• bir beldede yaşıyorum. kitaplarda sahil kasabası diye geçen cinsten. delisi var,velisi var, yerlisi var, yerleşeni var. en yaşanmışından hikayesi de bol, rivayeti de.

    hikaye 1: beş sene evvel. pazar yeri. gençten bir kadın domates seçiyor, akşama yemek çıkarıcak belli. arkadan bir adam yanaşıyor. bir şeyler söylüyor. kadın cık mık ediyor. silahı çıkarıyor adam. tak. ölüyor oracıkta kız. annesi komşum, hala ağlıyor. "evlenmedi diye bir kız öldürülür mü?" diye soruyor. bir kaç yıla çıkacak içerideki.

    hikaye 2: bir kaç ay evvel. kadın nikah istiyor. evliliklerinin üçüncü yılı. deli gibi çalışmış serada. aile zengin. kadının önceki evliliğinden olan çocuğuna mal düşer diye yapmıyolar nikah. basıp gidiyor kadın sonunda. kız vermiyolar köyden pintiliklerinden ve ilkesizliklerinden mütevellit. gidip beş bin liraya urfadan kız alıyor. kızı almadan önce ilk sorusu "çalışır mı?" oluyor. he yanıtını alınca da... kendi ağzıyla söylüyor: "verdik parasını aldık, ağırlığınca altın değil ya?"

    hikaye 3: geçen yaz 14 yaşındaki çocuğu evlendirdiler ilkokul biter bitmez mal bölüşülmesin diye. bana da davetiye göndermişler. küfür mü ediyosunuz dedim.

    daha gider

    milli eğitim bakanlığı tarafından kadına karşı şiddeti önlemek amacıyla, öğrencilere ve annelerine vermemiz buyrulan eğitimin adı bu: toplumsal cinsiyet eşitliği. istatistiklerden, durumdan, raporlardan, şiddete maruz kalınca neler yapılabileceğinden filan bahsetmek gerekiyomuş. tutuşturdular yazıyı elime, el mahkum vericez. biraz araştırdım ve sıkılmayacakları bir slayt hazırlamaya çalıştım sunum için. kız çocuk ve analarına denilmiş ama "şiddeti uygulayan erkek olduğuna göre bari onlara da verelim" deyip kızlı erkekli aldım çocukları karşıma. cinsiyet rolleridir, eşitsizliğin görüldüğü yerlerdir, çocuk gelinlerdir, satılan kadınlardır... küresel cinsiyet eşitsizliği raporunda 2010 da 135 ülke arasından kimi alanda 132. kimi alanda 106. en iyisi 62. imişiz (sağlıkta). 2002 den beri yıl yıl sırasıyla 66, 83, 164, 317, 663, 1011 (çocuklar oha dedi), 806, 1126 (buna da oha dediler), 217 ve 2011 ilk altı ay itibariyle 130 kadın öldürülmüş ülkemde. ah ah, vah vah diye izleye izleye, her bir maddede köyden örnek dinleye dinleye bitirdik. de.

    dert oldu içime. siz önce bir hakimlerinizi, savcılarınızı, kolluk kuvvetlerinizi... eğitseniz diyorum sayın hükümet. neymiş? dayak yiyen kadın savcılığa, kolluk kuvvetlerine, shçek'e, baroya, belediyeye gitmeliymiş.

    değil mi ki, sizin polisiniz "tehdit ediliyorum" dediği halde kadını salıp üç gün sonra cinayet mahallinde aynı suratı görüyor, değil mi ki sizin hakiminiz n.ç.'ye tecavüz eden adamları 5 yılda salıveriyor, değil mi ki "kadın davacı olmasa da dava açılsın" hükmüne deliler gibi hakim ve savcılar tarafından itirazlar yağıyor...

    yok, ben dayak yiyeni eğiteyim de kurtuluruz bu illettten, değil mi? anlatırken ben utanıyorum ya!

