• anlaşılmaması faulkner'ın ruhunu, anlaşılması ise okurun canını acıtan kült eser, compson ailesini kuşatan lanetin kalbine yolculuk. bilinçakışı salt bir yöntem değil, okurun yaşadığı bir halettir. bu halet de benjy, quentin, jason ve son olarak zenci hizmetkâr dilsey'in gözünden, onların işittiği halleriyle anlatılır; okurun beyni mikserle çırpılır. faulkner'ın dilsey'i 3. tekil şahısla konuşturması ise, "bir zencinin bir kişiden önce bir davranış olduğu"nun resmidir. türkçe'de ilk olarak 1965'te remzi kitabevi'nden çıkmıştır; rasih güran'dan sonra bu işe kalkışan oldu mu bilmem; ama kendininkine olduğu kadar, bizim canımıza da okumuştur. her babayiğidin harcı değil; rahmetle anıyor, hürmetle susuyorum.
  • --- spoiler ---

    ses ve öfke..

    bence romani klasik haline getiren benjy tarafindan anlatilan ilk bolum ve quentin'in anlattigi ikinci bolumdur.. ilk bolum, sanki satir aralarina gizlenmis bir sifreyi cozmeye calisiyormus hissi verir.. bilinc akisi yonteminin getirdigi zorluk, zihinsel atlamalar, zihinsel ozurlu birinden olunca daha da guclesiyor.. bir de romanda iki quentin olmasi cabasi..

    benjy'nin bolumunde cocukluk anilari inanilmaz guzel anlatilir.. cunku benjy olaylara yorum yapamaz, yargilayamaz, gordugu gibi anlatir.. bu bolumde kardesler arasindaki, kiskancliklari, sevgileri, koruyuculuklari, digerlerine ustun gorunme/ustunluk saglama cabalarini, dış dünyadaki olaylara bakis acilarini ve aralarindaki degerlendirmeleri goruruz..

    benjy, empathynin lazslo'su gibidir sanki ama elijah gibi kendisi yasar digerlerinin acisini, vicdan azabini.. belike bu yuzden surekli agliyordur kimbilir.. olaylari, kisileri kokularina gore algilar/degerlendirir.. zihni ne kadar gelismemisse koku alma/bunu degerlendirme duyusu o derece gelismistir.. caddy ilk baslarda agac gibi kokar ona.. agac gucludur, koruyucudur, canlilik vericidir, seker portakalindaki gibi sirdas-arkadastir, besleyicidir.. benjy de caddy'de bunlari buluyordur belkide.. onun yaninda kendini guvende hisseder, sevildigini hisseder..

    herseyi hisseder benjy, kokusunu alir.. caddy'nin yedigi naneler entarisine sinmistir ve her nanesinden sonra entarisini cikarmaya calisir.. benjy o kadar temiz, o kadar iyi kalpli anlatir ki caddy'yi, kitaba huznu katan da bence bu anlatimdir.. bu kadar hayat dolu, sevecen, icten birinin; hem kendinin hem quentin'in yasamini mahvetmesi okuyucuyu da mahveder..

    quentin.. benjy'nin bolumunde quentinden pek bahsedilmez, daha dogrusu sanki biraz geride duran, daha mantikli, herseyin farkinda bir cocuk hissi verilir.. sanki hep gozlem yapiyormus gibidir.. bence ses ve ofke, alfred adler'in (bkz: alfred adler/#24323103) bireysel psikanaliz kuramini olusturdugu ilk yillarda yayinlanmis olsaydi, kuramina destek icin quentini de ornek gosterirdi, raskolnikov'u gosterdigi gibi (bkz: · prestupleniye i nakazaniye/#24474021)..

    quentin'in anlatiminin oldugu bolum kitabin felsefi dusuncelerin daha belirgin oldugu bolumdur.. ozellikle, babasiyla yapmis olduklari konusmalari aktardigi bolumler.. zaman ve saat hakkinda yazilanlar cok etkileyici gelmisti bana.. faulkner, hem dostoyevskiden (krilov, ecinniler) hem jack london'dan (martin eden), hem camus'dan daha iyi anlatir intihar oncesi ruh halini.. nasil ki guclu bir alev, bozuk-depresif ruhlarda cosku uyandirir, gucluluk verir; su da icine ceker bu ruhlari.. quentin mumkun olsa golgesini bogacaktir suda.. ailenin ona vermis oldugu onemin, degerin altindan kalkamamanin acisini ceker.. caddy ile olan iliskisi zaten ruhunu boguyordur, bedeni bogulmus ne yazar..

    romanda sesten cok kokulari duyarsiniz... ses ve ofke, duygularin kokusunu aldiginiz bir romandir ve yagmur kokar..

