• varlığının 1/4'ünü karindaslarının varlığına adamaktır.
    sorumluluk duygusudur, ki ilk başlarda zaten kendin de ufacıksın, "kendi problemlerini çözdün de sıra bir başkasına mı geldi" diye düşünmek, önceleri bocalamak sonrasında ise işleri yoluna bırakıp mutlu mesut olmaktır.
    bir tür anne - babalıktır abi olmak. kardeşler arasında asla ayrım yapmamak, aynı zamanda birbirinden korumaktır. yolu biliyormuşcasına yol göstermeye çalışmaktır. mevcut hayat bilgisini arada bir dönüp kardeş denen mecburi akrabanın talebi üzerine hizmetine sunmaktır. ilkokulda; ortaokulda; lisede; üniversitede; karşı cinsle olan ilişkilerde ve hayata dair yaşanılanlarda takipçilerine ebeveyn baskısıyla rehberlik ve önderlik etmektir. bir de örnek modellik yapmaktır. aldığın dondurmayı, yediğin ekmeği, içtiğin kolayı, ilerleyen zamanlarda ise mutluluklarını, üzüntülerini, sevinçlerini, acılarından mütevellit duygularını ve hayatını, nihayetinde aslında paylaşmak istemediğin birçok şeyi paylaşmaktır.
    kıyafetlerini kaptırmak ama "abi valla kızla buluşucağım, idare et" durumları yüzünden ses çıkaramamaktır. aman abim canim abim sözünü duyunca bir anda tüm kızgınlığın geçmesi ve mutluluğun bedeni sıcacık yapmasıdır. sürekli bir vicdan muhasebesine girmek, bir daha çıkamamaktır. empati kurmak, kurduğun empatiyi bir ömre yaymaktır.

    son olarak, bir an önce büyüsün de beraber oynayalım diye tabaktaki tüm etleri ebeveynlere çaktırmadan zorla şabalak kardeşe yedirmeye çalışmaktır.
    sermayesi duygudur, ki ikramiyesi de mutluca gülen kardeş gözleridir.
  • denizden aynı anda çıktıkdan sonra küçük kardeşin havluyla kurulanmasını beklerken 10-15 saniye bok yiyenin rüzgarında titreyerek etrafa ve anneye bakmaktır. güzeldir be.
  • abi olmak; baba olmak ile arkadaş olmak arasında bir çizgidir. tabiki bu kardeş ile aradaki yaş farkına göre değişir. 15 yaş ve üstünde ise abi daha baba yarısı ama 1 veya 2 yaş büyük ise en yakın arkadaş gibidir abiler. abi olmak paylaşmayı, korumayı, sorumluluk almayı ve fedakarlıkta bulunmayı öğrenmektir.
    abi olmak kardeşi sigara almaya kola olmaya vb her türlü şey için markete göndermektir.
    canı sıkıldığında güreşmeye hakkı olmaktır.
    hem arkadaş hem dert ortağıdır abi olmak
    bazen patron sen olursun, bazen onun için onun işleri için koşturan işçisindir.
    bir baba kadar korumacı onu yetiştiren hayata hazırlayansındır
    uzaklardayken özlenensindir (en azından ben öle umuyorum )
    yakındayken muhabbetine doyulmayan;
    ve arasıra
    -bir derdin sıkıntın var mı?
    sorusunu samimi içten sorup onu merak edensin.
    cebindeki paranın %51'inin onun olduğunu kabullenirsin.
    lakin kardeşin yaşı ne olursa olsun sınırsız tokatlama hürriyetine sahip olursun.
  • kız kardeş dünyaya geldiğinde on sekiz yaşında olmaktır.

    her fırsatta; o kız kardeşe kendisinin bakacağını,

    o kız kardeşi kendisinin büyüteceğini, okutacağını,

    ömrünün sonuna kadar o kız kardeşe destek olacağını dile getirmektir.

    kız kardeş iki yaşına geldiğinde askere gitmek ve orada şehit düşmektir.

    ama yine de netice değişmemiştir.

    aileye şehit maaşı bağlanmıştır.

    kız kardeşe o maaşla bakılmış, kız kardeş o maaşla büyütülmüş, okutulmuştur.

    kız kardeş, şehit yakını kontenjanından devlet memuru olarak atanmıştır.

    ve o abi, kendi ömrünün sonunu bırak, kız kardeşin ömrünün sonuna kadar kız kardeşe destek olmuştur.
  • kardeş diye bildiğim, beraber büyüdüğümüz kuzenimin kardeşi olmuştu.