    http://www.imc-tv.com/…-engellemek-isteyenlere-ceza
    http://www.cnnturk.com/…ndirimi/637174.0/index.html
  • toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal, cinsiyet, eşitlik kelimelerinin bir araya getirilmesine gerek olmadığında söz konusu olabilir. bu demek değil ki, bu kelimelerin bir araya gelmesine gerek olmayan bir ortamda sorunlar olmayacak. elbete sorunlar söz konusu olabilir, tartışılabilir, fakat ana gövde başlıbaşına bir sorunken yan dallarda gezinmek ve bu yan dallarda çözüm aramanın neye yaradığı tartışma konusu.

    iyi niyetle bu meseleye bir katkı sağlamaya çalışan birçok insan görüyorum. devletler, kurumlar, şirketler bu konuda farkındalık artırıcı faaliyetlerle uğraşıyorlar. bayan demeyelim kadın diyelim, adamakıllı demeyelim dosdoğru diyelim, bilimadamı demeyelim biliminsanı diyelim, erdem demeyelim özdem diyelim, "ofisimizdeki kadın yönetici sayısı erkek yönetici sayısına eşit olsun" vb. bunların hepsi ana gövdeye yaklaşamayan yan dallar, basit konular. ana gövde hala önemli şekilde sorunlu. "bizim de ermeni komşularımız vardı, aslında çok iyi insanlardı" basitliğinde, ve bu basitliğin farkına varamayacak kadar sığ bir yerde, lütufkar, komik ve üzücü. erkek bilinçdışı seviyede hala üstün rolde, kadınlara eşitlik bahşedecek, sağ olsun.

    günümüz medeniyetinin köklerine doğru yolculuğa çıktığımızda, fırsat eşitliğinin kronolojisi bulunduğumuz durumu açıklamakta yeterli oluyor. ve görülüyor ki, medeniyetin gelişimine sağlanan her katkı, toplumsal cinsiyet eşitliğine gelişim alanı açıyor. bunun tersine avrupa'daki "müslümanların da kendi adetleri, görenekleri var, onları da böyle kabul edelim, etmeyenlere de ırkçı etiketi yapıştıralım" gibi kabaca özetlenebilecek kültürel rölativist bakış açıları ise, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi, bir dünya vatandaşı için varsayılan ayarlarda gelen kavramların tarihsel ilerleyişine zarar veriyor ve olayı ketliyor.

    kuran'ın direkt olarak erkeklere hitap eden, erkeklerin kadınları üzerinde nasıl tasarrufta bulunması gerektiği ile ilgili metinler barındırdığını konuşamazken, "üniversite rektörlerimizin çoğunluğu erkek, bunun üzerinde düşünüp çalışma yapalım" demek yan dallarda daldan dala atlamaktan başka bir şey değil.

    toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden veya buna karşı çıkanların tamamına yakınının konunun özünden başka yerlerde japon kale futbol oynadıklarını düşünüyorum.
  • zamanın modası, yirmi sene sonra bugünleri hatırlayan kalmaz merak etmeyin. sistem aklınızla oyun oynuyor, ilgilendiğiniz konuyu savunmak, taraf olmak için okumayın. önyargısız bir merakla araştırın kararı mantığınıza bırakın bakalım neler olacak.
  • “kadın-erkek eşitliği” şeklinde ifade edilse de aslında bu şekilde ifadesi çok doğru olmayan kavram.
    aslında “hak, hukuk, özgürlük, davranış, tutum, algı, kabul gibi kavramlar açısından cinsiyete bağlı bir farklılık bulunmaması” tanımı daha doğru gibi. biliyorum çok akademik olmadı ama işte idare edin.

    bu kavram çerçevesinde karşılaşılabilecek bazı hatalı önermelere ve algılara değinmek istiyorum.
    örneğin “erkekler sadece erkek olduğu için haksızlığa uğramıyor.”
    evet uğrayanları var.
    taciz olmak zorunda değil bu haksızlık; erkekler de fiziksel olarak tehdit ediliyor, çünkü birine göre daha zayıf. diğer yandan vahşi bir adam cinsel olarak ilgisini çeken erkeğe de taciz de bulunuyor, hapishane ve yetiştirme yurdu gibi yerlerde bu çok duyuluyor, çünkü esas olan karşısındakinin kadın erkek fark etmeksizin zayıf olması.
    evet genel olarak kadınlar fiziksel olarak daha zayıf, bu da hukukun ve değer yargılarının olmadığı toplumda taciz ihtimalini artırıyor.

