• cenâb-ı hakk’ın kur’ân’ı nasıl okumamız gerektiği konusundaki murâdını bildiren anahtar kelimedir ‘tertil ’ ki; “peşi sıra ve mânâlarını açıklayarak oku” şeklinde anlaşılmıştır. efendimiz’in (sas), kur’ân’ı okuyuş tarzının harf harf olduğu da rivâyet edilmektedir. (şerh-i zürkânî, i-400). ibn abdilber, ‘tertîl’ üzere okuma yapmaksızın kur’ân’ın gerçek mânâsıyla anlaşılamayacağını, tedebbür edilemeyeceğini de söylemektedir ki kayda değer bir bilgidir. (temhîd li’bn-i abdilber, vi- 222) ebu’l-abbâs da; “tertîl’in; ‘tahkîk, tebyîn ve temkîn’ anlamından başka bir anlamını bilmiyorum” (lisânü’l-arab, ii-265). diyerek ‘çok oturaklı bir okuyuşa’ vurgu yapmaktadır.
  • okuyucunun, okunacak kur’ân metninin harf ve kelimelerinin haklarını tam verebilmek ve tezyînatlarını en güzel şekilde gerçekleştirebilmek için tecvid disiplini doğrultusunda yavaş yavaş doğru telaffuzla seslendirip, o metnin içeriği ile verilmek istenen mesajı düşüne düşüne büyük bir kalp huzuru içerisinde okumasıdır.
  • kur’an-ı kerim’in okunması ve yaşanması hayatımıza bazı kavramlar kazandırmıştır. kur’an-ı kerim’i okurken terennüm etmek, tecvit uygulamak, tertil yapmak son derece önemlidir. kur’an-ı kerim’in manasının anlaşılması, ayetlerin yaşanması ve insan aklına iyice girmesi tecvit ve tertille ilgilidir.

    tecvit, harflerin doğru çıkarılış şekilleriyle düzgün bir okuma yapmak anlamına gelmektedir.

    tertil, okunan bir şeyin hakkının verilerek en ince ayrıntısına kadar en iyi şekilde açıklanması ya da yorumlanmasıdır.

    kur’an-ı kerim bir hayat kitabıdır. kur’an-ı kerim okumak bir ibadettir. bu nedenle bu ibadetin yerine getirilmesinde gerekli kuralların uygulanması gerekir. böylece farz olan bir ibadet yerine getirilmiş olur.
  • bir şeyi güzel, düzgün ve tertip ile kusursuz bir şekilde açık açık, hakkını vererek açıklamaktır.
  • bir çok yazımda kur’anın bir metodu/ilmi olduğunu, ayetlerin ayetleri açıkladığını ve kimsenin yorum yapamayacağını defaatle yazdım. kur’anın hem kitabın tamamına hem de ilgili ayetlerin toplanıp bir küme haline getirilmesi olduğunu da belirtmiştik, hatta bizzat metoda vurgu yapan bir kavram olduğunu gördük ve bu esnada karşımıza çıkan bir başka kavramda tertil kavramıydı ki bu zaten piyasada bu konuya ilgisi olan arkadaşlarımız bu kavramı duymuşlardır.. hep kıraatla, tilavetle birlikte geçen birbaşka okuma çeşidi olduğu ortaya konur, söylenir. işte kıraat bir tür okuma, tilavet bunun başka farklı bir boyutu, tertilde yine kur’an’a yaklaşımın kur’an okumanın kur’adan bir şeyler anlamanın bir boyutu olarak değerlendirilir. kur’an’a baktığımızda da yine iki defa karşımıza çıkan ve üstelikte yine kur’an’la ilgili, kur’an’ın neden tek seferde indirilmediğine dair ayeti diğer bir ayette de direk nebimize emir olan bir kavram bu tertil kavramı.

    tertil kelimesine bir takım anlamlar veriliyor. okuma tarzı ile ilgili anlamlar veriliyor. içi başka şekilde doldurulsa da kısmen bizim geleneğimizde de kur’an’ı kerimi güzel okuma, harflere dikkat etmek bir nevi tecvitle ilişkilendirilerek bu ayetler anlaşılmaya çalışılıyor.

    peki, aslı nedir? iki yerde geçiyor tertil ifadesi. biri furkan suresinde, kur’an’ı kerim’in toptan bir defada indirilmesini talep edenlere verilen cevabın bir parçası olarak ki okuyacağız birazdan. diğerini de muhammed aleyhisselama muhtemelen ilk inen ayetlerden yani erken dönem inen ayetlerden birisi olan müzzemmil suresinde bir emir olarak geçiyor.