    öle.
  • daha 1960larda dilimize çevrilmiş ( yapı kredi aynı çeviriyi yayımladı) william faulkner'ın ve bilinçakışı tekniğiyle yazılmış romanların önde gelenlerinden biri.

    elimdeki 1965 çevirisindeki uzun önsözde çevirmen, türk okuyucusunun kültür seviyesini (!!!) iyi bildiğinden oldukça detaylı bilgi veriyor.

    bakın diyor siz şu kısmı anlamazsınız peşinen anlatayım diyor ve romanı kısım kısım zamansal sıraya göre yani romanın akışının tam aksine anlatıyor. iyi de yapıyor, o dönemde türk okuyucusu pembe dizi, kerime nadir, cronin vb romanlar okumakla meşgul..sen kalk dünya romanının kilometre taşlarından birini çevir..

    faulkner yeni yeni turk okuyucusunun alışmaya başladığı bir yazar. tüm yapıtlarını yapı kredi yayınlamaya devam ediyor.seri tamamlanacak gibi. yayınevinin çok satma diye bir beklentisi yok elbette..hele ki söz konusu faulkner gibi uç bir yazarsa
  • ilk bölümdeki zaman geçişlerini faulkner öyle ustaca birbirine bağlar ki, zaman geçişi ilk okuyuşta fark edilemez bile, fark edilince de insanın hemen bir kamera alıp romanı filme çekesi gelir. müthiş bir roman.
  • beni epey burkmuş bir kitap. okuduğum romanlar içinde en iyi düşünülmüş ve yazılmış olanlardan biri. kitabı okumak her ne kadar güçse de -burada teknik özelliklerinin yanında çeviriden okumak ve amerikan tarihini ne ölçüde bildiğimiz de belirleyici- ısınılması faulkner'in diğer yapıtlarından daha kolaydır ve bir kenara bırakılsa da günü geldiğinde mutlaka okunup bitirilir.
  • okurken baya zorlandığım bi kitap. ama ya bi de bu kitabı samuel beckett yazsaydı nolurdu dedim, okumaya devam ettim. kitabı okurken insanın kafasında hep aynı şey dönüyor; bir insanın kendi hayatı dışındaki bi hayatı içseslerle anlatması nasıl bi şey nasıl yapmış bu adam bunu, üstelik farklı farklı kişilerin içinden seslenmiş.

    bazı yerlerde öyle cümleler var ki çok yerinde gözlemler çok iyi şekilde ifade edilmiş bunlarda. belki biz de görüyoruz ama sadece bilmekle yetiniyoruz ama biri kelimelere dökmüş bunları, kitaplar en çok bu yüzden güzel sanırım. şunlara bi bakın derim:

    --- spoiler ---

    "hep birden konuşuyorlardı, sesleri direnmeli, çelişmeli ve sabırsız gerçeksizliği bir olurluluk yapıyor, sonra bir olanak şekline sokuyor, sonra yadsınamaz bir gerçek yapıyor, her zaman böyle olur zaten insanların istekleri sözcükler haline gelince."

    "...bir ses çıkarmadan üstünlük gösterme hevesi, herhangi bir şeyin kanısına varmış görünme, büyüklere özgü bir özellik. sanıyorum ki insanlar, kendi kendilerini ve birbirlerini kelimelerle harcayarak hiç olmazsa hareketsiz bir dile bir felsefe getirmiş oluyorlar..."

