• şu uzun şeyleri okumadım bile... tasavvuf bir haldir. yaradanla arandaki derin bağdır. bir ritüeldir. belli bir zeka, sorgulama ve karakter gerektirir. cuma sünnetini kılmadan camiden koşarak çıkanların, namaz kılarken selfi çekenlerin, iftar sofrasında "çalıyor ama çalışıyor adamlar yauv' diye goygoy yapanların, 9 yaşında kızla evlenip, "oruç seksle açılır mı" diye soranların anlayabileceği türden bir olay değildir. kısacası tasavvuf: islamı, kuran-ı kerim'i, allah'ın öğütlerini ödül-çıkar-menfaat olarak görmekten ziyade, gerçek anlamda yaradanı anlayama ve içselleştirmeye yönelik bir yaklaşımdır.

    yıllar sonra gelen ekleme; nezih uzelçok güzel özetlemiş; "korkunun yerine sevgiyi koymaktır."
  • selefi - vahhabi artiklarinin buraya kadar yayildiklarini gosteren talihsiz beyan. ulan muslumanlar ne cekti ise bunlardan cekti , bu zulmü israil bile yapmadı müslümanlara.
  • http://www.youtube.com/watch?v=f3h-6bxva54

    orta çağ'ın en büyük sosyokültürel devrimini sirk gösterisine çevirip tecavüz, kafa kesme ve kendini patlatma ritüelleriyle tüyü diken yobazların bir başka incisi. abla biraz iddialı konuşunca adamlar celallenip, tespiti koymuşlar.

    ne zaman ben, yeryüzünde saldıracak bir şeyleri kalmayınca bu yobazlık duraksayacak ve sonra azalacak diye umutlansam adamlar hiçbirimizin aklına gelmeyecek yeni bir hedef bulup tecavüz ediyor. öte yandan her şey olması gerektiği gibi aslında. "camide" ibadetini yapan insanların arasına girip kendini patlatan, yemek yediği için milleti döven, öldürdüğü adamın cesedini yiyen çöl goblinleri "ne olursan ol yine gel" diyen adamın kendini bulamazsa mezarını patlatır. ucuz yırtmış "rahmetlik".

    "yaradılanı sevdik yaradandan ötürü" demek nedir aga? sen nasıl seversin? varlıklar ya patlatılır, ya yakılır ya s...lir. sevgi ne la. öbürü kalkmış "ene'l hakk" diyor. yavaş, aklını alırlar. meydanı boş bulmuş sallamışsın tabi. hoş o zamanki cihadcı dedelerimiz bildirmiş haddini. ama az bile yapmışlar. şimdiki radikal islamcı kardeşlerimiz olsaydı padişahımıza bile kul olurdun.

    yıllar sonra gelen edit: aslında gerçek islamı yanlış tanımamdan kaynaklı bir hezeyan yaşamışım. evet islam gerçekten de ışid'in yaşadığı ve yaşattığı şey imiş. meğer bizim o "allah dostu" diye bildiklerimiz, bu toprakları biraz daha nefes alınabilir bir yer yapmak için müslüman taklidi yaparak büyük bir çılgınlığı yumuşatan yüce insanlarmış.
  • şirk dediğin tasavvuf 19. yüzyılda ırak ve suriye'de hakim iken oralar ilim ve irfan merkeziydi (bkz: mevlana halid bağdadi)
    şimdi tasavvufa şirk diyen işid oralarda. aradaki farkı kıyasla da gör. tabi tarih bilmen lazım bunun için.
  • kısmen doğru bir cümle olabilir, lütfen bakınız:

    tasavvuf, hicri ikinci yüzyılda, müslümanların zenginleşip ve güçlenip bunun sonucunda dinden uzaklaşmaya başlamalarıyla birlikte bu lüks aşkına tepki olarak ortaya çıkan; nefsi terbiye ederek dünyevi zevklerden uzaklaşıp, züht ve takva ile kalbe sadece allah sevgisini yerleştirmeye dayalı bir akımdır.