    diğer bir örnek; “toplumsal cinsiyet eşitliği sadece kadınları savunuyor”
    sadece kısmı doğru değil, bin yıllardır kadınlar toplumda ezildiği için bu görüş daha çok kadınlar tarafından savunuluyor, doğru. çünkü kadınlara yüklenen roller çok ağır. diğer yandan erkeklere yüklenen rol de benzer durumda. kendini feda etme, güçlü durma, baba olma, evi geçindirme vs. bu kavramlar da toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı.

    başka bir örnek daha; “feministler erkeklerin yok edilmesini istiyor”
    komik.
    aşırı uç grupları saymazsak bu doğru değil. feminizm tü kaka değil, amacı da erkekler yok etmek değil. haksızlığa uğrayan kadınların çırpınışı.

    son örnek “toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanabilir”
    benim en ilginç bulduğum konulardan biri bu. mutlak bir toplumsal cinsiyet eşitliği ancak cinsiyetin ve cinselliğin ortadan kalkması ile mümkün görünüyor. tabi bence. gelecekte insanlar üremek ve eğlenmek için cinselliğe ihtiyaç duymayacak hale gelebilir. bu pek çok öngörüde belirtilmiş. böyle bir şey olursa mutlak bir tce sağlanabilir.
    aksi takdirde cinsiyet temelli kabuller ve davranışlar olmak zorunda. en basitinden kadınların cinsellik sırasında normal karşıladıkları sahiplenilme ve erkeklerin baskın olma durumu dahi toplumsal yansıma olarak tce'nin önünde engel gibi görünüyor.
  • instagramdaki en soytarı sayfa. klozet sayfaları dışında yarışabilecek sayfa tanımıyorum.

    şu örneğe ve yorumlara bakalım. hastalıklı insanlar ve burada bile "ben çok iyiyim kızlar bana yürüyün ben sizi üzmem" teması ile kız arayan meriçler ile dolu.
  • iki tarafın da hakkının yendiği yerler var.

    en sinir olduğum ise kız bebeklerin bez değiştirme işi tenha kuytu köşe zifiri karanlıkta yapılırken (doğrudur bebek mahremiyeti önemli ) erkek bebeklerin altı (bilinçsiz anne baba tarafından) en kalabalık yerde açılıyor. oğlunun siki taşşağı var aferin soktun gözümüze gerizekalı.
  • hakkında bugün üzücü bir haber aldığım ifade.

    şöyle ki efendim yök'ün toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik yayımladığı toplumsal cinsiyet tutum belgeleri vardı, bir dönem bunlar üniversitelere gönderildi, üniversitelerden toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlendirici dersler açılması talep edildi. üniversiteler göstermelik de olsa konuya duyarlıyız imajıyla bence hiç uygulamadıkları stratejik planları falan yazdılar.

    derken işte 2 gün önce yeni akit'te şu haber yayınlanıyor:

    https://www.yeniakit.com.tr/…listan-yok-607217.html

    sonrasında da bu haber:

    https://www.yeniakit.com.tr/…-degisiyor-608190.html

    yani toplumsal cinsiyet eşitliği ibaresinden vazgeçip ‘adalet temelli kadın çalışmaları’ anlayışıyla aile kavramını öne çıkaran dersler okutulacakmış artık.

    üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları yüksek lisans ve doktora programlarının adını da belki "hanım çalışmaları" olarak değiştirirler, ideal ev hanımlığı falan öğretebilirler. aileyi ön plana çıkarınca benim aklıma bu geliyor çünkü.
  • bu entryi önce 'pozitif ayrımcılık' başlığına yazmaya başladım zira pozitif ayrımcılığa eleştirel bir bakış açısı içeren bir entry olacak. akabinde ise entrynin ana fikrinin toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanan çıktılar içermesi sebebiyle buraya geldim. öyle bir entry yazacağım ki muhafazakarından kadın hakları savunucusuna kadar muhtemelen her kesimden eleştiri yiyeceğim. buna hazırım. sebebini de son paragrafta anlatacağım. entrynin anlamlı olabilmesi için bir sonraki paragrafta anlattığım sıkıcı kısmı okumanız gerekiyor.

    işimi sansürleyerek anlatmam gerekirse, örneğin, uluslararası bir firmada çalışanlara kısa yurt dışı deneyimleri sunduğumuz programlar organize ediyoruz gibi düşünebilirsiniz. asla bu değil de, temelde böyle bir şey yani. pek çok departmandan kendi alanında kalifiye ve eşit düzeyde yabancı dil bilen, hepsi birbirinden başarılı kişilerden başvurular topluyoruz her program için ayrı ayrı. bu insanlar zaten belirli yerlere gelmiş, başarılı insanlar, altını çiziyorum. akabinde bu başvuruları teker teker değerlendiriyor ve kontenjanımız sınırlı olduğu için de x kişi seçiyoruz. her çalışan istediği programa başvurmakta özgür. seçim yaparken de başvuranların motivasyon mektuplarına, çalışma skorlarına, ilgi alanlarına, geçmiş tecrübelerine, mevcuttaki projelerine, inciğine cinciğine bakıyoruz. uzun toplantılar ve gerçekten fazla hararetli tartışmalar sonucu herkesin 'tamam' dediği bir listeye onay çıkıyor ve sonuçlar duyuruluyor. öyle ki, son toplantıda bir şeye 'tamam' demediğim için toplantı 45 dakika uzadı, sonuçlandıramadık, ek toplantı yapmamız gerekti. bu entryde de aslında bu olayı anlatacağım.

    başvuruları aldık. pek çok kriteri ölçüp biçim başvuru değerlendiricileri olarak başvuranları puanladık. puan sıralaması şöyle ilerliyor, ahmet: 9.5, mehmet:9, ayşe:9, fatma:7. kontenjan:3. mehmet, başvurduğu programdaki mesleki eğitime çok ihtiyaç duyan ve oldukça aktif bir çalışan. ayşe ise hali hazırda o eğitimi almış ve ancak içinde bulunduğu projelerde inisiyatif almaktan çekinen-ya da almayan- bir çalışan. fatma ise bir kişiden çok düşük puan almış ve o kişinin içine hiç sinmemiş bir çalışan.

    kontenjan 3 ve gidecek 3 isim belli- ahmet, mehmet ve ayşe, değil mi? hayır. neden? çünkü 'pozitif ayrımcılık' yapmak adına 2 kadın 1 erkek yollanması sözlü kuralı var. bu kural başka bir programda da vardı, orada 2 kadın 2 erkek yolluyorduk ve herkesin puanları birbirine o kadar yakındi ki hep virgülden sonraki sayılarla öğrenciler sıralanmıştı. bu nedenle 2 kadın 2 erkek gönderilmesi bir problem teşkil etmiyordu.

    fakat bu olayda sırf bu kural nedeniyle mehmet'in gönderilemeyecek olması bana çok dokundu. başvuran adaylar arasında pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyulacak bir durum olduğunu asla düşünmüyorum bu arada, düşünsem bu entry şu an yazılıyor olmazdı. ve tekrar ediyorum, başvurabilecekleri çok sayıda fırsat var, bu tek şansları değil. mehmet'in bu eğitime ve edineceği bu tecrübeye olan ihtiyacı kariyer hedefleriyle o kadar birebir uyuyor ki, mehmet'in bu kural yüzünden elenmesine gönlüm razı gelmedi. 'bu çalışan bizden geri bildirim isteyecek, ne diyeyim? siz söyleyin zira benim verecek bir geri bildirimim yok' dedim. ben böyle söyleyince ortalık biraz kızıştı. bana iki adet geri bildirim verildi, ikisi de 'n/a' idi açıkçası. birisi 'mehmet zaten bu eğitime giden diğer katılımcılardan yana çok tatmin olmaz, zaten uluslararası networkü de var, onu çok memnun etmez' idi. yani ben bunu nasıl yazabilirim allahaşkına? diğeri ise '3 kotamız vardı, bu kadar basit' idi. what kind of feedback is that diye çığlık atmak istedim o an. neyse. toplantıyı 45 dakika uzattıktan sonra ikna olmadım ve akşam üçüncü toplantıyı yapmak üzere vedalaştık.