    --- spoiler ---

    bunların dışında ikinci bölümde, quentin in anımsadığı talihle ilgili babanın lafları da güzeldi, hatta bunlardan anımsayamadığım biri bana tanpınar ın saatleri ayarlama enstitüsündeki "herkes hayatının bir devrinde şu veya bu şekilde talihinin şuuruna erer" cümlesini hatırlattı, baktım tanpınar önce yazmış. bu bölümün girişindeki paragraf en vurucu kısmıydı, orda ne anlatacağının ipucunu vermiş aslında yazar, zamanla bi derdi var, hepimiz gibi. bi de yine ikinci bölümde babanın kadınlar ve kötülüğe eğilimleri hakkındaki fikirlerini de isabetli buldum; bence de içgüdüsel bi meyil bu bizde. en çok ikinci bölümün sonunda zorlandım, bi kaç kere okudum ama iyice gözünü çıkartmış iç ses mefhumunun.
    kitabın adındaki öfkeye en çok yakışan karakterse jason; haksızlığa uğramışlığın öfkesi var onda bol miktarda. böyleyken böyle, bi de "öle".

    a priori için olsun bu:)
  • muhtemelen onca edebiyat eseri içerisinde ilk 5'e girecek olan faulkner mucizesi. edebiyatın gelişim sürecinde kronolojik bir etkileşim söz konusu olmasına rağmen karşı olduğum bir şey var; ancak o ne bu başlığın meselesi ne de binlerce kitap okumamış olan benim haddime! bir kaç yıl sonra değinirim belki..

    neyse gelelim velhasıl.

    --- spoiler ---

    ses ve öfke belki de okunması en zor olan romanlardan biri. dört bölüm dört güne ayrılıyor. compson ailesine ve onlarla yaşayıp ayak işlerini gören zenci dilsey ve diğer çocukların yaşamına bulanıyoruz. kitaptaki bölümlerden üçü compson ailesinin üç ayrı üyesinin zihninde geçiyor son bölüm ise yazar devreye giriyor o anlatıyor olayın geçtiği coğrafyayı, hislerini, görülerini ve zamanın akıp gidişini. buna ironiyle ilk bölüm zihinsel özürlü benjy ile açılıyor. benjy'de zaman kavramı felaket değişken ve ilk bölümü kavramak epey zorlayıcı oluyor okur adına. ilk bölüm 7 nisan 1928'de geçiyor geçmesine ancak benjy'nin anılarına gittiğimizde hiç bir uyarı olmaksızın gelgitler yaşanıyor sayfaların incelikle işlenmiş hamurunda; benjy'nin değişken düşünceleri aslında anılarıyla çatallanmakta, zira benjy için an, zamansız bir nitelikte. 7 nisan 1928 günü tiyatroya gitmek için ayırdığı çeyrekliği arar luster, ayrıca benjy'e de o bakmaktadır. gün bütünüyle benjy'nin günü değildir anılarında ise güne günler katar benjy; kardeşleri quentin ve caddy'de önemli bir yer teşkil etmektedirler o geçmiş günlerin yitimlerinde.

    zihinsel özürlü olması nedeniyle zencilerden roskus tarafından uğursuz denir benjy'e, fakat çok sever onu dilsey. çok sever onu caddy'si ve caddy ağaçlar gibi kokar. annesi de tanrı tarafından günahlarının bir cezası olarak görür benjamin'i. ve 5 yaşında caddy ile birlikteyken de caddy çoktan yitip gitmişken de bunun farkında değildir benjamin; o caddy hala ağaçlar gibi kokmaktadır.

    ikinci bölüm ise bizi götürür 18 yıl kadar önceye. 2 haziran 1910 yılındayızdır bu kez. ve quentin'in bilinci işlenir bu kez. pişmanlığıyla büyük bir ızdırap çekerken quentin, faulkner bize ne olduğunu inatla dolaylı olarak iletir. ve 2 haziran 1910 da gölgesine basarak, gölgesine yetişerek ve gölgesinden kurtularak kaldırım taşlarında yürür. quentin'in hali hiç iyi değildir zira ensest kelimesi bir gölge gibi geçer. anlarsınız az çok ve son bölümlere doğru quentin için yaşam, içinden çıkılabilir bir kabuktur artık sadece doğru iradeye sahip olmalıdır insan ve az hanımeli kokmalıdır çevrede. quentin aile yadigari saatle oyalanır, zamanla sürünür ve geçmişin sesleri arasında babasının desteğini hisseder ancak pişmanlıklar da geçmişten amansızca gelmektedir. bu bölümde zaman o kadar vurgulanıyor ki yazar tarafından zamanın gerçekten acıtıcı etkisini yaşatıyor size..