    furkan suresinin 32. ayetinde geçen de rabbimizin bir fiili olarak yani rabbimizin bir fiili olarak değerlendiriliyor, kendisine nispet ediyor rabbimiz bu fiili. diğerinde de aynı şeyi muhammed aleyhisselam dan yapmasını bekliyor. dolayısıyla bu da çok önemli bir şey.
    bir diğeri de belki diğer dikkat çeken şey arapça bilen arkadaşlar için söyleyelim, her iki kullanımda da “mefû-lü mutlak” dediğimiz fiilin tam yapılmasına, hiçbir detayın es geçilmemesine vurgusuyla belki tekit manasıyla diyebileceğimiz bir kullanım her ikisinde de söz konusu.

    kullanımın birinde bu kelime yani “rattil” kelimesi rabbimize isnat ediliyor. yani “tertil yapan benim” diyor yüce yaratıcı. ikincisinde de muhammed aleyhisselama verilen bir emir “sende bu tertili yap, uygula. bu arada mefûluda kur’an. yani”biz onu tertl ettik” diye buyruyor rabbimiz. yani kur’an’ı kendisinin tertil ettiğini söylüyor.

    yüce allah, muhammed aleyhisselama da aynı emri veriyor “sen de tertil et” diyor. çok önemli bir şey, altının çizilmesi gerekir. ikincisinde de “mefû-lü mutlak” dediğimiz arapça’da tekitli bir şekilde geliyor. bu belki teşbihte hata olmaz diyerek yazarsak; birisine çok özel bir şey söylerken “bak tekrar ediyorum” diyerek yanlış anlaşılmasına mahal verilmeyen başka yere çekilmeyen imkanın olmadığını, mutalak denildiği şekliyle anlaşılması, yapılması gereken söylerken “bak tekrar ediyorum aynen böyle yap” veya “ o saatte orada ol” denildiği gibi bir nevi farklı anlamlara veya oradaki bir takım insiyatif kullanımların önünü kesmek için bu işin önemini ciddiyetini ifade etmek bağlamında kullanılıyor.

    tertil uyum anlamına geliyor. yani herhangi şeyle bir başka şeyin uyumu, ahengi düzeni. bu bağlamda arapça sözlüklere baktığımızda “retile şey’un” uygun oldu, uygun düştü veyahut retile sav’ru ifadesi arapça sözlüklerde geçen “insanın dişlerinin dışarıda bakıldığında birbirine uygun düzenli bir şekilde dizilmiş olduğunu ifade etmek için arapça sözlüklerde bu kelime kullanılıyor. dolayısıyla tertil dediğimiz bu mastar, bu kelimenin anlam merkezinde “bir şeye bir şeyin uyumlu olmak” belki bir şeyle irtibatlı, ilişkide olma anlamı var.

    tertil edilmesi” denildiğinde “bunu bir başka şeyle uyumlu olarak yap” manasında. dolayısıyla bu işin aslında aynı bir terazinin iki kefesi gibi iki ayrı elemandan bahsediyoruz. bunların birbirine uyumlu çalışmasından bahsediyoruz. burada şunuda söyleyebiliriz belki giriş babında, bunun geleneğimizde anlaşıldığı tarzıyla tecvitle okuma harfleri doğru düzgün durma, bunların teleffuzunu doğru çıkarma veya bunları düşünerek okuma, dikkatli okuma vs. gibi bir şey nasıl olur? böyle bir anlam var mı diye baktığımızda, mesela kelimenin resullullah’a emredildiği, hatta ilk dönem ayetlerden bir tanesi müzzemmil suresinde görüyoruz;

    (müzzemmil 73/1-4): “ey örtüsüne bürünen! az bir kısmı hariç gece kalk. yarısında veya yarısından biraz azalt. ya da yarısına biraz kat ve kur’an’ı tertil et, tertil!”

    rabbimiz, “gece kalk, yarısına yakın veya daha az veya biraz daha artır” dedikten sonra “tertil et, onu tam bir şekilde tertil et” emrini veriyor. biz surenin son ayetinden anladığımız kadarıyla resullullah, bu eylemi bu emri yanında ki birkaç müminle birlikte uzun bir sürede uygulamış;

