• turkce'ye ruscadan gecmis sozcuk, ruscasi sanirim samovar.
  • sait faik'in insanın içini burkan, ağlatan öyküsü. türk edebiyatında kafası ideolojiyle allak bullak olmuş öykücülerinin yanında adam gibi öykücünün içinde "insan" olgusunun olduğu öyküsüdür. semaver ki, çelik ve donuk yapısında grevlerin, kavgaların, patronların olmadığı küçük bir fabrika düzenidir. ama en önemlisi bir anne ile oğulun hayatın tüm hengamesinden uzakta yaşadıkları gerçek sevginin ve kabullenilmiş hüznün iç çekişidir.
  • sema ismindeki kiz arkada$a sevgililer gununde alinmasi muhtemel hediye.
    (bkz: yaraticiligin siniri isyanin sonu yoktur)
  • fırlatma bir arkadaşım vardı. yıllar önce aynı barda çalışıyorduk. hatunun biriyle bizim elaman 2-3 aydır takılıyorlar ama kız bir türlü bir sonraki adıma geçirtmiyor bizimkini. kafe köşelerinde buluşup, el ele tutuşmaktan derbeder olan arkadaş bu durum karşısında çılgın bir plan yapıyor.

    kızın yaklaşan doğum günü için bizim barda bir akşam eğlencesi düzenledik. millet geldi, içildi, mal mal happi börtdey diye yırtındı millet, sonra o en beklenen an; hediye takdim merasimine geçildi. millet hediyelerini verdi tek tek tabi kızda her hediyede bir ayılma bayılma, ona sorsan ömrünün en mutlu günü, bana sorsan oscarlık bir performans sergiliyor. her hareketinden yapmacıklık akıyor. en sonunda bizim elamana sıra geldi. getirdi masaya "bammm" diye kocaman bir kutu koydu. millet şaşkın, kız önce dehşete kapıldıysa da sonra içinde neler olabileceğine dair çılgın bir heyecan dalgasına kapılıp yırtarak açtı kutuyu. içinden kocaman bir "semaver" çıktı. millet mal mal bakarken, ilk jeton bende düştü zaten. biz çalışan tayfa olarak yerlerde yuvarlana yuvarlana gülmüştük o gün. sanırım bir insan hedefe bu kadar odaklı olabilir.

    not: kızın isminin "sema" olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım...

    tanım: çay demlemeye yarayan alet.
  • - allah hiç gülmez mi?

    sait faik abimizin buhranlara sevkeden kitabının ilk hikayesinin adı.
  • rusca kokenli olan kelime ruscada samovar olarak yazilir. sam (kendi) ve varit (kaynatmak) sozcuklerinin birlesmesinden olusur.
  • türkiye'ye ruslardan geçmiş bir cihaz, kömürle veya artık elektrikle ısıtılan bir nevi çay demleme aracıdır. rusçası kendi kendine kaynayan anlamına gelir ve samavar olarak telafuz edilir, ailemin rusya, tataristan geçmişine dayanarak ifade ediyorum.
  • sait faikin aynı adlı kitabından (yayınlanmış ilk kitabı - 1936 ) bir kısa öykü klasiği.
    "odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu. semaver ne güzel kaynardı."
    gene isimsiz insanların mütevazı düşleri, duyguları, umutları. yıllar sonra tekrar okuyunca, aynı yerde* geçmesi ve aynı havayı yansıtması itibariyle trt dizisi yeditepe istanbulu hatırlattı biraz.
  • semaverin altında yakacağım küçük küçük tahta parçalarını, kuru ağaç dallarını, kağıt, ambalaj vb. şeyleri topluyorum ara ara. istifliyorum bunları bir köşede. kolay tutuşturup, hızlıca yanacak şeyler bunlar. öyle kalın kalın, kütük gibi sert odunlarla olmuyor bu iş, yanmıyor, benzin de döksen yanmıyor. semaverin olayı farklı, soba gibi kömürle, meşe odunuyla olacak iş değil. sobanın minyatürü gibi bir şey semaver; apayrı bir uğraş, özen gerektiriyor.

    bir de rüzgar olmayacak çok. hafif bir esinti kabul edilebilir ama püfür püfür rüzgarda olmaz semaver çayı. duman altı eder hem çayı hem semaver için uğraş vereni. mındar eder keyfi. ikindinden sonra ama akşam da olmadan. güneş batmadan hemen önceki zaman ideal zamanları semaver çayının. güneş batmadan çay demlenmiş olmalı, buna göre başlamalı semaver faaliyeti.

