hesabın var mı? giriş yap

  • az önce reklamda gördüğüm kampanya.

    eski iphone 4 yada 4s'ini getirene 360 tl peşinat sayıp iphone 5 veriyormuş 24 ay taksitle.

    4s'ini bana getiren olursa 450 veririm.
    beni görmeden vodafone'na gitmeyin sakın.

  • -diyalog kurmayı neden düşünmediniz?
    -kurdum işte.
    -fotoğrafınızı çekebilir miyim?
    -buyurun
    ve kadın;
    -sizi teşhir edeceğim.
    genç adam ineceği durak geldiği için umursamaz bir tavırla kapıya yaklaştı.

    (bkz: alfa)

  • kafa kesen, insan derisi yüzen, eroinle bir nesli zombiye dönüştüren katillere karşı girişilen operasyondur ancak ne kadar başarılı olur tartışılır.

    adamlar şehir sahibi olmuş, kitleleri maaşa bağlamış, devlet gibi örgütlenmiş yani.

    bu zamana kadar bunun gibilere karşı ordu tankla, topla önüne gelen kim varsa devirip neden harekete geçmedi dersiniz ?

    para konuşur da ondan. herkese para yedirince durum böyle laçkalaşıyor.

    paran varsa siyasetçi de satın alırsın, silahlı güç de, bu kadar basit ve bu kadar aşağılık bir durum.

  • elazığ'da yaşıyorum. dışarıda kalan, korkan, bir ihtiyacı olan varsa veya bir yakını olan varsa bir mesaj uzağınızdayız.

    arkadaşlar şunu düzelteyim, ben ve kardeşim fiziksel engelliyiz. bu nedenle gidip yardımcı olma imkanımız yok. ama misafir edebiliriz. bu nedenle yazdım.

  • " virüs çin'deyken allah belalarını verdi, aynı virüs bize gelince alllah bizi imtihan ediyor "

    son zamanlarda gördüklerim arasında en iyilerden *

  • günümüz rock müziği dendiğinde akla ilk gelen gruplardan biri imagine dragons. kendilerine geniş ve genç bir kitle oluşturdular. radyolarda sıkça duyabileceğimız single'lar yayınladılar. şimdi de yeni albümleri origins piyasaya çıktı. ben de neler yaptıklarını merak ettim ve bir süredir albümü dinliyorum. imagine dragons kulliyatına hakim olmadan, albümün bana dusundurttuklerini yazmak istedim. tam anlamıyla dışarıdan bakan bir gözle albümü yorumlayacagim. yani biraz ahkam kesiyor oluyorum. kusura bakılmasın.

    girişte her ne kadar "rock" grubu desem de imagine dragons'a şu an için tarz olarak rock demenin bir manası yok. elbette arada kulağımıza elektro gitar ya da akustik gitar melodileri geliyor ama genel olarak bütün enstrümanlar oldukça elektronik. şarkılar melodik ve kavranması kolay. grubun en rock yanı bazı şarkı sözleri ve zaman zaman dan reynolds'ın gırtlaktan gelen vokali. rock olmamaları bir eleştiri değil elbette ama grubun nasıl bir müzik yaptığını tanımlamak için önemli. şunu kabul edelim: bu albüm bir pop müzik albümü.

    albümü çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. bunun da en büyük nedeni genel olarak şarkılarda tutku olmaması. bazı şarkılarda belli bir duygu işlenmiş. mesela kalp kırıklıkları ya da düzene karşı isyan ya da barışa özlem. ama hiçbiri tutkulu bir şekilde yansıtılmamış. bu tutku sadece vokalde değil, düzenlemede, bestelerde ve sözlerde de yeterince yok. her şey belli bir sınır içinde gerçekleşiyor gibi. hani internette "10 dakikada x gibi şarkı yapmak" videoları vardır ya, bunlardan biri eminim ki imagine dragons içindir. vurgulamak istediğin kelimeyi bul, onu nakaratta "it is x" ya da "we are x" olarak kullan ve kelimeyi bol bol tekrarla. bir kıta ve bir pre-chorus yaz. şarkıya ikinci nakarattan sonra ufak bir enstrümantal parça at. sonra nakaratı ufak değişikliklerle bol bol tekrarla. bu formül grup için yeni değil ama believer gibi benzer yapılı şarkılarda en azından bir hırs vardı. bu albümde maalesef bu hırstan eser yok. belki de bu nedenle albümün daha sakin şarkıları daha hoşuma gitti ama bu şarkılar da nispeten sıradan ve albüm sonlarına doğru çok fazla üst üste gelmeye başlıyor.

    albümün açılışını yapan natural bence albümün en iyi şarkısı. beni albüm için oldukça umutlandirmisti. bir kilise korusu gibi başlıyor ve bu tarz, sözlerde geçen cennet, günah gibi temalara uygun. pre-chorus oldukça dokunaklı. nakaratta bağlanırken reynolds, vitesi beşe alıyor ve nakaratta oldukça güçlü bir performans sergiliyor. "you're a natural" id'den bekleyeceğim, slogan bir nakarat. ama şunu da söylemem lazım, şarkıyı daha ilk dinlediğimde sevsem de aklımda kalması için bir süre daha geçmesi gerekti. maalesef bu şarkıdaki duygu yükü diğer şarkılarda pek bulunmamakta.