    en nihayetinde ertesi gün allem ettik kullem ettik bütçeyi zorladık ve kotayı 4'e çıkardık. mehmet o eğitime gitti. gitmedi de gidecek yani. peki ya bütçe olmasaydı?

    bu olayın üzerine o gün ofiste maillerin sonuna yazılan 'pronounce'ların gerekliliğinden muhabbet ederken ben de hipotetik olarak pozitif ayrımcılık konusunda ne düşündüklerini sordum. yüce rabbişkoma bin şükür böyle düşünen bir tek ben değilmişim. yüzünü batıya dönmüş, kendini 21. yüzyıla ayak uyduran, dinamik filan gibi sıfatlarla tanımlayan uluslararası bir şirketin, dünya üzerinde artık tartışılmaktan öte uygulanan şeylerden bu kadar kopuk olması bana çok komik geliyor. anlatalım.

    bugün artık insanlar kendi 'pronounce'larını seçebiliyor, 'cinsiyet' dediğiniz şeyin 'akışkan' olduğu kabul ediliyor, cinsiyet bazlı kelimelere alternatifler üretiliyor ve uygulanıyor, insanlar cinsiyet değiştiriyor, insanlar cinsiyetsiz olduklarını beyan ediyor, 'gender' ve 'sex'in ötesinde karadelik gibi bir queer felsefesi yatıyor. 'queer' denince insanların aklına drug queenlerin geliyor olmasını anlıyorum lakin bahsettiğim bambaşka bir şey. 'kişinin beyanı esas' olan 'gender' kavramında artık anketlerde 'kidin misiniz irkik misiniz' diye sormadığın/soramadığın bir dönem yaşanıyor ve hatta z kuşağı daha da gümbür gümbür bu 'akışkanlığı' benimseyerek geliyor. her alanda.

    hal böyleyken, insanların kendilerini 'kadın' ya da 'erkek' olarak tanımlamaları kadar kısıtlayıcı bir şeye ek olarak bir de kontenjana cinsiyet kısıtlaması getirmek o kadar çağ dışı geliyor ki bana. içinde yaşadığımız ülkenin gerçekleri ne yazık ki henüz cinsiyet eşitliği kavramına fersah fersah uzak, henüz 'kadın'ların 'erkek'ler tarafından rahat bırakılıp da özgürce yaşayamadıkları bir yer, evet kabul. fakat 'kadın'lara odaklanırken kaçırdığımız bir tren var ve dünya bizi beklemiyor.

    geçen gün bir arkadaşım 'türkiye'de eşcinsellere yönelik kötü bir muamele filan yok. anadolu'ya git, iki erkek çok rahat ev kiralar ama evli olmayan bir kadın ve bir erkek hayatta kiralayamaz' gibi kulaklarımı kanatan bir cümle sarf etmişti. insanların 'toplumsal cinsiyet' olayına bakış açıları, 'akışkan cinsiyet' kavramını algılama kapasiteleri, 'iğrenmeleri'-ne hadlerineyse, şu bu derken işin içinden çıkamadığımız bir yumağa dönüyor her şey.