    böyle baktığımızda tasavvufun çıkış noktası ve amacı islam açısından çok değerlidir. fakat, günümüzde mevcut olan tarikatleri gözlemleyince, şirke götürecek bazı ritüellerde bulunduklarını görüyoruz malesef.

    mesela en başta bir "tövbe isteme" olayı var. islam'a göre tövbe yalnızca allah'a edilir. insan günahlarını yalnızca allah'a açar ve yalnız ondan af diler. fakat tasavvufi tarikatlere baktığımızda kişinin gidip öncelikle şeyhten tövbe istemesi beklenir. biz "rahiplere günah çıkarıyorlar" diye hıristiyanlara gülerken, aynı duruma düşüyoruz farketmeden. oysaki allah ile aramıza aracı koyduğumuz vakit şirke gireriz.

    bir diğeri, yine tarikat liderleri, müridlerini kilometrelerce öteden görebiliyorlar ve dahi başka bir ilden yardım isteyen müridinin sesini duyabiliyorlarmış. hatta bir söz vardır "mürşid müridinin gece uyurken yatakta kaç kez döndüğünü bilir" diye. yuh artık. neden allah'a ait olan "her şeyi bilme, her şeyi görme, her şeyi duyma" özelliklerini bir insana yüklüyoruz ? böyle bir şey insanın fizyolojisi açısından da mümkün değildir açıkça. dahası allah'ın özelliklerini bir insana yüklemek de şirke götürür.

    son örnek; rabıta. peygamberimiz bile hiç bir sahabiye "tek başınıza bir yerde oturun. beni karşınızdaymış gibi düşünün. gökten allah'ın nuru benim alnıma yansısın, benden de size geçsin. çünkü allah'ın nuru size direk gelmez, ancak benden alabilirsiniz." şeklinde bir şey söylememişken -ve heeeeeeeeey dikkat edin burada allah'ın elçisinden bahsediyoruz!- nasıl bir şeyhi allah ile aramıza alabiliriz ? bunun cahiliye devrindeki gibi putlara tapmaktan hiç bir farkı yok. puta tapan insanlar da allah'a inanıyorlardı fakat allah'ın seslerini doğrudan duyamacayacak kadar yüce olduğunu düşündükleri için putlara yalvarıp secde ediyor ve dualarını allah'a iletmelerini diliyorlardı. şu anki tasavvuf tarikatlerindeki şeyhler malesef bu şekilde gözüküyorlar.

    diyeceğim o ki, tasavvuf kötü bir şey değildir: şirke düşülmediği takdirde.
  • gizem okullarının neden erginlemeyle üye kabul ettiğinin ve sırlarını neden üye olmayanlarla paylaşmadığının kanıtı olan bir beyan. ham ervah tevhid'in sırlarını idrak etmekten uzak olduğu için onlar arşa istiva etmiş baba tanrılarıyla yetinirler.
  • öncelikle ışid in islamiyetle hiçbir alakası olmadığını düşünen biriyim.fakat tasavvuf düşüncesi de göründüğü kadar masum değildir.şöyle ki:

    tasavvuf düşüncesinin gelmesiyle birlikte inananlar gerçek bilgiye akılları ile değil ; velilerin,dervişlerin ,sufilerin aklı ile ulaşabileceklerine inandırılmış ve kur'anı okumaktan vazgeçirilmişlerdir. ne tesadüftür ki 13. yüzyıl itibariyle bilimde öncü olan müslüman topluluklar, yine bu zamanda yayılan tasavvuf düşüncesi ile akıl ile olan tüm ilişkilerini kesmişler ve tarikat tarikat bölünmeye başlamışlardır. halihazırda da bu bölünme devam etmektedir.

    ben din adı altında kişilerin ilahlaştırıldığı ( ki buna mevlana da dahildir ) her yapılanmaya karşıyım. çünkü birkaç yakışıklı ,felsefi altyapısı olan söz bulup , bunu sağlam bir hitabet yeteneği ile sunarsan illaki alıcısı olacaktır. sunan kişi şeyh veyahut derviş olacak ; din sömürüsü ise getirdiği statü ve maddi imkanlar nedeniyle artarak devam edecektir.
  • şu uzun saçmalığı okuyamadım, durumum yoktu.

