hesabın var mı? giriş yap

  • yonetmenin "bu bir yasam ne senaryo ne suflor" diye algilamamizi etkilemeye calistigi acilis sahnesinde, truman'in aynadaki yansimasina ve o yansimanin yonetmenine, "yapamayacagim, bensiz devam etmeniz gerekecek" yanitindan itibaren biz modern cagin ozgur(!) bireylerinde kimlik krizleri deprestiren senaryosuyla sarsici bir film. kader, irade, ozgurluk ekseninde felsefik okumaya da imkan veren senaryoya sahip film, yoneten yonetilen ekseninde sosyopolitik cagrisimlara sebep olacak carpici diyaloglara da sahip. en kucuk ayrintisina kadar yasamini kurguladigi truman'a haksizlik yaptigi suclamasina maruz kalan yonetmenin, ona bir cennet yarattigini gercek hayattaki her turlu suctan sucludan tehlikeden arinmis bir ortamda konforlu ve guvenli bir yasam sagladigini soylerken ki "iyiniyetli yonetici" pozunda, halklarina "guvenlik ve konfor" sagladiklari iddiasiyla onlarin ozgurluklerini gaspeden bigbrother'larin golgesini gormek mumkundur. aslinda iyiniyetlidirler, bireyin guvenligini ve konforunu saglama cabasindan gozlerine uyku girmiyordur, her sey trumanlar icindir. truman'in, yarattigi sahte guvenlik ve konfor cennetinin disina cikmasini engellemek icin kucuklugunden itibaren bilincaltina "deniz korkusu" yerlestiren yonetmenin sahsinda, bizi bazi politikalarina ikna etmek icin kucuklugumuzden itibaren olusturduklari korkularimizdan yararlanan modern zaman tiranlarinin prototipini gormek mumkundur. filmde truman'in basina geldigi gibi, gercege ve kaderimize yelken acmaya karar verdigimizde iste bu onceden bilincaltimizda kurgulanmis korkularimizi deprestirip geri donmeye zorlayacak suni firtinalarla karsilasacagimizi biliyoruz. truman'a her seyin bir oyun oldugu gercegini fisildayan sevdigi kiz hakkinda kurgucularin verdigi hukum ise urpertici: "inanma o bir sizofren". truman'in kendisine ait oldugu iddia edilen yasamindan trajikomik bir sekilde tunel kazarak kacmasindan sonra, 30 yillik yayinin "teknik bir ariza, lutfen bekleyin" denilerek kesilmesinin, demokrasilerin ozgurluklerin rafa kaldirildigi "politik bir ariza oldu, lutfen beklemede kalin" anonslarini cagristiran bir yonu de var. yonetmen, korkularini asmayi basarmis bir sekilde suni firtinayla mucadele ederek yoluna devam eden truman'a huzunle bakar ve sorar; "truman, where are you going?" gercege, elbette ki gercege, her turlu surprize acik, ozgur kaderinin efendisi olacagi gercek dunyaya. sadece aktoru olmayacagi yonetmenligini de ustlenecegi gercek hayatina..

  • "soytarılık etmeden güldürebilmek seni
    ekmek çalmadan doyurabilmek
    ve haksızlık etmeden doğan güneşe
    bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
    mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun"

  • "çaykur rizespor’u tebrik ediyorum sanırım bu galibiyet onlara şl’ye direkt katılım hakkı sağlıyordu."

    evet böyle bir entry var yukarıda. ağlamanın her türlüsünü gördüm ama bu çok başka bir kafa. şampiyonlar ligi iddiası olmayan takımların maç kazanmak için uğraşmaması mı gerekiyor? ki şu an oynanan maçta adamlar gol atmaya çabalamıyor bile. resmen galatasaray defansı 3 asist yaptı. taraftarlık güzel ama şuursuzluk çok rezil bir hareket.

  • araba almak türkiye'de çok pahalı bir iş, dolayısı ile doğru karar vermek önemli, o sebeple yazdıklarım birilerinin işine yarayabilir. biraz uzun olacak.

    öncelikle şunu belirteyim, ben galeri sahibi, bir markada satış sorumlusu ya da çok sıklıkla araba alıp satan biri değilim. volkswagen'in fabrikalarından birinde mühendislik yaptım, vereceğim bilgiler kullanımdan değil mutfaktan.

