• oyunu henüz bitirmiş değilim ama bazı konularda fikrimi belirtmek isterim.

    öncelikle oyun "kötü" bir oyun falan değil, bu tarz kolpaları geçelim.

    oyunun hikayesi tam anlamıyla orijinal olmasa da pek çok orjinal yapımdan ödünç alınan öğelerin ve hikaye elementlerinin birleştirilmesiyle ortaya orijinal bir sentez çıkarmışlar.

    diyalogları şaheser denecek düzeyde olmasa da son dönemlerde piyasaya spam'lanan oyunların klişe diyaloglarının ardından temiz bir nefes aldıracak seviyede özenle hazırlanmış. oyundaki çok büyük bir zamanım insanlarla konuşarak geçti ve sıkıldığımı söyleyemem.

    oyunun en ilginç özelliği ki bu özellik oyuna ahlaki derinliğini kazandırıyor, bir insan hakkında ne kadar çok bilgi edinirseniz, sırlarına ve geçmişine ışık tutan ipuçları öğrenirseniz, o kişiyi öldürdüğünüzde topladığınız exp hatırı sayılır düzeyde artıyor. o yüzden oyun sizi bir karakteri öldürmeden önce onun hakkında olabildiğince fazla bilgi toplamaya, ona ilişkin quest'leri bitirmeye teşvik ediyor. tabii bir karakteri tanımak ona ilişkin empati kurma seviyemizi etkilediği için o karakterle kurulan bağ da bu süreç içerisinde güçleniyor ve o kişiyi öldürmeye karar vermek bir o kadar zorlaşıyor. zaten oyun tüm esprisini bu ikilemden kazanıyor; ana karakterimizin hem kana susamış bir vampir hem de idealist bir doktor olması zaten en başta bu ikilemin altını çiziyor.

    oyundaki npc sayısı koca bir şehirdeki farklı bölgelerdeki farklı hayatlara dahil olma hissini yaratmak için yetersiz düzeyde düşük; ama oyun bu açığını az sayıdaki npc'nin her birinin karakterini özgün şekilde doldurarak bir ölçüde kapatıyor. oyundaki her bir npc ortalama bir rpg'deki figüran gibi takılan ve jenerik laflar sarf eden npc'lerden çok daha detaylı yaratılmış. hepsinin farklı bir geçmişi, farklı sırları, farklı görüşleri bulunuyor. bazıları başta itici olabilen bu kişileri daha detaylı tanıyınca, diğer karakterlerden belli bir karakter hakkında bir şeyler öğrendikçe, onu içinde bulunduğu psikolojik duruma sürükleyen sebepleri anlamaya başlıyorsunuz.

    oyunun diğer ilgi çekici özelliği ise npc'lerin sağlık durumunu takip etmek ve bir doktor olarak onlara yardım etmek. kişinin hastalığına özel ilacı gerekli malzemeleri toplayarak üretiyorsunuz. eğer belirli bir bölgedeki hasta sayısı artarsa ya da bir bölgeden fazla sayıda insanı öldürürseniz o bölgenin hem yaşamsal kalitesi hem de ekonomik durumu negatif doğrultuda etkileniyor. bu yüzden oyun sizi kana susamış yanınız ve insanları düşünen idealist yanınız arasında bir denge sağlamaya zorluyor. tabii bu dengenin peşinden koşmayıp fırsat bulunca herkesi öldürmek ya da kimseye dokunmamak da sizin elinizde. ikisinin de kendine has sonuçları var. örneğin vampir yanınıza fazla ağırlık verirseniz şehrin bölgeleri boku yiyor ve bu bölgelerdeki it kopuk insan ve yaratık sayısında artış yaşanıyor. doktor yanınıza ağırlık verip kimseye kıyamam modunda takılırsanız karakterinizin güçlerinin gelişmesi bir hayli zorlaşıyor ve karşılaştığınız düşmanlar karşısında zayıf kalabiliyorsunuz. ne kadar çok npc'yi öldürürseniz o kadar çabuk güçleniyorsunuz kısacası. oyun kararı size bırakıyor.

    oyunun combat sistemi mükemmelden bir hayli uzak olsa da internette bazı kişilerin belirttiği gibi facia da değil. alıştıktan sonra melee, ranged, vampire skills arasındaki dengeyi kurup dodge'lamaya özen göstererek kaliteli combat'lar yapmak mümkün. her düşmanın dayanıklı olduğu saldırı tipleri var, bunlara da dikkat etmek elzem. tabii açtığınız farklı skill'ler ve geliştirdiğiniz perk'lerin de, silahlarınıza yaptığınız modifikasyonların da etkisi büyük oluyor. combat'ı fable ve witcher tarzı oyunları anımsatıyor dodge-skill-melee döngüsünde ilerleyen yapısıyla ve düşmanlarınızın bazı skill'lerinize zayıf bazılarınaysa dayanıklı olmasıyla.

    oyunun en büyük eksisi side quest'lerinin çok bayat olması. main quest oldukça merak uyandırıcı şekilde tasarlanmışken side quest'ler diyalog anlamında kötü olmasa da uygulanış anlamında "şuraya git şunu al"dan ya da yer yer "şuraya git şunu kurtar"dan öteye gitmiyor çoğu zaman ve insanüstü güçlere sahip bir errand boy gibi hissediyorsunuz. bir diğer kötü özelliğiyse karakterin haritadaki hareketlerinin çok kısıtlanmış olması. öncelikle zıplama tırmanma gibi mekanikler oyunda bulunmuyor. belli rotaları takip etmek zorundasınız tüm oyun boyunca. oyunun haritası da open world gibi görünüp open world olmayan cinsten. çok sayıda girilemeyen bölge bulunuyor ve bu bölgeler belli aşamalardan sonra açılıyor. oyun başlarında bir süre main quest'ten uzaklaşıp haritayı keşfetmek isterseniz bu pek ödüllendirici bir keşif olmuyor ki zaten haritada belli temel bölgeler dışında konuşulabilir npc bulmak mümkün değil birkaç istisna dışında.

    protagonistimiz, bana monster animesindeki doktor tenma'yı hatırlattı. idealist, onurlu, alanında tek geçilen bir cerrah, kaderin cilvesi sonucu kendini vahşi cinayetlerin ve zorlu ikilemlerin arasında buluyor. oyun, vampire masquerade bloodlines'ın witcher 3'ün velen bölgesindeki savaş ve hastalığa bağlı sefaleti anımsatan bir dünyada, telltale games benzeri seçim mekanikleriyle hayat bulması gibi. bu saydıklarımın hiçbiri gibi efsane olamayacak belki; ama iyi niyetli, büyük emek sarf edilmiş ve kaliteli bir sentez.

