• kadın erkek ilişkileri hakkında çarpıcı şeylere değinen güzel sayılabilecek dizi. bazen psikopata bağlıyolar orası ayrı şöyle ki :

    --- önemsiz spoiler ---
    - ben mr. big i seviyomuşum meğer.. tırıvırı da tırıvırı.. bu sırada samantha hayatındaki en güzel oral seksi yapıyordu..
    + ahş da oyş hadi hadi..
    - charlotte ise kendini tatmin etmekten başka çaresi yoktu..
    x evet evet.. hadi.. oo..
    - miranda ise steve ile birlikte icraattaydı
    = hoppala hop hop.. hadi..
    - bense pariste yanlız mr. big'i düşünüyorum..
    --- önemsiz spoiler ---

    ama genel olarak severek izlediğim ve güzel bulduğum bir dizi *
  • (bkz: seksendi siki)
  • comedymax'te yayinlanan en huzunlu dizi.
  • kim ne derse desin, günümüz dünyasında, özellikle şehirli insanların ilişkilerindeki temel sorunları irdeleyen ve sorular soran bir dizidir, benzeri şimdilik yoktur. sadece "4 tane kaşar kimlere veriyor, bunun dizisi" dersek hata ederiz, önyargıya düşeriz. hem düşündürür hem eğlendirir, hem de moda dünyası- terimleri hakkında fikir verir. lezizdir...
  • tam zamanında bitmiş dedirten dizi. koca bir sezon carrie'nin yamuk bacaklarının taytla sarılı hali hiç çekilmezdi.
  • carrie ile big'in ilişkisinin 2. sezon ortalarında geçen şu diyalogla kısa ve öz olarak özetlenebileceği dizidir:

    --- spoiler ---
    -you said you loved me.
    -i do.
    -then why does it hurt so fucking much?
    --- spoiler ---
  • isbu entry sevgili brick top'un da (yazildigi gibi okuyunuz) konuyla ilgili entryi yazmasi icin bir arac olarak dusunulebilir.

    dizinin belirli tuketim mallarinin piyasada talep yaratmasi icin arza yonelik reklam olmasi konusu en can alici konulardan biri ise de konu uzerinde yeterince durulmustur kanaatimce. (bkz: manolo blahnik) vs..
    karakterlerin hicbiri yasadiklari iliskiler sonrasinda kokten bir karakter sorgulmasina girmeden hayatlarina devam ediyorlar. hicbir erkek vazgecilmez degil aslinda. hepsi yeri/zamani geldiginde sirasini bir digerine birakmaya mecbur. "next/siradaki" usuluyle ilerliyor iliskiler. finalle birlikte dusunecek olursak "olacagi varmis" demekten baska bir sey dusunemiyorum.
    iste bu yasanan iliskilerin vazgecileme degil de vazgecilebilir olusu ile biten/giden "buyuk asklar" sonrasi hizlica bir sekilde "survive mode"una girilmesi, gidenlerin/gonderilenlerin onemsizliginden degil, dizi karakterlerinin dostluklarinin guzelliginden ve niteligindendir.
    alain de botton, essays on love'da 'sevgili/ask iliskilerini, karakter edinmenin, kendini bir baskasi araciligiyla dogrulamanin araclarindan biri' olarak gosteriyor. sex and the city ise daha modernize (dejenere mi yoksa?) ederek "sevgili sevgilidir, gidicidir. arkadas/dost kalicidir, ne olursa olsun gitmemelidir". demektedir.
    zaten hep olagelen seylerden biridir: sevgili icin dusunulemeyen incelikler dostlar icin gosterilir. dizide ise bu dostlugun getirdigi birbirini gozetme ve kollama en onemli kisim. sirf kadin bir erkegi seviyor diye adam mukemmel olamiyor. "dost aci soyler" denir bizde. burda da oyle..

    gelelim turkiye (istanbul) vs. minhettin kadini karsilasmalarina ki hic gelmeyelim bence. burda samantha gibi bir kadinin degil sirketinde is yapabilmesi, is kurmasina bile izin verilmezdi sanirim. hele hele "69'un zorluklari" uzerine makale yazan bir kadin anca fake isimle yazardi ya da hic yazamazdi.

    neyse kissadan hisse kiyaslama yapmadan izlenirse gayet egleneceli bir dizi. (daha da yazacaktim usendim)
  • "şu dünyada daha seyretmeden antipati yaratan dizi hangisidir" sorusunun cevabı.