    (müzzemmil 73/20): “senin ve seninle beraber olanlardan bir kısmının, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini uyanık geçirdiğini rabbin elbette biliyor. gece ile gündüzün ölçüsünü koyan allah’tır. sizin bunu tam başaramayacağınızı bildiği için yüzünüze baktı (da işinizi kolaylaştırdı). artık kur'ân’ı kolayınıza geldiği zaman okuyun. o, içinizden hastaların olacağını, kiminizin allah'ın lütfundan yararlanmak için yeryüzünü dolaşacağını, kiminizin de allah yolunda vuruşacağını bilir. öyleyse kur’an’ı, kolayınıza geldiği zaman okuyun. namazı tam kılın, zekâtı verin ve allah için güzel bir ödünç ayırın. bugün kendiniz için yaptığınız her hayrı, yarın allah katında daha iyisiyle ve çok daha büyüğü ile bulursunuz. allah'tan bağışlanma dileyin. çünkü allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.”

    bu da çok etkileyici bir şey aslında. ilk vahyin inişinden medine de artık sistemin oturmasına kadar yani meşgalelerinin artmasına kadar bir süre dersek on ila on beş yıl arasında ki bir zaman dlimini söyleyebiliriz. bu da uzunca bir süre. bir insan düşünün ki her gece istisnasız bu işi yapmak için uykusundan kalkıyor, gecenin üçte birinde ki o yatsı namazından sonra imsak vaktine kadar ki o gecenin diyelim ki dokuz saatse üç saatini veyahut dört saatini, beş saatini, beş buçuk saatini bu emri yerine getirmek için kalkıyor. demek ki bu çok önemli bir emir, çok önemli görev, sizin atıfta bulunduğunuz surenin 20. ayetinde de ihmal edilmemesi gerektiğini söylüyor. sen devlet başında da olsan, insanların sıkıntılarıyla da uğraşıyor olsan gün içerisinde bu iş yine yapılacak.

    bir şeye daha çekmek gerekir, 20. ayette tolerans getirilen şey tertil değil onu ne zaman yapılacağı. gece yapılmasına artık gerek yok ama gün içerisinde de “kolayınıza geldiği kadarıyla kıraat edin kur’an’ı” buyuruluyor. dolayısıyla burada normal bir okuma olmadığı anlaşılıyor. normal bir okuma için harflerini düzgün çıkarma için vesaire için ne gece kalkmaya ihtiyaç var, ne resullullah’ın bunu uyguladığı son ayetten anladımız gibi bunların birlikte başka biriyle yapmaya gerek var ne gecenin zaman dilimine gerek var..insan tek başına bunu istediği her zaman yapabilir ama tertilin burada özel bir eylem olduğunu, kur’an’a yaklaşımda özel bir durum olduğunu biz buradan anlıyoruz.

    tertil’in anlam merkezinde uyum var dedik. yani uyum diyorsunuz ama neyin ne ile uyumu? o halde birbiriyle uyumlu, irtibatlı olması gereken şeyler var. hem furkan suresinin 32. ayetini hem de müzzemmil suresinin o ilk ayetlerini düşünürsek burada uyumun bir yönünü mutlaka ayetler olduğu çok açık;

    (furkan 25/32): “kâfirlik edenler şöyle dediler: bu kur’an ona bir defada tenzil edilseydi ya! fuadını onunla tesbit etmek için böyledir. onu tertil ettik tertil.”

    kâfirlik edenler, “bu kur’an bir defada toptan indirilseydi” derler. devamında da rabbimizin cevap verme tarzı çok dikkat çekici;

    “senin fuadını onunla tesbit etmek için biz bunu yaptık.”

    fuadını onunla tespit etmek? tesbit, türkçede de biz kullanıyoruz aslında. sabit bir fikri olması veya sebat sahibi veya işte bir ispat kelimesi kullanıyoruz. tesbit kelimesini kullanıyoruz, müsbet kelimesini kullanıyoruz. bunların tamamı aynı kökten, “senin fuadını onunla tesğit edelim diye” tesbitte bir şeyin bir şeye bağlanarak onun sağlam hale getirilmesi demek. yani onun bir nevi şöyle bir örnek verilebilir; sandalınızı, yatınız kıyıya getirdiniz indiniz, peki ne yapacaksınız? yapmanız gereken şeyde oraya onu bir yere sabitlerseniz o kasına göre takılmaz. yarın geldiğinizde yerinde bulursunuz, başka teknelere de zarar vermez.
    tesbit bir nevi onu sağlam bir şeye bağlayarak orada yerinin belirlenmesi ve böylelikle sağlamlaştırılması, güçlendirilmesi anlamına geliyor. işte rabbimiz tesbit için yani bir yere bağlamak suretiyle “senin bu konudaki şüphelerini eğer varsa onları izale etmek ve “evet bu gidilecek tek yoldur, tutulacak tek daldır, yapılması gereken yol bu yoldur” demen ve bunu insanlarında bunu görmesi için biz bunu bir defada indirmedik.” o halde akla mutlaka şu soru gelebilir “yani ne alakası var, parça parça indirmekle bu nasıl sağlanacak?”

