• ilişkilerin dejenere olduğu bir dönemde " gerçek aşka inanmak " ve bir erkeğin kadından ne kadar geç olgunlaştığını görmek ve hep kadınların ilişkilerde acı çektiğini görüp daha da üzülmek.
  • netflix'e göre kana cana bürünmüş richie rich ile pkk kandil insan kaynakları müdürü parmaksız dilan arasında geçen hikaye.
  • gerçek işte..

    --- spoiler ---

    kız bir ömür boyu dexter'ın adam olmasını bekledi. sonra da o mutluluğu paylaşmaya ömrü yetmedi.

    --- spoiler ---

    ben çok masalsı bir hikayeyle karşılaşacığımı düşünüyordum ama bana cok gerçek geldi.
  • --- spoiler ---

    ben o motosikletten kıllanmıştım, kamyon nerden çıktı lan !!!

    --- spoiler ---
  • 20'li yaşların ortalarındaysanız,

    yeni mezun, çalışmaya başlamış-başlayacaksanız,
    yaklaşık çeyrek asır civarındaki ömrünüzün bir yerinde aşktan, dostluklardan.. çok fena tökezlemiş, hala kolay güvenemiyor, inanamıyor, çok korkuyorsanız,
    her an kendi içinize kaçmaya, ama bir o kadar da dışarı açılmaya hazırsanız,
    yeni bulduğunuz kendinizi, orada kalması için sıkı sıkı tutmaya çalışıyorsanız,
    çok mu yaşamış/görmüş/yaşlı, çok mu toy/tecrübesiz/genç olduğunuza bir türlü karar veremiyor, her an karıştırıyorsanız,

    ken grimwood-replay'le ard arda` :sıra hiç farketmez`, yazıldığı dilde okuyun bu güzide kitabı.
  • hiç sevmedim çünkü çok romantik, gerçek hayatın akışına uymayacak kadar romantik, öyle serseri yakışıklılar bütün güzel kızları götürüp sonra onu safça, karşılıksız, her şeye rağmen seven kıza dönmüyor ki sokmayın işte bu salak umudu kafamıza, çekmeyin böyle filmler, o aşık olduğu adamın bakmadığı kızcağız da baksın işte kendi hayatına başkalarını sevmeye çalışsın. çok salak bi filmdi, bastım eksiyi.
  • sonunu bildiğim filmlerde böyle oluyor işte.
    sonunu bildiğim için filmin yazılarında ağlamaya başlıyorum. sonunu bildiğin için başındaki, -sadece sonunu bilen seyircilerin anlayabileceği- ufak nuansları gördüğümde kurumuş ve az önce tuzlu suyun geçtiği ve gerilen yanaklarımdan tekrar gözyaşlarım geçiyor, bir kısım göz yaşını yutuyorum.
    filmin başında ki o sisli karanlık hava çok güzel yakışmış velakin. ingiltere'ye de yakışmış, emma'ya da dex'e de.

    --- duygusal spoiler ---

    herşey birden iyi giderken, ''oh be sonunda'' diye sevinirken, aniden öyle bir şey oluyor ki, yastığımı ağzıma bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlamıştım bu kitapta. sanki yaşayan karakterler gerçekmiş gibi. velakin filminde de böyleydi. şok eden bir sahne ile buz kestirdi. şok eden bir sonu beklemeyen seyirci için o an yüzlerce şey geçti, nasıl oldu nasıl olacak, dex ne yapacak, nasıl olur...

    bir de kitabı okurken her ne kadar böyle hissetmemiş olsam da filmde şunu anladım. sonu ne kadar felaket ile bitse de ,ağlatsa da ''adaletin bu mu'' dedirtse de, mutlu ayrıldım filmden. 1988'e tekrar geri dönmeleri ve emma'nın telefon numarasını verirken '' istersen arama'' demesi ama aslında bizim, dexter'ın aramasını istediğini deliler gibi bilmemiz ve masum davranışları, 18 yıl beklemiş olsa da sonunda dex'le birlikte olacaklarını bilmemiz, ve onun masumiyetini izleyişimiz - izleyişim.
    hiç üzülme em, arayacak, hatta sana deli gibi aşık olacak diyip sevindirmek istedim 15 temmuz 1988'de. bilirse beklemesi daha kolay olacak daha az acı çekecekti emma. mutlu olacaktı...

