• başkalarına iyi görüntü vermek gerekir. türkiyenin yurtdışındaki imajını bozanlar vardır ve düzeltenler vardır. iksine de yazılcak çok şey var bakınıza yetmeyecek kadar. asıl sorun türkiyenin sürekli bir imaj problemi olmasıdır. kendini baklavayla mı yoksa akdeniz sahilleriyle tanıtacağına karar veremiyordur. yıldırım mayruk hüseyin çağlayan ülkenin gururudur emine erdoğansa yüz karası. sürekli değişim içinde olan türkiyenin imajı iyice şaşırmış tarkanla yarışacak hale gelmiştir neredeyse. tabi ki her ülkenin imajı olur ama türkiye bu konuda başarısız ve bi o kadar da hassas.
  • "aman bozulmasın" diye onca ihtimam göstermemize rağmen dünya çapında 26 000 kişiyle yapılan ankette israil'den sonra sondan ikinci olmuş, berbat bir imajdır. bir kısım medyanın "bir israil kadar olamadık" diye ağlaştığı da hesaba katılırsa hayli ironik bir durum var ortada. sıralama şurdan görülebilir, üstümüzdeki endonezya, malezya, hindistan ve güney afrika'ya bakılıp iç çekilebilir: http://www.radikal.com.tr/…ler/2006/11/26/imaja.gif
  • cumhuriyet'in yeni edildigi günlerden bugüne gittikce düsen imaj.

    o zamandan bu yana ülkede demokrasi daha fazla islemeye basladi, secimler yapiliyor, egitim kurumları acildi, üniversiteokuyan genc nüfus artti, okuma yazma orani yükseldi, kültürel alanlarda basarilarimiz devam ediyor

    da neden bu imajböyle yerlerde, her seyde sürekli korumaya, kurtarmaya calisiyoruz. neden her olaydan sonra tam da düzeltiyorduk da olmadi diyoruz.

    neden fakir ama onurlu devlet olamadik da zengin olacagiz diye evden kacip, pavyonlarda satilan genc kizlar gibi olduk,

    köyümüzde modern tarim yapsak daha iyi degil miydi?
  • mystery case files oyunlarinda rafta duran ay yildizli fes. fes giyen kimdir? hala niye fes turk semboludur?cozemiyoruuum.
  • batıda, ozellikle de uzak batida* suudi arabistan ya da iran ile e$deger olarak nitelendirilen onyargilar butunu. onceleri turkiye'nin haritadaki konumunu dahi bilemeyen uzak batili halk, irak savasi sayesinde stratejik konumumuzun onemini yavas yavas kavramaya basladi. ama ne yazik ki gunde yuzlerce masum insanin olduruldugu bir cografyanin kuzey sinirindaki ulke olarak. bir amerikan ile nette konu$urken bunu cok daha iyi anlayabilmek mumkun. karsilikli temel bilgiler ogrenildikten sonra, karsinizdaki amerikan vatandasi "sizin dansozlu hamamlarinizin cok iyi oldugunu duymustum" gibi sozler ediyor. kadinlarimizin zorunlu olarak carsaf ya da burka gibi kiyafetlerle dolastigi, erkeklerin de fas'ta oldugu gibi fes giydiginden dem vuruyor.
    onceleri uzulup, kendi kendime "neden boyle" diye sorardim. taa ki dunya genelinde, mtv,cnn ve bbc gibi global ratinge sahip tvlerde yayinlanan azra akin'li video klibi izleyene kadar. evet, dunyanin en buyuk acik hava muzesinde yasadigimizi anlatan, gururlandiran bir tanitim filmi belki. ancak orada bile atlar ve ortadogu esintili kiyafetlerle arz i endam eden tipler var. iste bunlari izleyen yabanci insana "onlar bizim tarihimizi anlatan kareler, aslinda biz simdi metroya biniyoruz, bogaz koprusunun ustunde at kosturmuyoruz" diye anlatma zaruriyeti mevcut ne yazik ki. daha yapici tanitim organizasyonlari, en azindan cagdas cizgimizin cok daha iyi anlatildigi bir tanitim filmimiz olana kadar, onyargilardan asla kurtulamayacak bir imaj olacaktir guzel yurdumunki...
  • bir - iki ay önce izlediğim scrubs'ın bir bölümünde * african american* doktor turk'e de gönderme yapılarak hastanede sözde bir türk doktor vardı. nasılsa bu sefer fes yoktu kafasında ama yine sarık gibi bir şey vardı ve türkiye'de yaşayan hiç kimseye benzemiyordu. kısacası sokakta görsek hintli falan diyebileceğimiz bir tipti. eee hindistan'ın imajı ne olacak peki? batılısı - amerikalısı kendisinden doğuda olan herkese aynı muameleyi yapıyor. kendi cehaletlerini de biz üzerimize alıyoruz. bazı durumlarda haksız da sayılmazlar tabii kabul etmek lazım. ama yabancı menşeili bir belgesel programı izleyin türkiye hakkında... bırakın türkiye'yi istanbul diyelim. hani şu metropol, kültür kenti istanbul. izlediklerimde bir tane türbansız kadın, sakalsız adam göremedim yau... ama yoo benim yaşadığım istanbul böyle değil... adamlar kendi görmek istedikleri gibi daha doğrusu göstermek istedikleri gibi algılıyorlar biz ne yaparsak yapalım.
    son bir örnek; yıllar önce çeşitli ülkelerden gelmiş üniversite öğrencilerine istanbul'u gezdirme amaçlı kamp liderliği yaparken türkiyeli olduğumu, istanbul'da yaşadığımı tek tek anlatmıştım. tek soruları buydu çünkü: hangi ülkeden geliyorsun? türkçeyi nereden öğrendin? sanki ülkenin imajını kurtarmak bir tek benim omuzlarımdaymış gibi but how diyerek açık kafamı, onlar gibi şort giyebilmelerimi göstermelerine inat tek tek anlatıyordum. "burası özgür bir ülke" diye... "bizim sizden farkımız yok!" geçen gün, yıllar sonra birisinden mail aldım diyor ki: "are you still working in turkey?" hay dedim, yok bir şey demeyeceğim dedim...
    tabii bütün suçu başkasının üzerine atmak kolay. bir de şöyle bakalım duruma; biz istediğimiz kadar eurovision'da birinci olalım, her sene göt göbek açarak katılalım o yarışmalara, olimpiyatları alabilmek için canımızı dişimize takalım ve hatta gün gelsin dünya kupasını alalım*, istanbul kültür kenti seçilsin, "vuayy neymiş be türkiye, hiç düşündüğümüz gibi değilmiş," desin eller, yine şerefsizin biri çıkar yine bir gazeteciyi öldürür biz yine başa döneriz.
  • bakın sevgili türk büyüğü kartal maltepe bu konuda ne diyor:
    -her şeyden kıymetlidir be!