    yine id ile ozdeslestirdigim garip ses efektleri ile desteklenmiş altyapilardan biri boomerang'ın girişinde karşımıza çıkıyor. neyse ki bu altyapı şarkının ilerisinde kayboluyor. hatta nakarattaki altyapı oldukça kafa dinlendirici ve çok güzel. ama nakarattaki tekrarlar bana çok ama çok yorucu geliyor. özellikle şarkı sonunda daha da uzatılan bu bölümü dinlerken zorlanıyorum.

    albümün söz bakımından en rock şarkılarından biri machine. rutin giden hayatını sorgulayan bir adamın, sesini daha çok yükselterek "ben senin makinan değilim, ben kendim makinayım" diyor. sözler bana yüzeysel gelse de kendimi 16 yaşında bir gencin yerine koydugumda beni en gaza getirebilecek şarkının bu olduğunu görüyorum. beni en çok ilgilendiren kısmı ise gitar solo kısmında grubun neredeyse endüstriyel rock'a dönecek gibi yapması. aslında şarkının sözlerine çok uyacak, klas bir hareket olabilirmiş. ama böyle bir riske girmemisler. yazık olmuş.

    nispeten yorucu iki şarkı sonrası gelen cool out daha sakin, daha kolay dinlenebilir bir şarkı. ama yine id uslu durmamış ve nakaratı "kuğuğuğul oğuğuğut" diye söyleyerek, gereksiz bir numara yapmış. ama gerisi iyi gidiyor. pre-chorus çok iyi. bridge kısmında bir coldplay havası aldım. daha doğrusu albümde genel olarak bir coldplay havası esiyor gibi.

    bad liar da bir önceki şarkı gibi nakarata kadar nispeten sakin giden bir şarkı. buraları dinlemek hoş. nakaratı da fena degil aslında ama düzenlemesinden mıdır nedir bir miktar kakafonik geliyor bana. sözleri "ben seni üzerim kızım" tadında ilerliyor, bu da beni gulumsetti. "üç şeyden korkarım: dürüstlük, inanç ve timsah gözyaşları" gibi beylik beylik lafları duydukça (ki saçma değil mi? timsah gözyaşları yalanı simgeliyor ise adam hem yalandan hem de dürüstlükten mi korkmakta?) şarkı tam bir nargile kafe şarkısı gibi gelse de ama sözler ingilizce, müzik de elektro pop olunca bu his kısa zamanda kayboluyor.

    west coast başlayınca "oh be, akustik enstrüman" dedim ve sevindim. iyi de bir şarkı, sempatik. bad liar'in atarlı havası sonrası sevdiğini sarıp sarmalayan bir adamın aşkını anlattığı bir şarkı iyi geldi. bu şarkının pre-chorus'u da tatlı. ama grup şu nakarat işini bu albumde niye cozememis hiç anlamıyorum. arka arkaya "he he he he he"lerini üstüne "i'll be, i'll be, i'll be, i'll be, i'll be"ler geldikçe içimi afakanlar bastı.

    zero şimdiden radyolarda çalmaya başladı. fena değil. her zaman alıcı bulabilecek, yalnızlığı ile barışık bir gencin şarkısını yazmışlar. nakarat yine azıcık sinir bozucu: "hello, hello, zero, zero, feel, feel, real, real". ama en azından akılda kalmayı başarıyor. ralph breaks the internet adlı film için yazılan şarkı belki filmle daha iyi gidiyordur, onu bilmiyorum. radyoda çıktığında değiştirmeyeceğim bir şarkı ama gidip de kendi isteğimle dinlemem herhalde. ayrıca nakaratı azıcık da olsa price tag'i andırıyor. büyük ihtimalle yukarıda değindiğim tekrarlardan olsa gerek.

    nakaratini beğendiğim nadir şarkılardan biri bullet in a gun. güzel olmuş. nakarati sayesinde benim için en akılda kalan şarkılardan biri bu oldu. hatta ve hatta garip ses efektlerini oldukça tadında kullanmışlar. sözleri genel olarak pek ilgimi çekmedi. hatta girişte rastgele kullandıkları ve şarkıya yedirmeye çalıştıkları roma imparatorluğu göndermelerini gülünç buldum. ancak kendileriyle yüzleşip, "sellout sellout" diye bağırdığı yer hoşuma gitti. eminem gibi iki eleştiriye bir albüm kaydetmek yerine, bu eleştiriyi şarkının bir teması olarak kullanmaları hoş olmuş.