    çay olarak ben çaykur tiryakiyi tercih ediyorum. bazen de klasik çaykur turist, hani sarı paketli olan var ya, ondan.

    demlik tek kişilik. belki bir buçuk. ama ben tek kişilik diyorum yine de. seviyorum çayı, bütün demliği boşaltana kadar içiyorum genelde. daha büyük bir demlik olduğunda, diyelim ki 5 kişilik demlik, ya çay yarım kalacak, zayi olacak ya da en baştan yarısı kadar demlenecek hatta üçte biri kadar demlenecek. bu da hoş bir görsel olmuyor. on kişilik tencerede tek kişilik çorba pişirmek gibi tuhaf geliyor, tuhaf görünüyor bana. litrelik bira bardağında votka içmek gibi bir şey. şık değil bence hayvan gibi demliğin dibinde çay demlemek. tamamını demledikten sonra içemeyip çoğunu dökmekse hainlik gibi. ciddi bir israf. hainlik derken kendime. sonuçta çay benim, demlik benim, semaver benim, odun benim, tahta benim; kim ne karışır keyfime. öyle değil ama, rahatsız edici bu israf. kişinin bu tasarrufa ihtiyacı olmasa da insana dokunuyor bu israf.

    bir de çok büyük demlikte, çok fazla çay demleyip, hepsini içemeyip çay artınca şöyle bir düşünce geliyor aklıma: 2 kişi ya da daha fazla olsaydık bu çay artmazdı böyle. o zaman hemen bir yalnızlık sarıyor beni. gerek yok böyle şeylere. demlik bana kadar, daha fazla olsaydık içemezdi o fazla kişi. bu daha çekilir geliyor. şöyle bir şey var bir de: 5 kişilik çay var ama sen 1-2 kişilik içmişsin, çoğu kalmış, acımış demliğin dibinde. o kadar emek, yani semaver, semaverin yakacağı ki bunun için de ciddi emek harcıyorum ben, çay, bütün o yakma ve demleme merasimi, çay keyfi hayali ve keyfin bizatihi kendisi, demlik, bulaşık. bütün bunlar boşa harcanmış gibi oluyor demlik yarım kaldığında. "bu kadar emek demliğin en üstündeki iki parmak çay için miydi?" diye soruyorum kendime. gün boyu toplanan o tahta parçaları, o güzelim çay, o hazırlık 3-5 bardak çay için miydi? demlikte çay kalmayacak bence, demlik o kadar büyük olmayacak. içene yetecek ama kesinlikle artmayacak. iştahım kaçtı da ondan yarım kaldı. olmaz, o zaman doktora git, iştahının bir hal-çaresine bak, ondan sonra yak semaverin altını. demlikte kalan çay keyfime balta vuruyor, o kalan çay kadar keyfim de yarım kalıyor benim.

    oturduğun yer rahat olacak, semavere erişimin kolay olacak. çayı tekrar doldurmak için eziyet çekmeyeceksin. en fazla ayaklarını uzattığın ikinci sandalyeden ayaklarını indirip yana döndüğünde çayı tazeleyebilmelisin. yanı başında olacak semaver ama dumanı sana doğru tütmeyecek. bir de sandalyenin yanından sarkan gocuğunu/parkanın ucunu eritmeyecek kadar mesafe olacak, ateş bu sonuçta, yakar hemen, eritir de farketmezsin bile.

    iki bardak arasını uzun tutmayacaksın. efkarlanıp elinde boş bardakla dalıp gitmeyeceksin ufka ve batan güneşe doğru. tamam, olabilir, efkar basabilir ama çayın günahı ne? çay efkara engel değil. efkar da çaya engel değil. iki çay arası zaman aralığı önemli. ciddi bir tecrübe bu. toplam 5 bardak mı çayın var semaverin üstündeki demlikte? iki bardak arası zamanı öyle ayarlayacaksın ki en son beşinci bardak bile taze olacak, acımamış olacak çay. yoksa aval aval dalıp, çayı unutup son iki bardağı ya da son bardağın ilk yudumundan sonrasını acımış diye yere dökersen olmaz. çay tanrısı çarpıverir de bir daha çay içemezsin, demlediğin çaylar demlenmez olur, ya hemen acır ya hep çiğ kalır. unutmamak lazım: bu çay içmek için demlendi, dökülmek için değil. dökülen ya da artan her çay bir sonraki semaver keyfi için gönülsüzlük yaratacaktırç tecrübeyle sabit bu. zayi edilen yarım demlik çaydan sonraki semaver faslı gönülsüz oluyor, isteksizlikten sebep keyifsiz oluyor. az biraz eziyet hali alıyor. o yüzden çay demlikte kalmayacak ve yere dökülmeyecek, hepsi afiyetle ve zorlanmadan, büyük bir keyifle içilecek.

    elime sağlık, çok güzel olmuş çay. işte bunu demeyeceksin. kendi kendine söylenen "elime sağlık" sonra yine kendi kendine söylenen afiyet olsun'u da getiriyor beraberinde. bir süre sonra saçma geliyor bu. ne saçmalıyorum ben diye düşünüyor insan. kimse yok ki ne eline sağlığı, ne afiyet olsunu? kimsenin yok olduğunu akla getirecek, hissettirecek bu tür şirinliklere, atraksiyonlara hiç gerek yok.
hesabın var mı? giriş yap