• "oğlum ben senin için çok üzülüyorum."

    iş bakımından sıkıntılı bir dönemden geçtiğimi başkasından öğrenip telefonda ağlayarak söyledi. beni de ağlattı.

    82 yaşında albay emeklisi olan dünyanın en güzel beyefendisini bile ağlattın ya amına koyayım hayat gibi senin.
  • dedem babaannemi kaybettiğinde 78 yaşındaydı. vefatın ardından bir süre sonra evde sohbet ederken babaannemi ne kadar özlediğini söyledi ve ardından şunu ilave etti:

    - 20 sene önce falandı galiba, ..... 'nın karısı ölmüştü. hüngür hüngür ağlıyordu. dedim ki içimden " erkek adam karısı için böylesi ağlar mı" .

    ardından gözlerinden bir kaç damla yaş döküldü.

    - ölürmüş bile, dedi.

    sonra birbirimize sarılıp beraber ağladık.
  • mantık aranamayan ve asla unutulmayandır.

    -daşşağımın daşşağından düştün sen sus.
  • "oğlüm senin önünde uzun bir hayat var. evleneceğin kadının herşeyden önce nazik ve düşünceli olmasına dikkat et. senin kalan yıllarında ailen, dostun, eşin, sırdaşın, dert ortağın herşeyin o olacak. ben yaşlandım artık. bu yılların kaçını görürüm bilinmez. ben dahil kimsenin fikri kalbini yönlendirmesin çünkü sen tercihlerini yaşarken bugün sana fikir vermeye çalışanların hiçbiri burada olmayacak."

    2014 yaz. gözlerden uzak bir bankta dedemin benimle yaptığı kadınlar ve tercihler üzerine ilk ve tek konuşma. beni sikip atan hayatımda aldığım* en baba tavsiye.*

    edit: 3 sene daha birlikteydik dedom. kahramanımla 07.09.2017 tarihinde hem de 83 yaşını kutlamamız gereken doğumgününde vedalaştık. sevdiği kasabada toprağa verdik. ben de her yaz dertleşmeye gidiyorum. sensiz yaşam hiç ilgi çekici değil. hayvan gibi özlüyorum seni paşam.
  • anne ve babamız çalıştığı için yaz aylarının büyük bir kısmını büyükada'da anneannem ve dedemin yanında geçirirdik. onlar adaya nisan ayının sonlarına doğru giderken bizim gitmemiz ise aşağı yukarı haziranı bulurdu. yaz mevsimi; dedemin okuduğu kitaplar, çakıl taşları, yosun kokusu, anneannemin mutfağından çıkan türlü türlü reçeller ve birbirinden lezzetli yemekler demekti. yaz benim gözümde en çok anneannem ve dedemdi.

    yine o sıcak yazlardan birinde; başımızda hasır şapkalar, elimizde buz gibi soğuk içeceklerle birlikte, saten bir eşarp gibi parlayan masmavi gökyüzünün altında adanın yolunu tuttuk. nazlı bir kuğu gibi yavaşça giden vapurdan nihayet ada göründü. vapur iskeleye usul usul yaklaşırken, ablam birdenbire durduğu yerden sevinçle sıçrayarak "yaşasın, yaşasın!" diye bağırmaya başladı. minik boyum henüz yetmediği için iskelede ne olduğunu tam anlayamadım. defalarca sorduğum hâlde hiç kimse bana bir şey söylemedi. vapur iskeleye iyice yanaştı. yolcular her zamanki gibi telaşlı ama ahenk içinde inmeye başladılar. sıra bize geldi. ablam hepimizi aşarak hızlıca koşmaya başladı. başında beyaz şapkası ile biraz ileride bizi bekleyen dedemi fark ettim. gözlüklerinin altından kısık kısık gülümsüyordu. tam yanında da sapsarı küçümen bir köpek duruyor. olamaz! hemen vapura geri dönmek istedim. babam durumu anladı ve beni kucağına alarak sakinleştirmeye çalıştı. korkacak bir şey olmadığını, köpeklerin çok sıcakkanlı ve sevecen olduklarını bu nedenle eğer istersem onunla iyi arkadaş olabileceğimi söyledi. kafamı o tarafa çevirip baktığımda, köpeğin ablamın yüzünü gözünü şapır şupur yaladığını gördüm. hayret vericiydi. ben bu kadar korkarken ablamın kucağında duran köpekle sanki yıllardır birlikte yaşıyormuş gibi davranması beni gerçek anlamda şaşırtmıştı. durmadan dede lütfen adı "balkız, balkız olsun!" diye söyleniyordu heyecanla...

