• aynaya baktığımda ben ile fotoğraflarda çıkan ben arasındaki fark.

    ben aynaya bakınca http://i.hizliresim.com/mp4oq6.jpg

    fotoğrafta çıkan http://i.hizliresim.com/vq7xmo.jpg böyle bir şey.

    merak ettim, acaba dışardan bakan beni aynadaki gibi mi yoksa fotoğraftaki gibi mi görüyor.

    bunu öğrenmek için herhangi iki aynayı 90 derece açıyla kesiştiriyoruz kendimize doğru, heh işte arada kalan görüntü bizi dışarıdan gören kişilerin gördüğü.

    lan ben bana bakınca çok güzelim niye insanlar bana bakmıyor diyorsanız, cevabı burda. ben baktım, cevabımı aldım. ufkum, beni görünce uzaya fırladı henüz dönmedi. ama olsun fırladı sonuçta bu da bir şeydir.
  • ilk okumayı öğrendiğimden beri isimlerin anlamlarının nereden geldiğini merak etmişimdir. aslında herşeyin anlamının ne olduğunu merak etmek de diyebiliriz buna. insan zaten merak etmez ise yaşayamaz. herşeyi öğrenemeyeceğimizi de biliriz halbuki. neyse konumuz bu değil dostlar. hepimizin bildiği, sevdiğimiz her gün daha da çok bağlandığımız, belki de vazgeçilmezimiz dünyamız. dünyamızın ismi nereden gelmektedir. neden dünya diyoruz. eskiden neden erd, ard ve ya arz derdik. yeryüzü nedir dünya nedir. yabancı dostlarımızı neden earth, erde, jord, aarde, jorden demekte. genel olarak kendimce ve başıma birşey de gelmeyecekse yorumlarımı ve arayıp bulduklarımı derlemek isterim. hemen vurmaya başlamayın. bu bir iddia ya da şu durum böyledir demek değil sadece tespit. isteyen istediğine inansın.

    ilk olarak modern ingilizce dediğimiz dilde yaklaşık bin yıl önce "earth" kelimesi yazıma dahil olmuş durumda. anglo-sakson dediğimiz dostlar, bu yıllarda alman kabilelerinden "erda" ya da "erde" olarak bu kelimeyi almışlar. old english denen eski dil sisteminde de aynı sözcük "eor(th)e" or "ertha" olarak geçiyormuş. fonetik olarak bildiğimiz arz işte. ya da kutsal kitabımızda bu anlamda geçen "arz" ve ya "ard" ve "erd" kelimeleri ile birebir uyuşuyor. genelde "fis semâvâta vel ard" olarak gökyüzü ile birlikte geçer. misal; bakara 2/117, en'am 6/101 ve nur 24/35'te de gördüğümüz gibi. burada "ard" kelimesi "earth" ya da diğer saydığım dillerdeki söylenişlere çok benziyor. burada anlatılan aslında kültürler arası etkileşim. burada anlatılan "ard" kelimesi bildiğimiz arz yani yeryüzü ya da yerküre. latin dostlarımız ise tarihi gelişim içerisinde bu kelimeye "terra" demişler. yine fonetik bir durum. terra kelimesinin içinde "err" gibi bir bölüm var. yine "ard" ve "erd" kelimesi ile benzerlik taşıyor. italyancada falan durum böyle. aşağıda yer alan yahoo answers isimli sitemizde bir dostumuz da bu sorunun cevabını aramış.

    https://answers.yahoo.com/…id=20101029104624aas4onx

    o şarkıdan yola çıkmış ben ise kutsal metinlerden. zaten kutsal kitabımızda ilgili söz öbeği yeryüzü ve gökyüzü ile genelde beraber kullanılmakta. ayrı kullanıldığı zaman ise söz konusu kelime "dünya" haline geliyor. yani gelip geçici ya da geçici zamanı tanımlayan bir kavram. haliyle osmanlı zamanı dil nedeniyle dünya kelimesini kullanmış olduğumuzu düşünmekteyim. belki de islamı kabul etmemiz ile bu kelime literatürümüze girdi. bu durumu bilmek zor. ancak gerek geçmişte anadolu, balkanlar ve ortadoğu coğrafyasında olan etkileşim, gerekse endülüs devletinin varlığı ile avrupa'ya bir nebze de olsun geçmiş olan islam kültürü neticesinde ard kelimesi ecnebi dostlara da yerleşmiş. şimdi demeyin islam'dan önce başka dinler vardı diye. benim tespitim arkadaş vurmayın demiştim baştan. dünya kelimesi ise başlı başına bir araştırma konusu. mesela kadim dillerden hintçede "duniya" olarak geçmekte. genelde welt, world, verden, wereld, värld olarak geçmekte. bunlar da hint-avrupa dillerinde geçen kelimeler.

