hesabın var mı? giriş yap

  • konser verdiğinde resmi tatil olan tek rock grubu. show must go onnnn!!!

  • büyük dedem ve büyük babaannemin kendilerine has evlerinin kokuları... hey gidi hey. bir de anneannemin eşek ölüsü ağırlığındaki yorganının sabun kokusu. :(

  • ankara kızı: hocam fazla ego'nuz var mı?
    istanbul kızı: afedersiniz, fazla akbil var mı?
    izmir kızı: merhaba, arabada yer var mı?

  • **iş bu entry rönesans genel özellikleriyle ilgili herhangi bir bilgi içermemekte, lonca teşkilatı-sanatçı arasındaki ilişkiyi, değişimi içermektedir.

    kısaca rönenans, sanatçının kentsoylu zanaatçılıktan özgür bireye/sanatçıya evrildiği dönem. erken rönesans dönemi loncaların etkisi ortaçağdaki kadar etkin denilebilir. sanatçılar bu dönemlerde lonca teşkilatına hala sıkı sıkıya bağlı. sanatçıyı sanatçı yapan şey yetenekleri değil, aldıkları eğitim oluyor. bu eğitim de lonca birliklerinde veriliyor tabi ki. bu atölyelerde öyle teorik bilgi verme de yok pek. çocuklara bakıyorlar, okuma yazmayı öğrenip, kafası hesap kitap yapmaya bastığında yolluyorlar bir ustanın atölyesine. bu eğitim de 1-2 senede bitmiyor öyle, 8-10 yıl süren eğitimlerden bahsediyoruz. bakmayın şimdi atölye falan dediğimize, o zamanın büyük sanat okulları buralar aslında. donatello, sandro boticelli, brunelleschi, lorenzo ghiberti, paolo uccello falan hep buralardan çıkma o zamanlar.

    insanlar "hadi benim çocuğu şu aşağıdaki atölyeye yazdırayım" demiyorlar tabi. adamlar çocuklarını sanatçı olarak en fazla üne sahip olan usta kimse gidip oraya yazdırıyorlar. usta ne kadar ünlü biri ise, çocukların da o kadar şansı yüksek çünkü. ha şimdi buraya hep böyle çok yetenekli çocukları mı alıyorlar? yooo. ortaçağın etkisinde kalmış bir kolektif kültür hala var o dönemler. ne kadar çok çırak o kadar bedava iş gücü demek.

    ya mesela aklınıza bob ross'u getirin tamam mı. trt2'deki kıvırcık saçlı amca. "şuraya bir ağaç koyalım", "buraya minik çalılıklar koyalım", "mesela şurada küçük bir sincap olsa" falan derdi ya hani. adam mesela o dönem yaşayan bir usta olsa, bu sayılanların hepsini ayrı bir öğrencisi tamamlardı. "donatello gel oğlum. ağaçları sen çiz", "ucello sen de şuraya küçük bir dere çiz" mantığında ilerlerdi. dalga geçmiyorum, böyle bir ortam var. çünkü adamlarda "tek bir elden" eser çıkartma mantığı yok. eserler resmen anonim, kimin eli kimin cebinde belli değil. yaratıcılık ve özgünlük yok aslına bakarsanız. bir usta büyük bir iş alıyorsa bütün çıraklarını alıp gidiyor, birlikte bitiriyorlar o siparişi.

    bu dönem tek bir zanaat türü de yok. misal michelangelo hem ressam hem heykeltraşmış. uzmanlaşma gibi bir kavram pek olmadığı için çok farklı alanlardaki işler atölyenin içinde yapılabiliyor, yapan biri bulunabiliyor. atölyenin büyüklüğüne göre resimler dışında arma, tahta oyma, halı dokuma, nakış vs hepsini yapan birileri illaki bulunuyor. donatello mesela zamanında kendi koruyucusu için gitmiş gümüş ayna yapmış; sandro botticelli komşusu olan esnaf için tabela falan yapmış, inanılır gibi değil. adamlar bu tür işleri küçük düşürücü görmüyorlar önceleri.

    sanat ve zanaat ayrımı; sanatsal çalışmaların ölçütü michelangelo ile birlikte ortaya çıkmaya başlıyor. o dönem yaratıcılık da çok fazla olmadığı için michelangelo'yu ilk modern sanatçı olarak görmek yanlış olmaz. giorgio vasari zanaat türüne giren bu tür işleri sanatçının kendisine olan saygısıyla ters düşeceğini ve bu tür siparişler almaması gerektiğini savunuyor o dönemler. bu gelişmeler sanatçıların lonca teşkilatlarına bağımlılığını azaltıyor. bunun en bariz göstergesi, o dönemde adını şimdi hatırlayamadığım bir ressam loncası bir ressama dava açıyor. nedeni de adamın loncanın belirlediği bilmem kaç yıllık eğitimden geçmemiş olması. neymiş bu adam ressamlık yapamazmış. yok yeaaa. tabi davayı kaybediyorlar.

    loncalardan kopma biraz da koruyucularla mümkün olabiliyor. rönesans dönemi italya'daki sanatçılar diğerlerine nazaran daha iyi konumdalar, dönemin prensleri tarafından değerleri biliniyor falan. diğer sanatçılar şehirlere bağlı kalırken, italya'daki sanatçılar saraydan saraya geziyorlar. bir saraydaki sipariş bitince diğerine geçiyorlar. siparişi aldıklarında loncadan çalışma izni istemek, yanında kaç adam çalıştıracağını sormak da yok. tamamen özgürler. bu ayrıcalıklı konumlarından dolayı belki de daha özgün çalışmalar oluşmaya başlıyor.