    ben de çok özenip istemiştim kardeşim olmasını. bir gün urfa'daki balıklı göle gittiğimizde orada "benim de kardeşim olsun" diye dilemiştim. meğer zaten o sıra annem hamileymiş. ben çocuğum tabii. çok da bilincinde değilim durumun. bir gün beni teyzemlere bırakıp hastaneye gittiler, döndüklerinde kardeşim vardı artık.

    ailenin ilgisi yeni çocuğa kayınca eskisi kıskanır bazen. oysa ben kıskanmıyordum. annem onu uyutup evin diğer işleriyle ilgilenirken ben önce izliyor, annem bakmadığı zamanlarda da bir şekilde çocuğun canını yakarak uyandırıyordum. annemin onunla ilgilenmesi hoşuma gidiyordu.

    annemin doğum izni falan bitip de işe başlayınca bakıcılar geldi geçti. bu konuda çok şanslı değildik doğrusu. hırsızlık yapan, çocuğu döven, eve erkek arkadaşını çağıran, ev telefonumuzdan 900'lü hatları arayan ne kadar bakıcı varsa bize denk geldi. kaç tane değiştirdik bilmiyorum. bu bakıcılarla birlikte kardeşim de yarım gün kreşe gidebilecek yaşa geldi. o kreşten, ben okuldan çıktıktan sonra yarım gün ben bakacaktım ona. benim için çok büyük görevdi. zira o zamanlar ilkokul 3'e ya da 4'e gidiyordum. oldum olası içinde şeytan barındıran yaramaz bir çocuktum, tercaldım ben. bu yüzden annem evden çıkarken defalarca tembihlerdi beni.

    ufak birkaç olay dışında çocuk bakımı konusunda iyiydim ben. yani en azından kardeşim hala tek parça. bir keresinde evde top oynarken vitrini aşağı indirdik, bir keresinde birbirimize terlik fırlatırken balkon kapısının camı kırılmıştı. ikisinde de biraz dayak yedik ama durulmadık tabii. bunlar dışında da ufak tefek şeyler oluyordu ama ben güzel bir şekilde örtbas edince sorun olmuyordu. sadece benim kabahatim olan durumlarda bizimki ispiyonlamayı düşündüğünde olayımız belliydi, rüşvet. "2 paket taso çıkan cips" karşılığında anneme aktaracağı bilgi kalmıyordu bu küçük piçin.

    hatta bir keresinde, annemin milyon kez uyarmış olmasına karşın, ateşle oynarken bizimkinin üzerine kolonya püskürtüp yakmıştım. onu bile birkaç paket cips 'vaadi' karşılığında söyletmedim.

    unutmayacağım sahnelerdendir:
    büyük bir kül tablasının içindeki kağıtların yanışını izleyen iki çocuk düşünün: büyük elinde kolonya dolu ve ucundaki iğnesi takılı enjektör. ateş yanarken ısınan iğnenin renk değiştirişini izliyorlar. ara sıra da enjektördeki kolonyayı betona sıkıp bu küçük lav silahıyla eğleniyorlar. kardeşimin o anda ne söylediğini hatırlamıyorum ama bak seni de yakarım deyip gülerek önce onun önüne püskürttüm bu alevi. bizimki hareketlendi tabii. bir sonrakinde ise düşündüğümden biraz daha fazla sıkmış olacağım ki bunun üstündeki şort alev aldı. yerden kalkıp koşmaya başlaması, benim onu yere düşürüp yerde yuvarlayarak ateşi söndürmem.* neyse ki bizimkine bir şey olmadı da, çok sevdiği galatasaray formasının şortu eridi gitti. zaten ben fenerbahçeliydim.*

    derken bir şekilde büyüdük. sokakta kendinden büyük çocuklarla kavga edip dayak yedi. ben gidip o çocukları dövdüm, çocukların abileri, babaları da beni.

    bizimkiler belki daha az yaramazlık yaparız diye bilgisayar aldı. gerçi işe de yaradı hani. bütün öğleden sonra oyun oynardık beraber. beraber dediysem bir o, bir ben değil. oyunlarda kendi sırasından vazgeçip beni oynarken izlemeyi severdi.

    ben üniversiteyi kazandıktan sonraki kısmını pek bilmiyorum. uzaktık çünkü. ama yine de her kardeş için nasılsa onun için de öyleydi abisi. ondan her zaman bir adım önde olacakmış gibi.

    ben üniversitedeyken pek ilgilenemedim onunla. lakin ne zaman görüşsek benim izimden yürüdüğü annemin ve babamın şikayetlerinden belli oluyordu.