    dört tane kendi hayatına hükmedebilen kadının erkekleri parmaklarında oynatıp, seçmece karpuz gibi deneyip beğenmediklerini attıkları bi konsept daha ilk elden erkek seyircinin nefretini kazanıyor. erkekler, güçlü ve kendi istediklerini yapan kadın imajını kabullenemiyor, kadınlar erkeklerin muhtaciyedindeki varlıklar olarak resmedildikleri müddetçe onlara sempati besleyebiliyorlar. satc (sex and the city), daha konseptiyle bile erkekleri itiyor kendisinden.

    peki seyrettikten sonra ne oluyor. halt etmişiz onu anlıyoruz. değil antipati, dizi tarihinin en keyifli, en komik, en dolu dolu, en şirin dizilerinden birine gereksiz yere mesafeli yaklaşmış olduğumuzu fark ediyoruz. o antipati yerini sevgiye, bazen -ya da sıklıkla- hayıflanmalara bırakıyor yerini.

    öncelikle bi iki haksız suçlamaya cevap verilmeli hakkındaki. dizideki karakterler sürekli buluşup erkekleri, ilişkileri konuşup duruyorlar, hiç mi başka mevzu yok, bu kadar mı boş bu insanlar.

    değiller efendim. dikkat edin her bölümde bazen haftalarla ifade edilebilecek keskin geçişler yaşanıyor. carrie “bi hafta sonra” lafını çok kullanıyor dizinin hikayesini anlatırken. o zaman esnasında bu kadınlar hiç mi buluşmadılar, hiç mi konuşmadılar, hiç mi başka işlerle meşgul olmadılar.. miranda avukat, peki onun hiç bi dava hikayesini seyrettik mi, herhangi bi gün mahkeme salonunda gördük mü.. hayır. charlotte koskoca serginin direktörü, sanatla içiçe bi kadın. doğrudüzgün sanat üstüne konuşmalarını dinlemişliğimiz var mı.. samantha iş kadını, ama işiyle ilgili neredeyse hiç bi hikaye dizide yer almıyor.

    çünkü dizinin adı satc.. burada bi seçicilik ve seçtiği şeyi ekrana getirme eylemi söz konusu. bu kadınların sadece sex ve erkek konuları üstüne olan konuşmaları ve hikayeleri dizinin konusu zaten. carrie’nin dizinin anlatıcısı olması, onun işinin ilişkiler üstüne bi gazetede yazı yazmak olması, her bölümün bu yazılardan birinin ana fikri üstüne gelişmesi zaten dizinin seçtiği bi yol. bu kadınlar moron değiller, tek mevzuları da erkek mevzusu değil. ama biz sadece bunu seyrediyoruz.

    seyretmeden önce o antipatiyi erkek seyircide uyandıran en büyük yanlış anlama, bu dizinin güçlü kadın karakterler ve onların erkek denemeleri üstüne olduğu, erkeklerin dizide pasif ve nesne olarak yer aldıklarıydı. yanlış anlama diyorum çünkü aslında dizi hiç de bu sanrıyı haklı çıkarmıyor. tam tersine dizideki kadınlar güçlü falan değiller. erkek denemelerinin hiçbirinde erkekleri basit ve kullanıp atılabilir objeler olarak görmüyorlar, onları bağlanabilmek için bi sığınak olarak görüyor, kimi zaman öküzvari tavırlar içine giren erkeklere bile ikinci şanslar verip, mantıklarını ikinci plana atarak duygularıyla hareket ediyorlar.

    dizideki erkekler, kadınlardan hem daha güçlüler hem de daha şanslılar. işte bizim memleketten bi seyircinin bu diziyi seyrederkenki en büyük hayıflanması da dizideki erkeklerin konumlarından kaynaklanıyor.

    bi kere dizide kadınlar erkeklerle tanışmak konusunda ne kadar açık ve özgür davranırlarsa bu onların özgür ve güçlü olmalarından başka bi şeyi daha gösteriyor. o da bu dizideki erkeklerin bi kadınla tanışmak için bizim yaşadığımız sıkıntıları neredeyse hiç çekmiyor olmaları. sokakta zar zor taşıdığı bi eşyasına yardım ettiğiniz kadın arkasına bakmadan hızlı hızlı kaçıyor sizden burada, oysa bu dizide insanlar birbirleriyle iki merhaba ile konuşmaya başlıyorlar. hatta konuşmaları bazen bu kadınlar başlatıyor, fazla konuşurlarsa erkek kaçıyor (oha lan satürn’de mi geçiyor bu hikayeler).