    siz daha konuşun... alkış yok mu alkış?
  • "avrupalı kimi sağcı ve oryantalizm referanslı 'kanaat önderleri'nin veya siyasi otoritelerinin şu veya bu şekilde içinde bulundukları ya da 'kamuoyu'na etki ederek oluşturdukları oryantal imge üzerinden türkiye'yi tanımlama sorununu bir kenara bırakalım. bırakalım da, türkiye'deki kimi 'kanaat önderleri'ne ve poltikacılarına gelelim. yaşanılan her trajik vakadan sonra, yeşermiş mevcut sosyal olguları bir kenara atmaya istekli ve sadece türkiye'nin dünya çapındaki 'imaj'ını hesaba katan ve buradan politika üreten bir anlayış var toplumumuzda. 12 eylül darbesinden sonra, artık kronikleşimiş bir şekilde hayatımızda yer alan işkence, ciddi bir şekilde mücadele edilecek bir alan olarak değil 'rezil' olmamamız için 'bitirilmesi' istenen bir olgu olarak ortaya çıktı. nasıl bitirildi? onlarca yıl, tüm bu işkence olgusunun üstü örtüldü.. kimi insan hakları kuruluşlarının hazırladıkları raporların değerleri, kuruluşlara ve hazırlayanlara karşı yapılan 'hainlik', 'önyargılı davranmak' suçlamaları ile düşürülmek istendi. ve bu, sadece devlet katından değil devletlü, statükocu kesimlerden geldi. orhan pamuk'un kürt sorunu ve ermeni katliamı hakkında söyledikleri bile, 'neden yabancı gazete' diyerek eleştirecek bir şey bulamayan figürler tarafından itibarı yok edilmek istendi, yurt içinde haksızlık üstüne haksızlık uğrayıp avrupa insan hakları mahkemesi'ne başvuranlar da yüzeysel bakarsak oksidentalist ama tam da oryantalist söylemleri içerisine sindiren aktörler tarafından 'türkiye'yi avrupa'ya şikâyet etme' ve dolayısıyla 'türkiye'nin imajını zedeleme' suçlamaları altında inim inim inletildi.

    dünya çapında infial yaratan 'yurt içi' vehametler 'imaj' ekseni üzerinde tartışıldı; iktidar sahipleri, bu vehametin asıl sorunlarını derinlemesine çözmeye girişmedi. ama tam da bu işkence, faili meşhur cinayetler, mafyalaşmanın 'neden'leri 'imaj'ı zedeliyordu. bu nedenlere hiçbi..."