    o dakikalar içinde; köpeğin küçük olması, ablamın sevinci, dedemin gülümseyişi, anneannemin yemekleri hiçbiri umrumda değildi. sadece korkuyordum.
    babam beni kucağından indirdi ve onların yanına gitti. ben de koşarak annemin yanına. annem ellerimi tutmaya çalışıyor ama bir türlü başaramıyordu. bense o an iki kolum ve olanca kuvvetimle annemin bedenine sımsıkı sarıldığımı anımsıyorum.
    sonra dedem yanıma geldi. bana sarıldı öptü kokladı. ve denizden bile mavi olan o tılsımlı gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmadan beni ikna etmeye çalıştı. çocukluğumun en güzel masallarının anlatıcısı olan adam; korkacak hiçbir şey olmadığını, sakin olmam gerektiğini, ona bir şans tanırsam onu çok seveceğimi, onunla iyi anlaşacağımı, hatta onun en iyi arkadaşı dâhi olabileceğimi söyledi. ardından bana dedi ki: "bak prenses sana bir sır vereceğim, eğer onu çok seversen, o da seni çok sever ve seninle konuşmaya başlar. böylelikle çok iyi anlaşırsınız."

    derken epey bi zaman geçti. günler günleri kovaladı, akşamlar sabah, haftalar ay oldu. dedemin söylediği sözler kafamın içinde net bir talimat gibi yerini aldı. köpeğin(balkız) en iyi arkadaşı ben olmalıydım. benimle konuşması için beni sevmeliydi. sabah yataktan kalktığım andan gece başımı yastığa koyana kadar hep onunlaydım. denizde, bahçede, çarşıda tüm gün onunla oynuyordum. işte böyle böyle onun beni sevmesini beklerken, hiç farkına varmadan, yavaş yavaş kendimi ona sıkı bir şekilde bağlamış oldum. artık balkız hiç konuşmasa dâhi benim iyi arkadaşımdı. onu çok seviyordum. lakin bir yandan da çocuk aklımın ana ekranında "beni severse konuşur" alt yazısı hâlen akmaya devam ediyordu.

    bir gün anneannem bahçede otururken yanına gittim ve durumu ona anlatmaya çalıştım. balkız için elimden gelen her şeyi fazlasıyla yaptığımı fakat yine de onun beni sevmediğini söyledim. köpeklerin sevdikleri insanlar ile konuşabildiklerini anlattım. tüm çabalarıma rağmen balkız'ın benimle neden konuşmadığını sordum. anneannem hiçbir şey söylemeden gülümsedi ve bana sarıldı. başımı kaldırdığımda dedem birden yanımızda belirdi. o esnada kendisi de bahçedeymiş ve sessizce benim anlattıklarımı dinliyormuş.
    dedem gülümsüyordu. bana doğru eğildi ve iki eliyle saçlarımı düzelterek alnımdan öptü. ardından balkız'ı yanımıza çağırdı. sonra bana hayatım boyunca unutmayacağım o güzel sözleri söyledi: "bak prenses 'konuşmak, anlaşmak' demek illa ki kelimeler ile olan bir şey değildir. bazen gözler konuşur, bazen davranışlar. bak balkız'a hiç yanından ayrılmıyor, sürekli gözleri senin üzerinde. o da seni, en az senin onu sevdiğin kadar seviyor. bu köpek senin her söylediğini anlıyor, sen de onu anlıyorsun. bu demek oluyor ki siz zaten konuşmaya başlamışsınız..."
  • geçtiğimiz aralıkta yoğun bakımdaydı dedem.
    hergün sadece bir kişi beş dakika görebiliyordu.
    en çok da beni severdi,
    telefon geldi memleketten kalktım gittim.
    o ana kadar durumu mümkün mertebe saklamışlardı benden.
    otogardan hastaneye geçtim ve içeri alınacağım saati beklemeye başladık ailecek.
    sonra tek tek yoğun bakım ünitesine beş dakikalığına girecek isimler okundu sırayla.
    bu heyecanın, üzüntünün ve korkunun tarifi yok..
    içeri girdim, en son daha iki hafta önce sapasağlam gördüğüm dedem bambaşka bir haldeydi şimdi..
    ufalmıştı, küçülmüştü, kuş kadar kalmıştı sanki o kocaman adam.
    yanına yaklaştım, hoşgeldin ali bey dedi usulca, sonra niye geldin oğlum, herkes burada zaten dedi..
    sesi çok az çıkıyordu ama biraz olsun sevinmiştim böyle konuşmasına..
    biraz su içirdim, sohbet etmeye çalıştık.
    ardından birşeyler dedi, anlayamadım, eğildim.
    o sırada beş dakikalık ziyaret saatinin bittiğini belirten sesler geliyordu bakıcılardan.
    biraz daha eğildim dedemi duyabilmek için..
    baktım "altılı yedili cibili cibili şak şak şak" diyor!
    şok oldum, güleyim dedim gülemedim de. "bunlar lezzetli çipet pet dede, devam et sen" dedim.
    dışarı çıktığımda bütün aile beni bekliyordu. haber almak için.
    "dedem çipet pet diyor" dedim, önce kimse inanamadı. sonra hepimiz güldük.
    biraz olsun moral bulduk ailecek o gün.
    ondan çok daha zor günlerimiz de oldu o ağır hastalık döneminde.
    ama dedem çok şükür iyi şimdi, hala aklına geldikçe çipetpet çekip duruyor.