    --- spoiler ---

    --- teknik spoiler ---
    sevgili emma morley, seyirci tarafından sevildiği ve hep öyle saf kalması tercih edildiği için evli okul müdürü ile ilişkisi hiç hiç hiç vurgulanmamıştı. yamulmuyorsam '94 yılında sadece dex gösterildi, emma nın o sene ne yaptığı, ve çok çok çok çok uzun ve çok güzel mektupları es geçildi. geri kalan uyarlamalar ise son derece doğruydu. çoğu bire birdi.
    --- spoiler ---

    ve tabii.

    --- sadece okuyan - izleyenlerin anlayacağı spoiler ---

    ben 10 yıldır ne yapıyorum zannediyorsun.

    --- spoiler ---
  • -ben bu yazıyı yazmak için 2 gündür bekliyorum-

    kitabın o tam içimin içinde hissettiğim cızlatma duygusunun yarısını hissettirebildi mi? eh.. ama ben, o kadar çok ağladım, o kadar ağladım.. öyle bir ağladım ki, daha ilk sahnede başlayan "sanki 100 aydır ağlamak için bu anı bekliyormuşcasına"` :evet bekliyordum da gerçekten` ağlamam, zaman zaman katıla katıla, zaman zaman kahkaha atarak, ama filmin ortasından itibaren etrafımdaki herkesin filmden çok, benim adeta erikli suyunun dağdaki kaynağı gibi, film esnasında bir yakınının ölüm haberini almış da inatla salonu terketmiyormuş gibi ağlamama odaklanmasıyla, arkamdaki liseli kızın "ya pardon siz iyi misiniz?" demesiyle iyice çığrından çıkmış vaziyette emma ve biricik dex'ine eşlik etti.

    ve o salonda zannediyorum ki hiç kimse kitabı okumadığı için o sahnelerin bana ne hissettirdiğini anlamadan, "film iyiydi de, salonda manik depresif bi kadın vardı valla çok ilginçti.." diyerek gitti.

    içimde gözyaşıyla atılacak hiçbir şey kalmayana kadar ağladım, ağladıkça mutlu oldum, kısaca bu. ve eklemeliyim ki, beklediğim kadar kötü değildi, değildi.

    --- spoiler ---

    sizin hiç güzel bir şeye, gizemli bir şeye dönüp dönüp bakar gibi, dönüp dönüp sevdiğiniz biri(birileri) oldu mu? hiç kendinizi bir completely disaster gibi hissettiniz mi? deli gibi içip ailenizin karşısında sadece su içer gibi durdunuz mu? ve maalesef artık 17. yüzyılda bir kalede oturup bütün gün aşk acısı çekmek yerine apartmanlarda oturup bu aşkların, çöküp yükselmenin, kendini aramanın getirdiklerini bir de iş, okul, aile, çevre vb. ile harmanlamak nedir biliyor musunuz? cevap hep evetse, ve kitabı hala okumamışsanız, bu yazıyı okumayı burada kesin, gidin kitabı alın.

    filme gelirsek, bir kere dexter tam bir dexter olmuş, daha iyi bir dexter olamazmış. şu an duygusal bir konuşmanın tam ortasında olduğum için kendisinin taşlığını bir yana bırakmak zorundayım, ama yani öyle böyle değil..

    yan karakterler gayet düzgün ve özenli işlenmiş, ki benim kitapta emma'dan sonra, dexter'dan önce en sevdiğim karakter olan alison mayhew'un patricia clarkson tarafından canlandırılmış olması %100 isabetli bir seçim olmuş.
    bilenler bilir ki, alison kitabın yarısına bile gelmeden ölür ama varlığı hep kalır, ve kitabın en can alıcı bölümlerinden ikisi dexter'ın kafa bi dünya vaziyette kanser hastası annesini görmeye gitmesi ve emma öldükten sonra dexter ve babasının konserve yahni yerkenki konuşmalarıdır, "- sanki emma buradaymış gibi hayatına devam et, ben son 10 yıldır ne yapıyorum sanıyorsun?" (bu arada steve mayhew'e respect)