    devamında “biz onu kesinlikle tertil ettik” yani uyumlu hale getirdik.” denmektedir. o halde ayetlerin bir şeyle uyumlu hale gelmesi anlaşılacak? peki, ayetler neyle uyumlu hale gelecek? burada dikkat edilmesi gereken şey ilk talebin ne olduğu, talep “ bu kur’an bir kerede indirilseydi ya” diye. “niye bir kerede indirilmedi” diyorlar ki günümüzde de bu tip sorular sürekli gündeme gelmekte.

    kur’an bir kerede indirilseydi ne olurdu veya neden bir kerede indirilmedi? sorusunu biz hakikaten kendimize sorup tertilden bağımsız olarak kur’an’a baktığımızda nasıl indirildiğini görüyoruz. pek çok ayetin belki kur’an’ın yarısından fazlasının olaylarla indirildiğini görüyoruz. bu bir vakaa. mesela diyelim ki tek bir kerede indirilseydi şöyle mi olacaktı? nebimizin eşine henüz zina iftirası atılmamışken ona zina iftirası atılmış gibi olan ayetler mi indirilecekti? böyle bir şey mi olacaktı? akla muhalif. ya da tahrim suresinin içerisinde nebimizin “allah’ın sana helal kıldığı şeyi neden sen kendine haram kılıyorsun?” şeklinde ki uyarısını hiçbir şey yapmamışken bir konuda en başta mı alacaktı? yani daha bunun gibi pek çok örnek verilebilir. miras ayetleri buna örnek olabilir. faizle ilgili ayetler örnek olabilir. çünkü her biri olaya binaen geliyor. hatta münafıkları düşünün, şimdi nebimizin etrafında hiçbir münafık yok diyelim, etrafında veya varsa de henüz hiçbir şey yok, hiçbir olay yapmamışlar. hiçbir şey yok, savaşla ilgili durum yok, “müminleri savaşa hazırla” ayetleri mi gelecek? yani böyle bir durum ortaya çıkardı.

    yapılabilir miydi? şöyle yapılabilirdi belki; hiçbir olayla irtbatlandırmadan bir anayasa metni gibi veya bir kanun kitapçığı gibi “baştan sona kural şudur, böylesi bir durum yaşanırsa olay böyle çözümlenir” şeklinde bir metin oluşturabilirdi. ancak, rabbimiz “böyle oluştursaydık tesbit yapılamazdı” yani inen ayetlerin hayatla ile irtibatının kurulamazdı. ayetlerin ve doğru hükümlerin ne kadar işlevsel bir yönünün olduğunu insanları nasıl kendine çektiğini, bu çözümlerin ve seninde hayatta ne kadar irtibatlı yaptığımız her şey de yani bir nevi hem olaylarla hem de rabbimizin yarattığı ayetlerle ve inen ayetlerle ne kadar irtibatlı ve insanın hayatını nasıl bir düzene sokuyor, nasıl bir konfor oluşturuyor bunu görmek bunu hissetmek çok önemli olsa gerek.

    oysa kur’an’ı kerimde rabbimiz “yarın güneş doğduğunda nasıl bir işleme sahip olduğunu göreceksin ve insanlarda görecek.” bu da inen ayetlerin allah’ın kitabı olmasını ve delillerinden birisi olarak tarzında bir ifade olarak kullanılıyor ve buna “tertil” diyor. “biz bir kerede indirmedik, çünkü senin kalbini yaşanan olaylarla tesbit edeceğiz. yani “sen bu arada bu olaylarla ilişkili bağlantıyı kuracaksın. çünkü biz onu hayatla uyumlu hale getirdik” demiş oluyor.