    hallacı mansur'u en'el hak dedi diye öldüren cemaatle, yunus'un molla kasım'ı aynı kişidir. mevlana'ya gay diyen güruh da aynı zevattır, bugün tasavvuf şirk diyen kişiler de aynı tarikattır.

    bunlar da insanlıkla haşr gününe kadar varolacaklardır. çünkü allah her şeyi çiftler halinde yaratmıştır.

    cidden ben anlamıyorum. ibn-i arabi olsun, mansur olsu , yunus olsun hepsi kitaplarında açıklamışlar vahdet-i vücüdu kanıtlarıyla. cidden kitaplarını okumadan veya okuyarak bu hükümleri nasıl yazıyor bu insanlar?

    aslında ben bu sözleri insanların çok kolay tanındığını düşünüyorum. la ilahe illallah demeyi insan kendine görev edindiğinde o kelimenin gücünü anlıyorsun. sana öyle kapılar açılıyor ki şaşıyorsun. o zaman tasavvufun tadını almaya başlıyorsun.

    işte böyle insanlar la ilahe illallah'ın gücünden nasip almamış insanlar oluyor.

    bana demişlerdi zamanında insanların ne kadar azı la ilahe illallah diyor bilsen şaşarsın diye. cidden ben de zamanla anladım. bu söz insanların %%99undan fazlası için sadece süs cümlesi.

    daha bir saat olmadı arabi'nin kitabında la ilahe illallah'ı dilinden düşürme diyordu. bi düşünün bakalım la ilahe illallah, ilah olan allah'tan başka bir şey yoktur manasına da gelir mi?

    allah bizi la ilahe illallah'ı dilinden düşürmeyenlerden eylesin.
  • tasavvuf olan'dan memnun ve razi olmaktir. neylerse güzel eyler demektir. an'ı yaşamak an'da kalmaktır. abartılı rituelistik "katolik" diyebilecegimiz katı anlayıslı herhangi bir din ise, bu böyle olsun şu soyle olsun olmalı cıdır. normatiftir. meli malı. yargilayıcıdır. davranışsaldır. ödül cezacıdır.

    ancak kanımca, aşama aşamadır tekamül. bu görüslerin ikisine de ihtiyacı var insanların. nasıl ki her anahtar her kapıyı açmıyorsa bu konu da öyle. sana bana mantıksız gelen başkasına mantıklı ve dogru gelir. sen yargılamazsın o yargılar. yapacak bisey yok.

    cok icseldir tasavvuf.

    "ısteyene ver onları (cennet huri vs)
    bana seni gerek seni "
    yani bunu herkesin anlamasını nasıl bekleyebilirsin? anlamıyorsa sen anla onu. anlamayacaksan ne farkın kalır cennet istedigi icin aşagı gördügün kişiden?
    kimseyi aşagı görme. kimbilir ne mertebededir.

    sonuç olarak; kul sayısı kadar allaha ulaşma yolu vardır.
  • terminolojik olarak sorunlu bir ifadedir. çünkü şirk dini olabilmesi için allah'a (cc) şerik, yani ortak koşması falan lazım. yunan mitolojisi bir şirk dini olabilir, ama tasavvuf bir şirk dini midir, pek sanmıyorum.

    buna karşılık tasavvuf'un "ne olursan ol gel" olayına indirgenmesi de çok basit olmuş, (o sözün zaten mevlana celaleddin rumi'ye ait olmaması bir yana.)

    tasavvuf, ya da sufizm, yunancadaki sophism'den başka bir şey değil. yani "bilgelik". bunun ilk kökü de hint avrupa dillerindeki pek çok şey gibi hint kültürüne dayanıyor. sanskritçesi sufivada. hint avrupa dillerindeki irfan-bilgelik anlamındaki "sophie" de oradan geliyor, "sophist" de ve sufi de. philo-sophie (bilgelik sevgisi) dediğindeki o sophie ile tasavvuf'taki "savf" da aslında aynı kelime. dolayısıyla tasavvuf dediğimizde en az "mobile phone" dediğimizde olduğu kadar yabancı ve arapça dışı ve islam ile başlangıçta hiç bir ilgisi olmamış bir kavramı kullanmış oluyoruz.

