• hem 2013, hem de 2023 haziranına götüren mor ve ötesi parçası. parkta dinlemek dileğiyle.
  • pek sevdiğim bir mor ve ötesi şarkısı. en can alıcı sözleri de şu şekilde:

    adını bilmesem de kardeşsin.
    biz neye söz vermiştik?
    yüzümü gördüğünde gül artık.
    biz bir kabusu yendik.
  • mor ve ötesi'nin sirenler albümünün son şarkısı. mükemmel. enfes. gözler yaşlı ama içimizde umut...
  • mor ve ötesinin sirenler albümünde ki en anlamlı ve manidar şarkısıdır.
  • 20 yıllık korkunç akp iktidarının belgeseli yapıldığında gezi bölümünün outro şarkısı olmayı hak eden şarkıdır.
  • toplumsal olarak bizi derinden etkileyen olayların sanata dökülme sürecinin bu ülkede çok zayıf ve çok yavaş olduğunu düşünüyorum. türkiye'nin yakın tarihinde yaşanan olaylar daha çalışkan bir ülkede gerçekleşse yüzlerce roman yazılır, binlerce film çekilirdi. bu olaylara karışmış her bir insana ayrı biyografik eser ortaya çıkarılırdı. biz bunu yapmıyoruz, neden bir türlü anlayamıyorum.

    gezi'yle ilgili de bu problemi çok açık şekilde görüyorum. neredeyse on yılı devireceğiz, ne ürettik bu direnişle ilgili? behzat ç.'de birkaç sahne gördük, duman, eyvallah'ı yazdı, birkaç derleme öykü, birkaç anı kitabı yazıldı, büyük çaplı işler değildi hiçbiri. hatta anın heyecanıyla para kazanmak için aceleyle çıkartılan ucuz şeylerdi. tüm bunların yanında mor ve ötesi'nin bu şarkısı çok değerli kalıyor, dinleyince sonunda birileri tarihe hakkını vermiş dedim. çok iyi şarkı, mor ve ötesi'nin en iyi işlerinden biri. biraz geç olmuş ama geçen bu süreye değmiş.
  • girişi ağıt, gelişmesi öfke, sonu umut şarkı. ayrıca sirenler’in kapanış şarkısıdır. (bkz: mor ve ötesi)
  • bir cemal süreya şiiri;
    " oyle sevdim ki seni
    oylesine sensin ki!
    kuslar gibi civildar
    tattirdigin acilar "
  • gönül yayları gevşer gibi olduğunda bahar geldi sanıp yaka bağır açık çimlerinde yatılarak grip olunan yerdir. ruh halin de pek ortaya karışık olduğundan kulaklardaki müziği shuffle moduna getirip yürümeye başlarsın. erkenden açan salak badem ağaçlarının pembiş yapraklarını ilk gördüğünde müzikçalar da as i sat sadly by your side’ı seçmiştir bile. “oo, yoo nick, şimdi değil, bahar falan, yok mu daha neşeli bişiler?” diye düşünürken onun kaşlarının altından “çok meraklıysan serdar dinleseydin bebeyim” diyen kötü bakışlarını görür gibi olur, korkup yürümeye devam edersin. karşıdan gelen kapitone kabanlı iki kadın sakin sakin yürürken aniden sana doğru koşmaya başlarlar. korkarsın. amaçlarının bütün kış yediklerini baharda birkaç günde yok edebilme çabası olduğunu anladığında rahatlarsın. vardır hakikaten böyle bir şey. epeyce iri boyutlarda ve boğazlarından hiç kısmayan insanların kalp krizi geçirme riskinden falan hiç korkmadan yürüyüş esnasında arada delicesine koşmaları. sanki ne kadar süratli koşarlarsa o anda toplamda sekiz kilo verebilecek hissine kapılıyorlar sanırım. müzik de eşlik etmektedir elbette bu görüntüye: revenga.

    neyse ki gayet hoş popoya sahip bir adam koşarak geçer yanından ve keyfin yerine gelir, ama sen bu esnada take a chance on me’nin erasure versiyonu çalsın isterken elegantly wasted diyordur michael. pöff deyip çimenlere doğru meyledersin. 15 yaşlarında okulu kırmış masum ikili birbirlerine değmekten korkarcasına yan yana yürümektedir. crush çalarken “hişt shirley sus, inleme, ayıp, daha genç bunlar” diye söylenirsin içinden. on dakika sonra ikinci turlarını atarken oğlanın elini kızın beline atma cesaretini gösterdiğini gözlemlediğinde jimmy sommerville can’t take my eyes off of you’ya geçmiştir bile. etrafta havai fişekler falan atılmaya başlamıştır sanki gündüz vakti.

    tekrar yürümeye başladığında uzun pardesülü asabi bir teyze ve arkasında “energie” yazan sarı bir mont giymiş, “canı fena halde sıkılmış ve pis pis bakan sean penn” kılıklı kocasının canhıraş bir hızda yürüdüklerine şahit olursun. eşlikçi parça sex is violent olunca seni bir gülme alır. yanlarından hızlıca geçerken kedi maması poşetiyle dolaşan kadını takip eden kargalarla göz göze gelmemeye çalışırsın. holidays in the sun’a geçen müziğin etkisiyle johnny’ye eşlik edersin lad aksanını taklit ederek. kulaklık olduğunu unutup biraz bağırmışsındır sanki. “navaygada riizın. naaav aygada riizın”. mizanplili ateş kızılı saçlı kadının ağır parfümünü savurarak sana aşağılarcasına bakması üzerine toparlanır play that funky music white boy eşliğinde “kültür fizik” hareketi yapan parlak eşofmanlı amcalara hayali klipler çekersin.

    bu sırada asabi teyzeyle kocası “sean” aynı hızla yürümeye devam ederek üçüncü tura geçmişlerdir. ellerindeki poşetten eş zamanlı olarak poğaça yediklerini farkedersin. arada su da içmektedirler. "valla bişi olacak bu insanlara ambulans nasıl bulunur yakınlarda?" falan diye düşünürken inertia creeps dönmeye başlar kulaklarda. "var bu ikilide bir şey, bulaşmayayım" deyip bir ağacın dibine çökersin. itsi bitsi eşliğinde basketbol oynayan veletleri seyreder ve başını iki yana sallayarak " itsi bitsi teenie weenie tout petit petit bikini" şeklinde dario'ya vokal yaparken, bir yandan da “ne pis bir müzik zevkim var arkadaş ya, shuffle mekanizması da bunu anlamış gibi dalga geçiyor benimle, anasını satayım” diye düşünürsün. o esnada basketçi çocuklar aniden durup maçı bırakırlar ve minicik şortuyla koşan sarışın bir afete odaklanırlar. o esnada fine young cannibals falan çalsın diye beklerken girl you know it's true’nun başındaki o öldürücü komiklikteki diyalog başlar. “bu kadar shuffle ruhuma zarar abi ya, bundan sonraki parça benim olsun ondan sonra kapatacağım” dediğinde ise i can’t quit you baby diye haykırır robert ve keyfini yerine getirir. hemen iki simit alıp evin yolunu tutarsın.
  • en geç 2023'ün marşı olacak umuyorum ki.
hesabın var mı? giriş yap