    compson ailesi tel süzgeçten geçip dururken caddy'nin gayri meşrukızı quentin ilk bölümde kardeşi quentin ile karıştırılır, faulkner'in amacıda okura bu bilmeceyi verip geriden keyifle izlemektir zaten. bu gayrimeşru kız kimdir; tabi kaşları kalkık bir okurun işaretidir.

    ilk iki bölümü geçebilen okur geri kalan iki bölümü rahatlıkla geçecektir kuşkusuz. ses ve öfke dönemin amerikan tutuculuğuna götürüyor okuru, ırksal küçümsemenin taşıp durmasına, batıl inançların karmaşasına gidiyoruz. ve daha da önemlisi bir ailenin dağılışına o kadar sahici götürüyor ki bizi faulkner sahiden üzüyor insanı...

    sonuçta benjamin ve caddy'nin ilişkisi okura samimiyetle eşlik eder, okuduğum en etkileyici beş roman arasına giriyor hem de 'ses ve öfke'yle' bu kitap...

    netice biter haticeye gelirsek ise (bkz: james franco) filme uyarlamış. bilmiyorum. faulkner'in karakterlerinin o inandırıcılığı sikik beyazperdeye nasıl aktarılır hakikaten endişe verici. quentin'in o psiklojik vaziyeti ve benjy'nin zamanın metafiziği olarak bahsedilen git gelleri.

    "bizden önce gölgelerimiz yetişti ağaçlara. benimki önce vardı. sonra biz vardık oraya, ve sonra gölgelerimiz yok oldu"

    "ah ne olurdu gölgemi suya daldıracak bir şeyim olsaydı, boğuluncaya kadar tutardım suda,"

    "bizim zamanımızda insanın efendiliği okuduğu kitaplardan anlaşılırdı, oysa şuan vermediği kitaplardan anlaşılıyor." (bu laf birilerine gitsin görürler falan burada :p)

    ve yüreğime işleyen o kelimeler;

    "dilsey:
    katlandılar"

    "aşağıdakiler compson ailesinden değiller. zenci bunlar."

    "ama ölümü hepsinin üzerinde sevmiş ve sadece ölümü sevmiş, bilinçli ve hemen hemen sapık bir ölüm sezgisini sevmiş, ve bu sezginin içinde yaşamış"

    "üç şeyi sevmiş. candace'ın düğün masraflarını ödemek ve quentin'i harvard'a göndermek için satılan çayırı, kız kardeşi candace'i ve alevi. ama bunlardan hiç birini kaybetmemiş, çünkü kız kardeşini hatırlamıyor sadece onu kaybedişini biliyor, ve aleve her zaman uykuya dalarken gördüğü parlak şeklin aynı,çayır ise satılmadan önceki halinden daha iyi..... .... 1913'te hadım ediliyor, 1933'te devlet akıl hastahanesine konuluyor. böylelikle bir şey kaybetmiyor, çünkü kız kardeşi olayında olduğu gibi, çayırı değil sadece çayırın kaybını hatırlıyor ve alev de hala o parlak biçiminde."
    --- spoiler ---
  • "yazdığım bir romanı daha önce yazdıklarım arasından bana en çok acı ve keder verenine göre yargılarım, tıpkı bir annenin hırsız ya da katil olan çocuğunu rahip olan çocuğuna oranla daha çok sevmesi gibi." (faulkner en sevdiği romanının neden ses ve öfke olduğunu açıklarken böyle diyor).

    bu bir romansa bizde yazılanlar nedir diye düşünüyor insan bir cümleden diğerine geçip sonra aynı cümleleri dönüp yeniden okuduğunda. roman değil karanlık bir şiirdir bu, tıpkı deruni şiirler gibi dönüp kendini yeni baştan okutur.

    zor anlaşılır olma nedeni işte bu özelliğinden kaynaklanıyor biraz da. sadece ardışık zamanlamanın terk edilmesi ya da salt bilinç akışı tekniğinin kullanılması değil. şiirsellik nadiren geri çekiliyor çünkü. bilinç akışı tekniği ile kotarılan pasajlarda özellikle doruğa çıkıyor şiiriyet duygusu.

