hesabın var mı? giriş yap

  • mike godwin tarafindan 1990'da ortaya atilmistir. online bir tartisma uzadikca, icerisinde nazi almanyasi/hitler gecen bir karsilastirma yapilmasi olasiliginin 1'e yaklasacagini ongorur. hatta cogu online grupta nazilerden bahsedildiginde tartisma genelde sona erer ve bahseden kisi tartismayi otomatik olarak kaybetmis sayilir.

  • sonucu yazalım
    -akp ve mhp oyları ile kabul edildi.

    eğer cinayetlere, tacizlere, tecavüzlere dair bir şey sunulursa sonuç:
    -akp ve mhp oyları ile reddedildi

    arkadaşlar bunları artık ezbere biliyoruz.

  • dediler sen bir fakir düzcelisin
    düne kadar ilçeydin, şimdi ilsin
    güldüler düzceli audi ne bilsin
    passat mı çekeyim yanlarına

  • var böyle bir şey. sanırım ben de yazılımcıyım diye sürekli önüme düşüyor, önüme geleni engelliyorum ama bitmiyor. tiplerin hepsi aynı, ben başarılıyım, ben zenginim diye bağıran sonradan görme çiğ paylaşımlar. gerçekten mesleğim adına ben utanıyorum. yahu bu ne görmemişliktir, satın aldıkları iphone'ların macbook'ların faturasını paylaşan mı ararsın, bilmem kaç bin liraya aldığı kahve makinasını çeken mi, geneli pahalı oyuncak paylaşma derdinde. bir de eli biraz para gördü diye, hasbelkader mesleğe ilgi var diye kendisinin nirvanaya ulaştığını zanneden millete hayat hakkında saçma sapan tavsiyeler vermeye çalışan ama iki cümleyi bir araya getiremeyen tipler var. arkadaşlar yazılımcı olmanız sizi otomatik olarak entelektüel yapmıyor. hatta tam tersi, zamanının büyük bölümünü yazılım ekranları karşısında harcamak zorunda olan birisinin tarihten, sanattan, felsefeden üst perdeden konuşabilecek kadar birikiminin olması zaten akla mantığa uymuyor. kendinize gelin.

    debe editi: arkadaşlar elbirliğiyle girdiyi debeye sokmuşsunuz, teşekkür ediyorum. ekşiye girince mesajlardan bir cumartesi sürprizi yaşadım. belli ki birçok kişi aynı dertten muzdarip. yazıyı tekrar okuyunca eğer yazılımcıysanız sizler için değilseniz yazılımcı çevreniz için şu mesajı ekleme ihtiyacı hissettim: hepimiz üç aşağı beş yukarı eğer türkiyedeysek birkaç bin, avrupadaysak 3-5 bin euro bandında çalışan beyaz yakalı işçileriz. bu para bizi zengin yapmaz, sadece gelişmiş bir ülkedeki sıradan bir insan gibi insanca yaşamamızı sağlar. yani 'o para o para değil'. fakir bir ülkede yaşamanız ve fakir arkadaşlara/akrabalara sahip olmanız bu gerçeği değiştirmiyor. meslek hakkındaki daha önceki yorumum için de şu girdiye göz atabilirsiniz #140622037.

  • şu anki aklım olsa zencinin dalına biner, motora binmezdim. bir senedir sürünüyorum, iki ameliyat oldum, üçüncüsünü ağustosta olacağım. dizin altından kaval kemiğini ucu üç parça oldu kazada. buna da şükür, yürüyorum tekrar.

  • anneme bulaşık makinası almıştım ahdım vardı, sonra pek bişi kalmamıştı maaştan, ama olsun, sevinçten ağlatmıştım ya o yeter, 12 senedir hala kullanıyor.

  • açılın ben geldim. öncelikle, duruma göre değişir. yıkandığı durum da vardır yıkanmadığı durum da.

