• gelişmiş ülkelerin uyguladığı kalkınma yöntemlerinin dünyanın mına koyması, doğal kaynakları tüketmesi, çevreyi tahrip etmesinden dolayı ortaya atılmış bir görüştür. bu görüşe göre kalkınmanın sürdürülebilirliği, çevreyle ve doğayla barışık olmasıyla, doğayı tahrip edici, doğal kaynakları lüpletici nitelikte olmamasıyla mümkündür. ha gelişmiş ülkeler bunu pek sallar mı orası tartışılır. (ingilizcesi sustainable development)
  • ab, bm gibi uluslararası ve uluslarüstü (bkz: supranational)örgütler tarafından benimsenen, doğal kaynakların tamamen tüketilmeden bilinçli bir şekilde kullanılarak, gelecek nesillere de bırakılmasını amaçlayan program.
    ancak uygulamada gelişmekte olan ülkelere dayatılan, bir nevi gelişmiş ülkelerin sömürü aracı haline gelmiştir. (bkz: sustainable development)
  • (bkz: viagra)
  • bir nevi, kısa zamanda zengin olmak için altın yumurtlayan tavuğu kesmek yerine ona uzun vadede sürekli olarak iyi bir performansla altın yumurtlatma stratejisi.
  • simdi herkes bunu "aman da buyuk kapitalist emperyalist pis devletlerin pis emelleri ve dogayi yoketme politikalari, aman da aman" diye algilamaktadirlar.

    gulunc, uzucu ve gereksiz yere saldirgan, hepsinden ote tamamen mantiksiz bir dusuncedir bu.

    oncelikle, ne kadar kapitalist olursaniz olun, ne kadar emperyalist olursaniz olun, kaynaklarin kisitli olmasindan dolayi onlar da bir gun bocalayacaklardir. yani, dunyanin en guclu devleti olun, yine de bu dunya ile sinirlisinizdir. bu dunyanin kaynaklarini kullanmak zorundasinizdir ("senden buyuk allah var" mantigi).

    belki yatirimcilar kisa vadeli dusunduklerinden "bana ne" derler, bu sinirli kaynak olayini takmazlar, ancak demokratik bir devletin kisa vadeli dusunmesi olanaksizdir. mutlaka bu hizla giderse ve kendini yenilemesine izin verilmezse kaynaklar bir gun tukenecektir; devletler de bunun bilincindedirler.

    ha, belki de yapmak istedikleri, gelecekte de devletlerinin birer super guc olmasini saglamlastirmak, esegi saglam kaziga baglamak olabilir, ancak bunun yolu, kesinlikle "surdurulebilir kalkinma adi altinda cevreyi mahfedelim hah hayt!" gibi bir dusunceden gecemez.

    boyle dusunen bir devletin yanisira, bir devletin boyle dusundugunu zanneden her insan evladi da bir o kadar dombilidir. zira endustri devrimi sonrasinda ortaya cikmis hicbir super guc, gucunu "cevreyi katledelim de maksimum cikar saglayalim butun kaynaklardan" dusuncesinden almamistir. cunku hepsi de bilirler ki, kaynaklar bitti mi, kendileri de bitecekler.

    o yuzden sacmalamayalim, etrafinizda gordugunuz her problemi kapitalizme ve emperyalizme baglamayalim.
  • sürdürülebilir kalkinma ilk defa birlesmis milletler kalkinma komisyonu tarafindan dünya kamuoyuna sunulmus bir kavramdir... varolan dogal kaynaklarin makul kullanimi olarak algilanmasi gerekirken, bazi demagojik paravanlar sayesinde kapitalizm karsiti bir hareket haline gelmistir...

    bu baglamda kyoto protokolu gibi devletlerarasi olumlu gelismelere önayak etmesine ragmen, zaman zaman saptirilmasi örnekleri mevcuttur...

    aslinda bu kavramin etkileri sadece devletler boyutunda degil, makroekonomik boyutta uluslararasi sirketler boyutunda da degisik sekilde nüksetmistir..

    sirketlerin kapitalizmin vektörleri oldugu savindan yola çikarsak, böyle bir hareketin her kendini bilen ve kotasyona açik sirketin dikkatini celbetmesinin kaçinilmazligi anlasilabilir.halihazirda sürdürülebilir kalkinma, sirketlerin üretim yöntemlerini mesrulastirma amaciyla hazirlattigi rapor konularindan biridir... (bir digeri corporate governance olmak üzere...)

    zira borsada islem görmek demek halka arz yani afise olmak demektir...

    dolasiyla üretim etigi çerçevesinde artik kapitalizm, "biz suyu idareli kullaniyor, atik madde üretmiyoruz. geri dönüsüm ünitesi de kurduk" diyerek kendini mesru gösterme ihtiyaci duymaya baslamistir...

    sistem dogal sinirlarina ulasmistir... kapitalizmin etigi budur
  • ali babacan'ın telaffuzunda zorlandığı ifade.
  • başbakanımız rte* bunu "istikrarlı kalkınma", "kesintisiz kalkınma" anlamında kullanmaktadır.

    bunun çevrecilikle ilgili bir terim olduğunu kulağına fısıldayan müsteşarı yoktu heralde.
  • ilk defa 1974'de mexico'daki cocoyote konferansinda adi sunulmus bu prensip, 1987'de stockholm konferansinda tanimlanmistir.
    daha sonra 1992'deki rio zirvesinde biz büyüdük ve kirlendi dünya hissiyatiyla uluslararasi arena tarafindan hukuki baglayiciligi bulunmayan bir bildirgeyle sabitlenmistir.
    daha sonralari birlesmis milletlerin kalkınma komisyonu (bkz: undp) tarafindan zorunlu hale gelmistir.
    uluslararasi taninmasi bu etaplardan geçmis bu prensibin dar anlamda avrupa birligi tarafindan taninmasi önce amsterdam anlasmasi sonra maastricht anlasmasi esnasinda olmustur.
    her ülkenin, kendi bazinda tanimasi iç hukuk dahilinde olabilecek bu prensibin, egitim, çevreyi koruma amaçli kirleten sirket öder mantigiyla sorumluluk, sirketler hukukunun etik kurallari gibi alanlarda uygulandigi görülmüstür.
hesabın var mı? giriş yap