    tabii bu neyi değiştirir, mesela cep telefonu da islam'ın geldiği dönemde yoktu ve arapça bir kelime değil. bu cep telefonu ile islam arasında bir ayrılıktan bahsetmek için nasıl bir sebep oluşturabilir, tabii ki oluşturmaz. benzer şekilde atıyorum, kapitalizm, demokrasi, sosyalizm, liberalizm, modernite de batılı kavramlar, islam'ın ilk döneminde bunlar da yokmuş, ve bunlar da hint avrupa dil ailesine ait kavramlar. ama bu demek değil ki bunlar ve islam üzerine tartışılmamalı. tasavvuf da tartışılabilir, seveni olur, sevmeyeni olur. ama köken tartışmasında samimi olmak şartıyla başlayabiliriz ancak.

    buradaki inatlaşma tasavvuf kavramının kökeni bu kadar açık olmasına rağmen hala yok peygamber zamanında peygamberin evinin arkasındaki hasır barınakta kalan tasavvuf ehli varmış da ya da hasırdan yapılma yelek giyerlermiş de hasıra da suf dendiği için onlara da sufi denmiş olabilirmişmiş falan gibi yüzyıllarca sonra çıkarsanan uydur kaydır senaryolarla bu akımı müslümanlıkla başlamış bir şey olarak göstermeye çalışmak veya gerçeği kabullenmek arasındadır.

    gerçek şudur. tasavvuf, hz peygamberden önce de vardı, tasavvufla uğraşanların "batıni ilimler" dediği ezoterik felsefe de hz. peygamber'in getirdiği müslümanlıktan çok önce de vardı, gnostik hristiyanlara ya da yahudi kabalistlere bakıldığında da aynı öğretiler görülür. plotinus'a yani yeni platoncu anlayışa bakıldığında da bunu görürsünüz. tarikat yapısı denilen şey zaten hindulardan çıkma, müslümanlıktan kaç bin yıl öncesinden beri bu işlerle meşguller. tasavvufla uğraşanların "keramet" dediği şeyleri onlar da kendi tarikat liderlerine atfediyorlar. yapısal benzerlik o kadar açık ki, sadece konuşulan dil farklı. batıni (içrek) öğreti, yani hakikatın insanın içinden aranıp bulunacağı bu yüzden de dünya işlerinden soyutlanıp kendine dönmesi gerektiği iddiası aynen onlarda da var. bu aşamaya ermek için de insanlardan uzaklaşıp kendin gibilerle birlikte olup hayattan izole olmak gerekiyor. bunun aşamalarına girmeye başlıyorsunuz sonra, birinde şeriat, tarikat, hakikat, diye gittiği söyleniyor, sonra fena makamı, yani "yokluk". diğerinde başka aşamalar ve sonunda "nirvana" yani kendi benliğinin "tükenip sönmesi". sadece hint kültüründe bu nirvananın adı da konuyor, brahma ile birleşme deniyor. yani tanrının bir parçası olduğunu kendi içini dinleye dinleye "idrak etmen". bizde bu kısmı atlıyorlar, çünkü burası dualist islam diniyle bağdaşmadığı çok açık monist bir sonuç. (hasbelkader bu kısmı falan ağzınızdan kaçırırsanız başınıza da kötü işler geliyor) ama bunu atlayınca da tasavvuf, demek istediğini diyemeyen "ne kuş ne deve" bir yerde kalıyor ve tartışılması bu yüzden bitmiyor, çünkü gerçekte ne olduğunu kimse söylemiyor veya söylemeye dili varmıyor.