    karşıt politik görüşler, mesleki yaklaşımlar, radikal gruplar, savaş yıllarının sefaleti, salgın korkusu, din-bilim çatışması, kurtuluş vadeden illegal çeteler ve bunların pençesine düşen gençler, sınıfsal ayrılıklar, göçmenlere yönelik yaklaşım ve ırkçılık gibi kör göze parmak olmadan arka planda işlenen temalar da benim gözümde bir oyuna artı sağlayacak cesarete sahip olduklarını hissettiriyor ve bu oyundaki serüvenin klişe işlerden ayrılan farklı bir deneyime dönüşmesine yardım ediyor. bu tarz ince ayrıntılar iyi oyunların iskeleti olmuştur her zaman benim için. morrowind, witcher 3, fallout new vegas, divinity, gothic 2 gibi oyunların ortak noktasıdır bu detaylar. gta serisi dahi mizahının ve aksiyonun arkasında bu tarz ayrıntılarla bezelidir.

    combat, item, karakter kasma odaklı değil de hikaye gelişimi ve seçime dayalı sonuç sistemi ekseninde yaklaşırsanız sevebileceğinizi düşünüyorum. diyalogları ve cut-scene'leri hızlı geçerek oynayan tayfadan olmayın yeter.

    oyunu bitirdikten sonra gelen edit:

    birkaç konuda daha yorum yaptıktan sonra oyunun sonuna değineceğim.

    oyunda en sevdiğim mekaniklerden biri eavesdrop mekaniği oldu. npc'leri doğru zamanda doğru bir noktada bulunarak vampir hislerinizle dinleyebiliyorsunuz ve gizli olarak sergiledikleri bir davranışa ya sürdürdükleri bir konuşmaya şahit olabiliyorsunuz. böylece kendileri hakkında daha fazla sır öğrenmiş oluyorsunuz.

    aloysius dawson karakteri bana fazlaca aleister crowley'yi hatırlattı. kendisinin okült bilgiye yönelik iştahı, büyük serveti ve kadim sırlara nail olmak için devamlı katıldığı okült gruplar ya da tarikatlar etkili bu çağrışımda. main quest'in sonlarına doğru hikayenin tarihsel ve mitolojik figürlere değinmeye başlaması çok keyifliydi.

    --- spoiler ---

    ne yazık ki oyunun sonlanışı hakkında çok olumlu konuşamayacağım. daha doğrusu son sahneden ziyade sona etki eden tercihler neticesinde ortaya çıkan spesifik sonlarla ilgili olumlu konuşamayacağım.

    oyunun 4 farklı sonu var bildiğim kadarıyla. birinde jonathan tamamen kana susamış yanının etkisinde ölümle beslenerek yoluna devam ediyor ve lady elisabeth ashbury kendini alevlere atarak öldürüyor fakat jonathan hiç buna kafayı takmadan hayatına devam ediyor.

    bir diğerinde lady ashbury kendini ateşe teslim edip öldürüyor ve jonathan bunu kabullenemiyor. hüzünle geçen bir ölümsüzlük onu bekliyor. melankolik vampir modunda takılıyor.

    üçüncüsünde lady ashbury jonathan'a güveniyor ve kendini öldürmüyor. lady'nin taşıdığı kana bir çözüm bulana kadar birlikte kendinizi elisabeth'in bodrumuna kapatıyorsunuz.

    sonuncusunda da lady ashbury yine kendini öldürmüyor ve jonathan'a güveniyor. birlikte bir çözüm bulmak uğrunda yollara koyuluyorsunuz, ormanlara atılıyorsunuz el ele.

    şimdi buradaki sıkıntı şu: hangi son ile karşılaşacağınızı etkileyen tek şey oyun esnasında kaç tane npc'yi kanını emerek öldürdüğünüz. evet, görünen o ki; insanları iyilik timsali bir adanmışlıkla "ailenizin doktoru jonathan reid" edasıyla düzenli olarak iyileştirmeniz, öldürdüğünüz npc'lerin karakter özellikleri (oyun zira sizi karakterleri ölmeyi hak ediyor ya da etmiyor şeklinde yargılamaya itiyor), kimi öldürüp kimi öldürmediğiniz, kimi vampir yapıp yapmadığınız, kaç kişiye onlarla ilgili side quest'leri alarak yardım ettiğiniz gibi unsurların bu sonlarda zerre etkisi yok. zaten sonlar da görüldüğü üzre pek kapsamlı ve detaylı hazırlanmış sonlar değil. hesaba kattığı tek şey sadece bir sayı. oyun boyunca çok sayıda farklı elementi hesaba katmanızı sağlayan geliştiricilerin, sonu bunlardan bu kadar kopuk yapması hayal kırıklığı yarattı.

    örneğin ben dinlenmeden önce her gece tüm bölgelerdeki hasta kişileri iyileştirdiğime emin oldum; istisnasız her gece tüm popülasyonu iyileştirdim, olabildiğince az kişiyi öldürmeye çalıştım ama kimseyi öldürmeyecek kadar da bayat bir oyun oynamak istemedim. bu yüzden çevresindeki insanlara doğrudan tehdit oluşturan kişileri öldürdüm. sean hampton'ı bulunduğu topluluğa yararlı biri olduğu için hayatta tuttum, aynı şekilde temelde iyi amaçlara sahip düzgün bir insan olan fakat bilimsel gelişme uğruna tehlikeli riskler alıp ortalığı bok eden dr. swansea'yi de vampir yaparak ölmesini engelledim. öldürdüğüm seri katilin yerine öksüz temiz bir çocuk yerleşti ve hem katilin korku dolu anası hem de yersiz yurtsuz öksüz böylece bir ölçü rahata kavuştu. işi gücü gençlerin hayatlarını çeteleşmeye özgü boktan fikirleriyle karartmak olan çetenin liderini öldürdüm. kızıyla zararlı bir ilişkisi bulunan, mental problemleri olan, annesiyle hastalıklı bir bağlanma kurduğu için ona karşı çıkamayan kızına devamlı zarar veren kadını öldürdüm; kızı ilk kez kendi ayakları üzerinde durmak, kendini yolunu çizmek gibi laflar etti. yardım edebildiğim herkese yardım ettim, görevini tamamlamadığım kimse kalmadı. sonuç olarak lady ashbury "bana ihanet ettin" diyip kendini öldürdü. jonathan da hüzün dolu bir hayatla kaldı. bundaki tek etmen öldürdüğüm kişi sayısıydı. birlikte yollara atılma sonu için mesela kimseyi öldürmemeniz gerekiyormuş combat dışında. bu kadar değişkene sahip bir denklem gibi örülmüş bir oyunun öldürülen kişi sayısı dışındaki tüm değişkenlerinin son için 0 değeri alması pek hoş olmamış. en azından aynı sonların yanına diğer tercihlere yönelik ek sahneler eklenebilirmiş witcher'daki gibi ya da fallout new vegas'taki gibi bazı yan karakterlere özgü, anlatıcının ağızından dinlediğimiz sonlar resmedilebilirmiş.