    önce her alım için geçerli ve bilinen kısım; neye ihtiyacınız olduğunu belirlemek. bunu yapmadan yola çıkarsanız hatchback almak gibi yarı bir fikir ile gider iyi bir satışçıdan suv alıp dönersiniz. ev almak gibi daha ciddi bir konuda bile insanların sadece %20si ilk başta düşündüğü gibi bir ev alıyor, sebebi de insanlar ne istediğini aslında bilmiyor.

    araba için 3 soruyu netleştirin;

    1- 2. el araç mı yoksa sıfır mı?

    türkiyede 5 yıldan fazla binerim demiyorsanız 0 araç almamalısınız, sebebi zarar edecek olmanız. 2. elde de dolandırılmamaya dikkat edin, ne yazık ki böyle bir risk var. işi bilen güvendiğiniz biri olmalı yanınızda.

    2- hangi sınıf? markadan önce sınıf seçin, eğer tersini yaparsanız bütçe probleminden dolayı ihtiyacınız olan sınıftan daha düşüğünü almaya yönelebilirsiniz. genel geçer kuralları var;

    hatchbackler yalnız yaşayan kişiler için, bekarlar için ya da evdeki 2. araba olarak düşünülebilir.

    sedanlar 1-2 çocuklu aileler ya da geniş bagaja ihtiyacı olanlara uygun

    stationlar türkiye'de yaygın değil ama 2 ve üzeri çocuklu aileler için ideal, hatta mükemmel. hiç station vagon audi a6 gördünüz mü? ben gördüm, volkswagen'in tüm üst düzey alman yöneticilerinde a6 station mevcut.

    birde suv ve jeep olayı var ki bu türkiye'de garip seviyelerde. seviyorsanız alın tabi.

    3- hangi marka? bu benim size asıl yardımcı olabileceğim, sizi biraz marka etkisinden uzaklaştırabileceğim kısım.

    otomobil inanılmazdır, dünyada bu boyutta bir ürünün bu kadar seri üretildiği başka bir sektör yok. yılda 65 milyon araba üretiliyor. peki hangi marka?

    markayı paranıza göre seçeceğiniz aşikar, ama belli bir bütçe için daima birden fazla marka var, marka seçerken sizi şu kıstaslar bekliyor;

    a-yakıt tüketimi
    b-iç tasarım
    c-dış tasarım
    d-hata oranı
    e-yedek parça ağı ve yedek parça fiyatı
    f-marka değeri
    g-kalite/fiyat oranı

    ilk 3 değer için size yardımcı olamam, (a) zaten veri olarak paylaşılıyor, (b) ve (c)göreceli. şimdi madde madde diğerlerini değerlendirelim;

    d- hata oranı; yani arabanın size yaptıracağı mesai. arabanın her arızası size mesai yaptırır, konforunuzdan çalar, far patlasa yaptırmaya gider gelirsiniz. sizi en az servise yollayacak orta segment marka toyota, ardından mazda geliyor, honda da çok iyi derecelere sahip. ford ortalarda. tüm almanlar ve avrupalılar bu konularda çakılmış durumda. üst segmentte ise lexus 1 numara ancak türkiyede satışı yok, o yüzden bu veride audi açık ara önde olarak değerlendirilebilir.

    kaynak için tuv verilerini ve araştırma şirketleri değerlerine göz atınız, reliability olarak aramanız yeterli. ben bir kaç marka ile anlatıyorum ancak diyelim bir hyundai almaya karar verdiniz tüm maddeler için değerlere bakmalısınız.

    e-yedek parça ağı ve fiyatı; bu neden her ülkede farklı tip markaların tutulduğunun cevaplarından biri. bakım ağı ve satışları eş zamanlı arttırmak çok zor bir strateji olduğundan ülkelerde yaygın markalar kolay kolay değişmiyor. kia bazı ülkelerde liderken türkiyede adı geçmez örneğin. ülkede yaygın ağa sahip markaları biliyorsunuzdur, yedek servis ağı kuvvetli olmayan markalara yanaşmamak gerekir. ben otomobil arızalandığında tamiri nekadara patlardan bahsedeyim; toyota bu konuda 1 numara, fark inanılmaz seviyelerde, honda takipçisi, volkswagen ortalarda yer alıyor. üst segmentte ise en iyiyi belirlemek zor ama en kötü olan açık ara bmw.

    bu konuda çok kaynak var hepsinde aşağı yukarı aynı sonuca ulaşabilirsiniz. arama için "car brands with least maintenance cost".

    f-marka değeri; burada bahsettiğim brand price değil, sıralaması yapılan o ancak o başka bir şey. burada bahsettiğim aracın prestiji, türkiye'de orta segment hakkıyla volkswagen'in adamlar ülkede fabrika açmadan rekor üstüne rekor kırdılar, ford ve honda iyi seviyelerde, üst segmenti mercedes göğüslüyor. mercedesin, bmw'yi geçtiği 3 ülke var yanılmıyorsam, biri türkiye. volvo da iyi bir prestije sahip, ancak satılmasının ardından sönüyor, sönmeye de devam edecek. türkiye'de toyota yerlerde sürünüyor.