    söylemeye insanların dilinin varmamasının sebebi şu. tarikat tipi hiyerarşi yapıları, obskürant söylemleri ve çevreye yaydıkları örgütlenmiş dini yapı görüntüsü ile toplumsal bir baskı oluşturuyorlar. insanlar onların yanında (tam da onların istediği gibi) seküler kalıyor ve dini konuları onlara bırakma zorunluluğu hissediyor. böylece din denince akla ibadetler veya allahın emirler, kitabı vs değil örgütlü bir "topluluk" geliyor. başında bir dini otorite bulunan bu "topluluk" aslında gayet bireysel bir din olan islam'ın hiç de gerek duymadığı bir ara form. ama özellikle dindar insanlar bu dini otorite görüntüsüne saygı duyuyorlar ve bunu bir dini ortodoksi olarak algılıyorlar, tarikat mensuplarının istediği gibi onları "istikamet (yol) üstünde" kendilerini ise "gevşek" hissediyorlar. oysa değil, tersine bu tip yapılar dinen de gayet marjinaldir, ve dinin başında ortaya çıkmış şeyler değil birer dejenerasyondur aslında. ne yazık ki dini alanın insanın allah'ın emirlerini anlaması ve yapması olmaktan çıkması ve bir topluluğun üyeliğine dönüşmesi konusu o kadar uzun bir geçmişe sahip ki ucu bu tip yapılara varacak eleştirileri dindarlar kendiliklerinden sansürlüyorlar. böylece o yapıların kendi hiyerarşilerini kurup kendi liderlerini sözü geçen adam haline getirmelerine de çanak tutmuş oluyorlar. sonra tv'de dindar bir stand up'çıdan fazlası olmayan cübbeli ahmet'in önemli bir adam olarak aklına gelen her konuda ahkam kesmesini dinliyoruz. hayatı boyu dirsek çürütmüş, ve tarihi ya da felsefi boyutlarıyla yorumlar yapabilen dini konularda uzman akademisyen birisi çıksa kanalı değiştiririz ama. çünkü o düz bir vatandaş. bizim için önemli olansa topluluk liderinin ne dediği.

    oysa islam dininin peygamberi bizzat tüccar, hayatın içinde bir insandı, islam da ona cebrail (a.s.) aracılığıyla "vahiy" olarak geldi, içine doğmadı. doğru gördüğü bildiği, ona bildirilen her şeyi de insanlara anlattı. "bunlar avam, her şeyi anlamaz, hiç havas ile bir olur mu bunlar, herkesin bir seviyesi var" falan demedi mesela, iç gruplar, herkesin dahil olamadığı, bilenlerin bildiği halkalar malkalar da oluşturmadı.

    bütün bunları tasavvuf'u islam dışına atmak için söylemiyorum. bazı insanlar güçsüz olabilir, yanlarında biri olsun, o da aynı şeyleri yapsın, topluluk içinde birbirimizden güç alalım, yaptığımız şeyin doğruluğuna, başkalarının da öyle yaptığını göre göre daha kolay inanabilelim noktasında olabilirler. kendini içkiye vuran insanların amerikan filmlerinde nasıl terapi grupları falan oluyorsa bu da gerekebilir kimilerine. ama bu, bu fonksiyonelliğiyle sınırlı bir yere kadar gidebilir. yoksa o kişilerin kendilerini dinin merkezine alıp, birlikteliklerini, erişilmesi zor bir "kutup" (sevdikleri deyimle) görüntüsüne büründürmeleri kabul edilebilir bir şey değil. çünkü o birliktelik pratik bir şey olabilir ancak, dini bir üstünlük sağlamaz kimseye. kendilerini (sevdikleri deyimle) havas, geride kalanları avam olarak görebilecekleri anlamına falan gelmez. tarikat dışındakilerin en altında oldukları bir hiyerarşi oluşturabilecekleri ve insanlara buna göre dışarıdan bakabilecekleri, geri veya gelişme aşamalarındaki zavallılar gibi görebilecekleri anlamına da gelmez.

    bunları yapmayanlar tasavvufla ilgilenebilirler, ilgilenmesinler demiyorum, hobi olarak gene ilgilensinler. ben de uzakdoğu dinleriyle ilgileniyorum, bunda bir şey yok.
hesabın var mı? giriş yap