hesabın var mı? giriş yap

  • bir zamanlar en iyi tribüne sahip olan takım.

    dünya futbolunun en tutkulu taraftarlarından biri olarak bilinen psg'nin ultraları, evlerinde ve deplasmanda her maçta takımlarını ellerinden geldiğince yüksek sesle desteklemiştir. ancak paris saint-germain'in ultraslarının tarihi, marşlardan ve meşalelerden ibaret değildir. taraftar kulübün sahipleri, oyuncuların kendileri ve en önemlisi birbirleriyle sürekli olarak anlaşmazlık içindedirler.

    psg'nin ultras'larının oluşumu, kulübün 1974'te parc des princes'e taşınmasıyla başlar. ne yazık ki, parc des princes, kulübün emekleme yıllarında bugün bilinen korkutucu atmosferden çok uzaktı. maçı izlemeye gelenlerin çoğu, dışarıda eğlenceli bir gün geçirmek ya da diğer takımlardan uzaklaşan sıradan taraftar olan parislilerdi.

    kulüp stadyuma daha çok taraftar toplamak için 1976'da bilet fiyatlarını epey ucuzlattı. amaç, liverpool'un anfield'daki kop'u gibi taraftar toplamaktı. taraftarlar bilet fiyatlarının düşmesinden memnundu ve altı ay içinde binlerce taraftar daha psg'yi desteklemek için stata geldi. kulüp daha sonra ultras taraftarlarını boulogne bölümüne taşıdı ve ultraslar boulogne'un kop'u olarak tanınmaya başlandı.

    1985'te kulübün ilk resmi ultra grubu kuruldu. meşaleleri, bayrakları ve pankartlarıyla tanınan boulogne boys, fransa'nın en eski ultras'larından biri olarak kabul edilir. psg'nin arkasında olumlu bir itici güç olarak başlayan grup, kısa sürede farklı siyasi görüşlere sahip şiddet içeren bir grup haline geldi.

    boulogne boys'un davranışları nedeniyle, parc des princes'teki seyirci sayısı 1990'lı yıllarda düşmeye başladı. kulüp devreye girdi ve sadece takımlarına destek olmak isteyen ultras taraftarlarını, tribünlerdeki virage auteuil'e geçmesine izin verdi. genellikle sıradan taraftarları ve konuk takımlardan taraftarları ağırlayan stadyumun karşı tarafına. bu ayrım yeni sorunların başlangıcıydı.

    psg stadyumda barış sağlamaya çalışırken işler planlandığı gibi gitmedi. boulogne tribünündeki taraftarlar ırkçı eğilimi olan beyazlardan oluşuyordu ve tribündeki ayrım, her ayrım gibi, her yerde her zaman olacağı gibi işlerin karmaşıklaşmasına doğru evrildi. kulüp, iki taraftar grubu arasındaki tansiyonu düşüremedi ve sorun çıkaran taraftarları görmemezlikten gelmeyi tercih etti.

    2003 yılının mayıs ayında, auteuil bölümünde yer alan tigris mystic adlı bir taraftar grubu, onuncu yıldönümünü 'gelecek bize ait' yazan bir pankartla kutlamayı seçti. bu pankart, boulogne tribünündeki taraftarlarca iyi karşılanmadı. bundan sonra iki grup arasındaki maçtan önce ve sonra parc des princes dışındaki şiddetli kavgalar çıkmaya başladı.

    tabii ki, sürtüşme kısmen her iki tarafın da kendilerini 'daha iyi' taraftar olarak görmesinden kaynaklanıyor olsa da, gerçekçi olmak gerekirse, bu sorun çok farklıydı. durumun gerçekliği, kulüp tarafından bir kenara itilen ırksal gerilimlerin başlamasıydı. bu çatışmalar yıllarca sürdü ve kulüp birkaç kez buna son vermeye çalıştıysa da hiçbir zaman tam olarak başarılı olamadılar. kan aktı ve fransız hükümeti psg kulübüyle işbirliği yaparak her iki taraftar grubunu da dağıttı. bir devrin sonu geliyordu.

    2010 yılında, sadece bir yıldan az bir süredir paris saint-germain'in kulüp başkanı olan robin leproux, parc des princes'teki tüm grupları yasaklama kararı aldı. tous psg ( all psg ) veya daha sonra le plan leproux olarak anılacak olan bu plan, sezonun son maçında yüzlerce meşale ile protesto edildi. 'bu son' yazan büyük bir pankart açıldı statta. görselşiddet ve holiganlıkla tanınan 1.200'den fazla taraftarın stada girişi yasaklandı.

