• 2007 yapımı bağımsız film..
    bir gencin üvey kardesini aramak amacıyla çıktığı yolculukta başından geçenler...
    orta karar bir film olsa da (bkz: zoey deschanel) için izlemeye değer..
  • çok şirin sempatik bir filmdir the go-getter.
    içinde hem zooey deschanel hem de jena malone'u barındırabilecek potansiyele sahip harika bir yol hikayesidir.

    anasının ölümünü abisine haber vermek için bir adet araba çalıp yola çıkan mercer'ın hikayesidir film. ne tesadüftür ki çaldığı arabanın sahibi zooey deschanel'in sesidir, ve zooey telefonunu arabada unutmuştur. böylece birbirini hiç görmemiş iki insanın arkadaşlıkları başlar, olaylar gelişir.

    hikayesiyle, sinematografisiyle ayrı bir filmdir.

    ayrıca harika bir soundtrack listesi vardır. o da aşağı yukarı şöyle bir şey. dinleyin, dinletin.
  • yönetmeni olan martin hynes'ın hayatından kesitler üzerine kurulu tam anlamıyla tatlı bir film.
    uygulanmış çekim teknikleriyle izlemeyi görsel olarak da keyifli kılıyor.
  • yaklaşık 1 dakika boyunca "to get better" şekline getirmeye çalıştığım cümle.

    olmadı. b falan eksik.
  • the black keysin brothers albümünde 11 numarada ikamet eden pek güzel şarkıları.

    the go getter
    i'll be the go getter
    yes i am
    i'll be the go getter
    that's my plan
    the go getter

    hi-fi boom box
    pretty girl in bobby socks
    afterparty in a hotel room
    pretty soon there will be no moon
    stumble home in the pouring rain
    let the water ease my worried brain
    some days i just can't get alone
    i need a head to lean my shoulders on

    palm trees
    the flat broke disease
    and l.a. has got me
    on my knees
    i am
    the bluest of blues
    every day
    a different
    different way to lose
    the go getter
    the go getter
    the go getter

    i got a table at the rainbow room
    i told my wife i'd be home soon
    big ships are approaching the docks
    i got my hi-fi boom box
    mashed potatoes in cellophane
    i see my life going down the drain
    hold me baby and don't let go
    pretty girls help to soften the blow

    palm trees
    the flat broke disease
    and la has got me
    on my knees
    i am
    the bluest of blues
    every day
    a different way to lose

    the go getter
    the go getter
    the go getter
    i'll be the go getter
    that's my plan
    that's who i am
    the go getter
    yeah the go getter
  • (bkz: go get her)
  • bir yolculuğu anlatan filmdir.

    zannedilenin aksine üvey kardeşi aramakla ilgili bir yolculuk değil, mercer'in ergenlikten yetişkinliğe doğru yaptığı yolculuktur. bu tema özellikle amerikan edebiayatında coming of age adı altında fazlasıyla irdelenmiştir hatta hala da irdelenmektedir.

    bu filmleri geniş kapsamda ele alacak olursak ikiye ayırabiliriz. birincisi realist bir öyküye sahip filmler ikincisi ise romantik bir öyküye sahip olanlar. realist olanlar konumuz olmadığı için hiç girmiyorum. anladığınız üzere the go-getterromantik örgüye sahip bir yolculuk filmidir. benim bu filmden etkilenmemin nedeni mercer ve kate arasında geçen telefon görüşmeleridir. kanımca filmden anlayan herkes için de filmin en tatlı kısmı budur. bunun sebebi film gibi görsel bir olguda insanın görsel beklentilerini yıkıp sesle ve sözlerle bir şeyler anlatıyo olmasıdır. ayrıca kate'in işin içine kattığı merak unsuru da cabasıdır.

    filmi izlerken bir gün sizi de böyle biri arasın ya da facebook'tan bir gün sahte bir hesaba sahip gerçek (?) bi insan sizinle öyle konuşsun, hayatınıza dahil olsun istersiniz. çünkü bilirsiniz ki siz de tıpkı mercer gibi gizin büyüsüne kendinizi kaptırır, hayatınız boyunca hissettiğiniz güvenlik hissine karşı gelir ve güvenilmemesi gerekene güvenirsiniz. karşınızdakinin size yalan söylemesine izin verirsiniz. çünkü kandırılmak istersiniz. amerikalıların "take a leap of faith" dediği olayı yaparsınız.

