• lisedeki edebiyat öğretmenimin facebook ta oluşturduğu ve kendi fotoğraflarını içeren albüme verdiği ad.
  • john carpenter'ın en başarılı filmlerindendir. ağır ağır yaklaşan bir felaketi, yine ağır ağır anlatır. şeytanlı filmlerle yakın akrabadır. ama onlardan daha ağırbaşlı daha tutarlıdır. oyunculuk ikinci sınıf olsa da öykü ve müzikler birinci sınıftır. çok seveni vardır, çok da nefret edeni...
  • anafikri "derste fazladan iki puan daha aliyim da gpaim yükselsin diye ota boka maydanoz olmamak lazım" olan film. şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama* galiba bir üniversite profesörü öğrencilerine bonus puan vermek için terkedilmiş bir kilisedeki araştırmaya katılmalarını ister. ama kilisede şeytan bir aynayı portal olarak kullanmaya çalışmaktadır. bi de şeytanın oğlu vardı galiba türlü pislik yapıyodu. şimdi filmi tam hatırlayamıyorum ama anafikri, manifestosu aklıma kazınmış. nasıl korktuysak artık
  • in the mouth of madness filminden sonra carpenter ustanın en iyi filmidir. çekildiği döneme bakacak olursak makyajları da enfestir. müzikleri zaten tam gerilim filminde olması gerektiği gibi ürkütücüdür. senaryosu da orjinaldir, yeni nesil korku filmlerine ilham kaynağı olmuştur. yeni seyredecek olan kişileri pek tatmin etmeyebilir ama çekildiği yıla göre değerlendirilirse sevileceği kesindir.

    --- spoiler ---

    gelecekteki insanların rüya yoluyla iletişime geçmeleri farklı bir boyut kazandırmış filme. güzel yani.

    --- spoiler ---
  • çok şirin bir korku filmidir.kapalı bir mekanda tıkılı kalan bir grup insan,sırayla bir güç tarafından ele geçirilirken dışarıda onları öldürmek için bekleyen bilinçlerini kaybeden insanlar.rüyalar yoluyla bunlara mesaj gönderen koruyucular.alice cooper'in korkutmak için rol yapmaya ihtiyacı olmadığı gibi neredeyse makyaj bile yapmamışlardı.tabi etkileyicidir filan yazıyoruz ama filmi bugün seyredersek aynı tadı bırakmaz.
  • john carpenter'ın '87 yapımı korku filmi.

    benim hoşuma giden en güzel yanlarından biri 'pure devil' olarak açıklanabilecek kavram karşısında modern bilim ve onun önde gelen neferlerinin bile duramayacak olması anlatısı. bu anlatı değerli ve sinemasal yönü güçlü, dolayısıyla da iyi bir malzeme alanı yaratıyor. burada elbette bunun dışında bir anti-pozitivizm algısı da çıkartılabilir. filmin yapım yılı buna gayet uygun.

    klişeler sarmalı esasında film ama klişe olan bir film neden güzel olabilir? klişeleri iyi değerlendirebilmek önemli. klişe demek her zaman tekdüze ve sıkıcılık anlamlarını taşımıyor. kilise ile pozitivizmi barıştırıyor bir yanda örneğin ama makro ölçekte dönemin korku filmi klişelerini de aşmıyor.

    korku sinemasında modern yapımlardansa klasikleri tercih ediyorum ve bana daha ilgi çekici geliyor. kurguları, anlatıları, meseleleri ve amaçları.
  • lenovo'nun sunduğu, mubi'nin desteklediği, cuma bilimkurgu gecesinde, hâlâ izlenmemiş carpenter kalmasıyla yaşanan esef sonrası cumartesi izlenmiş, carpenter efendinin bilim ile inançtan los angeles'ın biraz kenarında romantik bir gezinti ikilisi yarattığı, silindir vazolardan, hele hele elin omza gitmesi suretiyle gerçekleşen "pat"la geldiği anlaşılan, haftasonu yok yere angarya iş yükleyen profesörlerden fersah fersah kaçınmak gerektiğini anlatır dev film.