    klasik faulkner'dır ama ses ve öfke'deki ilginç ve araştırılmaya değer yönlerden biri de afro-amerikalıların romandaki izdüşümleridir. jason'ın ses aldığı üçüncü bölüm faulknervari güney gotiğinin çetelesini sunar: zencileri aşağılar jason. beyaz işçilerden yanadır o. ama örneğin ucuz maliyetli olan delsy'i çalıştırmaya devam eder zira bu yaşlı kadıncağız yemek artıklarıyla beslenir sadece.

    mesela yine quentin'in ses verdiği ikinci bölümde trenin geçmesini bekleyen bir zenciyi görürüz: soğuk havada battaniyesine sarılmış, at arabasının üzerinde sessiz beklemektedir. quentin ona bir çeyrek fırlatır, yaklaşan noel için hediye almasını ister ondan. quentin onda delsy, luster ve diğerlerini görmüştür çünkü. daha önce hiç görmediği yaşlı siyahi adam onda özlem duygularını körüklemiştir. bu, yarı yarıya suçluluk duygularıyla da örülü bir ruh haline karşılık gelir. quentin aslında ailesinin suçlarını ve ihmalkârlıklarını omuzlamıştır. belki de o modern bir günah keçisidir.

    faulkner aynı aileden farklı kişilikleri seçerek siyahilerin nasıl görüldüklerini bize gösterir. tüm detaylarıyla. siyahi bilincin uyanıp bütünlenemeyişi gibi compson ailesi de tam kesinlikte bir araya gelip bütünleşemez. ne ki çözülmenin romanıdır ses ve öfke, diğer birçok faulkner romanı gibi. benzer şekilde muhtelif bakış açılarına yer verilen döşeğimde ölürken romanı da benzer bir yapıdadır: birlik kalkanı, döşeğinde ölümü bekleyen annenin ölümü taşralı ailenin ruhsal ve ekonomik çözülüşünü görünür kılacaktır. yol hikâyesi pastoral western filmleri gibi zorlu hayat şartlarının damgasını vurduğu esrarengiz bir yapıdadır.

    ses ve öfke'de ise zihinsel engelli benjy'nin iğdiş edilişi taşradaki amerikan ailesinin çözülüşünün simgesidir. benjy ile açılan roman üç farklı zaman dilimini katederek kurgusal dehasını gösterir. biçimsel yapı içerikle sıkı sıkıya bağlıdır bu yüzden: compson ailesi de geçmişin yükü üzerinde yaşanılan bugüne doğru yalpalayıp durur. geçmiş aslında musallat kaynağıdır. ensest atıfları tehlikenin sadece bir yüzüdür. faulkner, sonraları romanına ilave bir bölüm yazarak ailenin soyağacını çıkarır. bu bölümdeki en ilginç ayrıntı ensest olgusunun kuruntu olduğuna dair bilgidir. aslında faulkner suçun zihinselliğine vurgu yapmasıyla psikanalitik geleneğe olan bağlılığını vurgular. yani suç pratiğe dökülmeden önce zihinde başlar mottosu. yine bu bölümde afro-amerikalılara sadece bir cümle ayrılmıştır: sanki o günden bugüne amerika'da, siyah ulusa bakışta hiçbir şeyin değişmediğini anlatmak ister gibidir faulkner.

    faulkner köprü motifiyle geçiş ve karşı-geçiş arasında paralellikler kurarak ima eder sürekli, gerçeği hiçbir zaman düpedüz görünür kılma ihtiyacı hissetmez --ki modernist romanın ana özelliklerinden biri de budur: göstermemek, ima etmek; betimlememek, alegorize etmek ya da şifrelemek, anlatmamak, simgelemek. konvansiyonel roman anlayışındaki düzçizgisellik de bertaraf edildiği için geçişler sarsıcı ve kafa karıştırıcıdır. şiiriyet duygusunun çokkatmanlılığa olan katkısına sarsıcı geçişleri de ilave etmek gerekir.

    faulkner; yükselen amerikan kapitalizmini, amerikan dolarının dayanılmaz çekiciliğini hırsızlık, kaçış ve amerikan rüyası dolayımında betimleyerek dostoyevskiyen bir zirve oluşturur modernist romanda. başta da sözünü ettiğim gibi şiirsellik duygusu anlam katmanlarını çoğaltır ki bu yönüyle dostoyevski'den keskin bir hatta ayrılır. dostoyevski de tolstoy gibi tekinsiz anlatımın ustalarıdır ama faulkner öykülerken tekinsizlik duygusuna asla gönül indirmeyecektir. ondaki tekinsizlik duygusu biçimsel kaygılarla ilgilidir sadece. diyalektik ilerlemeci modern vizyonun iflası da faulkner sanatının nihai özüdür. belki şu çok kısaca: anna karenina (tolstoy) ve budala'daki (dostoyevski) ailenin yıkımı sorunsalı faulkner'ı doğrudan etkilemiştir. her iki roman da tekinsizlik psikolojisinin doruklarıdır.