    filmin romantik oluşu da burdan gelir zaten. çünkü gerçek hayatta o gerçek olduğunu umduğunuz kişi ya sizi işletmeye çalışan zeki bir arkadaşınız ya da anlattığından çok uzakta olan bir kişidir. fakat the go-getter'da bu fantaziniz gerçek olur ve mercer'in "o" olduğunu düşündüğü kişi gerçekte de "o" çıkar. yani mercer'in kate'le beraber olması ve kate'in yalan söylemiyo olması mercer'den çok bizim zaferimizdir.
  • ben seviyorum yol hikayelerini. bi' de uzaktan sevmeleri. üstünüze alınmaya gerek yok. sakin... uzaktan sevebilme fikrini seviyorum ben. tüm mesafeleriyle. "ben evcil hayvan dükkanının oralardayım dediğinde, ülkeyi (dikey düzlemde de olsa) baştan başa katedebilecek birilerinin varlığına inanmayı seviyorum. çünkü her dakka el altında durmak alışkanlık yaratıyor. ve heyecanı en çok alışkanlık öldürüyor. ben, film izlerken en çok, gerçek hayatta başıma gelmeyecek şeylerin yarattığı heyecanı seviyorum.

    ve büyük harflerle, durmadan, konuşmayı seviyorum. ne geliyorsa aklıma; söylemeyi. antik yunan'da* veya mısır'da* kusursuz işleyen şehirler inşa edebiliyorum; helsinki, lübeck, riga ve daha bilumum baltık limanıyla deniz ticareti* yapabiliyorum; altı bayraklı enfes eğlence parkları* kurabiliyorum. ama söz konusu insan ilişkileri olduğunda, bırak strateji belirlemeyi, ertesi günkü tavrımı bile kestiremiyorum.
    ve işte tam da bu yüzden; kate ne kadar sabrediyorsa, ben bu filmi o kadar seviyorum; mercer ne kadar inat ediyorsa, ben de o kadar seviyorum. yapamadığım her "alıp başımı gitmeler" için, açamadığım her "en çok neli dondurma seversin" temalı telefon konuşmaları için, filmi başa sarıyorum.

    ben her yol filminde, hiçbir yere varmaya çalışmayan kendi yolumdan, bir şeyler aramayı seviyorum.
  • eskilerde eksi sözlük yazarlığım yokken 4 5 tane sadece resimlerine bakarak aldığım film cd'sinden (eskiden çok yapardım) alıp izlediğim etkinliklerden birinde izlediğim ilk film "the go-getter"'idi. o zamanlar başka bir platformda hakkında yazdığım yazıyı burada da paylaşmaya karar verdim.

    film 2007 yapımı bir film.. filmle ilgili ilk yorumum tatlı bir film olduğu olacak sanırım. 19 yaşındaki bir gencin sıkıldığı dünyasından annesinin ölümü üzerine yaşadığı travmanın da itici etkisiyle çıkmasını sağlayan bir film. o sürekli yaşadığımız güvenli hayatımızın içinden bir anda sıyrılıp koca bir boşlukta olmak !

    hepimizin belki de ihtiyacı olduğu bir şey, bir anda bambaşka bir yerde olmak. filmin karakteri bunu o kadar alçak gönüllü ve amaçsız yapıyor ki, abisini ararken bir yaprak gibi sürüklenirken kendi hayatını şekillendiriyor. filmde en çok da o masumluğu sevdim zaten ben, hani sizi bir amaca göz göre göre götüren filmlerden değildi böyle ufak bir amaç vardı ama genel olarak tesadüflerden yada o anda olanlardan ibaretti film ve bu his güzeldi bence.. film insanda böyle bir rüya tadı bırakıyor, hani bazı rüyalar vardır öyle şeyler olur ki fazla iyi, öyle şeyler olur ki fazla garip yada bazen fazla kötü... gerçek olmadığını içten içe hissedersin ama yine de emin olamazsın rüyadamıyım yoksa gerçektemiyim?? işte öyle bir rüyaya benzettim bu filmi ben..

    gerçekten sıradışı bir hikayeydi, hani böyle yol filmi mi desem ne desem bilemedim ama sıradışı olduğu kesin. filmde kullanılan çekim teknikleri olsun, soundtracklar olsun enfesti çok beğendim. filmdeki oyunculardan bahsedelim başrolde lou taylor pucci vardı, çok tanımıyorum ama iyi iş çıkarttığını söyleyebilirim, ayrıca zoey deschanel ve jena maloney'i bir arada bulundurması ilginç olmuş. zoey için zaten diyecek laf bulamıyorum, filmlerinde hep bu havayı nasıl yakalıyor/yakalatıyor anlamıyorum ama başarılı cidden.. gizemli kız olayını cidden çok iyi oynuyor..

    kısacası güzel bir yaz rüyası gibi olan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim kesinlikle... good catch for me :)
hesabın var mı? giriş yap