    önce anlamamız gereken şey makarnayı yıkamak diye bir mefhumun neden olduğu. pişme denilen olayın mantığıyla alakalı olarak bizim makarnada yapmaya çalıştığımız şey her yerden illa bir duyduğumuz şu "al dente" (dişe gelir) pişirmek gereksinimi ya, makbulü o olduğundan dolayı, o al dente kıvamına getirdikten sonra kendi iç ısısıyla pişmeye devam ederek (bu nasıl olur diye soracak olan varsa, siz bir ürünü pişirirken ona ısı enerjisi yüklüyorsunuz ve kütlesi ve içindeki sıvı miktarına göre o ürün bir süre daha o enerjiyi atana kadar pişmeye devam ediyor. daha fazla detay için residual heat ile ilgili bir yazı) bir süre sonra al dente'liğini kaybetmesine engel olmak için pişmeyi o anda durdurmak, ayrıca makarnanın çeperinde sıvı ile şişmiş olan ekstra nişastadan makarnayı arındırmak. bu sayede yıkadıktan sonra hem ideal kıvamını koruyan hem de soğuduğunda birbirlerine çok yapışmayan makarna tanelerimiz oluyor.

    ama bu neden ve hangi durumlarda sakıncalı? şöyle ki, makarnanızı sosladığınız zaman o sosun makarnanıza yapışmasını ve içine çekmesini sağlayan şey de tam olarak bu nişasta. o sebeple o anda pişirip soslayacağınız makarnayı önden yıkarsanız kendi bacağınıza sıkmış olursunuz çünkü yıkanmış bir makarna asla o sosu içerisine çekmez.

    yani bu bilgiler ışığında şöyle diyebiliriz:
    1 paket makarna pişiriyorsanız ve bir oturuşta yemeyecek, o makarnayı soğutup tekrar ısıtacaksanız, yıkamak çok daha mantıklı. hele de bu makarnadan soğuk tüketilecek bir ürün yapacaksanız (örn. makarna salatası) bu makarnayı sudan geçirerek hem al dente'den öteye pişmesini durdurur hem de tane tane salatanın içerisinde kalmasını sağlarsınız.

    1 porsiyon makarna pişiriyor ve onu sıcak tüketmeyi planlıyorsanız paketin üzerinde yazan ideal pişirme sürsesinden 1-2 dakika az pişirip, yalnızca süzdükten sonra son 1-2 dakikalık pişirme işlemini sos içerisinde tamamlayarak sosuyla tamamen özdeşleşmiş, sıcacık, mis gibi al dente bir makarnayı yine yersiniz.

  • 6. yüzyılda inşaa edildiği vakit en büyük kilise olan yapı. kubbesi o kadar geniştir ki, birkaç kere çökmüştür. ayasofya’nın kendisi ise 3 kere inşa edilmiştir. antik dönemden kalan en iyi kalan büyük yapılardan biridir( inşaası 537 yılında bitmiştir).

    1453’te camiye dönüştürüldüğünde, kuşkusuzki tarihin en güzel camilerinden biri olmuştur. zaten bunu osmanlı mimarisindeki etkisinden de anlayabilirsiniz. klasik osmanlı mimarisinin temelinde ayasofya vardır: küçük kubbelerin büyük devasa bir kubbeyi desteklediği camiler.

    camiye dönüştürüldüğünde içindeki mozaiklere dokunulmamıştır bile. mozaiklerin üstü 18.inci yüzyıldan sonra kapatılmıştır.

    ayasofya herhangi bir dine ait olmak için fazla güzel bir yapı. istanbul, “city of world’s desire” olarak bilinir. ayasofya da istanbul’un kalbidir. ayasofya’nın müzeye çevrilmesi olabilecek en doğru karardı. böylece sembolik gücü bu kadar yüksek olan bir yapı sadece müslümanların veya ortodoksların mirası değil bütün insanlığın mirası haline geldi.

    ama ben bunları neden anlatıyorum ki ? tarihin, sanatın bir değeri mi kaldı ki ? ahh...