    tertil emri muhammed aleyhisselama ilk verilen emirlerden bir tanesini yukarıda yazdığımız gibi bu çok önemli bir emir olmalı ki gecenin belli saatlerinde kalkması ve bu iş üzere yoğunlaşması, müzemmil suresi 20. ayetten de anlaşılıyor ki sadece kendisi değil onunla birlikte bu işe gönül veren insanlarında on küsür yıl yaptığını görüyoruz. daha ilk inen ayetlerde bile muhammed aleyhisselama tertlin emredilmesi ve bunun mefû-lü mutlakla teyid edilmesi bundan başka bir okuma tarzının asla düşünülemeyeceğini, uygulanamayacağını göstermesi açısından çok önemli. yani “sen kur’an’ı tertil edeceksin, tertil. yani ne demek? sen inen ayetlere karşı, “hadi ne dersiniz bu gün aklınıza gelen konu var mı? kavram var mı? bu gün neyi çalışalım?” sen nasıl anladın? ben şöyle anladım, maksat ne, ne demek istiyor...” böyle değil, “hayata çözüm üreteceksin. hayatta yaşanan olaylarla eşleştireceksin” demek oluyor.

    doğrudan innen ayetlerin günü gününe hayatın içerisine aktarılması ve çözüm üretme kabiliyetinin insanlara gösterilmesiyle alakalı. bu muhammed aleyhisselama verilen ve başka bir tercihin söz konusu olmadığı bir okuma tarzı. kur’an’ı okuma tarzı. kimsenin yorum yapamadığı ve salt ayetlerden oluşan doğru bilgiler, bir insanı başka ne %100 tatmin edebilir ki din konusunda?

    kur’an’ı kerim’e bakıldığında kahir ekseriyet hep olaylarla ilişkilendirilerek hatta o yüzden “sebebi nuzul” diye bir disiplin var. bu ayetler niçin inmiştir? baktığımız zaman şunu da düşünürsünüz, yüce yaratıcı her şeyi mükemmel yapan ve her şeyin sahibi olan yüce yaratıcı, aşağıda kendini bilmez bir adamın sözünü bize aktarıyor “böyle diyor “diyor ondan sonra “sende ona şöyle söyle” diyerek bu adamı muhatap alıyor, bu adamın sözlerini bize aktarıyor, bunlara cevap veriyor. iki gün sonra o adam başka bir şey söylüyor, yüce yaratıcı tekrar “böyle dedi, o zaman şöyle söyle”dedik. bunların anlamı ancak tertil kelimesinin anlaşılmasıyla mümkündür. o kadar hayatın içerisinde ki aşağıda olan her şeyin inen ayetlerde bir karşılığı var ve bu eğitim tarzı allah-u teâlâ’nın. allah-u teâlâ bunlara iman ederekte hiç birinin bu sözlerini bize nakletmeden de kanun maddeleri halinde bunları yapamazmıydı? hem de en güzelini yapardı ancak bu bir tarz, hatta insanlık zaten böyle insanlık örnekler üzerinden, olaylar üzerinden her şeyi yürütür, pratik üzerinden yürür.

    dolayısıyla kur’an’ı kerimde ki ayetler bunu bize zaten gösteriyor. yani tarzı bunu gösteriyor. yoksa o adamların üzerine binaen onlara atıfta bulunulmuş veya o adamların söyledikleri şeylere binaen ona atıfta bulunulmuyor ama söylenilen ne ise sorulan ne ise hadise ne ise onunla ilişkilendirme nasıl yapılır bu bize öğretiliyor. muhammed aleyhisselamdan da kur’an’ı böylesi bir okuma tarzı ile okuması ve insanlara da bunu öğretmesi emrediliyor.

    furkan suresi 32. ayetinde şunu söylemiş oluyor; “biz bunu senin kalbini tesbit etmek yani sana bu konuyla ilgili senin doğru bir yere bağlanmanı sağlamak, ayaklarını sağlam basmanı sağlamak için olaylarla bunu ilişkilendirdik, onu olaylarla yaşanan gerçeklerle uyumlu halde sana ulaştırdık.” müzzemmil suresinde de “sen de kur’an’dan çözümler üreterek olaylara daima kur’an’dan bak ve oradan bunu hayata taşı” demiş oluyor. ve bu inen ayetlerin ve allah’ın kitabının müslümanların hayatlarının ne kadar merkezinde olduğunu gösteren çok önmeli bir şey. ne kadar da bugünlerden uzak...