    örneğin o başvuranlar arasında anatomik olarak pipili olan ama 'erkek' olarak anılmak istemeyen biri olduğunu bizzat biliyorum. e onu hangi kategoriden sokacağız kontenjana mesela? bir de işin bu boyutu var. özür dilerim ama var. dünyada var yani. türkiye'ye herhalde 60 sene sonra gelir.

    neyse, bu entryi yazma sebebim şu. kendi halimde, kendimce kabul ettiğim doğrular var. bu doğrular çerçevesinde aklım erdiğinden beri savaşıyorum. bazen şiddetli, bazen sakin, bazen doğru, bazen yanlış. bugüne kadar kendi halimde elime megafon alıp bir şeyler bağıran deli manyak biri olduğumu sanırdım. öyle değilmişim. bu, geçmişe dönük de öyle değilmiş. bu, aklımın ermeye başladığı lise döneminde dahi öyle değilmiş, bullylerimden biri on sene sonra itiraf etti. bir şekilde, bir zaman diliminde beni ve benim gibi düşünen yakın arkadaşımı anlamış ve bize ayıca davrandığını fark etmiş ve hatta etmiş'ler' söylediğine göre. bu beni çok mutlu etti. zira ben de bu süreçlerden geçtim, hiç birimiz aziz değiliz. işin güzel yanı, şu anki iş yerimde benim bu prensiplerde olduğumu bilen genç arkadaşların bana olan güveni, bunu ifade edişleri, bugüne kadar yapma fırsatı bulamadıkları şeyleri bu yaratmaya çalıştığım ortamda kendilerine güven alanı oluşturarak denemeleri ve hatta daha 'ait' hissetmeleri, bunları ifade etmeleri.... kusura bakmayın ama ben biraz kendimle gurur duyuyorum. bugüne kadar özgüvenimi alıp paramparça eden saçma sapan insanların da ne kadar bok çukuru olduklarını son zamanlarda gördüm. kendimi ne kadar yıpratmışım ortaçağ bakış açısı içinde beyin hücreleri ölen insanların arasında meğer. bir gün 'toplumsal cinsiyet eşitliği'nin yalnızca kadın ve erkekleri kapsamadığı ve 'pozitif ayrımcılığa' gerek olmadığı zamanlarda yaşamak dileğiyle...
  • bu entry birleşmiş milletler ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri başta olmak üzere 'binary' bakış açısından çıkamamış her birim ve kuruma yıllardır içimde söyleyemeyip biriktirdiğim şeylerin olabildiğince tane tane ama uzun uzun anlatılmış versiyonlarının derlenmesi ile oluşturulmuştur.

    yanlış bir formül ile doğru bir yanıt bulmaya çalıştığının bal gibi de farkında olan ama sırf 'toplumlar buna hazır olmadığı için' bu verimsiz ve şuursuz politikalara ve söylemlere devam eden insanlar beni çok, çok yoruyor. un de bunlardan bir tanesi ne yazık ki.

    öncelikle hatırlayalım, bu dünyada kadın hadımları var. kanalizasyon sistemi olmayıp da tuvalete gitmek için bilmem kaç kilometre yürürken tecavüze uğrayan kadınlar var (world toilet organization'ın websitesinden detaylı bilgi edinebilirsiniz). yasal hakları olmayan toplumlarca kadın var. dünyada inanır mısınız türkiye'den çok daha kötü durumda olan kadınlar var.

    var. bu kadar basit, kimse bunu tartışmıyor.

    öte yandan çok bilmiş batı toplumlarında ne var? maaş eşitsizliği var, daha hala 'cam tavan' sorunları var. kadınlara toplum tarafından yüklenen misyonlar var. kadının bebek doğurup doğuramayacağına bile karışan yasalar var ya dünyada, inanılır gibi değil. sözde medeni toplumlardan bahsediyorum bu arada, ortadoğu ve arap ülkelerinde bunlar zaten var.

    var. bakın görüyorsunuz, hiç bir toplum dinamiği bazında kadınlar ile erkeklerin birbiri ile eşit olduğunu iddia etmiyorum. bu sorunlar var. algılayabildiyseniz devam edin bu entryi okumaya.