    işe başladığımda artık benim boyumdaydı. pek tabii ki gücünü de benimle ölçebilir hale gelmişti. güçte belki ama teknikte geçemiyordu o zamanlar. yine alıyordum aklını. bugün durum pek öyle değil. siklet avantajıyla belki alır beni öküz.

    neyse işte aslında çok aman aman şeyler değil. çoğu abinin, ablanın bildiği, yaşadığı şeyleri yazdım. asıl yazacağım şeye geleyim:

    abi olmak, inanılmaz şekilde idealize edilmek. hiçbir şey yapmasan da birinin rol modeli olmak galiba.
    başka bir şehirde yaşadığım ailemin yanına gittiğimde kardeşimle çıkarım dışarı. ne zaman bir arkadaşıyla tanışsam "abi, kardeşin senden çok bahsediyor.", "abi, sen gerçekten şunu yapabiliyor musun?", "abi, sen falancayı biliyormuşsun." gibi aslında bizimkinin, arkadaşlarına aktardığı şeylerle yüzleşiyorum ve birbirimizden uzak kaldığımızda bile ne kadar yakın olduğumuzu ve onun abisine nasıl baktığını, nasıl sevdiğini görüyorum.

    bir de ona çok söylemiyorum ama ben en çok onu seviyorum.
  • (sayın okuyucu, reca ederim hemen "(bkz: abi)" diye atlama, hele bir oku önce, sinirlenme)

    erkeğlere tanrının bir hediyesi ya da bir cezası varsa bu abi olmaktır sanırsam.. kolay değil, birdenbire, hangi yaşta olursanız olun, ufacık tefecik bir şeyin sorumlusu olmak.. eve yeni misafir olmuş bu yaratık, ki daha sonra kardeş adı ile bilinecektir, ilk başta düşmandır.. evet, bütün ilgi onun üstünde, osursa bile omuzlarda gezdiriliyor bu.. istediniz kadar perdenin arkasına kaka yapın, en fazla anneden fırça yiyorsunuz (bkz: kendimden biliyorum)..

    neyse efendim, abi olunca size kimse gülden bir bahçe vermez.. hatta sunulan bahçe hiç de hoş değildir aslında.. bir yanda kendi sorumluluklarınız, bir yanda ufaklığın sorumlulukları olur.. okula giderken, mahallede misket oynarken, yukarı mahallenin veletleri ile kavga edip, mor göz ilen eve dönerken illa ki bu sorumluluklar karşınıza çıkar.. kendinden önce onu düşünmek zorundasınızdır.. hele kız kardeş ise bu, buyrun cenaze namazına.. hem abi, hem namus bekçisi, oyy anam oy..

    bir de ikiye ayırabiliriz bu hayatı, kardeş(ler)den uzak olduğuz zamanlar ve on(lar)la yaşadığınız zamanlar.. genelde on(lar)la yaşadığınız zamanlarda anlamazsınız değer(ler)ini.. hatta kızgındır aranızda geçenler.. sonra biriniz alır başını, uzak bir yere gider, bok vardır sanki.. ancak ve ancak o gittikten sonra anlarsınız değerini.. sonra bir mektup gelir "abideji" ile başlayan.. ahan da işte o zaman anlarsınız kaderin size oynadığı o pis oyunu..
  • çok keyifli ve bir o kadar da sorumluluk isteyen, politikadan anlamayı gerektiren bir durumdur.
    yeri gelir birbirinize bağırır, çağırır hatta terlik ayakkabı fırlatır, olmayacak pislikte şakalar yaparsınız ama yeri gelir, küçük kardeşinizin çürük azı dişi sizin uykularınızı kaçırır...
    anne & baba ya da bunlardan biri yoksa, onun rolünü de üstlenmeniz gerekir.
    imkansızlıklar nedeni ile kendi yapamadıklarınızı, onun yapmasını ister ve bir şekilde oldurunca da kendi niz yapmış gibi (hatta çok daha fazla) zevk alırsınız...

    erken bir baba olma provasıdır abilik... onun karnının ağrısını onun gibi hissetmek ve onun için ondan çok daha fazla endişelenmektir...
    güzeldir abilik... çok önemlidir... çok anlayışlı ve yapıcı olmayı gerektirir...

    zira, herkes gittikten sonra kardeş kalır geride bir tek...
  • hayatın üzerinize yıktığı yüklerden biridir çoğunlukla. ama güzel zamanlar o kadar değerlidir ki kardeşinizle birlikteyken bu sorumlulukların hepsini seve seve kabullenirsiniz, mesela kardeşinizin üniversite sınavını kazandığını öğrendiğiniz gün. mesela sizin için gözü kapalı kavgaya girmesi, mesela babanızdan geriye kalan tek şey olacağı, daha fazla yazmasam iyi olacak galiba.