    bir yıl sonra kulüp, qatar sports ınvestments (qsı) tarafından satın alınarak psg'yi dünyanın en zengin kulüplerinden biri haline getirdi ve ilk başta bu yeni sahipler muhtemelen işleri farklı şekilde ele almaya çalışan ultralar için iyi bir işaret gibi görünüyordu. ancak psg'nin yeni başkanı nasser al-khelaifi için durum böyle değildi. bunun yerine, sert bir şekilde stada girmesi yasaklanan taraftar sayısını 13.000'e çıkardı. bilet fiyatlarının %70'in üzerinde artmasıyla, tribünler paraları yettiği için stadyumda olan sıradan futbol taraftarları olan sosyetik parislilerle doldu. stadyum hala doluyken bile bir zamanlar fransa'daki ve avrupa'nın geri kalanındaki rakiplerin korktuğu atmosfer ciddi şekilde yok olmuştu.

    erkek futbol takımlarını desteklemesi yasaklanan ultralar, paris saint-germain féminine futbol takımını (kadın futbol takımını) ve psg genç takımlarını desteklemeye başladılar. kadın takımına desteğin artması ilk başta basit gibi görünebilir. ancak kadın futbolunun taraftarlar için daha erişilebilir olması, kadın oyuncuların taraftarların parc des princes'e dönüşünü alenen desteklemesi ve takımın avrupa futbolunda rekabetçi bir güç olması ile taraftarlar ile kadın takımı arasında bağ kuruldu. ultras onları dünyanın en çok desteklenen kadın takımlarından biri haline getirdi.

    kadın takımına ve genç takıma devam eden taraftar desteği, takım sahiplerinin her iki takım için de büyük bir yatırım yapmasını sağladı ve bu elbette kadın takımı ve akademi için harikaydı. aynı zamanda kulüp ve ultralar arasındaki ilişkiyi onarmanın başlangıcıydı.

    2016 yılına gelindiğinde taraftarlar kulüple pazarlık etmeye başlar ve güçlerini birleştirir. collectif ultras paris'i ( cup ) kurulur ve psg ile yapılan görüşmelerin ardından, altı yıl sonra ilk kez 150 ultranın stadyuma geri dönmesine izin verilir.

    kulüp avrupa’da başarılı olmanın yumuşak yüzlü taraftarlarla beraber olmayacağını biliyor artık. geçmişten gelen holigan gibi taraftarların takımlar arkasında itici güç olduğu gerçeğinin farkında ve bu yüzden yasak olmasına rağmen avrupa'nın göbeğinde şampiyonlar ligi maçında meşaleler yandı bu sezonun ilk maçında.

    görsel

    paris saint-germain, umutsuzca arzuladıkları zorlu şampiyonlar ligi şampiyonluğunu kazanamasa da, daha önce hiç olmadığı kadar yaklaşmışlardı 2 sene önce. ultralar denklemden çıkarılırsa, paris saint-germain'in o şampiyonluğu kazanmak için ihtiyaç duydukları itici güce sahip olamayacağı da bir gerçektir.

    yıllar önce rakip barcelona otobüsünü karşılayan real madrid ultraları artık yerini turistlere bıraktı. bakalım psg ultraları ne kadar dayanacak.

  • son 300 yıldır fırtınaların olduğu bir leke. jüpiterde bulunur. genişliği dünyanın çapından geniş ve son araştırmalara göre derinliği de yaklaşık 300 km. ayrıca fırtınanın alt katmanlarındaki bulutların üst katmanlara oranla daha sıcak olduğu anlaşılan bir leke. rüzgarlar da atmosferde ki inanılmaz sıcaklık farkıyla oluşuyor, o nedenle fırtınalar da inanılmaz hızlı ve güçlü.

  • eylül - lige çok iyi başladık, bu sene kesin şampiyonuz

    ekim - avrupa'da en az yarı final görürüz,

    kasım - türkiye kupası bizim için gereksiz, ligde fikstür avantajımız var.

    aralık - devre arasında kesin bir sol bek almalıyız yoksa şampiyonluk zora girer.

    ocak - ikinci torbadan çek bir kolay takım, finale koşalım.

    şubat - takım revire döndü, bu kadar şansızlık olmaz. beşiktaş kanseri rerörörö.

    mart - lig bizim için önemli değil, avrupa'da üst turlar için uğraşmalıyız.

    nisan - bu takımdan zaten avrupa'da başarı beklemek hayaldi, futbolcuların birçoğu yollanmalı.

    mayıs - dünya futbolu için çok fazla şerefliyiz ama hala daha önümüzdeki sezon için ümidimiz var.

  • diziyi bitirdim ama ben de bittim. günlerdir ne yazsam diye düşünüyordum, sonunda kendimce yakaladığım ufak bir detayı paylaşmak istedim.