    ortaçağ sanatındaki geleneksel yapı yavaş yavaş kırılır. ortaçağdaki geleneksel yapıya göre ustalaşmanın en iyi yolu "usta'nın taklit edilmesi"dir. bu taklidi ilk kez leonardo da vinci bırakıyor. leonardo'yla birlikte taklit kendini doğanın incelenmesine bırakıyor. böylelikle lonca teşkilatlarında pratikle ilerleyen geleneksel eğitim sistemi de değişmeye başlıyor. taklit, kendini doğanın incelenmesine bıraktığı için usta çırak ilişkileri de değişime uğruyor. artık taklit önemini yitirdiği için yetenek daha öne çıkmaya başlıyor. atölyelerde pratik yerine teorik ve kuramsal eğitimler verilmeye; bunun harici geometri, perspektif, anatomi gibi yine doğayı gözleme dayalı bir dizi bilgiler verilmeye başlanıyor. öğrenciler canlı modellerle falan çalışmaya başlıyorlar. bu da akademik eğitimlerin temellerini oluşturuyor.

    mesela "deha" kavramı şekil değiştiriyor. sanatçıların kişilikleri sayesinde yaptığı çalışmalar, onların özgünlüğü hep bunun ürünüdür. dehanın başkasına aşılanamayacak, tanrı vergisi bir yetenek olduğu görüşü önem kazanıyor. bu da lonca teşkilatlarının önemini giderek azaltmaya başlıyor. bireysellik ve öznellik artmaya başlar. modern olarak "bireyin kendi bilincinin farkına varması" ilk kez rönesansla mümkün olabiliyor. rönesanstan önce birey kendi farkında değil mi? farkında. sadece sanatta kişisel anlatımın takdir edilmesi ve bunun aranması bu zaman dilimine denk geliyor. yapılan çalışmalar nesnel bir "ne" ye göre değil; öznel bir "nasıl"a göre şekillenmeye başlıyor.

    deha kavramındaki en büyük değişim sanatçıların özgün ve soyut çalışmalara geçmesiyle, bireyselliğe önem verilmesiyle yaşanıyor. mesela vasari, ucello'nun öldükten sonra arkasından sandıklar dolusu eskiz bıraktığından bahseder. peki elimizde ortaçağ'a ait sanatçıların neden eskizleri yok? çünkü özgünlük/öznellik önemli değildi. ortaçağda anlık düşünceye önem verilmiyor. bundan dolayı da kağıda geçirmeye önem vermiyor adamlar. kağıtları korumak için de herhangi bir çabaları yok zaten. onu geçtim ortaçağdaki çalışmaların öznel değeri yok, tamamen salt nesne değeri var.

    artık yaşanan bir olayın, durumun olduğu gibi "nesnel şekilde" anlatılması veya o tabloya yansıtılması önemini yitiriyor. sanatçının öznel olarak nasıl yansıttığı önem kazanıyor. "eylemin güzelliği biçemin güzelliğinin arkasında kaldı" denilir. kısacası rönesansla birlikte, bir savaşın kazanılması ve bunun olduğu gibi resmedilmesi değil, kazanılan savaşın sanatçı tarafından "nasıl" resmedildiği ilgi çekmeye başlar.

  • bir terör örgütünün şehir yapılanması ile görüşmeye başlarsınız. insanı etkilemek üzerine görevlendirilmiş kişiler sizi bir eylem bombacısı yapar ve ülkeniz için, ezilen halkınız için öleceğinize inandırılırsınız. ölürsünüz, bir bok değişmez.

    terör örgütünün karşısındaki bir yapılanmada bulunursunuz. polis, asker ve benzeri mesleklerden birini seçersiniz. yine insanı etkilemek üzerine görevlendirilmiş kişiler sizi bir savaşın içine gönderir, halkınız bu terör belasından kurtulsun diye çatışıp ölmeniz emredilir. çatışır ve ölürsünüz, bir bok değişmez.

    çünkü bu düzeni değiştirmek istiyorsanız, yaşamak için mücadele etmeniz gerekir.

    ülkem için ölmeyi düşünecek kadar romantik bir aptal olmadım hiçbir zaman. ölüm sihirli bir değnek değil. bu ülke için bir şeyler yapmak istiyorsanız ilk önce yaşamayı öğrenip, yaşatmayı öğretmek zorundasınız. toprağı, hayvanı, suyu, ağacı, meyveyi, çocuğu, çiçeği, sevgiyi, sağlıklı bir insanın omurgası olan saygıyı... bunlar yaşarsa ülke yaşar.

  • gözümü anında yaşartan, bakmaya gücümün yetemediği el yazısı ile çeşitli zamanlarda bana yazmış olduğu kısa notları eşimin. sanki kağıda süzülen ruhu satırlardan canlanıp; o anı yeniden yaşatıyorlar bana. buruk.

  • yanlış hatırlamıyorsam zamanında sözlükte birisi 'türkiye' başlığına şöyle yazmıştı: "kuralına göre yaşayan insanlara son otuz yılda çok büyük bir kazık atmış ülke."

    debe editi: "efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. en doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir..." m.k. atatürk