    albümün en zayıf şarkılarından biri digital olsa gerek. yıl olmuş 2018, hala dubstep-vari altyapılar dinliyoruz. şarkı sözleri "machine" misali atarlı ve vurdumduymaz. ama "machine"in sozleri yüzeysel olsa da çok da kötü değildi. bu şarkının sözleri ise oldukça kötü. genel olarak düzenleme de pek hoş degil. her şey içiçe girmiş. bir "they been sayin' the same thing" bölümü var ki buna ayrıca parantez açmak lazım. bir imagine dragons imzası olan sonsuz tekrar döngüsü burada da var. ve elbette bu kısım baştan başa çok bariz bir killing in the name göndermesi (elbette bunun bilinçli bir hareket olduğunu düşünürsek) ama gel gör ki killing in the name, sırtını bazı gitar pedalı efektlerine dayasa da çiğ, direkt ve içten bir şarkıydı. rage against the machine'in de müzik dışı davranışlarıyla da ne kadar sahici olduğunu herkes biliyor. ama "digital"i dinlerken verilmek istenen o isyankar hava, gruptan mıdır, çok da matah olmayan prodüksiyondan mıdır, sözlerden mıdır bilinmez ama çok yapay duruyor.

    albümün güzel ama kolayca unutulabilecek sempatik şarkılarından biri only. kıtalar normal gidiyor. pre-chorus günümüz rap şarkıları flow'unda. nakarati hoşuma gitti. bazı sözler ve cümleler arasında boşluk bırakmaları şarkıya nefes aldırmış. "take me over, i don't wanna wake up" bölümü en çok hoşuma giden yeri oldu. genel olarak duygusuz bulduğum albümde böyle hisli bölümler duyunca çok hoşuma gidiyor.

    "only"nin havası stuck ile devam ediyor. bu şarkı için de aynı yorumu yapacağım: sempatik ama kolayca unutulabilir. raynolds, yumuşak ve gırtlaktan vokaller arasında güzel bir denge yakalamış. altyapısı da yumuşacık. melodik ya da söz olarak öne çıkan bir yanı yok.

    albümü de bu yumuşaklıkta, love ile kapıyoruz. all you need is love ile where is the love karışımı bir eser. "digital"daki agresif adam gitmiş, "hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye" diye şarkı söyleyen bir adam gelmiş. yine bitmeyen tekrarları eklemeyi de unutmamış.

    en başta dediğim gibi formüller üzerinden ilerleyen şarkılarla dolu bir albüm bu. bu surprizsizlik de albümü sıkıcı kılmakta. albümün neredeyse 70 dakika sürdüğüne iddiaya girebilirdim ama sadece 40 dakika sürüyormuş. peki iyi yorum yapanlar niye yüksek not veriyor? kanımca pop müziğin enerjisini yitirdiği, rap'in mırıl mırıl ilerlediği bir dönemde, imagine dragons benim ortalama bulduğum şarkılarla bilr öne çıkmayı başarıyor. ana aklımda rock müzik duymak isteyen kulaklar bir id şarkısı çıkınca memnun kalıyor. e adamların, albüm kapakları, imajı falan da düzgün. bunu anlasam da bu albüm maalesef beni çok da heyecanlandiramadi.

    2/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: bullet in a gun, machine, zero

  • sakız adasında kaldığımız otel dolu idi. yunan, türk ve amerikalı turistler. arap yok, keko yok. türkler de genelde çocuksuz veya 1 çocuklu çok efendilerdi.

    sokaklarda afgan yok, mülteci yok, keko yok, insanı rahatsız eden unsur yok.

    kafeler ve restoranlar tamamen dolu. taverna cumartesi gecesi tamamen dolu. rezervasyonu olmayanlar geri dönmek zorunda kaldı. garsonlar genç kız, ter kokulu keko garson yok, sürekli masana gelip rahatsız etme yok. fiyatlar euro’nun bu haline rağmen türkiye’ye göre uygun.

    sonra kos adasına gittik. en kötü yanı bodrumdan gitmek zorunda kalmamız oldu, limanda kekoluğa, kazıkçılığa maruz kaldık, çok şükür kekolara bir liramız gitmedi.

    kos adası oteller dolu, cafeler, restoranlar dolu saatlere göre. sürekli rahatsız eden keko garson yok. fiyatlar sakıza göre biraz daha yüksek .

    genelde yunan ve avrupalı turist var. arap yok, afgan yok, keko , barzo yok.

    yine de hiç kazıklanma korkusu yaşamıyorsunuz. amerika’da yaşayan bir yunan aile ile arkadaş olduk. türk olduğumuzu öğrenince çok samimi davrandılar. genelde sakızda türkçe bilen çoktu.

    her sene yunan adalarına gidiyoruz pandemi hariç. euro’nun durumundan dolayı gidemeyiz sanıyordum, türkiye’den daha ucuz. mülteci, sapık olmaması açısından daha da güzel göründü gözümüze.

    gece eşinle çocuğunla sokaklarda güvenle gezebiliyorsun. kimse kimseyi rahatsız etmiyor. sırtlan ve çakal yok. slimfit keko yok. sanırım insanları rahatsız edenler tutuksuz yargılanmıyor.
    her kuruşunu helal ettiğim bir başka yunanistan tatili oldu.

    ekleme: garsonlara bahşiş vermezsen surat yapmıyorlar. 1-2 euro bahşiş verirsen teşekkür ediyorlar. türkiye’de en son 30 lira bahşiş verdim diye sürat yapıp yüzümüze bakmayan ter kokulu , barzo garsonu hatırlayınca insan ülkesi adına üzülüyor