    kadeş anlaşmasının henüz imzalanmadığı büyük iskender'in hindistan'ı fethetmediği, kendine peygamber diyen dolandırıcıların daha esâmesinin okunmadığı bir çağda - elbette makûs kaderimizden farksız şekilde - orta doğu'ya gömülmesi gerekirken bir silindir içinde önce fışkıye olup tavana akan sonra insanın orasına burasına sıçrayan organizmanın dehşeti üzerine film. hâliyle, carpenter'ın bilindik her şeyini önce pek güzel veriyor: ucuz - ama halkların demokrasi arayışı adına uzak doğu ve siyahlardan müteşekkil - oyunculuklar, çiğ espriler, kapalı mekân sıkışmışlığı, hain yaratıklar ve plastik sanat eseri dehşet. diferansiyel denklemlerin lisans ikide alınan bir dersten ziyade 7000 önce yazılmış olmasıyla çektiği bilimsel "takım elbise" sonrası ise insan kendine bakıp üstünü başını düzeltme ihtiyacı hissediyor. müminlerim "semâvî" dediği, tüm orta doğu dinleri başta olmak üzere dinin uzaklardan gelen bir "yabancı" ürünü olduğu düşüncesinin sinema tarihindeki yerine bakmak gerek. bunun yanında sair iblis ve uzaylının "oral yoldan alınır" olmasıyla döneminin ruhunu da müthiş yansıttığını belirtmeli.

    nitekim, çılgın - ve belli ki mesai ödemeksizin iş yapmayı seven - profesörüyle olsun, bilim ile dini önce çarpıştırması sonra akp'ye karşı millet ittifakı'na katması gibi sair klişenin yaratıcılarından biri olarak, uzun zaman sonra izlenince pek mest etmiş carpenter.
  • içindeki gnostik içerikli felsefi diyaloglara hayran olduğum, atmosferle germe konusunda hayatımda izlediğim en başarılı filmlerden biri, bir başyapıt olduğunu düşündüğüm gerilim / korku filmi. müzikleri, apokalips temalı ilgi çekici doğa üstü / mistik konusu, çeşitli felsefi, diyalektik (god, anti god kavramları gibi karşıt kutuplar) ayrıca kuantum konulu muhteşem kısımlar da içeren derin diyalogları da dikkat çekiciydi. ucundan bilim kurgu da vardı içinde. muhteşem sinematografi ile insanın içine işleyen mükemmellikteki müzikler, mistik / doğaüstü bir konuyla birleşince ortaya kült bir film çıkmış. 80li yıllardan beri piyasaya çıkan korku/gerilim filmlerinin çoğunu izlemişimdir ancak bu filmin yanına yaklaşabilen bir gerilim filmi bence yapılamadı son 15 yıldır. günümüzdeki korku / gerilim filmleri atmosferden ziyade ne yazık ki jump scare ya da "böööö" sahnelerine dayalı, bu filmin ise gerilim olayına yaklaşımı birazcık daha farklı. film bana çok şey kattı, 17 yaşımdayken izlemiştim ilk, film zevkimin ayrıca çeşitli hobilerimin oluşmasında; dinleri, çeşitli felsefeleri* ve kuantumun felsefi implikasyonlarını araştırma isteiğimin oluşmasında epey etkili olmuş filmlerden biridir: 10 / 10

    filmdeki çeşitli diyaloglar da felsefi açıdan düşündürücüdür. iki örnek:

    --- spoiler ---

    "let's talk about our beliefs, and what we can learn about them. we believe nature is solid, and time a constant. matter has substance and time a direction. there is truth in flesh and the solid ground. the wind may be invisible, but it's real. smoke, fire, water, light - they're different! not as to stone or steel, but they're tangible. and we assume time is narrow because it is as a clock - one second is one second for everyone! cause precedes effect - fruit rots, water flows downstream. we're born, we age, we die. the reverse never happens... none of this is true! say goodbye to classical reality, because our logic collapses on the subatomic level... into ghosts and shadows."