    sonunun bahsettiğim sebeplerle yarattığı hayal kırıklığı dışında oldukça etkileyici bir oyundu, merak uyandıran karanlık bir serüvendi.
    --- spoiler ---
  • yaklasik on saat oynadigim bir oyun kendisi ve minik bir inceleme birakmak istedim. oncelikle sunu belirtelim, bu oyun 'aaa' butceli bir oyun degil. maksimum 'aa' butceli diyebiliriz kendisine. fiyati da buna paralel olarak dusuk. yani teknik anlamdaki beklentilerinizi buna gore ayarlamanizi tavsiye ediyorum. oncelikle grafiklerden bahsedip daha onemli kisimlara gelelim. butcesine gore oyunun grafikleri gayet yeterli. dokular falan biraz zayif ama atmosferi hic fena degil. ayni zamanda harika bir optimizasyon var oyunda. o kadar guzel optimize etmisler ki gorece eski bir bilgisayarim olmasina ragmen en yuksek ayarlarda 55-60 fps cok rahat alabiliyor. animasyonlar da fena sayilmaz. yurume animasyonlarinda belli basli sikintilar oluyor ara ara ama goze batan seyler yok. tek gozume batan sey acikcasi karakterler konusurken dudak senkronizasyonu oldu. bunlar da butcesi dusuk bir oyun icin goz ardi edilebilecek seyler bence.

    oyundaki hicbir karakter bos degil. hicbiri hem de. herkesle iletisime gecebiliyor, hepsinin hikayesini ogrenebiliyor ve isterseniz kanini emmek suretiyle oldurebiliyorsunuz. oldurdugunuz herkes o kisinin bulundugu bolgeyi etkiliyor ve sekillendiriyor. isin guzel yani ise su, bir insanin kanini emmek oyunda deneyim puani kazanmanin en kolay yolu. bu yuzden sizi surekli bir ikilem halinde birakiyor oyun. bu, son zamanlarda gordugum en yaratici ve guzel mekanik oldu.

    oynanis bakimindan benim bekledigimden daha iyi bir dovus sistemi oldugunu soylemem gerekiyor. zaman zaman kendini cok tekrar ediyor ama bir suredir bu oyunu bekleyen biri olarak gordugum seyden memnun kaldim. cok guclu veya cilalanmis bir sistemi yok ancak yeterli oldugunu soyleyebilirim.

    simdi gelelim hikayaye. hikaye biraz zayif baslamasina ragmen cok guzel isleniyor ve derinlesiyor. gercekten oyunun en guclu yanlarindan biri hikayesi olabilir. aktarimi gayet guzel, karakterlerin hepsini belli bir noktada tanimaya baslayip benimsediginiz icin de sizi icine cekmekte fazlasiyla basarili. cok basarili bir doktorken bir vampire donusmus bir ana karakterimiz var. bu tezati da oyun boyunca hissettiriyor size. seslendirmeler ise fena degil, bazi noktalar zayif kaldigi duygulari yansitamadigi oluyor ama genel olarak gayet basarili.

    sonuc olarak elimizde su siralar gormeye alisik olmadigimiz, uzerine emek verilmis, tutku ile yapildigi belli bir oyun var. eksiklikleri var evet ama rol yapma mekanigi denilince aklina yeni silahlar dusurup zirh kasmaktan baska bir sey gelmeyen biri degilseniz denemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.
  • dontnod'ın sevilmek istenen ama pek sevdirmeyen oyunu. genel anlamda peynirli açma gibi, ara sıra peynir tadı gelir gibi oluyor, mutlu ediyor. ancak genelde hamur çiğniyorsunuz.

    zorunlu hizmetini * tamamlayıp londra'ya döndüğünde vampire dönüştürülen aile hekimi jonathan reid oyun dünyasının en sıkıcı karakterlerinden biri. gecenin bir vakti milleti yoldan çevirip "tıbbi yardıma ihtiyacın var mı hemşerim?" diye sorması yeterince garip değilmiş gibi bir de muhtar emmi muhabbetiyle gariban londralıları kitliyor. "ee ailen nasıl, iyiler mi? londra'da hayat nasıl? bu saatte niye çıktın, ortalık karışık..." bir sus yahu, açacağın muhabbete üfüreyim emmi.

    vampyr'ın genel anlamda sıkıcı bir atmosferi ve akıcılık sorunları var. bu monotonluğun ve atmosfer güdüklüğünün temel nedenleri ise kötü senaryo ve arzu edilen "ahlaki ikilem" mekaniğinin başarısız olması. oyunda yer alan karakterlerden mümkün olduğunca fazla xp kazanabilmek için kendilerini daha yakından tanımanız gerekiyor. hesapta muhabbetiniz ilerledikçe ödülünüz artacak, ancak bir şekilde bağ kurduğunuz karakteri tenhaya çekip pörtletmenin vicdani yükü de artacak. sorun şu ki, hiçbir karakter, buna kendi karakteriniz olan reid de dahil, oyun boyunca pek umrunuzda olmuyor. vampirlik yapmadığınız için adım başı efsane dayaklar yemeye başladığınızda gidip ilk bulduğunuz garibanı ekmek arası yapmak istiyorsunuz. bioshock oyunlarındaki little sister'lar ile kurduğunuz bağ söz konusu değil burada.

    oyunun aksiyonu ise bir yerden bir yere gidene kadar elli kişiyle mücadele etmekten ibaret. mekanikler hantal, savaşlar zorlama. bakkaldan manava vukuatsız gidilmiyor. gerçi bizim dil tarih coğrafya da böyleydi. fotokopiciye gideyim derdin biber gazı sıkılırdı, çorba içeyim derdin satırla yemekhane basılırdı.