    şimdi bu sorunları düşündüğünüz zaman bir kadının 'kadın' olduğu için can güvenliğinin olmaması ile bir kadının 'kadın' olduğu için erkeklerle eşit maaş almaması arasında önem derecesine göre bir 'problem önceliklendirme' yapılabilir mi?

    yapılabilir. yapılmıştır da. sürdürülebilir kalkınma hedefleri 5. maddeye bakarsanız eğer, bu madde içindeki alt hedeflerde bir öncelik sırası göreceksiniz. bu da mantıklı tabi. neden mantıklı? örneğin siz türkiye olarak 'ay bizde kadın hadımı yok biz sdg 5'te süperiz' diyemezsiniz, zira siz kendi ülkenizde olan sorunları çözmeye yönelik ileriye bakmak durumundasınız. bu nedenle aptala anlatır gibi alt hedefler olması çok güzel.

    güzel olmayan ne biliyor musunuz? 'binary' sistem.

    açın bakın bütün sdg5 alt hedeflerini, tamamen kadınlar ve kız çocuklar. 'e bunda yanlış olan ne malmazel?' diyeceksiniz. anlatayım.

    sdg5 bir 'blueprint' olarak görülüyor. yani ortak bir dil. dünyadaki bütün problemler düşünülüp gruplandırılmış ve bu 17 ana hedef belirlenmiş. bugün horizon fonlarından tutun erasmus+ proje fonlarına, un fonlarından stk fonlarına kadar herkes, yapılacak herhangi bir girişim/projenin sdg hedeflerine ne kadar hizmet ettiğini bir kriter olarak koyuyor. artık şirket raporlamalarında sürdürülebilirlikten bahsetmemek çok zor. kadın/erkek oranları bir 'iyi çalışma ortamı' kriteri haline geliyor, üniversite sıralamalarında kadın/erkek öğrenci, çalışan ve yönetici oranları kriterleşiyor. bunlar kulağa güzel gibi geliyor. güzel de zaten. lakin bir diğer yandan, tekrar söylüyorum, `yanlış formülle doğru sonucu bulmaya çalışıyoruz ve bu nedenle hiç bir zaman doğru sonuca ulaşamayacağız`.

    sen kalkıp toplumsal cinsiyet eşitsizliği problemlerinde yalnızca kadınlar ve kız çocuklarından bahsediyorsun. öncelikle bir buluşmada bu konu özelinde trans bir yöneticinin sorduğu bir soruyu şuraya ekleyeyim. hangi kadınlar?

    sen kadın/erkek datası toplamak adına 'gender equality office'ler kuruyorsun ama şirketinde, okulunda basbaya 'non-binary' olduğunu belirten çalışanlar, öğrenciler var. bu kişileri hangi dataya dahil ediyorsun? etmiyorsun, umrunda değil çünkü.

    un olarak sdg-5'e lgbti, queer gibi kavramları yazmıyor fakat sonra gidip 17 mayısta 'nefrete hayır' paylaşımı yapıyorsun sosyal medyalarından, bu hipokrasinin kaçıncı leveli reyiz?

    sinirimin en tavan yaptığı noktayı da anlatmak istiyorum.

    şu an türkiye'de dediğim araştırma/proje fonlarının zahmet edip kriter olarak koyması nedeniyle cinsiyet eşitliği ofisleri kurulmaya başlandı çok şükür. başlarına getirilen insanlar da en az doktora seviyesinde, böyle wow cv'li filan kişiler. hala kurulmayanlar ama çalışması yürütülen okullar var. işte o okulların birinde, isim vermeyeyim ama türkiye'nin ilk 5'inde bir üniversitede, cinsiyet eşitliği ofisi kişisi ile tanışma toplantısı yaptık. yanılmıyorsam haziran ayının ilk yarısında olmuştu bu.

    ben kendi adıma sdg5'e dokunan ne gibi şeyler yaptığımı kendisine anlattım. öğrencilerle birebir çalıştığım bir işe sahiptim o zamanlar ve bangır bangır bir öğrenci kitlesiyle haşır neşirdim, mükemmel günlerdi kendi adıma. birebir diyalogta olduğum 80 öğrencide bile iki kişi ki bunlar bana açılan iki kişi yalnızca, kendilerini 'non-binary' olarak tanımlıyorlar. cinsiyetsiz tuvalet, cinsiyetsiz yurt mevzusu zaten taa 2014-2015'lerde bile gündemdeydi, hala bir 'sorun'. okulda cinsiyetsiz tuvalet yok, gender equality leadimiz kadın/erkek datası topluyor. dedim ki cendır ikuality birey, siz böyle kadın erkek datası topluyorsunuz da kimlik bazında çok kısıtlayıcı bir şey bu, acaba artık kurumumuzda bu kadar uzun yıldır ihtiyaç olan non-binary sisteme adım mı atsak sizin de gelişinizle dedim. aldığım yanıt ne oldu biliyor musunuz?