    kalbi sağlamlaştırma, fuadının sağlamlası kavramları kur’an’da bir ayette daha geçiyor;

    (hud 11/120): “resullerin haberlerinden senin fuadını tesbit edeceğimiz her türlüsünü sana kesitler halinde anlatıyoruz. onlarda sana hak geldi müminlere de zikir ve öğüt.”

    bu resullere dair “sana anlattığımız bu kesitler senin fuadını tesbit etmeye matuf” şeyler. niçin anlatıyor bunlar? bir sürü kıssalar, yaşanmış olaylar neden anlatıyor? çünkü bunların bir karşılığı var. “sen bunları görüyorsun, yaşanan bu hadiselerin benzerini yaşıyorsun. böylelikle senin fuadın yani için, kalbin sağlam bir ilkeye kaideye bağlanmış ve böylelikle sen mutmain oluyorsun.”

    hatta devamında; ifadesi de bunun gerçekle bağlantısını kurmuş oluyor. “sana bu gerçek geldi” derken belki burada isra suresine de geçiş yapabiliriz. yaşanmış gerçeklerle kalbin tesbiti’nin kur’anda ki gerçeklerle uyumu vurgulanmış oluyor;

    (isra 17/105): “onu hak ile inzal ettik. o da hak ile inmiş oldu. seni müjdeci ve uyarııcı olarak gönderdik.”

    işte yine bu olaylarla bunun örtüşmesi orada geçen hak kelimesi, “o kitap hak ile inzal olundu” yani “olaylarla irtibatlı olarak gerçeklerle irtibatlı olarak indirdik” demiş oluyor ve devamında da; “o da öyle indi ” yani “bizim tercihimiz böyleydi ve bu iş böyle oldu.”

    tarihselcilerin bolca uydurdukları gibi “bu teorik sayfalar arasında kalacak bir takım hayaller vs. değil “ demiş oluyor rabbimiz.

    ve çok ilginç bunun bir sonraki 106. ayeti kur’an’ı anlama usulünün tam merkezinde olan ayetlerden bir tanesi. orada da bir nevi bunun açıklaması;

    (isra 17/107): “insanlara müks üzere okuyasın diye onu kur’anlar şeklinde ayırdık. şurası kesin ki onu biz indirdik.”

    “biz bu kitabı kur’an’lar şeklinde böldük.” niçin? “sen insanlara müks üzere okuyasın.” diye.

    müks, bakıldığında bir beklentiyi içeren bekleyiş. siz bir yerde bekliyorsunuz ama bir beklentiniz var. yine ayetlerden görüyoruz bunu;

    (taha 20/10): “bir ateş görmüş ve şöyle demişti; “durun ben bir ateş farkettim. belki ondan size bir kor getiririm, ya da ateşin yanında yol gösterecek birini bulurum.”

    musa aleyhisselam” ben bir ateş gördüm, sezdim bir bakayım” derken, giderken “ümküsu” diyor. ”siz burada bekleyin, bakalım oradan ne getireceğim.” hem kendisinde ki beklentiyi ifade ediyor, hem de o bekleyenler üzerinde ki beklentiyi ifade ediyor. bakın ne olacak, nasıl bir haber gelecek şeklinde. dolayısıyla burada müks te beklentiyi ifade ediyor. zaten sözlüklerde de bu açıkça söyleniyor. yani beklentiyi içeren bir bekleme anlamını sözlükler de söylüyorlar.

    bir olay üzerine insanlara sen bunu oku diye biz kur’an’ı, kitabı, furkan şeklinde ayırdık. “veya kur’anlar şeklinde ayırdık.” bir olay varsa olayı çözmek için oku, bir sorun varsa o onu. zaten tilavet dediğimiz şeylere kur’an’ı kerim de bakıldığında muhammed aleyhisselama hep bir konu bâzlı karşı tarafa ayetleri tebliğ etme tarzının olduğunu görüyoruz. yani şöyle bir tarz yok kur’an’ kerime bakıldığında, özellikle tilavet kavramı çerçevesinde “bu gün gideyim insanlara bir aşrı şerif okuyayım, seçeyim şuradan” böyle bir tebliğ faaliyeti muhammed aleyhisselamın hayatında yok, olamaz zaten. bir konu var, bir soru var, bir tartışma var, bir problem var onun üzerine o konuyla alakalı ayetlerin tesbiti faaliyeti, kıraat var. bu gerçekleştikten sonra bu karşı tarafa iletiliyor, tebliğ ediliyor, tilavet ediliyor.
    işte bu isra suresinin 106. ayetinde;

    “bir beklenti üzerine sen bu ayeti insanlara, orada ki “alennas” da “sen insanların ihtiyaçlarına göre bir ayeti oku demek oluyor. buna göre insanların o beklentisine göre o soruların cevabına göre sen bunu oku.” dolayısıyla bu tertil kavramıyla bağlantılı olarak bu tertil kelimesinin içerdiği uyumun bir yönünün ayetler olduğu, diğerlerinin de bu ayetlerle irtibatının olduğu çok açık gözüküyor.