    iyi bir şey abi olmak, benimki gibi bir kardeşi olunca insanın.
  • birçoğu şu anda uyurken, rüya görürken, sevişirken; ben, şu an cem adrian'dan en sevdiğim duygusal parçaları dinlemekteyim. uzun zaman sonra yeniden aşık oldum. daha doğrusu 2 hafta önce bugün ilk defa gördüğüm kızın beni 2 haftada tüm hücrelerime kadar istila edeceğini biliyordum. ama son damlama kadar yenik düşmem bugünmüş. dinlemeyi bıraktığım parçalarıma geri döndüm bugün. kalbimin hala var olduğunu, yaşadığımı, her şeye rağmen yaşayabildiğimi yeniden kabullendim bugün. kalbimde o unutulduk kıpırdılar. yeniden hatırlıyorum.

    çocukluğumdan beri hayalim, kardeşim olan hıyarto ile aynı odayı paylaşmamaktı. ama olmadı. sadece 4 sene üniversite, 6 ay benim, 15 ay da onun askerliğinde ayrı düştük. nerden baksan 20 seneden fazla aynı odadayız. şimdi yeniden horlamaya geçti kerata. ama ne horlama!

    bu kardeşim benim, küçükken en yakın arkadaşımdı. bakmayın şimdilerde ağabeyini iplemese de, gölgesini takip ettiğimi bilmeyip türlü saygısızlıkla ağabeylik denen hissi her seferimde burnumdan getirse de çocukken, bir zamanlar, küçük emrah'ın küçük olduğu zamanlar; benim en iyi dostumdu bu kerata.

    harçlığım 1000 lira iken 1 milyon 50 bin lira biriktirmiştim hesapta. sayıyordum. kumbarayı açtığımda çük kadar para görüp, bizim hıyartonun her günkü mısır, kola, leblebi tozu, mevsime göre meybuz ve bisküi, tamek harcamalarının sebebini anlamıştım. oysa beraber biriktiriyoruz sanırken, cımbızla kumbaramdan para çalarmış. ama ağabeydim. kızardım, kovalardım, sonra yine misket oynar ve akşam aynı yatakta yatardık. yataklarımızı ayırmamız çocukluğumuzdan sonraydı.

    bu kerata kavga eder, ona buna sataşır, bazen dayak yer bazen döver; dayak yediğinde kurtarmaya, dövüp de kaçtığında peşinden gelenleri dövmeye veya dayak yemeye ben giderdim. ağabeylikti bize düşen. sonra kızar, kovalar, nasihat verir, kavga eder, yine aynı yatağa girerdik. o sabaha kadar horlar, bense sızana kadar ben, horultusunu dinlerdim.

    büyüyorduk çocukça. bu şerefsiz yine aşık olmuş. arabesk filmlerden gördüklerinin gazıyla kızın evinin önünde bağırıyor "seni seviyorum" diye. onu kaçırmak, gerekirse dayağını yemek yine bize düşüyordu. ağabeydik. sonra kızardım, kovalardım ve aynı yatağa girerdik. o sabaha kadar horlar, bense sızana kadar horultusunu dinlerdim.

    o hep kavga çıkaranı, bense en zekisi okulun... ettiğim tüm kavgalar, kırdığım bütün okul maceraları, kaçırdığım tüm dersler ya onu kurtarmak ya da bir kavgasına mani olmak içindi. her zaman el tetikte kulak kirişte onu kollardım. yerinde duramaz haytanın biriydi. bir keresinde ufakken düşüp kafasını yardı. yardım için çırpınan da, çaresiz bir annenin dayağını yiyen de yine bendim. sonra kafasını aynı yerden 4 defa daha yardı düşerek. kabak yine bana patlardı. oysa ne kaymayı, ne ip atlamayı hiç beceremezdi. bu yüzden yarılırdı kafası olduk olmadık.

    ramazanla çocukluğum boyu devam eden kavgalarım ramazan'ın kardeşimin kafasını mermerle yarmasıyla başlamıştı. tahsin ile ilk kavgamız da tahsin'in kardeşimin kafasına marle atıp yaralaması ile. herkesten kılı kırk yararak keptiğim misketlerimi hep kardeşim keptirdi umarsızca. kızardım, kovalardım, ama ağabeydim. akşam olur aynı yatağa girer, o sabaha kadar horlar, bense sızana kadar onun horlamasını dinlerdim.