    biz ona geçen yaz arnavut şevket'i izletmiştik ezberlemişti,
    babaannem sürekli kızıyordu bize "oğlum niye öğrettiniz bunu akşama kadar cibili cibili diye kafamı şişiriyor benim" diye..
    geçende bayramda birlikteydik, yine altılı yedili devam ediyordu.

    bu arada, arnavut şevket'e de selam ederim.
  • ''kore çok güzeldi ama savaş vardı işte''

    evet; dedem kore'ye savaşmaya götürülmüş, vücudunda bir şarapnel parçası ile geri dönmüş bir kore gazisi.
  • kardeşim, 18 yaşına girdiği anda ismini beğenmediği için mahkemeye başvurarak ismini değiştirmiştir. dedemin yorumu:

    "aferim oğlum, o ananla baban sana düzgün isim koymayı beceremediler. en sevdiğim ismi de koymuşsun kendine. çok tebrik ediyorum seni."

    vizyon budur.
  • rahmetliyle aynı odada kalırdık biz. televizyon da bizim odadaydı. aha da televizyon bu hala çalışıyor, sonrada kumanda taktırdıydık. o zamanlar kumandasız takılıyoruz.

    gece bir yandan demir bükeyle ileri sürüş teknikleri, bir yandan marie claire reklamları, hepsi bitince de tutti furittivar.
    neyse program başladı, karılar soyunuyor falan benim bir elim televizyonda, bir elim zikimde. sol gözüm televizyonda sağ gözüm dedemde. ananı sikim nasıl bir atmosfer, nasıl bir adrenalin. bir o zamana bakıyorum bir de şimdiki bolluğa, o zamanlara lanet ediyorum.
    dedem de bir horluyor ama ölecek zannediyorum nefesi falan kesiliyor bazen. hatun biraz soyundu, ben heyecandan geberiyorum, çıt çıksa kanalı değiştiriyorum hemen. bir ara iyi ben sese aldırmamaya başladım, daha rahat iziyorudum, amına koyim karyola bir gacırdadı, dedem doğruldu. hemen toparlandım kanalı değiştirdim, dedemden o bomba söz geldi. "aç lan aç, götlerini de görelim"
  • "unutma sen kalecisin. 'biz takımız' diyecekler, birlikte antreman yapacaksınız, yemeklere gideceksiniz ama maçta gol yersen, götlerini dönecekler. 'o yedi golü' diyecekler. kimse 'biz koşmadık' demez.
    insanlari dinleyeceksin, anlayacaksın, gülümseyeceksin, belki de çok seveceksin ama top gelirse, kalenin senin himayende olduğunu unutmayacaksın. yardım istemeyeceksin, emanet etmeyeceksin ve kimseyi ciddiye almayacaksın.
    sana futbolcu ol demiştim. adam gibi dinleseydin şimdi nefes tüketmezdim bunları bil diye."

    (dedenin teknik direktör olması)
hesabın var mı? giriş yap