• (bkz: melisa kesmez)
  • hakkında şöyle güzel bir yazıya denk geldiğim öykü kitabı: melisa kesmez
  • melisa kesmez'in akan, bir yerinden hayatınıza sızan öyküleri var bu kitapta. aşık kadın, yalnız kadın, çevresinin istediği şekilde mutlu olması beklenen kadın... bir şekilde her öyküde kendinize uyan bir tanım buluyorsunuz ya da zaten bu insanları yakından tanıyorsunuz.

    öykülerinden birini daha çok beğendim derken diğerlerine haksızlık yapıyormuşum gibi geliyor; ama benim favorim "sakin göllerin kuğusuyduk". o da müziği hayatıma çok eskilerden bir yerden dokunduğu için.
  • içindeki her öyküye başlarken acaba bunu beğenir miyim deyip bir türlü beğenemediğim öykü kitabı.
    tüm öykülerde bir şeyler eksik, hepsinin çatısı derme çatma.
    çağdaş türk yazarlarının kitaplarına, özellikle de kadınsa heyecanla başlıyorum, buna da öyle sarıldım. ama olmamış maalesef.
    başka romanlarda ya da hikayelerde, bir karakteri anlamak, tanımak için anlatılan alt hikayeler gibi kalmış tüm hikayeler.
    dahası hikayelerdeki eksiklikleri daha da göze sokan yapmacık, doğal olmayan cümleler bolluğu.
    üzüldüm, hayal kırıklığı oldu benim için
  • kitap olarak basılmamış olsaydı bir şey kaybetmeyeceğimiz öyküler toplamı. hani melisa kesmez nutellamüptelası, kabakçekirdeğikoleksiyoncusu vb. bir rumuz ile bir tumblr hesabı açıp bu öykülerini paylaşsaydı pek bir şey kaybetmezdik.

    not: yine de pucca'dan iyidir hani, değil mi?

    samsung not 2: yazarın tumblr sayfası varmış zaten. e niye bastırdın bunları?
  • öyküler sizi alıp başka diyarlara falan götüremiyor. otobüs yolculuğunda vs. zaman geçirmek için okumalık.
  • eğer bir işe yarayacağını bilseydim, "şımarık öyküler" derdim bu kitaptaki öykülere, yazarını da biraz sinirlendirsin, biraz kışkırtsın diye... bir damar var çünkü, görüyorum, epeyce yaklaşmışım, duyuyorum ama çıkaramıyorum! o damara rağmen hikâye etmenin bu kadar kolayına kaçmak ve sonunda basılı kitabı olan bir yazar olmak... "bu işler sahiden bu kadar kolay mı, melisa?" diye sormak istiyorum. sormayacağım.

    "her şeyi bırakıp kaçmanın", daha doğrusu kaçabilmenin cesaretten ziyade züppelik olduğunu, günümüzde, söylemek isterdim, bir işe yarayacağını bilseydim. bir işe yarayan şeylerin pek bir işe yaramadığını bildiğim için yine de söyledim galiba biraz önce, değil mi?

    kaldı ki, ben çok az taş koydum insanların yoluna. sadece hayatta değil, burada da. kendimi taş edip yollarının uçurumundan yuvarladığım oldu ama, nadiren yürümelerini engelledim. ve bu kitabı okudum. başından sonuna kadar, hem de iki kez. bu kitaptaki öykülerin yetkinliğine fersah fersah uzak, birbirinden boktan öyküler de yazmış biri olarak, yıllar sonra kendime olduğundan yine de daha merhametli baktığım halde bütün bu yazılanlara, edemedim, söylemeden edemedim.

    masa başında yol kurulmaz, melisa. kurulur da aslında ama nasıl?

    elbete öykü, gitmekten ziyade bir gitme isteğidir ama okuduğumuzda isteğini değil, gittiğini göstermesi gerekir bize. gerekirlere benim kadar tiksinti ile yaklaşsan da, bizi neden o yola çıkarmadığına kızgınım. çünkü zorunluluklara başkaldırmak için bile yapılması zorunlu şeyler vardır. hayat bu.

    neden "gidiyormuşsun gibi" hissettik bütün o yol hikâyelerinin sonunda biz? neden kitabın sonunda her şey sadece "oluyormuş gibi" oldu? zeynep, neden "ölüyormuş gibi" oldu mesela? neden ölmüyor zeynep? öldürsene artık onu. gerçekten öldür ama. zerre acıma. bırak kesilsin nefesi. zeynep gerçekten öldüğünde, o öykünün yazarı da gerçekten bir yazar olacak çünkü. bunu umursuyorsa elbet.
  • olası bir zoofili beyanatı.
hesabın var mı? giriş yap