    bla bla bla

    efendim, işbu "türkiye imajı" söylemi görüldüğü üzerine malatya katliamı ile daha da belirgin hale geldi. ben de uzun uzun bir yazı yazayım, meramımı anlatayım dedim ama neye yarayacak? şu ana dek, akademik ortamlarda ve aktivist arenada bilimsel olarak çokça tartışıldı ama ele gelen somut örnek yok. birkaç avrupalı "zalim doğu" imgesi yaratamasın diye saçmaladıkça saçmalıyorlar. onca yıl kana işlenen hoşgörüsüzlük şu veya bu şekilde "meyve"lerini veriyor, bu meyveyi afiyetle yemek isteyenler güldükçe gülüyor, fikir ustaları ise tam da "usta" olduklarından dolayı her zamanki "komplo" arayışı içerisindeler ve nefret ettikleri "batı" üzerinden garip açlılmlar peşindeler. yukarıda yazılmak istenen ve alt metninde sağduyu barındırmaya çalışan metin hiçbir şekilde yaraya derman olamıyor, çünkü toplumun iyi niyetli olduğu ön kabulüne sahip. bu satırların yazarı asc bile, bir süre önce bu inanca sonsuz biat ediyorken; birtakım aptal ve gerzek rolüne bürünmüş şahıslar tarafından savunma mekanizması duyargalarını çalıştırdı.

    toplum hiç de iyi niyetli değil, reşit ol(a)madığımıza yönelik görüşü şu ana dek hiçbir zaman paylaşmasam da şimdi hak verebiliyorum. akademik ortamlarda, sokaklarda, siyasi partide, seks partisinde vesairede ve gene vesairede belki statükoyu koruma saikiyle ama genel olarak ekonomik altyapıyla birlikte genel bir entelektüel ortamın yeşereceği koşullar çoktan budandı. toplum aptal ve dangalak ruhlu olduğundan yazılan yüzlerce, binlerce ve milyonlarca metnin ne kıymeti var? "işte tam da bu metinler bizi güzel yarınlara ulaştıracak" denilebilir, ben de ortada bir süreç olduğunu, bu metinlerin yazıldıktan sonraki sabaha "güzel yarına" kavuşacağımıza yönelik sabırsızlık hissetmiyorum ama aptallığın, gerzekliğin ve bu aptallıktan rant sağlamaya çalışan literatilerin olduğu bir ortamda bunların hiçbir yarar sağlamayacağını görüyorum -ekonomik ve bununla bağlantılı kültürel talanları da temel olarak kabul ediyorum tabiî.

    bugün türkiye'de cinsel ayrımcılık var desek kimse karşı çıkmaz herhalde. ama "türkiye" tanımı veya başlığı altında "eşcinsellerin, travestilerin, transeksüellerin ayrımcılık altında olduğu ülke" dersek ve bunu bir "imaj" olarak betimlesek kim karşı çıkabilir? zeki müren ve bülent ersoy örneklerini gösteren aptallar çıkacaktır kuşkusuz. aynı ermeni katliamında ermeni milletvekillerini veya kadının siyasete katılımı konusunda tansu çiller'i örnek göstermelerine benzer aptallıklardır bunlar. işbu "toplumsal cinsiyet" sorunu tam da batı ülkelerinde "aa ne barbarlık!" statüsüne de tam olarak kavuşamadı yani "normalleşemedi" de hani...

    ama biliniyor: örneğin ankara eryaman'da travestileri ve transseksüelleri heteroseksist bir şiddete maruz tutmak ve yaşadıkları yerlerden sürmek, örneğin youtube'da türk-yunan savaşında eşcinselliğin küfür olarak kullanılmasının hiç ama hiç sorgulanmaması, gazeteci baki koşar'ın öldürülmesi vs vs. amatör davrandık değil mi? bilmiyorum. tüm bunların yanı sıra alev alatlı gibi tuhaf analoji kurarak, taa aydınlanma çağından bu yana olan gelişmelerin resmini çekmeye çalışmasına rağmen bir "ötekileştirme" kurgusu da var!

    türkiye'nin imajı budur. avrupa veya dünya'nın işbu meselelerden dolayı herhangi bir "aa ne barbarlık!" dememesinden, ya da en azından sistemli bir şekilde konuşmamasından (diyenler elbette var) dolayı, yani dünyaya "rezil" olmamamız "imaj"ı temiz çıkarmıyor. toplumun ve dünya kamuoyunun evriminin doğal bir yankısı olarak işbu "heteroseksizm" büyük ihtimalle türkiye'nin başına bela olacak... peki nasıl savuşturacağız ki? alev alatlı gibi bilimsel kanaat önderlerinin ve lümpen aptalların yaratmak isteği bu tahribat tam da gelecekte dünya çapında bir infiale yol açarsa.... türkiye'nin imajını düşüneceğiz elbette, tarih boyunca kadınlara, eşcinsellere, travestilere, transseksüellere ne kadar iyi davrandığımız anlatılacak. hatta bir kısım zeki aptallar da çıkacak, avrupalarda amerikalarda da aynı kötü uygulamanın olduğu bahsedilecek! bu tür vehametlerin de komplo olduğundan dem vurulaacak!

    şahsen ben, herhangi bir iğrenç çıkar güdüsü içerisine girmeyip "türkiye'nin imajını sikeyim, insanıma bir şey olmasın" diyen bir siyasi otoritenin alnından öperim, hatta türkiye'nin imajı olur, gider o herifin altına yatarım.
hesabın var mı? giriş yap