    burada artık fransız renault, citroen ve peugeot'dan bahsetme vaktimiz geldi. çok büyük bir fiyat avantajı olmadığı sürece bu araçları almak için tek sebebiniz başta hiç değinmediğim yakıt tüketim-iç dizayn-dış dizayn olabilir. bunlar dışında hiç bir parametre ile bu araçlar size iyi bir değer sunamaz. istediğiniz veriyi tartışabiliriz.

    e-kalite/fiyat oranı: bu araca ödediğiniz parayı malzeme kalitesi, işçilik ve bir çok diğer etkenle oranladığınızda çıkan sonucun ne kadar yüksek olduğu ile ilgili ve çok önemli bir değer. yani 90.000tl'lik seat leon'u 100.000tl'lik golf ile ancak bu değer ile kıyaslayabilirsiniz, yani verdiğiniz 1tl'ye ne kadar verimlilik ya da kalite satın alıyorsunuz. burada herkes vw'ye odaklanacak sanıyorum, onu birazdan anlatacağım. ama önce krala gidelim, burada muhakkak ford'da çalışan, renault'da çalışan, opelde çalışan mühendis arkadaşlar vardır. hepsi doğrulayacaktır ki dünyada tüm otomotiv fabrikalarının verimliliğini hedeflediği tek bir marka vardır; toyota. vw'da çalıştığım süre boyunca toyota kelimesini duymadığım bir hafta geçmemiştir.

    bu şu anlama geliyor; toyota'dan 1 liraya satın aldığınız kaliteyi diğer markalarda 1,1 liraya ya da 1,05 lira gibi paralara satın alabilirsiniz. buradan auris golfe basar sonucu çıkartmamak gerek, bu üretim anlayışı ve verimlilik ile ilgili bir veri. buradan şu sonuç çıkar golf'ü toyota üretseydi daha ucuza binebilirdiniz(ya da aynı fiyata binerdiniz, toyota daha çok kâr ederdi). ya da aurisi vw üretseydi daha pahalı olurdu.

    bu kıyaslamaya üst segmenti sokmak zor. bmw, mercedes ve audi gibi markalarda üretim sayıları düşük olduğundan kaliteyi daha pahalıya almak zorunda kalırsınız. yani bir 3.20'nin üretim adetleri golf kadar olsaydı fiyatı çok daha ucuz olurdu, bu konu ile ilgili bir yazı yazacağım. bu segmentte vergi hariç ödediğiniz para değerinden fazladır, ancak bu lüks alımda zorunludur. bu lambo ve ferrari gibi örneklerde daha çarpıcıdır, bu markalar niye bağımsız değil de biri fiat'a biri vw'ye ait? sebebi düşük üretim adetlerinden dolayı maliyetler ve tedarikçler ile baş edememek. tabii sahibi vw, fiat olunca tedarikçi kuzu oluyor. belgesellerde izlediğiniz ferrariye yapılan el işçiliğine de ağzınız açık kalmasın, adam oraya robot koysa maliyeti kurtaramaz, ondan insan yapıyor.

    şimdi vw olayına dönelim, üst düzey bir satın alma yetkilisi araç bom'unu patlattıklarında (yani araca takılan tüm parçaları alt alta dizip fiyatlarını hesapladıklarında) seat leon style ve vw golf comfortline arasındaki malzeme fiyat farkını söylemişti, rakamı duysanız inanamazdınız. çok çok küçük bir mebla. ancak satış rakamları arasında 5-6.000tl fark var. bu da vw'nin prestiji ve markaya ödenen para sayesinde. hatta golf dünya çapında leondan kat kat fazla satıyor, bu durumda ar-ge maliyeti de daha düşük olmalı araç başı. ancak fiyatlara bakınca durum hiç de öyle değil. buna pazarlama başarısı demek lazım.

    bunlar göz önünde bulundurmanız gereken bazı kıstaslar, size yukarıda tüm markaları yazamadım ama hangi değerlere bakmanız gerektiği ile ilgili bilgileri ilettim. adı hiç geçmedi ancak bir hyundai almak isterseniz bu değerleri araştırarak kararınızı verebilirsiniz.

    toyota'yı belki çok öne çıkarttım, ama bunlar verilerden kaynaklı, başta belirttiğim gibi benim bakış açım fazlaca işin mutfağından ve orada kral bu adamlar.