    sonuç olarak keşke life is strange'de kendilerini ispatladıkları üzere hikaye anlatımına odaklansalarmış diye hayıflanmadan edemiyorum. aa oyunlar kısıtlı bütçeleriyle bir sürü topa birden girmeye kalkınca böyle oluyor. ayrıca tekrar belirtmek istiyorum, açacağın muhabbete üfüreyim reid.
  • tam "beni 3-5 ay sonra psn plus'ta bedava verirler zaten kankam hiç para verip alma" oyunu. 84 liraya kadar inmiş ama bedavasını bekleyin siz yine.
  • her an kardeşim köz getir seri diyebilecek tipte bir vampiri yönettiğimiz oyun.
  • öyle pek iyi gözükmüyor. kritiklerden de düşük puan almış ama pc dünyasında öyle kıtlık var ki her türlü oynanacaktır bu oyun. iyi pc oyunu çıkmıyor artık.

    her yıl yenisi çıkan cod, bf, fifa
    espor üçlüsü ow, lol, csgo
    sikko battleroyaleler pubg, fortnite

    ekseninde dönüyor oyun sektörü. diğer yandan ps4 exclusivelere bakıyorsun japonlara saygı duyuyorsun. şöyle witcher gibi 200 saat vaadeden bir cyberpunk gelse bari.
  • hem aksiyon, hem hikaye zenginliği, hem bol diyalog, hem de karanlık londra atmosferi ile son zamanlarda bitirirken en çok keyif aldığım oyunlardan biri.

    öncelikle londra'nın karanlık, puslu ve bol vampirli dünyasında bir oyun oynamak çok zevkli. hatta o kadar karanlık bir atmosfer hakim ki oyuna, böyle kontrastı mı arttırsak bir bok görmüyorum lan diyor insan. tv'nin dibine girmekten gözlerim kanadı yer yer.

    oyundaki ana ve yan karakterler ilgi çekici. ve bütün bu karakterlerle olan etkileşimlerinizde öyle detaylı ve uzun diyaloglar yazılmış ki, oyundaki aksiyon dışında bu diyalogları dinlemek, yönlendirmek vs sizi oyunun içinde tutuyor. ayrıca oyunun içinde hemen hemen her dakika sizin seçimleriniz ile karakterinizi yarattığınız hissi çok iyi verilmiş.

    ana karakter gelişimi noktasında, aslında gayet doyurucu bir skill ağacı mevcut. ancak bu skill ağacı içerisinde oyunun ilerleyen bölümlerinde dahi hiç geliştiremeyeceğiniz yetenekler kalıyor. tabii bu oyunu oynama şeklinize göre de ciddi oranda değişiyor. ama bütün yetenekler ayrı ayrı keyifli. geliştirdikçe oyun içindeki etkisini hissetmeniz de keyifli.

    oyundaki silahlara gelirsek. bence en büyük sıkıntı burada. silah çeşitliliği çok az. bu az miktardaki silahları geliştirmek nispeten kolay kalıyor. ancak bu silahlar üzerinden de çok fazla keyif verici bir çeşitlilik yok. aynı yavanlık kıyafet olayında da var. atmosfere uygun olarak, oyun içerisinde kıyafet açısından çeşitlilik katabilseler gerçekten tadından yenmezmiş.

    oyundaki görevler genel olarak ana görevler olarak ilerliyor. yan görev mantığı daha çok etkileşime girdiğiniz insanlar üzerinden çıkıyor. bu görevlerin çeşitliliği fena değil, kendini tekrar etme pek olmuyor. ancak yan görevler oyunun ana hikayesi ve görevleri düşünüldüğünde çok basit kalıyor.

    düşman çeşitliliğine gelirsek. açıkçası bu da oyunun eksilerinden biri. aslında çeşitli düşmanlar ve bütün bu düşmanların farklı özelliklerine göre davranmanız gereken bir stil yaratmayı başarmış oyun. ancak yine de ilerledikçe bayıyor ve bir süre sonra uğraşmadan yanlarından geçmek istiyorsunuz. boss'lar ise bence gayet iyiydi. farklı farklı savaş taktikleri geliştirmek zorunda kalıyorsunuz her birinde.

    oyunun en büyük eksiği ise bence fast travel olmaması. tamam, tercih olarak koyulmamış olabilir ancak bazen gerçekten deli bayıyor. sırf oyun saati uzatmak için yaptılarsa eziyete dönmüş, başka bir sebebi varsa da o sebebe sokuyum.

    ha bir de oyun içerisindeki tercihlerinize göre 4 farklı son var. iyi/iyi gibi/kötü/yarrayering diye sıralanıyor bu sıralamalar. ancak seçimler ve sonlar arasındaki denge beni pek tatmin etmedi.
  • ölümün çan sesi: görsel
    vampyr (1932) - carl theodor dreyer

    bu unutulmaz filmde tamamen lokal mekânlar kullanılmıştır. pitoresk kale aynı zamanda oyuncular ve teknik ekip için konaklama yeri olarak da kullanılmıştır.
  • kurban bayramı tatilinde aylaklıktan biçare düşmüş zihnime ilaç gibi gelen oyundur.

    olmamış diyenler nerede ??? geç sen geç.. şöyle duvar dibine doğru geç..

    türkçe yama ile oynadım. tatlı mı tatlı geldi. konuşmalar tepkiler npc karakterleri geçmişleri vs. gayet 10 numara 5 yıldız.

    vampire masquerade bloodlines hastası biri olarak diyebilirim ki o oyundan sonra hoşuma giden ilk oyundur bu konseptte. witcher 3 filanla karşılaştırırsanız bozuşuruz zira ayrı dünyalar.

    ingiliz oldukları çok belli kibarlıktan kırılacak herifler. dönem harika yansıtılmış. vampir literatürüne aykırı bir durum oluşmamış( literatüre nasıl sıçılır twilight , true blood, pofidik vampir sileyır.)

    npcler ayrı derinlikte . hepsi ile 2. oyuna öykü ağı ile katılım sağlayabilir. ben gayet beğendim.

    humanist olarak oynayıp hiç kimseyi öldürmeden kimseyi dönüştürmeden doktor gibi oyunu bitirdiğim için tek pişmanlığım yavşak sean hampton ı emikleyip öldürmemiş olmak. olsun.

    oyun beklediğinizden fazlasını veriyor. denemeden geçmeyin. üzülürsünüz.
  • oyunlarda konuşma anları geldiğinde yüzü ekşiyen, rpg oyunlarını pek sevmeyen/oynamayan birisi olarak beğendiğim oyun. 2018 yılının çok iyi oyunlara ev sahipliği yapmasından olsa gerek, hakkı yenmiş gibi hissettim oynarken. bitirdikten sonra millet ne demiş diye internette biraz dolaşmamla genel olarak herkesin benzer şeyler söyleyip benzer puanlamalar yaptığını(geneldede 7 oluyor hep nedense) görünce ya bende bir sorun olduğunu yada oyunun muhtemelen yetersiz reklam ve pazarlama eksikliğinden dolayı araya kaynadığını düşünmeye başladım. çünkü ya bu oyun 7 puan ama birazdan karşılaştıracağım diğer birkaç oyun daha aşağısı, yada onlar 7 puan ama bu oyun 7'den daha fazlası.