    `biz önce kadın erkek eşitliği sorununu halledelim, o sorunlar daha çok avrupa ülkelerinin gündeminde olan şeyler.`

    şimdi bu cümle neden yanlış size açıklayayım.

    1) sen 'dünya standartlarında' bir kurum olduğunu iddia ediyorsan, yüzünü daha iyiye dönerek kendini geliştirmek zorundasın.
    2) okulunda yıllardır, basbaya jenerasyonlardır non-binary olduğu için hizmet yetersizliğinden muzdarip insanlar varken ve sana bu bilgi verilmişken bunu basbaya umursamıyorsun.
    3) afedersin de kadın/erkek sorunlarını ne zaman çözüp de zahmet edip queer sorunlara geçmeyi düşünüyorsun? bu gezegende binlerce yıldır çözülemeyen binary problemleri zaten binary sistemde kaç yüzyılda çözme hedefin var?
    4) açık açık 'proje fonları' nedeniyle var olduğunu kabul ediyorsun ve ben bu durumda ben dahil pek çok çalışan ve öğrenciyi dışlayan bu sistemde seninle mecburi data alış verişi dışında hiç bir gönüllü faaliyet yapmam mesela, sen her şeyden önce beni kaybetmiş oluyorsun bu tavrınla.

    yani şöyle bir şey olabilir mi mesela, ben diyorum ki 'ilkokullarda önce ırk ayrımcılığı sorununu çözelim, ondan sonra din ayrımcılığını çözeriz.' ya da diyorum ki 'kilolu kişilere yapılan akran baskısını çözmeden kısa boylu kişilere yapılan akran baskısını çözemeyiz'. ya ne alaka? senin misyonunun zaten direkt olarak 'ayrımcılık ve akran baskısı'nı çözmek olmalı.

    'love is love' değil mevzu. mevzu kimlik mevzusu. binary sistem, yanlış bir formül. bu formülde ısrar edip de mevcutta kabul edilen ve emek harcanan sorunlar dahil olmak üzere göz ardı edilen sorunlar da çözülmeyecek.

    kadın cinayetlerinin sayısının nefret cinayetlerinden fazla olması, nefret cinayetlerini 'daha az önemli' yapmıyor. her ikisinin de sebebi aynıyken bunları birlikte çözmek yerine 'kadın'ları önceliklendirip 'kadın-erkek' geleneksen tanımına uymayan bireyleri ayrıştırarak nah yol alırsınız.

    düşündükçe sinirleniyorum.gender equality lead'i gözümün içine baka baka bana 'önce kadın-erkek sorununu halledelim de, sonra bakarız' dedi ya. ortaokul müdür müsün mübarek?

    neyse gelsin şimdi nefret mesajları, küfür dolu entryler, kuduruk kuduruk laf sokan liseliler. umursayamıyorum artık. ülkenin bir gram güzelleşeceğine dair umudumu çok spesifik bir olayda 2015'te yitirdim, o gün bugündür tek derdim benim gibi olanlara alan açabilmek. yazma, anlatma, çabalama motivasyonum budur. çokça gence kol kanat gerdim, aldığım geri bildirimleri bir ben bilirim. bazı insanlar bazı şeylere değiyor.

    bazı insanlar da ne yazık ki işte 80 kişi filan.
  • zirve üniversitesi'nin hukuk fakültesi müfredatına ders olarak eklenmiştir. tebrik ediyoruz kendilerini.

    http://www.gencbaro.org/…i-ders-olarak-girdi-2.html
hesabın var mı? giriş yap