    "suppose what your faith has said is essentially correct. suppose there is a universal mind controlling everything, a god willing the behavior of every subatomic particle. well, every particle has an anti-particle, its mirror image, its negative side. maybe this universal mind resides in the mirror image instead of in our universe as we wanted to believe. maybe he's anti-god, bringing darkness instead of light"
    --- spoiler ---
  • atmosferine, doğa üstülüğüne, müziklerine ve diyaloglarına bayıldığım favori üç korku filmimden biri. benim için bir başyapıt.

    "doğanın gerçek olduğuna ve zamanın sabit olduğuna inanıyoruz. maddenin bir gerçekliği ve zamanın da bir yönü var diyoruz. rüzgar görünmezdir ama gerçektir. duman, ateş, su, ışık gerçektir. ve zamanın tek yönlü olduğunu varsayıyoruz çünkü saat gibidir - bir saniye herkes için bir saniyedir deriz! sebep, sonuçtan önce gelir - meyve çürür, su aşağı doğru akar, doğarız, yaşlanırız, ölürüz deriz. bunun tersi asla olmaz diye düşünürüz. ama bunların hiçbiri doğru değil! klasik gerçekliğe elveda deyin, çünkü mantığımız atom altı kuantum düzeyde çöker: soyuta, mantık üstüne, hayaletlere ve gölgelere doğru...."

    inancınızın söylediklerinin doğru olduğunu varsayalım. diyelim ki her şeyi kontrol eden evrensel bir zihin var, her bir atom altı parçacığın davranışını... her bir parçacığın bir anti-parçacığı, ayna görüntüsü, olumsuz / zıt kutbu vardır. belki de bu evrensel zihin, inanmak istediğimiz gibi evrenimizde değil, ayna görüntüsünde bulunur ve belki de anti-tanrı'dır, ışık yerine karanlığı getirir."

    prince of darkness (1987)
  • 88 yılında bir arkadaşla, salonu amfiye benzeyen kadıköy sinemasının dar koltuklarında seyrettiğim muhteşem korku filmi. ilk seyrettiğimde filmin hemen hiçbir şey olmayan ilk yarısından sıkıldığımı düşünmüştüm, ikinci yarıda ise olaylar birbiri ardına geldiğinde koltuklarımıza yapışmıştık.

    sonraki yıllarda filmi dvd, mp4 vesaire yeniden seyrettiğimde, aslında ilk yarının, tüm aksiyonun geçtiği ikinci yarıdan daha gerilimli olduğunu, bizi git gide yaklaşan kötülüğe adım adım hazırladığını anlamıştım. sonrasında o ilk yarı, filmi yeniden yeniden defalarca seyretmeme sebep oldu. dönem ödevi olarak hafta sonu bir araştırma görevine gidileceği söylenen filmdeki üniversite öğrencilerinden biri olmak istedim resmen... filmi seyretmeyen ve quantum fiziğine ilgi duyanlar da muhtemelen filmden zevk alacaklardır.

    mekanlar, oyuncular (alice cooper da bunlardan biridir), ses ve müzik, kısacası her şeyiyle, üstelik bağımsız bir film olarak, gerilim-korku sinemasının yüz akıdır bu film ve bence carpenter ustanın baş yapıtıdır. imdb'de bu filme dünya genelinde 10 puan vermiş 3.191 kişiden birisi de benim.

    filmin müziklerini de ara ara dinlerim, hele introsu müthiştir, carpenter genellikle kendi hazırlar zaten filmlerinin müziklerini ve o da dario argento gibi korkutma, germe eyleminin iyi bir senaryo ve görselliğin yanı sıra müzik ve sesle olacağını idrak etmiş bir yönetmendir.

    prince of darkness, carpenter'ın çoğu filminde olduğu gibi sosyolojik ve felsefik unsurlar, mesajlar da taşır. şeytanın yeniden kuvvetlenmeye başladığını anlayan rahibin son çare olarak bilime yani bir fizik profesörüne başvurması öylesine seçilmiş bir şey değildir. çünkü bilim elimizdeki en somut şeydir, şeytan ve kötülük de soyut değil somut bir şeydir filmde ve aslında gerçek hayatta da, bunun kanıtı her günkü tv haber bültenlerinde, gazetelerde mevcuttur...
hesabın var mı? giriş yap