    bir oyunu oynarken, benim ilgimi çekmesi, beni etkilemesi için ona vereceğim maksimum süre 20 dk - 30 dk, bilemedin maksimum 40 hadi 1 saat. eğer 1 saat sonunda o oyun beni çekememişse, isterse sonrasında evrenin sırrını anlatsın gene oynamak içimden gelmez. bu yüzdende tahmin edebileceğiniz gibi, günümüzdeki birçok "oyun 20 saat sonunda açılıp kendi kimliğine kavuşuyor" yapımını es geçiyorum.

    vampyr oynamayı pek düşünmediğim bir oyundu ama diğer yandanda teması sayesinde her gördüğümde beni kendisine çeken bir şeytan tüyüne sahipti. uygun şartlar oluştu ve plus'ın kıyağıyla birlikte oyunu denemeye karar verdim. rpg oyunlarında (oyuncuların geneli tarafından en baba olarak tanımlananlarında bile) beni oyuna ikna edememe sorununu hep yaşadım. diyaloglar birşey ifade etmezdi ve sıkılırdım hemencecik. çok yapay ve donuk hissederdim. vampyr kesinlikle oynadığım en ikna edici rpg oyunlarından birisiydi. oyunda karşılaşabileceğiniz her npc'nin kendisine ait bir huyu suyu var, bir geçmişi ve karşılaştığınız başka bir veya birden fazla npc ile münasebeti var. bu yüzden oyunun açık dünyasında yapaylıktan baya uzaklaşılabilmiş bir bağlantı mevcut. zaten oyunun en büyük artısı gerçekten çok akıcı bir kurguya sahip olması. bir olay bitiveriyorken en ufak boşluk olmadan bir başkası, bitirdiğiniz olayla direkt bağlantılı olarak başlayıveriyor. bu da sizi oyuna muhlıyıveriyor deyim yerindeyse. oyunu oynarken zamanın nasıl geçtiğini inanınki anlayamadım. çok uzun bir süre nerdeyse hiç sıkılmadım. oyunun hikayesinin, karakterlerinin ve şehrin genelinin kaderinin ellerimizde oluşunu sonuna kadar hissediyorsunuz ve zaten bir rpg oyununda önemli olanda bu değil midir? yazının başındada dediğim gibi iddialı bir rpg oyuncusu değilim, bir rpg kurdu değilim ama rpg'den anladığım şeyi oyun bence gayet iyi bir doygunlukla sağlıyor. diyaloglar bol ve orta uzunlukta. diyalog dili tatmin edici. oyunun genel havasını olumsuz etkileyebilecek, yakıştıramadığım, saçma bir diyalogla karşılaşmadım.