    “müks”ile ilgili olarak dedik ki “bir mesele var, bir problem var ve o problemi insanlar bir şekilde çözülmesni bekliyorlar ve insanların bu çözüm beklentisini sen kıraatle yani kur’andan karşıla” demek. isra suresindeki bu söylenen şey diğer ayetlerdeki furkan suresi 32. ayet ve müzzemmil suresi 4. ayette ki tertille karşılığını bulan bir şey.. bahsettiğiniz meseleye de kur’an “şe’nin” ifadesini kullanıyor. ve bu ifadesini de yunus suresinin 61. ayetinde karşımıza çıkıyor. yunus suresinin 61. ayeti buraya kadar geldiğimiz şeyleri teyid eden bir ayetle karşı karşıyayız. yani olayın, mümkün olsada 1400 yıl önceki kamera kayıtları bir yerlerden çıkmış olsa da orada ki bir şeyi görsek. görmeyede gerek yok zaten ayet onu gösteriyor, yaşar gibi görüyoruz.;

    (yunus 10/61): “senin uğraştığın bir mesele, onu çözmek için oluşturduğun ayet kümesinden yaptığın bir anlatım ve sizin yaptığınız herhangi bir iş yoktur ki siz ona dalıp gitmişken biz size şahitler olmayalım. yerde ve gökte zerre ağırlığında bir şey bile rabbine gizli kalmaz. bundan küçükte olsa büyükte olsa açık bir şekilde kayda geçer.”

    “ bir iş üzerinde olduğun, sen bir mesele üzerindesin, onu çözmeye çalışıyorsun, türkçede de biz bunu kullanıyoruz zaten. “bir olay üzerinde çalışıyorsun, bir mesele var, bir tartışma var, bir problem var. kur’an’a o şey ile alakalı yani o olay, o tartışma var bir olay var, o şey ile alakalı, o tartışma, o problemle ilgili olarak senin kur’andan yaptığın tilavet, böyle bir tilavet yapıyorsun.” yani ilgili ayetleri toplamışsın karşı tarafa bunları sunuyorsun, diyorsun ki “bakın bu mesele böyle çözülür.”

    siz bir iş üzerindeyken, bunlara dalmış hayatınızı bu şekilde devam ettirirken, olup biten her şeyin biz şahidiyiz. ”yani her şey kayıt altına alınıyor.” siz dalmışken biz sizi görmüyoruz zannetmeyin.. burada muhammed aleyhisselam’ın ve etrafındaki insanların kur’an’ı okuma tarzı çok açık şekilde ortaya konuyor aslında. bir olay var, olaya endeksli bir tarzı var ve tesbit edilen ayetlerin insanlara tilaveti var ve üstelik bu o kadar önemli ki “dalıp gitmişler.”

    sonuç olarak tek bir ifade bile bize aslında kafamıza göre bir okuma yapamayacağımızı açıkça ortaya koyuyor. tertil emrinin mef’ûlü mutlak gelmesi; “bu işi yapacaksın, tam, tamına buradan yap, hiç bir şekilde bir meseleyle ilgili uğraşıyorsanız kur’an’dan bunun her boyutunuem küçük bir meselede olsa bunu kur’anla irtibatlı çözün, küçük bir mesele diye bunun kur’anla bağlantısını kurmadan geçmeyin” manasına olabilir mi diye insan düşünüyor, tertil emrinin mef’ûlü mutlak kullanılmasının sebebini yunus suresinin 61. ayetin sonunda ki “küçükte olsa büyükte olsa allah onu bir kitapta kayda geçirmiştir” ifadesi açıklıyor olsa gerek.

