere tabut içinde arabaya konulur.
    yola çıktıktan bir süre sonra, dickson’un tahta tabutundan sesler gelir... tabutun kapağı aralandığında, dickson’un uyandığı görülür.
    bunun üzerine, yasa uygulayıcılar ne yapacaklarını bilemezler. zira yasaya uygun olarak asılma işlemi gerçekleşmiş, yani dickson cezasını çekmiştir.
    ölmemesi durumu ile ilgili olarak yasada herhangi bir ibare bulunmamaktadır.

    üstelik olay, “dirilme efsanesi”ne dönüşmüş, halk arasında bunun tanrısal bir işaret olduğu konuşulmaya başlanmıştır. bunun üzerine, margaret dickson’ın serbest bırakılmasına karar verilir.
    ancak yaşanan bu garip olay, yasaya yeni bir açıklama eklenmesine sebep olur.
    idam cezasının yeni tarifine, “ölene dek” ibaresi eklenerek, böylesi durumlarda ölümün kesin olarak gerçekleşmesi güvence altına alınır.
    hikayenin kahramanı margaret dickson tanrının mucizesinden sonra 25 yıl daha yaşayacaktır.
    bu olaydan sonra margaret “yarım asılan maggie” adı ile anılmaya başlanır ve şu anda şehir meydanında bu isimde bir birahane bulunmaktadır. aynı zamanda hayatı kitap haline getirilmiştir.
  • ekler tatlısının aslında fransızca (bkz: eclair) olması.
  • dünya tarihinde küçük bir birliğin, kendinden kat ve kat büyük orduları durdurabildiğine dair epik hikayeler vardır. 300 spartalı’nın hikayesi mesela bunlardan en bilindik örneklerinden biridir. lakin bilinen dünya tarihinde ilk ve büyük ihtimal de tek olan bir hikaye vardır ki o da; tek bir adamın 15.000 kişilik orduyu elinde sadece bir balta ile 2 saat boyunca durdurarak ağır kayıplar vermesine sebep olduğu epik destandır.

    1066 yılının yaz sonları. norveç kralı hardrada 300 gemi ile ingiltere’nin kuzey kıyılarına inerek büyük bir istila başlatmıştır. beraberinde yaklaşık 9.000 kişilik bir viking ordusunu da bu yağma için ingiltere topraklarına getirmişir. kuzey vilayetlerinde büyük bir zafer kazanmış ve gözünü ingiltere kralı harold’ın ikamet ettiği londra’ya dikmiştir. tabi ki her zafer kutlanmayı hak eder. norveç kralı hardrada londra’ya doğru yürümeden önce 4 gün sürecek kutlamaların başlaması için talimatı verir. bu süreçte de kral harold o döneme göre dahiyane bir plan yapar.

    kral harold vikingleri topraklarından şu anda atamazsa bir daha bu şansı yakalayamayacağını biliyordur. o yüzden ordusunu da alarak ani bir baskın yapmak üzere yola çıkar. sadece viking ordusu ile arasında 298 km’lik bir mesafe olması dışında planı kusursuzdur. ingiliz ordusu londra’da bulunurken, viking ordugahı york vilayetindedir. insan üstü bir çabayla ingiliz ordusu gece gündüz hiç dinlenmeden ilerleyerek sadece 4 günde vikinglerin bulunduğu york yakınlarına gelmeyi başarır. lakin ordu bitik haldedir. harold dinlenmeleri için sadece 1 gün izin verir ve yarın savaş için ordunun hazır olmasını ister.

    hardrada konum olarak çok stratejik bir yere ordugahını kurmuştur. herhangi bir kişinin kendilerine ulaşması için ya nehri ya da nehrin üzerine kurulu 2 kişinin yanyana zar zor yürüyeceği tahta bir köprüyü geçmesi gerekmektedir. buraya da küçük bir birlik yerleştirerek olası bir baskına karşı kendilerine 2-3 saatlik bir avantaj sağlayacak önlemi de almıştır.

    harold’ın ordusu ertesi sabah marşa geçer ama köprüye geldiklerinde bu küçük birlikle karşılaşırlar. o sırada köprüdeki viking habercisi çoktan yola çıkmıştır. bu küçük birlik uzun süre 15.000 kişilik ingiliz ordusunun geçmesine izin vermez ve sert çatışmalar yaşanır. lakin eninde sonunda köprüdeki birlik tamamen yok edilir. işte tam bu anda o isimsiz kahraman meydana çıkar. elinde 2 metrelik dev baltasıyla, o dönemin en seçkin viking savaşçılarından bir berserk köprünün başında ona doğru gelen 15.000 kişilik orduya gülerek baltasını savurmaktadır. normalde iskandinav kayıtlarında yazsa bir efsane olarak düşünebileceğimiz bu olayın anlatımı tam aksine ingiliz tarih kayıtları sayesinde günümüze kadar gelmiştir. o kayıtlarda yazana göre de bu berserk koca ingiliz ordusunu tam 2 saat boyunca köprüde tutmuş ve 40’tan fazla ingiliz’i o köprüde telef etmiştir. moralleri tamamen dağılan ingiliz ordusu yorgunluğun da verdiği etkiyle ne kadar saldırsa da bu savaşçıyı geçememiştir. kaç kişi gönderirse göndersinler bu savaşçı tek bir balta darbesiyle hepsini nehre savurmaktadır. en sonunda kralın emriyle bir asker boş bir tahta varile binerek nehri kullanarak köprünün altına doğru ilerlemiş ve tahta köprünün aralıklaklarından bir mızrakla yiğit berserk’i yaralamayı başarmıştır. tabi kaybedilen bu 2 saatin telafisi olmayacaktır. viking ordusu çoktan savaş pozisyonunu almıştır.

    stamford köprüsü savaşı* olarak anılan bu olay, ingilizler açısından bir okçunun kral hardrada’yı savaş alanında vurması sayesinde kazanılmış ama ordunun neredeyse yarısı bu meydan muharebesinde kaybedilmiştir. savaş alanında berserk’lerin hiçbir koruyucu zırh olmadan çılgınca düşmanın üzerine saldırmaları ve özellikle kenara sıkıştıkça kat ve kat artan vahşilikleri de tarih kayıtlarına geçmiştir.
hesabın var mı? giriş yap