    diyalogları bu kadar tatmin edici bulmam ve önemsememin sebeplerini biraz içsel bir soruşturmayla anlamam çok uzun sürmedi. birkere oyundaki seslendirme sanatçılarını ayrı ayrı tebrik ediyorum. karakterlerin geçmişlerine bağlı olarak, anavatanlarındaki ağızla ingilizce konuşmaları bile atlanmamış. herkes halis muhlis londralı ingiliz değil yani. elbette bu şehre başka yerlerdende göç etmiş kişiler var ve bu detay konuşmalarınada yansıyor. e seslerdeki bu kadar güzel düşünülmüş detaylardan sonrada nerdeyse film havasında geçen diyalogları benim gibi ingilizce özürlüsü insanı bile ekrana kitlettiriyor doğal olarak. hatta hayatımda çok az yaptığım, sözlükten anlamını bilmediğin sözcüğü bile arattırıyor. durum böyleyken ben nasıl oyunun dünyasına başarısız diyebilirim? mesela ben bu dediklerimi hiçbir zaman övgü manyağı olmuş witcher 3'te yaşamadım. umrumda bile olmadı açıkçası. çünkü orada oyun donuk karakterleri, birbirinin çok benzeri vurgusuz, heyecansız seslendirmeleri ve vampyr'ın yarısı kadar bile başarılı olmayan olay bağlantılarını sağlayacak diyalogları yüzünden gerekli ikna gücünü bulamamıştım. bir vampir avcısıyla karşılaştığınızda sizin ne olduğunuzu bilmediği ve devriye gezdiği alanıda koruduğu için, bu bölgeden geçmemeniz için önce sizi geri basmanız için uyarıyor. bu uyarma şeklindeki seslendirme bile tekinsiz ve boş dar sokaklar düşünülerek, sesin bütün alanı dolaşacağı hesaba katılarak ekolu yapılmış. ve bu eko farkında olmadan sizi bazı düşüncelere anlık olarak tetiklemeye sevk ediyor. "kaç kişiler? hepsiyle baş edebilir miyim yoksa görünmezlik özelliğini kuşanıp sessizce aralarından sıvışmalı mıyım? levelları benden yüksek gibi, buraya sonra gelsem daha iyi olur." gibi şeyleri o ekonun verdiği heyecanla birkaç saniye içerisinde kafanızda istemsizce kurguluyorsunuz. oyundaki tüm düşmanlar güçlü bu arada, vampir avcısı deyip geçmeyin bazen bir yaratıktan bile daha büyük tehdit oluşturuyorlar. birde her düşmanın kendine ait zaafları veya avantajları var. birtanesi yakın dövüşe karşı dirençliyken diğeri kan saldırılarına karşı güçsüz kalabiliyor. bu da sizi dövüş anında sadece hızlıca saldırmak yerine, başka şeyler düşündürtmeyede yönlendiriyor. oyunda ne kadar güçlü olursanız olun çok çabuk ölebilirsiniz. bu ilk başta sanki bir eksiymiş gibi gelsede, acele etmeyin derim. çünkü vampir doğasına istinaden alınmış bir yapımcı kararı bu. mesela ateşli saldırılara karşı naparsanız yapın çok zayıfsınız. bunu engelleyebilecek bir skill falanda yok, olmamalıda zaten. çünkü vampir mitinde vaziyet böyle. o yüzden hiçbir zaman ben oldum artık diyemiyorsunuz ki buda güzel birşey. yapay zeka standart seviyede. sizi zorlamasına zorluyorlar ama öyle hiç tahmin edemediğiniz, yada hayranlık duyabileceğiniz birşeyle sanmıyorumki karşılaşasınız. benim gördüğüm tek bir sıkıntı vardı ve o da 1 veya 2 sefer başıma geldi. şöyleki oyun bir açık dünya olduğu için ve bazı bölgelerdeki npc lerin güvenliği söz konusu olduğundan, orada aksiyon gerçekleşemiyor. çünkü adamlar ölürse oyun ilerleyemez. e bu durumda yeri geldiğinde bazı komik durumların gerçekleşmesine neden oluyor. mesela, bir çeteyle aksiyon durumundasınız ama belli bir noktaya kadar geri çekildiğinizde bu arkadaşlar sizi bırakıp kendi bölgelerine dönüyorlar. bu bazen ortama doğal bir şekilde uyum sağlamıyor değil, "adamlar tehlikeyi savuşturdu şimdide görev yerlerine gidiyorlar işte" yemini bazen güzel yutturuyor oyun. ama bazende o kodlamadaki bölgeler arası ayrım o kadar açık seçik ortada duruyorki "ulan bir metre geriye gittim, ölümüne saldıracakken beni bıraktın" diye düşünüyorsunuz. işte bu bahsettiğim can sıkıcı durum bende 2 sefer falan oldu. allahtan çok sık başıma gelen birşey değil çünkü oyunda nerede aksiyona dalacağınız nerede sakin kalacağınız iyi tasarlanmış, demin bahsettiğim birkaç istisna dışında. yapay zekaya dair söyleyebileceğim 2. olumsuz eleştri dengesiz olmasıyla alakalı. şimdi normalde siz uyuduğunuzda bir gün geçiyor ve ertesi gece uyanıyorsunuz ve bu süreçte oyun yerine saymıyor. o gece ne yaptıysanız bir etkisi/bedeli oluyor. aynı zamanda, aynı nasıl siz evrim geçiriyorsanız (level atlıyor, skill açıyorsanız), düşmanlarınızda level atlıyorlar ve güçleniyorlar. buraya kadar herşey tamam. ama bazen karşınızdakiler size gerçekten zorlu anlar yaşatabilirken bazende çerez gibi üstlerinden geçiyorsunuz. bunun sebebide şu, oyunun başlarında gitmeniz gereken bir yer var, yan görev veya başka bir sebebten ötürü. ve oraya gitmiyorsunuz. oradaki arkadaşlar, normal sokakta random şekilde karşınıza çıkan kişiler değilde, elle yazılmış bir questin aktörleri oldukları ve yapımcınında, bu adam buraya şu levellarda gelir heralde diye düşündüğü için, siz oraya çok güçlü gittiğinizde oradakiler süt kuzusu gibi kalıyor. bu durumda bana pek olmadı ama yine 2 sefer başıma gelince bu tasarım hatasını farkettim ve yapımcının "bak dünyamız dinamik, herkes güçleniyor ona göre" ilüzyonunun etkisi çok azda olsa azaldı. öte yandan, deminki anlattıklarım gibi bir bahanesi olmayan başka bir sorun daha var. boss savaşlar gerçekten güzeller ve tatmin edici hissettiriyorlar. ama oyunun ortalarında oynadığınız bir boss sizi çok zorluyabiliyorken, sonlarına doğru oynadığınız birisini tek seferde geçip "bu muydu lan" dedirtebiliyor. spoiler olmaması için fazla detaya inmiyorum ama bu durum her ne kadar çok can sıkıcı olmasada, ortaya çıkan dengesizliğide hissettirmiyor değil. boss demişken oyunda fazla sayıda irisiyle ufağıyla boss var. irisi demişken, öyle bloodborne bosslarından bahsetmiyorum onlarıda beklemeyin zaten. daha çok, kendine ait bir havasıi karizması olan, içi dolu boss demek istedim iriden kasıt. zaten mini bossların bile kendince bir öyküsü olduğu için oyuna bu konuda pek toz kondurtamıyorum. her boss dövüşü beni mücadele konusunda olmasada duygu anlamında tatmin etti. bunlar dışında oynanabilirliğin aksiyon kısmında çok büyük bir hata ile karşılaşmadım. denilenlerin aksine aşırı zorlandığım bir durum olmadı. bir boss'a en fazla 5-6 defa girmişliğim vardırki klasik bir souls - like oyuncusu için bu durum normaldir. oyunun souls - like'lık bir durumu yok bu arada. yok derken, bazı esinlenmeler var ama bu onu bu türe dahil etmemiz için yeterli nedenleri oluşturmuyor. mesela souls oyunlarında öldüğünüzde biriktirdiğiniz puan orada kalır ve gidip alırsanız kurtarırsanız alamadan ölürseniz geçmiş olsundur ya hani. bunda bu olay biraz daha insaflı şekilde ayarlanmış. skill için biriktirdiğiniz xp'ye birşey olmuyor ama canınızı yenilemeye veya bazı vampir büyülerini yapmanıza olanak sağlayan kan birikiminiz her öldüğünüzde sıfırlanıyor. dark souls'taki estus şişeleriyle magic barının birleşimi gibi düşünün. bu detay oyuna ilginç bir tat bırakıyor tabi. çünkü kan barını doldurmak için 2 seçeneğiniz var. ya karşınızdakini yeterli miktarda dövüp sendelettikten sonra kanını içeceksiniz yada buildte kan çekmenizi sağlayan silahlar geliştireceksiniz. burdada doğru bir yapılanmaya gitmeniz çok elzem çünkü kaynaklar sınırlı ve her bir seçim yaptığınızda geri dönüşü olmayan bir yola giriyorsunuz. evet oyunda önceki kaydımı geri alayım gibi bir durum yok. oyun akıp gidiyor karar verildiyse geri dönüş yok. bu da dark souls ile benzeştiği başka bir durum. bir benzediği yer daha var ama aslında tam olarak benziyor diyemem. çünkü oyun bu noktada tam olarak dark souls ile genel açık dünya, sandbox oyunlarının ortasında duruyor. nedir o ? açık dünyası ve mekanlar arası bağlantı. vampyr çok büyük bir açık dünyaya sahip değil. öyleymiş gibi geliyor ama mekanlar çok iç içe geçtiği ve kısayollarla birbirlerine çıktıkları için aslında orta-küçük büyüklükte diyebiliriz. şehir adeta tıkış tıkış birbirinin üstüne binmiş gibi. uyuyabileceğiniz ve gelişebileceğiniz gizli saklanma yerleriniz var ya mesela. oralar bile düşmanlara çok yakın mesafede oluyorlar. ama iyi bir şekilde örtüldükleri için mantığa aykırı gelecek bir görsellik çıkmıyor ortaya. son olarak en çok eleştrildiğini gördüğüm şu meşhur dövüş sisteminden kısaca bahsetmek istiyorum. kestirmeden söyleyeyim eleştrilere katılmıyorum. dövüş sistemi gayet düzgün çalışıyor ve tok hissettiriyor. gördüğüm en iyi işlerden birisimi ? hayır değil. bir bloodborne asla değil mesela. ama yüzyılın oyunu denilen witcher 3'ü donunda sallar. birdefa, oyuncu komutu - karakter uygulama zinciri gayet düzgün işliyor. sağa sola dodge atmak bir hackn slash oyunundaki kadar akıcı ve düzgün. vuruş hissi standart düzeyde. daha iyisi tabiki olabilirdi ama bu neya gibisinden bir hisse kapılmadım. düşmanları sersemletip kanlarını içmek, pompalıyla ateş edip yalpaladıktan sonra diğer elimdeki silahla ana bacı dalmak, ulti açıp adamı havadayken belini kırmak, yerden kazık çıkartmak, kan mızrağı fırlatmak, gölge pençesi sallamak gibi daha birsürü opsiyonunuz var ve bunlar ortadayken ben buna nasıl kötü diyeyim ? buradaki eksiklik, belki biraz daha çeşitli animasyonlar olabilirdi. düşman çeşitliliği yeterli düzeyde onda bir sıkıntı yok ama genelde yaptığımız şeylerin tamamı dodge üzerine kurulu. e oyun safkan bir hackn slash değil netice bir aksiyon - rpg. o yüzden burdan vurmak bana pek insaflıca gelmedi. bu birazda sizin olaya nasıl baktığınızlada ilgili aslında. mesela vuruş hissi çok tatmin edici olan god of war'da ben oynarken kombatından çabuk sıkılıyordum. evet, oyun souls serisinin dinamiklerinin ne kadar esnetilebileceğini gösterdiği için hackn slash türünde bir mihenk taşı görevi üstleniyor olabilir (oyunu aşırı beğenmiş değilim ama bu durumu inkar etmem, sadece tek bir oyun dışında, kendisinden önce çıkmış olan hellblade'te aslında gow'un yaptığı gibi souls dövüş sisteminin farklı bir yorumu olduğu söyleniyor ama oyunu henüz oynamadığım için bu mihenk taşı ünvanı şu ana kadar kendi adıma gow'un elinde). evet, gow'un kombatından çabuk sıkılıyordum çünkü karşımdakiler sadece birer ucube yaratıktı. ve kombat ne kadar derinleşsede sonuçta mesele karşındakini daha ne çeşit çekilde alt edebileyime dönüyordu. ama vampyr'da karşındaki herkes, bakın herkes diyorum, bir insan geçmişine sahip ve onlarla savaşırken ben bunu hep hissettim. oyun size herkesin bir birey olduğu düşüncesini verdiği için, birisiyle dövüşürken onu öldürmeyi hak edip etmediğini belli belirsiz zihnininde düşündürtüyor. bir vampirle mi dövüşeceksiniz ? sizde bir vampirsiniz, onu anlıyorsunuz. hatta birde üstüne onu öldürdükten sonra kurtardığınız adamla konuşurken, öldürdüğünüz vampir hakkında bilgi alıyorsunuz. hiç böyle değildi, birden değişti ve kan istemeye başladı gibisinden. işte tüm bu ufak ufak detaylar bir araya gelince, vampyr'ın mekaniksel olarak standart olan dövüş sistemi, god of war'un harika esnetilmiş ve müthiş cilalanmış souls - like dövüş sisteminden daha fazla zevk veriyor oluyor. bütün bunlar aslında bize şunu gösteriyor. oyunlardaki en önemli şey bütünlüktür. oynanabilirlik, grafik, ses diye bir ayrım yoktur. bakın, yazımda seslendirmelerin diyalog sistemini nasıl etkilediğinden bahsettim, diyalog sistemi ise oyundaki npc leri ciddiye almamı sağladı, npc leri ciddiye alınca oyunun hikayesi ilgi çekici gelmeye başladı, böylece oyunun dünyasına tam anlamıyla giriş yapmış oldum. ve en sonunda oyun vampir olmanın ikilemini, bir insana mı yoksa bir ucubeye mi daha yakın olma hissini yarattı, neticesinde bu durum dövüş sistemine bile etki etti. oyun tasarım dediğimiz şey budur işte. yoksa şunu yaptım bunu yaptım değil mesele. tutarlı ve mantıklı yaptım, birbiriyle uyumlu yaptımdır asıl önemli olan.