    --- spoiler ---

    aslında çok uzun yazmayı düşünmüştüm bu çok çok çok sevdiğim kitap ve filmi hakkında, ama birine kitaptan bahsederken de, şimdi burada yazarken de hep aynı şeyi hissediyorum: sanki kendi özelimi ortalığa çıkmışım da bağırıyormuşum gibi.. evet, çok demek isterdim "kendimi çok ilginç bir romanın çok aşırı ilginç, çekici ve hep kazanan kadın karakteri ile özdeşleştiriyorum" diye satır altı övünmeyi, ama 4 yaşında okumayı öğrendiğimden beri okuduğum zilyon tane kitaptaki milyonlarca kadından ben en çok emma morley'e benziyorum. o da aynı bir başak burcu kadınına benzemiyor mu zaten?

    ben sevdim, eksik de olsa iyi ki izledim. tavsiye ederim.
  • küçük beklentilerle gidince büyük etkiler yaratan film. yanlış anlaşılmasın bu beklentilerinizi düşürün vasat bir film izleyeceksiniz demek değil; sadece öyle bir beklentiyle gitmeyip, filmi önceden gözünüzde büyütmediğinizde çok keyif almanız işten bile değil demek.

    ben kitabı okumayangillerdenim. kitabı daha önce teğet geçtiğim best-seller raflarında görmüş ama hiç ilgilenmemiştim. kadınların elinden düşürmediği yeni bir romantik klişe önyargımı kuşanmıştım kitapla ilgili. filmle ilgili de aynısını düşünüyordum aslında. pazartesi sendromumuzu atalım, klişelerle dolu bir romantik film izleyelim, çikolata yiyelim, biz de klişelerin dibine vuralım diye düzenlenmiş bir kıza kıza sinema gecesinin fonuydu benim için en başta. bu yüzden de hiçbir şey beklemeden, hatta aralarda filmle dalga geçmeye odaklanmış bir şekilde başladım filmi izlemeye, fakat film o kadar keyifli, tanıdık ve bir o kadar da hüzünlü ilerliyor ki içine doğru çekiliyorsunuz izledikçe.

    oyunculuklar gayet samimi ve tatmin edici. renkler, çekimler ve kurgu gayet başarılı. benim en çok sevdiğim taraf ise karakterlerin doğallığı ve sadeliği oldu. bu tip filmlerde genellikle karakterler ilginç olsun, tuhaflıkları olsun diye kasılır, abuk subuk zorlama şeyler eklenir karakterlere. bu filmde öyle bir şey yok. kadın da adam da canlandırdıkları tipin gayet tanıdık bir versiyonu. bu yüzden de hikaye doğallığını yitirmiyor.

    biraz da spoiler:

    --- spoiler ---

    1) ilk etapta, emma jean-pierre'i dexter için bıraktığında acayip sinirlendim. "zeki görünüyorsun ama sen de tipik salak kadınsın işte, o adam zorda kaldığı için seninle birlikte olmak istiyor, başından beri seninle olacak cesareti yoktu, senin için hiçbir şeyden vazgeçemedi" diye dizi izlerken karaktere çemkiren teyzeler gibi içimden homurdanıyordum emma'ya. baştan beri pek sevdiğim, yakın hissettiğim emma karakterinin bu kadar zayıf olması delirtmişti beni. fakat o bisiklet sahnesi ikinci kez görünüp de emma'ya bir şey olacağını fark ettiğimde ve emma öldüğünde kendi kendime göt oldum. gurur saçma sapan bir şey hakikaten diye düşündüm. zira emma da benim içten içe istediğim gibi fakir ama gururlu genç kız tribi yapsaydı hiçbir zaman o mutluluğu yaşayamayacaktı. öyle bir mutluluğu tatmadan ölecekti.

    2) "i love you very much, but i don't like you anymore"

    bu çok güzel bir cümleydi. sürekli aşık olunca gözü kör olup, karşısındakinin kusurlarını örten aptal aşık karakterlerin sıraladığı aşk cümlelerinin aksine bu çok gerçekti. çok gerçek hayattandı. gerçekte de böyledir, severek ayrılmak dediğimiz şeyin en yaygın sebeplerinden biridir bu hatta. bir adamı/kadını çok seversiniz ama ondan, onun tavırlarından, yaptıklarından, istediklerinden hoşlanmayabilirsiniz. bu onu sevmediğiniz anlamına da gelmez, sadece ondan hoşlanmadığınız anlamına gelir.

    --- spoiler ---

    her neyse, ben pek beğendim, tavsiye ederim. sevgiliyle evde keyif yaparken izlemek için de gayet uygun.
  • yalnızlığı hissettiğiniz bir dönemde izlemesi sakıncalı olan güzel bir film.
hesabın var mı? giriş yap