    ilişkilerde de güçler eşit. ilişki esnasında erkek, zar zor bi ilişki buldum, ne kadar kötü olursa olsun devam ettireyim demiyor, tam tersine taviz veren hep kadınlar. erkekler kendilerini mutlu hissetmedikleri anda çekip gidebiliyor ve bunun acısını bu kadınlar çekiyor. miranda bi bölümde manhattan’daki erkek/kadın oranının erkekler lehine inanılmaz sayılarda olduğunu söylüyor ve yakınıyordu. steve gibi otuzunu çoktan geçmiş, henüz kendi işi olmayan, züğürt bi adamın bile bi ilişkisi bittiği anda kısa zamanda peşinden koşabilecek sayısız kız bulmasını -ki yakıışıklı falan da değil ha- bu haksız orana bağlıyordu.

    peki dizide hiç mi kaybeden erkek yok. olmaz mı.. skipper. sadece ilk sezonda gördüğümüz bu kaybeden adam bizim memleketin standartlarında son derece şanslı biri oysa. dizide yakındığı şey sevgililerinin sürekli kendisini terk etmeleri, onu iyi bi arkadaş olarak görmeye başlamaları. bakın farkı görebiliyor musunuz, kadınların onu reddetmesi değil, terk etmeleri.. oranın kaybedeni bile kadınlar tarafından verilen şansı kullanamazsa ancak kaybeden oluyor. daha en baştan “ben seni arkadaş gibi görüyorum” lafıyla muhatap olmuyor yani.

    dizideki erkekler o kadar şanslı ki, steve ile miranda daha ilk gecelerinden sonra steve giderken miranda’ya onu arayacağını söylediğinde miranda ona boş yere söz vermemesi gerektiğini söylüyor, kendisini aramasa bile sorun yapmayacağını ifade ediyor. bölüm boyunca steve miranda’yı onunla beraber olmak istediğine dair ikna etmeye çalışıyor. bırak iknayı, o beraberliği sağlamadan bi kadınla bi şey yaşayabilir misin burada.. mümkün değil.

    dizi hakkında daha pek çok şey yazılır ama şimdilik bu kadarla yetineyim. bütün antipatinizi bi kenara atın, sadece arada bi, ah ulan orada yaşamak vardı anasını satiyim hayıflanmalarına katlanabilecekseniz -ki katlanılır- son derece eğlenceli ve komik bu diziye bi şans verin derim. sonra bana teşekkür etmezseniz adam değilim.
  • üstüne yazdığım ilk entry sonrası arkadaşım beni uyardı, brick sen türk kızlarından nefret mi ediyorsun, yazdıkların hep o manaya geliyor dedi. cevaben nefret ettiğim şeyin türk kızları olmadığını ama onları nefret ettiğim şekilde davranmaya iten bi sosyal yapımız olduğuydu. hatta türk kızları başlığında onların davranışlarının sorumlularının da türk erkekleri olduğunu yazmış, nefret ettiğim şeyin özde türk kızları olmadığını belirtmeye çalışmıştım. daha uzunu için (bkz: türk kızları tedavülden kalksın rus kızlar gelsin/@brick top)

    bu entry’ye böyle bi giriş yapmamın sebebi entry boyunca yazacaklarımın yine aynı manaya çekileceğini baştan biliyor olmam. çünkü bu entry’nin konusu dizinin muhafazakar karakteri olarak bize sunulan charlotte. bu öyle bi muhafazakarlık ki charlotte bizim standartlarımızda özgür, bağımsız, modern bi kadın olarak bile adlandırılabilir oysa. samantha burada olsa zaten linç edilirdi ayrı konu.

    charlotte hayatı boyunca evlilik hayalleri kuran, uzun ilişki isteyen, aşırı romantik, ilişkilerinde belli bazı kurallara harfiyen uyan ve özellikle cinsellik konusunda utangaç bi karakter olarak resmediliyor. ilişki kuralları olarak biriyle cinsellik paylaşımı konusunda mutlaka zamanı kullanmak, hafif kadın imajı yaratmamak gibi takıntıları var mesela. fakat bu zaman işte bizim bildiğimiz zaman kavramından farklı. charlotte’ın kuralı ilk buluşmada sevişmemek, ve bu muhafazakarlık olarak sunuluyor dizide.