    grafikler için çok fazla birşey söylemeye gerek yok. teknik olarak yeterli seviyedeler. harika değiller, insanların suratları bilhassa daha doğal ve değişken olsaymış tadından yenmezmiş. bu değişkenlik pek olmadığından, onun yerine özellikle diyalog ekranlarında yapımcı ekip, karakterlerin o anki konuşmaya en yakın durum ve yüz hatlarını sunmuşlar. bir resim kadar durağanlar, sanki hareketli bir resim gibi. bu durağanlık eğer müthiş başarılı seslendirmeler olmasaydı bir noktada can sıkıcı olurdu ama seslendirmeler sayesinde, sanki bir yerde radyo açık birisi konuşurken, elinizdeki görsel romandan hızlıca hareketli resimleri karıştırıyormuşsunuz gibi bir his oluşuyor. farklı bir tat. grafikleri yukarılara sırtlayan yönleri ise kesinlikle şehrin kendisi. o yıllardaki ingiltereyi gerçekte bilmem, hatta şu andak halinide bilmemde neyse, ama filmlerden, edebi eserlerden bildiğimiz kadarıyla, kasvetli, dar ve tekinsiz, puslu ve gerilimli, karanlık londrayı dibine kadar yapmışlar. öyle gezintiye çıkar gibi dolaşmak yok, bir köşeyi döndüğünüzde neyle karşılaşabileceğiniz soru işareti. düşmanların yerleride sürekli değişiyor, öyle oyunun başından sonuna kadar aynı yerde değiller. bazen bir bakıyorsunuz bir tane vampir avcısının üstüne birsürü skal saldırıyor, bazen de dev bir vampir türü birkaç vampir avcısını haşat ediyor. tabiki bu bir oyun sonuçta herşey kodlarda yazdığı gibi önceden belirlenmiş şekilde olacaktır ama önemli olan sizin bunu doğal bir akışmış gibi hissetmenizi sağlamak ve inanın oyun en azından bana böyle düşünmemi sağlattırdı. atmosfer olarak karşılaştırma yapabileceğim dishonored'tan daha iyi veya kötü demek yerinede, daha ciddi ve konsantre bir ambiyans yaratılmış diyebilirim. dishonored'ı (bknz nick) severek oynamıştım, vampyr'ı onun atmosferiyle karşılaştırmamdan bile zaten atmosferini ne kadar beğendiğimi kestirebilirsiniz..