    faulkner, joyce ekolünden gelse de yaratıcılığı ve amerikan modernist anlatı geleneğine katkısı tartışılmazdır. bizde önce yaşar kemal'i, 80'lerden itibaren de orhan pamuk'u etkilemiştir. etkisi özellikle demirciler çarşısı cinayeti (yaşar kemal) ile sessiz ev'de (orhan pamuk) izlenebilir. latin amerikalılar arasında da büyük saygı gören faulkner; cortazar ve marquez'i de etkilemiştir.

    ses ve öfke birkaç defa sinemaya uyarlanmıştır. filmlerin hiçbiri bendenizi kesmedi. roman büyük bir doruktur, filmler ise onun gölgesidir sadece.

    ses ve öfke'yi doğrudan etkileyen roman için ayrıca (bkz: ulysses /@hanging rock)
  • bu kitabı okumaya başlamam aynı zamanda william faulkner ile de ilk tanışmam olduğu için zor bir okuma süreci geçirdim. kitabın ilk bölümü zihinsel engelli benjy'nin anlatımıyla oluşturulduğu ve zaman kavramı alt üst edildiği için bu bölümü bitirdikten sonra kitabı bırakmaya, faulkner'in anlatım tarzına alışmak için daha kurgusal açıdan yine zorlayıcı olmasına rağmen ses ve öfkeden çok daha kolay anlaşılan bir kitabı olan sanctuary yani kutsal sığınak'ı okumaya başladım.
    zaman kavramıyla ilgili spoiler'in ardından kaldığımız yerden devam ediyoruz:

    --- spoiler ---
    italik kısımlar anlatıcının zamanındaki gitgelleri belirtmekte ve hemencecik farkına varmak pek mümkün olmuyor. faulkner bu karmaşıklığın okuyucuyu zorlayacağını bildiği için başta buraları renkli bastırtmak istemiş ama yayınevi kabul etmemiş; iyi ki de etmemiş, o ne öyle renkli renkli kitabın ağırlığını ve ciddiyetini götürecek yazı stili...
    --- spoiler ---

    diğer kitabı okuyup, ses ve öfke'ye dönüş yapınca artık ne ile karşılaşacağımı çok daha iyi anladım ve ona göre ayrı bir dikkatle okudum. zaman kavramı ve kurgudaki ilginçlik biraz daha anlaşılır kalıyor ama yine de sadece birinci bölümü okumak benjy'nin anlattıklarını anlamak için yeterli değil, çünkü kitabı bitirip burayı bir kez daha okumak gerekiyor. evet bunu da yaptım ve anca birinci bölümün kurgusunu tam olarak çözdüm, yani 3. okumada.
    birinci yani benjy'nin bölümünden ziyade okuyucuyu iyice şaşırtan kısım ikincisi yani büyük kardeş quentin'in gözünden olayların anlatıldığı kısım. hemen bir spoiler verelim:

    --- spoiler ---
    quentin zeki bir genç ve bu ikinci bölümde onun harvard'a gidişi sırasında kafasından geçenler birinci şahıs tarafından anlatılıyor. tarih haziran 1910 ve quentin'in intihar edeceği gün. quentin'in kafası allak bullak, gerçekten de delirmek üzere ve bu yüzden ne anlattığını idrak etmek çok zor, ilk okuyuşta rahatlıkla çıkarabileceğimiz en büyük olay kız kardeş caddy'e karşı hissedilen sahiplenme duygusu ve arada geçen ensest ilişki sözleri. quentin'in ima ettiği ensest ilişki kitabın ilerleyen bölümlerinde de jason tarafından ima ediliyor ancak ortada somut bir şey yok. olabilecek en ciddi somut belge caddy'nin kızının adını quentin koyması ki bu bile asla yetrli bir sebep değil. zaten kitap üzerine derinlemesine bir araştırma yaparsanız, quentin'in güneyin mufazakar yetiştirme tarzı ve kız kardeşine olan düşkünlüğü yüzünden mevcut dengesizliği ile beraber bunları kafasında kurup caddy'yi bir anlamda temizlemeye çalıştığını görebilirsiniz.
    --- spoiler ---

