• sabah uyandığımda son hız salona koşarak televizyonu açıp haberleri izlemeye başlamama sebep olmuş acaip güzel şey. haberleri izlerken "niye açtım lan televizyonu" diye düşününce, tamamen içgüdüsel "okullar tatil" haberini beklediğimi farkettim. 33 yaşındayım lan ben, ne okulu?
    çocuklaştırıyor bu "kar" denen şey insanı. sebepsiz sevinç duymak, ya da ufacık anlamsız şeylerle acaip mutlu olmak çocuklara özgüdür ya biraz... al işte cümbür cemaat çocuğuz kar yağınca. hep yağsa ya!

    edit: aha şehir ortasında lapa lapa! hakkaten atıcam sokağa kendimi şimdi!
  • keyfini cikartanlar yine cocuklar olur;

    "yol actigi tum olumsuzluklara ragmen, yilin ilk karinin keyfini cikartanlarsa yine cocuklar oldu."

    (bkz: ana haber bülteni klişeleri)
  • uyandığımda bu sabah erzincan'ın bir dağ köyünde karşılayandı. ahmet muhip dranas'ın en sevdiğim şiiriydi kapıma gelen. içimin sıkılmışlığına inat bembeyazdı her yer. epey de yağmıştı birikmiş yazlara, yalnızlıklara inat.
    gitmeye niyetim yok bana alışsan iyi olur der gibiydi.
    tuttum ben de onunla konuştum. bak dedim, yağ elbette, hoşgeldin elbette.
    ama geçecek senin de devrin, yeniden bahar gelecek elbette. başka baharlara uyanmayı öğreneceğiz bir gün dedim.

    yılın ilk karı yağdı, içim üşüdü. halbuki kar soğuğu keser derler. içime keser.

    bunu kimseye söylemesem yağmamış mı olacaktı.
  • bizim evde garip gelişmelere sebep olmuştur..
    ben suratımda takınabileceğim en salak ifadeyle , hayatımda ilk kez kar görüyormuşum gibi camın kenarında oturuyorum.. tuhaflıklarından bugün iyice emin olduğum iki kedim ise, kar tanelerini yakalayacaklar diye,camın önünde yatay ve dikey düzlemde zıplayıp duruyorlar, arada da cama kafa atıyorlar..

    ne güzel şeymiş yağan karı seyretmek..geçen yıl adam gibi kış yüzü görmeyen pek çok istanbul'lunun da benim gibi cam önünde mest olduğuna eminim..
  • güz sonu, kış başı gibi bir zamana denk düşer. açık alanda bulunuluyor, yolda yürünüyor ise burunda, elde veya yanakta bir ıslaklık hissedilir. baş geriye yatırırlır, bakışlar göğe çevrilir. bulutlar yıldızları perdelemiştir. perdenin arkasında, başka ne olursa olsun yıldız(lar) da ordadır. kapkara bir boşluk, havasız devasa bir mekan, hızla savrulan büyük taşlar, bilinmeyen, gizli-saklı duran belki binlerce sır... umursanmaz. hepsinden önce yıldızlar, yıldızların arasından da titreşip duran düşünülür. ikinci bir küçük soğuk temas ile bakışlar daha geriye atmosferin bu yanına döner. önce öncülerle karşılaşılır. az sayıdadırlar. eriye eriye inerler. daha sessiz, daha gözükara, daha mutludurlar sanki öncüler. beklenilen, hiç beklenmedik bir zamanda çıkıp gelmiş gibi iyi hissedilir. çok geçmez ki geriden gelen daha kalabalık grup dikkat çeker. sokak lambalarının önünden geçerlerken sayıları, görünüşleri daha bi belirgindir. saçlar, elbiseler beyaz noktalar ile kaplanmaya başlar. ıslanılır. eriyenin yerine başkaları konar. daha çok ıslanılır. yağmura gösterilmeyen hoşgörü, ilk kara hesapsız sunulur. ıslak eller ceblere girer. bir sigara bir çakmak bir telefon çıkar. çakmak sigarayı yakar. sol eldeki sigaranın sıcak dumanı ciğerlere doğru yolculuğuna başlarken ayaklar hareketlenir, adımlar kaldığı yerden devam eder. telefon, (en) çok sevilene bir kaç satır için sağ el ile işbirliğine gitmiştir bile.,.
  • her yıl, yılın ilk karını gördüğümde bir şiir gelir aklıma. nihat behram'ın şiiridir, neredeyse ezberimdedir ama yine de alırım kitabı elime ( yalın yürek), geçerim camın kenarına, bir ritüel gibi yeniden okurum şiiri.
    evet yeniden yeniden
    her yılın ilk karında...

    bir yolculuk öncesinin duygusu

    "vaktimiz yok mutsuz olmaya,
    hayat çok kısa" diyerek bitirdiğim mektubu
    mutsuzluktan can alarak yazdığım için
    yırttım... ve
    dışarı çıktım gölgesi ağırlaşan odamdan..
    sevimli, bağrışkan yaşlıların doldurduğu
    bir kahvede
    mavi bir kağıdın üstüne
    "gökyüzünden
    senin için kopardığım o dalı
    bana geri ver
    ya da
    yağmurlu akşam üstleri artık beni arama"
    diye yeni bir mektuba başladım...
    yılın ilk karıydı gökte uçuşan
    ve bir türlü ufkuna doğru
    delice duygularla koşamadığım sözcükler
    karalıyordu tarihini elimdeki mektubun...
    evet, hayat çok kısa,
    aşkın da hüzün kadar vakti sınırlı...
    "sevgilim, bilmem ki bir daha beni
    nasıl bulabilirsin
    sürekli değiştirdiğim
    otellerinde şehirlerin?
    yoksa
    renkler miydi bizi avutan
    bazı geceler?
    ve zaten
    tarihsiz bir mektup gibi yaşanan günler
    neyi anlatır?"
    oysa tarihi yılın ilk karıydı elimdeki mektubun,
    onu da yırttım
    ve sessizce ayrıldım kahvenin gürültüsünden...
    dalgın olduğum sabahlarda
    ben bu şehri tanımam
    hala yabancısıyım
    kıyısında aylardır dolaştığım şu nehrin.
    vaktimiz yok zaten bir şehrin tutuklusu olmaya
    bir aşkın
    bir bakışın...
    yılın ilk karıydı düşen,
    ansızın karar verdim coşkuyla
    geçerken kuşlarınını uçurarak bir parktan
    afrika' ya doğru
    uzun ve yoğurgan bir yolculuk için...
    açıp defterimi bir şiire başladım
    "aşkta bulanan sular
    yine aşkta durulur,
    boşuna kendini arama bu şiirde sevgilim
    ve bir süre beni de
    bu şehirde..."

    1982, paris
  • yılın ocak ayında başladığını düşündüğümüzde ve ocak ayında kar yağdığını göz önüne aldığımızda nasıl oluyor da aralıkta yağan kar yılın ilk karı olur? aralıkta yağan kar, yılın son karıdır.
  • çocukken annemin bizi "kedi karı" diye kandırdığı kar. ilk kar kediler için yağarmış, ikinci kar köpekler için. en son insanlar için yağarmış, o zaman izin verirdi çıkıp karda oynamamıza. yıllarca yedik bunu abimle. artık kadere kısmete midir, yoksa hakkaten var mıydı eskiden böyle bişey, ne hikmetse hep ilk iki kar az yağardı, oynamalık olmazdı, öyle hatırlarım. bi de bunu arkadaşlara ilk anlattığımda çok dalga geçmişlerdi benimle onu hatırlarım.
hesabın var mı? giriş yap