  • bir golf klübunun soyunma odasında bir sürü adam
    giyiniyormuş.ortada duran bir cep telefonu çalmış,
    yakınındaki bir adam hands-free konum düğmesine
    basmış ve giyinirken konuşmaya başlamış.
    adam: alo
    kadın: merhaba şekerim, kulüpte misin?
    adam: evet.
    kadın: ay ben burda süper bir deri ceket gördüm.
    1000 dolarcık. alabilir miyim?
    adam: oluur, madem çok sevdin, al tabii.
    kadın: aslında buradan önce de galeriye uğradım.
    2015 modelleri gelmiş, tam istediğim renkte birini
    buldum.
    adam: ne kadar?
    kadın: 250 000 dolarcık.
    adam: o parayı vereceksem bütün aksesuarlarını
    isterim ama...
    kadın: yaşasınnn! bir şey daha var, geçen sene
    beğendiğimiz ev yine satılık ve 550 000 dolar
    istiyorlar.
    adam: tamam, ama 520 000 dolardan fazla verme sakın.
    kadın: oldu şekerim. sonra görüşürüz. seni
    seviyorum.
    adam: ben de seni...görüşürüz.
    adam telefonu kapatıp afallamış şekilde onu seyreden
    topluluğa döner ve sorar:
    "bu telefon kimin, bilen var mı?

  • tanıdığım bütün annelerle kıyaslayarak söylüyorum, benim gördüklerim içinde en iyi anne benim annem. hatta dünyanın en iyi annesi bile olabilir. kadın anne olmaya gelmiş dünyaya. inanın yaptığım şu çıkarımlarda zerre duygusallık yok, tanıyan herkes aynı yorumu yapar annemle ilgili. (bkz: anne/@istenc)

    ve ben birçok kez, bu kadını üzmekten beter etmek pahasına kendi istediklerimi yaptım, bir sefer bile "ay annem üzülür" diye kendi istediğimi yapmaktan geri kalmadım. öyle olaylar yaşandı ki aylarca konuşmadığımız oldu. kız kardeşim araya girmese hala konuşmuyor olabilirdik. fazla özel olduğu için olanları burada yazamıyorum. neyse ki et tırnaktan ayrılmaza bağlandı olaylar.

    vardığım noktada, tam istediğim gibi bir hayatım var. mecburiyetlerim neredeyse sıfır. tam anlamıyla kendi yolumu çizebiliyorum ve -abartmadan söylüyorum- her günüm bir öncekinden keyifli geçiyor. sonuç olarak, annemi üzdüğüme değdi. o da onun işaret ettikleriyle değil, kendi seçtiklerimle mutlu olduğumu öğrendi. hepimiz için mutlu son.

    biraz aceleyle yazdım, eksik kaldı editi: bu başlığı okudukça ailesini üzmemek uğruna erkenden evlenen, istemedikleri kişilerle evlenen, hayallerindeki meslekleri yapamayan vs insanların hikayelerini gördükçe gerçekten üzüldüm ve annesini üzmek, yalnız kalmak gibi durumları göze alıp burnunun dikine gitmiş taraf olarak başlığa katkı yapmak istedim. çünkü dik kafalının teki olmasam yazılanlar gibi bir hayata sıkışmam işten bile değildi. ürperdiğimi inkar edemem. tek bir hayat var, heba etmemek gerek.

  • + önceki işinizden ayrılma sebebiniz?
    - patronun köpeği ile kavga ettim...
    +ehem! köpeği derken?
    -gerçek köpeği canım böyle kuyruğu falan var. mecazen değil.
    +nasıl oldu bu çok merak ettim?
    -patronun odasında duruyor bu. bir tek bana hırlıyor. benim de zoruma gitti...
    +eeeeeeee?
    - sekreterin masasından dev zımbayı kaptığım gibi üstüne yürüdüm. o da karşılık verdi...olaylar gelişti tabi.

  • bu paraya milyonlarca aç doyurulabilir, su kuyuları açılabilir, dünyadaki sefalet sorunu kökten çözülebilir ve hepimiz birer ananaslı jelibon gibi sonsuza dek mutlu yaşayabilirdik... çok haklısın kardeşim. ne gerek var bilime? james webb'e harcanan parayla karnı doyurulan açlar, pamuksu bir rahatlamayla karnı doyar doymaz ilk işleri olan üreme faaliyetini daha büyük bir coşkuyla gerçekleştirebilir, böylece gıda, su ve medikal ihtiyacı karşılanması gereken milyonlarca yeni aç, onları bekleyen yepyeni kaynaklar yokken dünyaya gelebilir, yeni bir uzay yatırımına harcanacak parayla onlara da birer sandviç ve cappy meyve suyu dağıtılarak üreme enerjisi kazandırılabilirdi. sürdürülebilir sefalet için haydi sen de çık ve times meydanı'nda "uzay çalışmalarına hayır, millet aç aç" diye bağır.

  • ülkedeki illegalitenin geldiği son nokta. yalnız berberin maske takarak hijyen kurallarına uyması da 10 puanlık hareket*