    --- spoiler ---

    5.bölümde agah bey, nazif-naz ile içerken nazif bir ara şöyle diyor: "hani bir kız vardı güzelce, sungurlar pazarlıyordu hatırladın mı? galiba ben ilk kez o kıza söyledim agah"

    bu bahsi geçen kız reyhan. o sahneyi tekrar izlerseniz konu açılınca agah bey'in yüzünün değiştiğini anlarsınız. hani seviyoruz böyle amerikan dizilerinde dizinin finali aslında önceki bir bölümde verilmesini, aynısı şahsiyette var. o yüzden gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki izlediğim en iyi 10 dizi arasına girdi şahsiyet. finaliyle beni bu derece vuran bir dizi daha hatırlamıyorum.
    --- spoiler ---

  • ingilizcedeki “goodbye” sözcüğünün "good be with ye (tanrı seninle olsun)" sözünün kısaltması olan “godbwye” sözünden geldiği.

    elimizdeki kaynaklara göre, bu kısaltma ilk olarak 1565 ile 1575 yılları arasında kullanılmış. içinde "goodbwye" geçen ilk yazı, ingiliz yazar ve akademisyen gabriel harvey'in 1573'te yazdığı bir mektupmuş. bu mektupta harvey, "to requite your gallonde of godbwyes, ı regive you a pottle of howdyes." demiş. zaman ilerledikçe bu tabir, "good day" ve "good evening" laflarının etkisi altında kalmış.

    goodbywe'nin goodbye'a evrilme süreci ise kronolojik olarak şu şekilde gerçekleşmiş:

    • god be with ye (godbwye)
    • god-b'wye
    • good-b'wy
    • goodbye

    kaynak: good-bye'in etimolojisi

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.

  • neredeyse tamami, devlet yetkililerinin kullandigi cumlelerin duruma uyarlanmasidir.

    olulerin arkasindan ironi yapilmasini dogru bulmuyorum, ama devletin 18 yasindaki gencleri sokak ortasinda esnafla birlik olup dove dove katlettigi ve valilerin cikip "arkadaslari yapmistir" diye insanlarla dalga gectigi bir ulkede, birilerinin de polis olumleriyle dala gecmesinde sasiracak bir sey yok.

    aslinda kimsenin sasirdigi da yok zaten, bunlar hep klavye milliyetciligi, lafa ola beri gele. cok seviyorsan polisini, halkini, daha fazla kan isteyecegine olumler karsisinda "yeter artik" diye tepki gosterirsin.

  • türkiye halklarının giderek muhafazakarlaşmasının sonucudur.

    bugün ht gazetesinde ali ağaoğlu röportajı vardı ki sorsak, sokaktaki 10 yurdum delikanlısının (atıyorum) 7'si bu adamı örnek olarak kabul ediyordur.adam diyor ki röportajda "6 evim var ama tek kitap sahibiyim !!" "hatunun tazesini severim (bu esnada ismi hazal ....... olan sevgilisi sigara içerek röportajı izliyormuş)" vs.vs.vs.

    '80 darbesinin bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük, böyle salak tiplere kol kanat gerip embesil bir nesil (ki yeşil kuşak projesiymiş bunun ismi) yetişmesine uygun zemin yaratmaktı.bunu da başardılar zaten.sorsan hepsi ahlak ve kişilik sahibi ama yolda oturup "taze mala bak !!" "hacı asgari ücret alıyorum ama ayfon siksplas ya da en olmadı ayfon siks almazsam olmaaaaaaz" muhabbetindeler.bu tayfanın idolleri belli, niyetleri belli.kimisi de "....... elitizmi" diye ayar kasmaya çabalar aldığı entelektüel eğitimin olmazsa olmazı bir tavırla.ve evet kardeşim bilgisiz adamı, öküz adamı, cahil kalmakta ısrar eden adamı, o cahilliğini her yere yaymayı görev edineni aşağılıyorum !!!

    gerçi ülkeye tercüman mı seçiyoruz, cumhurun reisini mi seçiyoruz? değil mi.sikmişim bilgiyi, bilimi, kültürü afedersin.

    not : "...... elitizmi" cümlesinde genel tavır kastedilmiş olup, hiçbir entry ve kişi ile ilgisi yoktur.

  • zenginler için üretilen hiç bir ürünün fakirler icin mantıklı açıklaması yok zaten.

    yani senin termos ihtiyacın varsa 100-150 tl lik olanlara bakacaksın; bim'den decathlon'dan falan.
    bunu da zenginler alacak.

    reno, fiat varken bmw veya mercedes almanın mantıklı açıklamasını da sorgulayamayız mesela.

  • sakallar ve kaşlar takma muhtemelen.

    baston kullanacak yaşta ve fiziksel yapıda olmadığı da aşikar.

    konuşması hem ton hemde diksiyon açısından bir önceki rolüyle taban tabana zıt. fikirler insanın sesini değiştirmez :)

    yine ekmeğinde kral.

    bu kadar bariz ve karikatürize roller herkesin harcı değildir, gerçekten iyi bir oyuncu ve yarın haham olmaya karar verse herkesi inandırır. :)