    gerçi ilk entry’den sonra yatagimin etrafinda nobet tutan 13 melek bana mesaj attı ve dizide aslında gerçek hayatın tam olarak yansıtılmadığı, abartı olduğunu söyledi. fakat en fazla ne kadar abartı olabilir onu düşünüyorum. bizim diziler, reklamlar da burasını yansıtamayan, yapay ve abartı mizansenlerle dolu. buna rağmen cinselliğin esamesi bile yok onlarda. charlotte’ın muhafazakar olarak sunulan davranışları gerçekten o toplum tarafından muhafazakar olarak adlandırılmıyorsa bu kadar izleyici takip edebilir miydi bu diziyi.. sanmıyorum.

    charlotte, oral seks yapmak istemiyor ve bunu alçaltıcı buluyor. bunu arkadaşlarıyla konuştuğunda diğer kızlar kendisine, “e sen yapmazsan erkekten de bunu beklemeye hakkın olmaz ki” diye cevap veriyorlar. bu cevapta farkına varılacak bi nokta var. o da bu kadınların yatakta da eşitliğe inandıkları gerçeği. erkekler güçlü kadınlardan korkar ve onları daha alt seviyelerde görmek ister demiştim, fakat erkeklerin düştükleri bi paradoks vardır bu konuda. hep -namus kavramını cinsellikle ilişkilendirerek- daha namuslu, daha muhafazakar, kimilerinin deyişiyle sırtı yere fazla gelmemiş kadın ister, fakat onu bulduklarında da onun sıkıcılığından dem vurur, yeri geldi mi yatakta kütük gibi olan kadın tamlamalarıyla onu aşağılarlar. bu paradoksun farkına varamayacak kadar aptaldır türk erkeği. oysa bu rahatsızlıklarının çözümünün aslında kadının özgürleşmesi ve güçlenmesi olduğunun bi türlü farkına varamaz. kadın ne kadar güçlenirse erkek de aslında o kadar mutlu olur. güçlü olmayan ve namusu cinsellikle ilişkilendirmeyen hiç bi kadın da yatakta “sen ona yapacaksın ki o da sana yapacak” cümlesini etmez, edemez.

    charlotte bu konuda bizim taraflara daha yakın duruyor olsa da bi yere kadar. bi bölümde sevişirken erkek arkadaşı uykuya dalıyor. charlotte bunu o kadar sorun yapıyor ki, kendisinin sıkıcı seviştiği fikri yüzünden gidip sevişme dersi bile alıyor. muhafazakarsa bile bize çok yabancı standartlarda bu. onu bırak, sevişirken uyuya kalan erkek nedir yahu, bu bana bi türlü bu dünyadan bi örnek gibi gelmiyor. buranın erkekleri o kadar şanslıdır ki, yatakta çok heyecan vermeyen bi kadınla karşılaştıkları zaman uyuya bile kalabilirler, charlotte kadar güzel olsa bile, demek bu. ben bunun dizinin abartılarından biri olduğunu düşüneceğim. yok artık daha neler.

    charlotte, fedakar üstelik. dizi boyunca sevmediği şeyler yapan insanlarla çıkmak zorunda kaldığında onları daha baştan terketmek yerine değiştirmeye, düzeltmeye, yanlışlarını göstermeye çalışıyor (öpüşürken bütün suratını yalayan adama bi tane tokat atsın diye bekliyordum ekran başında aheahe ama charlotte sabırlı çıktı yahu). ve dizinin biraz da doğruculuk oynayalım fikrine mi kurban gittiğinden, yoksa gerçekten öyle yapacağından mıdır bilemem, sonu fiziksel olarak beğenmediği birine aşık olmak ve onunla evlenmek olarak şekilleniyor. charlotte bi adamın kel olmasını son derece itici bulurken, hem yakışıklı olmayan hem de dazlak bi adam için kalkıp din bile değiştiriyor.

    bu dizideki kadınlar aslında güçlü değiller derken bunu kastediyordum işte. sadece nispeten özgürler, nispeten güçlüler. ve bu karakterleri onlara değil, erkeklere yarıyor. türk erkekleri ne zaman bunun farkına varacaklar ve türk kadınları orospu damgası yemeden özgürce seks yapabilmek gibi başlıklar açmaktan kurtulacaklar bilemiyorum. yeryüzünde cenneti yakalayacağımız an o andır. kadınların cinselliklerini yaşayamayıp hapsoldukları bi dünya asıl erkekler için cehennemdir.
hesabın var mı? giriş yap