    sonuç olarak tüm insanlık binlerce yıldır etkileşim içerisinde. meşhur babil kulesi hikayesinde dillerin nasıl oluştuğu anlatılmakta. işte insanlar dilleri kendine göre yorumladığı için modern zamanlarda dillerin de farklılaşması neticesinde ülke sınırları ortaya çıkmış. neden hepimiz bir gün aynı yerde toplanacaksak -en azından inancıma göre- bu sınır ve sınıf ayrımı neden. neden bir arada olup gerçek cenneti dünyada yaşamak varken hayatı cehenneme çeviriyoruz. asıl dinlerin anlattığı bu bence. herkes aslında tamamen eşit. önemli olan yaşarken bu eşitliği korumak. keşke herşeyin gelip geçici olduğunu anlasak -ben de dahil- bak şimdi nereden nereye geldik. bu durum benim ufkumu iki katına çıkardı açıkçası.
  • esasen açılış amacı pek ulvi olmakla beraber benim için takip etme miadını doldurmuş olan başlıktır. olay yeşillendiğinde heyecan duymaz oldum lan allahsızlar.

    yapacağınız işi sikeyim ben gidiyorum.

    not: geride kalanlara bir hayrımız dokunsun. bilgi vermeye, şaşırtanı başkalarıyla paylaşmaya hevesli iyi niyetli suser'lar için geliyor;

    (bkz: öğrenildiğinde vay amına koyim denen şeyler)
  • elmasın ardındaki kan ve gözyaşını görmek

    oradaki insanların hayatlarının clarityleri yok. colourları siyah.
    bu yüzyılda süs eşyasını matah bişiy gibi pazarlamak da iq'nuzun kaç karat olduğu konusunda ziyadesiyle fikir veriyor. ama siz yine de sevgilinize bu dramın izlerini taşıyan ve elmas talebini artırıcı küçük tüyolar yazabilir, öğrenebilir ve sonra comolokko kuyumculuktan sözde kazık yememek için yırtınabilirsiniz. kazığı yemişsiniz haberiniz yok.
  • öncelikle (bkz: zemzemle ampul yakan türk bilim kadınları)

    sizi bilmem ama benim ufkumu ücle carpti. bunca yildir elektrikciyim diye geciniyorum bir de. demek hamidiye suyunu yere döküp versek elektrigi carpilmicaz. yine de benim önerim zemzem de olsa bir regülatör sart. dalgalanma var gibi cünkü. olmadi aritalim, bir nevi filtre olur.
  • low head dam denen, dilimize “yalancı baraj” ya da “çakma baraj” olarak çevirebileceğimiz, motamot çevirir isek de “düşük seviyeli set” diyebileceğimiz yapılar ve bunların fiziksel aktivitesi. bunlar doğal yollarla oluşur ya da insan yapısı olup engel oluşturabilecek şeylerden ötürü olurlar. insan yapısı olup seviyesi düşük ve elektrik üretimi ya da sulama amaçlı kullanılan barajların literatürdeki ismi de alçak düşülü barajdır. * bahsettiğimizle karıştırılmaması gerekir.
    şimdi ilk olarak bunların görüntü olarak neye benzediğine bir bakalım;
    low head dam
    çizim olarak da mekaniği biraz şöyle;
    .
    akarsular ve sel suları; yalnızca akış hızlarının oluşturduğu muazzam enerjiyle değil, aynı zamanda akış yönünde önlerine çıkan engeller yüzünden de tehlike oluşturabilecek şeylerdir. devrilmiş ağaçlar, köprü ayaklarının biriktirdiği malzemeler ile beraber suyun önüne set çekilmiş olur. su sürekli akıp biriktiği için, bir süre sonra seviyesi seti aşacak ve akışına devam edecektir. bu yalancı barajlar da işte bu setlerin su tarafından aşılmasıyla ortaya çıkan oluşumlardır.
    genelde insan yapısı olan bu set olabilecek engeller, suyun geldiği seviyeden daha aşağıya olan enerjisiyle akmaya devam etmesine sebep olur ve akış hızına ve oluşturduğu enerjiye bağlı olarak suyun yüzeyinde ve altında malzeme biriktirir. taş, kaya gibi ağır ve sert cisimler su altında; plastik, tahta gibi yüzebilen cisimler de suyun yüzeyinde birikir.
    ülkemizde bulunan akarsular henüz çok genç olduklarından akış profilleri oturmamış olduğundan, akış seviyeleri sürekli değişir ve bu tip yapıları çok sık gözlemleyebilme imkanımız doğar. zaten aynı sebeple ülkemizde nehirler üzerinde taşımacılık yapılamaz. daha yaşlı nehirlerin olduğu bölgelerde, ki buna en büyük örneklerden bir tanesi amazon nehridir, çok uzak mesafelere su üzerinden ulaşım mümkündür. bunun sebebi de suyun aktığı bölgeyi aşındırarak akış profilini sabit hale getirmesidir. bunlara bilinçsizce yaklaşıp hayatımızı tehlikeye sokmamız işten bile değil.
    peki bu tehlike nasıl oluşur?
    su eğimli yerden aktığı zaman, eğimin bitip profilin düzleştiği ve suyun biriktiği yerde, dönel bir hareket oluşturur ve su akış yönünün tersine gitme eğilimi gösterir. bu, oluşumun birinci aşamasıdır. su dönel hareket kazanınca, ki bu dönen suya hidrolik denir, hidrolik dönerken içine bir miktar hava alır, bu hava ise dönel enerjiden ötürü yukarı çıkmak yerine, aşağı doğru çekilir ve hidroliğin bittiği yerden yukarı çıkar. bu havanın suyun içinden kurtulabildiği noktada, su kaynar gibi gözükür ve zaten adı da boiling point'tir.
    videonun bu kısmında belirttiğim nokta görülebilir.
    bu kaynama ise oluşumun ikinci aşamasıdır. üçüncü aşama ise outwash olarak adlandırılan, suyun akış istikametine doğru hareketine devam etmesidir ki tehlike buradan sonra biter.