    zamanla benden daha uzun olmaya başladı. sütün mucizelerine direniyordum o zamanlar. şimdiyse geç kaldım. her gece içmem uyumama bile yardımcı olmuyor bunca horultudan. okulun, mahallenin en zekisi olmama rağmen sadece kardeşim yüzünden dalga malzemesi olurdum. o daha uzundu, bense kısa. nereden bilebilirdim ki onu hastaneden getirdiklerinde ellerime bir çikolata verip "bu çikolatayı sana kardeşin getirdi, bak seni ne kadar seviyor" dedikleri kardeşimin bir gün 1.97 boyuna geleceğini... bir çikolataya aldandığım ömür boyu bir ağabeylikti benimkisi.

    kırk yılın başı kazayla bir şey kırsam, olmadık bir şey olsa ya da kardeşim bir halt yapsa; suç ya bana atılır ya da bazen onu kurtarmak için ben üstlenirdim. benim yediğim haltları ise anneme yetiştirme huyları sonra peydah oldu. yine dayağı hep ben yerdim. yine çocukken bitlenme hikayemiz de aslen bunun yüzünden. televizyonlardan gördüğümüz dudaktan öpme hadisesini komşunun kızlarına uygularken aslında ben zülfiye'yi ayarlamak istememiştim. ama onu kollamak için, o zülfiye'nin kardeşine hasta olduğu için ben de ablasına yazılmıştım. daha bir ilkokul çocuğu ilk zamparalık hikayem de merdivenlerin üstünde bir öpücükle bitlenmeyle sonuçlanmıştı. kızardım, kovalardım, ama ağabeydim. her şeye rağmen akşam olunca aynı yatağa girerdik. o sabaha kadar horlar, bense sızana kadar onun horlamasını dinlerdim.

    askerde bile kurtulamamıştım bundan. kiradaki evlerden birinin kirasını her ay o alıyordu askerde iken. ama yine de neredeyse her ay para istiyordu benden. öğrenciliğimin bir bölümü, aylığımın yarısını ona yollayıp sıkıntı çekmekle geçti. türlü yalanlarla aldığı paraları ordu evinde içmek için istediğini ise sırıtarak anlatışı hala sinir eder. kızarım, kovalarım, akşam olur, aynı odada yataklarımıza gireriz, o sabaha kadar horlar, bense sızana kadar onun horultusunu dinlerim.

    yine içmiş bugün. ara ara içer, sonra da sabaha kadar kusar. oda leş, yatağı leş, koklamak da, kusmuğunda boğulmasın diye ona bakmak da bana düşer. az önce yine çarşafını değiştirirken annemden azarı yine ben yedim. oysa birkaç dakika evvel kusmuğunun deryasında nefes alamayıp böğürürken onu ölümden ben kurtarmıştım. ayıklığında iplemediği, zamane gençleri gibi saygısını benim yerime uçurumlardan aşağı bırakıp kaçtığı ağabeyi. yine bir gece. o kusuyor, o horluyor, ben sızana kadar horultusunu dinliyorum, azarı yine ben yiyorum, günü yine aynı odada bitiriyoruz. kızsam da, kovalasam da, azarı her zaman ben yesem de, kollamak zorunda olan hep ben olsam da ve senelerdir deliksiz bir uyku çekememiş olsam da adam gibi; ben ağabeyim, o da benim hıyarto kardeşim. akşam oluyor, aynı odaya giriyoruz ve o sabaha kadar horluyor, bense sızana kadar onun horultusunu dinliyorum.
    albastropos
  • benim abim benden 3 yaş büyük yaklaşık. okumayı beraber öğrendik. o okula gitti, 3 sene sonra ben de aynı ilkokula gittim. sonra o liseye gitti ve tam olarak 3 sene sonra ben de aynı liseyi kazandım. sonra o ankara üniversitesi'ne geldi. ben sınava hep ankara üniversitesi diyerek hazırlandım, ankara'da başka bir okul kazandım gitmedim. sonra o da okulunu bıraktı ve beraber hazırlandık aynı sene. sonra o ankara üniversitesi'nin başka bir bölümünü kazandı, ben de ankara'daki başka bir okulu kazandım yine, bu sefer gittim. ve tam olarak 3 sene sonra, bugün, ankara'ya geçiş yaptım ve şu an aynı okulda olduğumuza hala inanamıyorum. bütün eğitim öğretim hayatım boyunca sürekli onu kovaladım ve işte, buradayız.

    abi olmak içinde pek çok şey bulundurabilir ama belki de en fazla her zaman takip edilmektir arkadan gelenler tarafından.
hesabın var mı? giriş yap