    buraya kadar yazdığımdan anlayacağınız gibi vampyr'ın açık dünyasında bol bol etkinlik yapabileceğiniz, çok çeşitli işler yok. zaten oyun ortalıkta gezinen çok ciddi bir hastalıktan ötürü insanların korkularından evlerine kapandığı bahanesiyle bu durumu güzelcene örtmüş. ama şahsen pekte aramadım yani. sonuçta bir yaratığız, ne yapalım şimdi arabaya atlayıp polis mi kovalayalım, balık mı tutalım ? oyunun bütünlüğünü bozardı. aynı rdr 2'de bir kovboyu yönetmemize rağmen oyunun bize dinozor kemiği aramamızı söylemesi gibi.. vampyr tüm gücünü ana hikaye işlenişi üzerinden alıyor ve bende bunu tercih ederdim zaten. 20 saat at sürmek sevenine kalsın ben almayım. dediğim gibi, şehirde sürekli değişkenlikler olduğu için daima sizi meşgul tutabilecek birşeylerle karşılaşıyorsunuz. yani daha önce bunu 8 bin defa yapmıştım genemi yapacam demedim hiç -ki açık dünya bir oyunda bunu sağlayabilen bir oyuna saygı duyarım. ama genede siz eğerki yok arkadaş yemişim açık dünyasını bana direk ana görevi ver diyorsanız, görünmezlik skilini geliştirip karşılaşacağınız düşmanlarla hiç ilgilenmeden aralarından vın diye geçebilirsiniz. bu da bir tercih.

    gelelim bir başka eleştrilen ama benim kıyısından bile katılmadığım mevzuya. eleştri şu: düşmanları öldürünce yeterli xp gelmiyor ve gelişemiyoruz, oyun bizi npc leri yemeye zorluyor, yapmazsan imkansız derecede zorlaşıyor.
    oyunda tek bir kişiyi bile ısırmadım ve pacifist ilerleyip, en iyi sonla oyunu bitirdim. karşılaştığım düşmanların %90'ı benden bir 10 level falan üstündü ve buna rağmen doğru hamleler ve yaklaşımlarla öyle illallah ettirecek bir zorluk yaşamadım. hatta hiçbir npc'yi öldürme ihtiyacı bile yaşamadım. çünkü insanlarla bol bol konuşup, diyalog açar, yan görevleri yapar ve üstüne ana hikayede ilerlerseniz zaten oyun size başedebilecek yeterlilikte level atlamanız için gerekli xp'yi veriyor. siz npc yerseniz, bilinki açamadığınız veya yeterli seviyede geliştiremediğiniz skilleri açmak ve ekstradan güçlenmek için bunu yapmış oluyorsunuz.

    birde müziklere değinmek gerekiyor. çünkü oyundaki müzikler komple, albüm şeklinde güzeller ve oyunun atmosferine - doğal olarak oyuncuyu kendi dünyasına ikna kabiliyetine - kafadan etki ediyorlar. diyelimki birisini infaz etmeyi seçtiniz, oyun birden öyle tınılara kavuşuyorki kendinizi gerçekten insanlıktan geriye sadece birkaç kırıntı kalmış, artık tamamen bir canavara dönüşmüş birisi olarak hissediyorsunuz. bir bölgede işler kötüleştimi ? orada artık daha depresif ve gerilimi körükleyecek şeyler çalıyor. müzikler içerisinde ahanda başyapıt diyeceğim birşey yok. ama hepsi belli bir kalitede ve çizgide toplanmayı başarmış.

    hikaye güzel ve merak uyandırıcı. daha oyunun birinci saniyesinden itibaren hep kafa meşgul kalıyor. oyun size hiçbir zaman, dur bekle açılacağım, bak vallahi birazdan açılıyorum demiyor. en başından bitimine dek sürekli eteğinde ne varsa ikişer üçer döküyor. bunu hem hikaye hemde oynanış anlamında söylüyorum, oyun gerçekten kurgu anlamında çok akıcı. teknik olarak akıcılığı ise standart düzeyde. ilk çıktığında nasıldı bilmiyorum ama ben 30 fps oynadığımı bile pek hissetmedim, nerdeyse hiç fps drop yaşamadım. neredeyse hiç bug yaşamadım. birdefasında büyük birtane oldu, ekran donakaldı öyle. muhtemelen yeni bölge yüklemesinde bir sorun oluştu olsa gerek. oyundan çıkıp girince devam etti. başkada birşey hatırlamıyorum. hikayede kendimce kusur olarak gördüğüm bazı şeyler var ama bahsetmeyecem, kendiniz görün yaşayın isterim.

    oyuna bu yazı boyunca getirebileceğim en büyük olumsuz eleştri kesinlikle yükleme süreleri. ps4 pro'da oynadım ve bana biraz uzun geldiler. hayır birde oyun çok akıcı bir an önce geri dönüp belalarını sevmek istiyorsunuz ama oyun sana "dur hele yiğidim bir soluklan" diyor resmen. bunun dışında gördüğüm devasa bir hata olmadı oyunda.

    vampyr çok hoş bir oyun ve 2018'in kesinlikle en iyi oyunlarından birisi. o yılda çıkmış ve yere göğe sığdırılamamış birçok oyundan daha iyi bir oyun. isim verip kimseyle tartışmaya girmeye gerek yok. anlayan anladı zaten hangilerini kastettiğimi. sözün özü, oyunları seçerken bilhassa koyun - sürü psikolojisiyle hareket edip, birkaç mecranın ağzından çıkacak söze bakıp ona göre ne diyeceğini kararlaştıran insanlara aldanmayın. yönlendirilmeyin, kendi düşüncelerinize güvenin ve zevkinize göre hareket edin benden size nasihat. yoksa paranız boşa gider ve oyunlardan zevk alamamaya başlarsınız.

    + oyuncuyu kendi dünyasına çok iyi ikna ettiriyor
    + sesler özenle yaratılmış
    + oynanışta standart yakalanmış ve üstüne çıkılarak türe yenilik getirmek denenmiş
    + atmosfer harika
    + yeterli uzunlukta ve kendini tekrar oynattırabilitesi yüksek

    - yükleme süreleri uzun
    - hikaye güzel olsada bazı gereksiz esnemeler var
    - zorlukta bazı dengesizlikler var

    85/100

    e:güncellemeler, düzeltmeler
hesabın var mı? giriş yap