    peki tehlike bunun neresinde? öncelikle şu videoda yer alan 4 olasılığa bir bakalım.
    case c’de görebileceğiniz üzere, en büyük iki tehlike, akıntı yönünde oluşuma yaklaşıp hidroliğe yakalanarak hidroliğin dönüşünden kurtulamamak ve akıntının tersi yönden oluşuma yaklaşıp hidroliğe yakalanmak. bunları birkaç video örneğiyle destekleyelim.
    1
    2
    3
    bu sularda kapana kısılıp hidroliğe yakalanmamızın en büyük sebebi, hidroliğin bitiş yerinde oluşan ve “backwash” denilen, suyun akış yönünün tersine hareket etmesidir. bir diğer sebep, yine hidroliğin bitişindeki kaynama noktasında, suyun içinde çok fazla hava olmasından ötürü yeteri kadar kaldırıcı olmaması ve yüzme imkanı sağlayamamasıdır. cisim ya da kazazede yüzemeyince, hidrolikten kurtulamaz ve dönme enerjisine tekrar kapılır. suyun içinde bulunan havayı asla gözardı etmeyin, çünkü gemi bile batırabildiği kanıtlanmış vaziyette: ibret.avi

    peki ne yapılabilir, daha fazla bilinçlenip tedbir almak için nasıl bir yol izlenmelidir?
    kapılınca yapılabilecekler şunlardır;
    örnek-1
    örnek-2
    hidrolikten suyun yüzeyinde yüzerek kurtulamayız. hem kaynama noktasında yüzme kabiliyetimizin azalmasından, hem de suyun backwash dediğimiz geri itiş özelliğinden. tek yol, suyun altında bulunan, hidroliğin olmadığı zeminden kurtulmaktır. görseller bunu detaylıca anlatıyor.
    bunun dışında iyi bir gözlemci olunmalı, bu oluşumun mekaniği iyice kavranmalı, bunun için muhtelif video paylaşım sitelerinde onlarca örneği bulunan kaza ve eğitim videoları izlenmelidir. ülkemizde çok az da olsa, nehir kenarlarında uyarıcı levha bulunmaktadır. şunun gibi.
    bu tarz levhalara dikkat edilmeli, konuyla alakalı arama kurtarma personeli eksiği kapatılmalıdır.

    her fani gibi yanlış yapmış ya da unutmuş olabileceğim yerler olabilir. lütfen yeşillendirmekten çekinmeyiniz.

    dibine not-1: bu tarz akış hareketlerinin bulunduğu yerlerde (şelaleler de buna dahildir) yüzen ve orada kalan plastik toplar da bu durumun basit bir örneğidir, feyz almaktan çekinmeyiniz.
  • muhtemelen bir insanın hakkınızda sandığınızdan daha çok şey bildiğini farketmenizdir, tersi de olabilir tabii. davranışların bir kısmını açıklar ve ufuk çizgisindeki karaltılar aydınlanır.
  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeylerin bazilarinin gercek olmadiginin ortaya cikmasi.

    örnegin, "apple'in logosunun alan turing'in intiharindan esinlenerek yapildigi" hikayesi. steve jobs "keske öyle olsaydi ama degil" demis.
  • eskimoların kullandığı, suda batmayan, bizim kano dediğimiz kayık benzeri şeyin eskimo dilindeki adının kayak olduğu ve bunun ingilizceye aynen kayak olarak geçtiği.
  • -sevmiyoruz. bunun için bile vakit kaybediyoruz. o nefret ettiğimiz insanlar hakkında konuşmak, o konuşmalar tamamen vakit kaybı. bugün kendine bir iyilik yap, düşünme o kötü insanları, unut yediğin kazıkları. bırak kirlenmesin kalbin bu gece uykuya dalarken. kimseden nefret etmeden uyu. sabah gözlerini daha kolay açacaksın. çünkü tertemiz bir kalple uyanacaksın.

    ahmet batman / soğuk kahve
hesabın var mı? giriş yap