    tertil ifadesinin geçtiği iki ayete baktığımız zaman her iki ayette geçen tertilin mef’ûlü mutlak tenkid edilmesinin sebebi bu aslında. yani “bundan başka asla bir şey düşünmeyin” başka bir çözüm düşünülemez. çünkü küçük büyük, yerlerde ve göklerde her ne varsa kayda geçiyor. yani allah’ın kitabıyla da bunların irtibatı var. dolayısıyla siz bir şey içerisinde bir mesele üzerinde çalıştığınızda o mesele size ne kadar küçük, önemsiz gelse bile bunun kur’an’la irtibatını kurun” demiş oluyor bu tertil ifadesiyle.

    bu yazı erdem uygan ve dr. fatih orum‘un birlikte hazırlayıp sunduğu kök kur'an'ın öğrettiği kavramlar programının ilgili bölümünü, bir hanımefendinin yazıya dökmesi ile oluşturulmuştur, yazılanları ve daha fazlasını görmek için youtube link
  • kur’ân’ı yaşamak, muhtevasına hakim olmak, ancak onu tertil ile okumak ile mümkündür.
    tertil, bir şeyi güzel, düzgün ve tertip ile kusursuz bir şekilde açık açık, hakkını vererek açıklamaktır. kur’ân'ın tertili de böyle her harfinin, edasının, tertibinin, mânâsının hakkını doyura doyura vererek okunmasıdır.
    hafız bir kul eğer ki kur'an'ı kerim'i yaşamıyor ise, sadece ezbere bilmesi onu hafız yapmaz.
    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “(rasûlüm!) sana bu mübarek kitab’ı, âyetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik.” (sâd, 29)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “kim kur’ân-ı kerim’i okur ve muhtevasıyla amel ederse, kıyâmet günü anne babasına bir tâc giydirilir. bu tâcın ışığı, güneş aranızda olsa, onun dünyadaki bir eve konulduğunda vereceği ışıktan daha güzeldir. öyleyse, kur’ân-ı kerim ile amel eden kişinin durumu nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (ebû dâvûd, vitr, 14/1453)

    kur’ân’la amel edildiğinde, şeytanın ne hâle girdiğini rasûlullah (sav) bir misalle şöyle anlatır:

    “âdemoğlu secde âyeti okur ve secde ederse şeytan ağlayarak ayrılır ve:

    «yazık bana, insanoğlu secdeyle emredildi ve secde etti, mukabilinde ona cennet var. ben de secdeyle emrolundum ama ben itiraz ettim, benim için de ateş var» der.” (müslim, imân, 133)

    bütün mesele, aradan nefis ve şeytan engellerini çıkarmak sûretiyle kur’ân’ı okuyup hayata geçirebilmektir. zâten kur’ân’ı yaşamayan kimse ne kadar ezber okursa okusun hâfız kabul edilmemiştir. nitekim ebû ömer, kur’ân hâfızını şöyle târif etmektedir:

    “asıl kur’ân hâfızları, kur’ân’ın hükümlerini, helâl ve haramını bilen ve içindekilerle amel eden kişidir.” (kurtubî, ı, 26)

    rasûlullah (sav), kur’ân-ı kerim’i daha okurken yaşardı. allah’ın âyetlerini okurken mânâları üzerinde tefekkür eder ve emirlerini derhâl tatbîke koyulurdu. allah’ı tesbîh etmekten bahseden âyetlere gelince; “sübhânallâh” gibi tesbîh ifadeleriyle allah’ı noksanlıklardan tenzîh ederdi. dûa âyetleri gelince onlarla allah’a münâcâtta bulunurdu. cenâb-ı hakk’a sığınmaktan bahseden âyetleri okuyunca, hemen allah’a sığınırdı. (müslim, müsâfirîn, 203; kıyâmu’l-leyl, 25/1662)

    insanı kurtaracak olan peygamber efendimiz (sav) gibi bir kur’ân meşgûliyetidir. nitekim meşhur osmanlı âlimlerinden muhammed hâdimî şöyle der:

    her türlü sıkıntıdan, belâ ve musîbetten kurtulmanın yegâne yolu, kur’ân’a sarılmak ve onu hayata geçirmektir. ibadet ve tâatlere devam edin! bilhassa en faziletli ibadetlerden olan tedebbür, tertîl ve edeple kur’ân okumaya iyi sarılın! zira kur’ân’ı böyle okumak, allah ile konuşmak gibidir. (bkz: hâdimî, mecmûatü’r-resâil, s. 112, 194, 200)
hesabın var mı? giriş yap