    üçüncü ve dördüncü bölümler lineer bir kurguya sahip ve fazla bir yorum gerektirmeyen kısımlar. okuyucu olayları bu bölümde çözüyor ve jason'un kişiliğini öğrenme fırsatını yakalıyor.
    kitabın en sonunda bulunan ek kısım kitaptan yıllar sonra yazılmış bir bölüm ve artık okuyucunun kafasında her şey daha bir yerli yerine oturuyor.

    son bir spoiler daha koyup yazımı noktalıyorum:

    --- spoiler ---
    ilk bölümde benjy'nin çocukluğuna döndüğü sırada caddy ağaca çıkarken erkek kardeşlerin caddy'nin külodunu görmesinin anlatıldığı ufak bir bölüm var. bu bölüm sayesinde kardeşlerin caddy'e karşı hissettiklerini anlamak mümkün. benjy için caddy kendisine bu hayatta değer veren tek insan, zaten bahçenin yanındaki golf sahasında oyuncular ne zaman caddie diye bağırsalar benjy kendisinden geçiyor. jason'un külodu görmesi onda inanılmaz bir tiksinti yaratıyor ki caddy'nin ahlaksızlıklarına jason hayatı boyunca benzer tepkiyi veriyor.
    --- spoiler ---
  • spoiler

    =====================================================================

    quentin'in bulumunden birkac alinti yapalim biraz da.. cunku romana yagmur kokusunu veren bolum burasidir.. quentinin ruhu yaniyordur, intiharinin bir diger sebebi olan o cok sevdigi satilan topraklari gibi sever atesi, caddy ve benjy gibi.. hem kendini hem caddy'yi cehenneme kendisi atar, onu cehennemde bile korumak, saklamak ister.. ''biz o kadar korkunc bir sey yapabilseydik de kimse kalmasaydi cehennemde bizden baska''.. bu yanan ruh, ancak bir suya atlanarak- bogularak serinletilebilir.. bu su onu ayni zamanda 'kirlerinden' de kurtaracaktir.. agaclar gibi kokmalarini saglayacaktir..

    ''bir insan kendi talihsizliklerinin toplamidir, bir gun gelir talihsizlik de yorulur sanirsin sen ama zaten senin talihsizligin zamanin kendisi olur''

    ''saflık, olumsuz bir durumdur ve bu yuzden dogaya aykiridir..'' quentin, isledigi suca bahane bulmak ister ve babasinin bu sozune, ruhunu yatistirmak icin yapisir adeta..

    ''babam, saati bana verdigi zaman, quentin, sana butun umutlarin ve ozlemlerin mezarini veriyorum demisti; o daha cok insan yasantilarinin sacmaligina varman icin acita acita kullanilmaya elverislidir.. bu saati sana zamani hatirlayasin diye degil, ara sira onu bir an unutasin ve solugunun hepsini onu elde etmek icin harcamayasin diye veriyorum''

    ''kizoglankizligi kadinlar degil erkekler yaratmislardir demisti babam.. kizoglankizlik ölüm gibidir demisti, yalnizca baskalarinin icine sokuldugu bir durum ve ben demistim ama inanmanin onemi yok ve o demisti ki iste herhangi bir olayda da insani uzen bu ya: yalniz kizoglankizlik degil ki ve ben demistim ki niye kizoglankizligi bozulan ben olmuyorum da o oluyor ve babam demisti bu yuzden bu kadar uzucu ya bu olay''

    ''babam saatler zamani oldururler demisti.. zaman demisti, kucuk carklarin tik taklarindan olusup kaldikca olmus demektir; ancak saatler durursa zaman canlanir''

    ''bende aynen aglaya gibi mutsuz olucam.şimdi de mutsuz biriyim aslında tüm iliklerime kadar ve hep mutsuz olucamı biliyorum. ve asıl korkunç olanıda aslında mutsuz olmak için önemli bir sebebim yok.ergen kaprisi falan sanma''

    öle.
hesabın var mı? giriş yap