hesabın var mı? giriş yap

  • ne kadar şerefsiz varsa toplanmış buraya. cahil olursun, görmemiş olursun, aklın yatmaz salak olursun böyle bir başlık açarsın anlarım da, olmadığını varsayarsak malsın kardeşim. malın önde gidenisin. başlıktaki fikrin zehirli tomurcuğu dahi zihninden geçmişse değil aynı ülkede aynı platformda olmaktan bile rahatsızlık duyduğum insansın. kız kardeşin, eşin, kız çocuğun, evindeki dişi sinek bile senin gibilerden uzak dursun.

    iki sene ablamlarla yaşadım. ablam evlenip izmire yerleşti. ben de üniversiteyi kazanıp orada okumaya gittim. ablam memur, öğretmen. yazın malum tatil onlara. bende parlak, emsal öğrenci. her sene yaz okulundayım. ablam 1 ay istanbula yanımıza gelir kalmaya. bende o bir ay boyunca eniştemle aynı evde kalırım. kolamızı cipsimizi alır filmimizi açar tvde izleriz. baaaak hem de yazın, hem de o sıcakta, baaak hem de şortlarla falan!
    tanımı da yapim her ihtimale karşı: sıcaklarda şortla da evli ablasında yatıya kalabilen kızdır.

  • yine akp'nin bu kadar alması mümkün değil diyenler gelecektir ama bence normal sonuçlar.

    bu düzenden nemalananları, akp sayesinde torpille işe girenleri, iş alanları, zır cahil çomarları toplayınca bu çıkıyor.

  • büyük toprak parçaları yahut çiftlikler. ilk ortaya çıkışları roma imparatorluğu döneminde olmuştur. büyük toprak sahipleri hem zenginleşmişler hem de yönetimde söz sahibi olmuşlardır. osmanlı'daki tımar sistemine ilham kaynağı olmasının yanısıra ortaçağ avrupasında da feodal toprak ağalarının kökleri buradadır. yalnız roma'da köleci bir düzen varken, avrupa feodalitesinin temel unsuru plebdir (gerçi bu da romalı bir kavramdır). rusya'ya geçince toprak ağası boyar, köylü mujik olur (sistemin adı da pomiestnydir).

    yukarıda bahsettiğim oluşumlar genel olarak köleci yahut köleliğe yakın müesses nizamlardır; osmanlı'daki hariç. tımar sistemi askeri bir düzendir osmanlı'da ve sultana bağlıdır. tımar sahipleri kalıcı değildir ve sultan adına toprağı işlerler. toprak işlerinde çalışanlar yarı zamanlı asker gibidirler. ama çiftçi özgürdür. yani kısmen; bir ağa için çalışmaz, kendisine 'bir çift öküzün sürebileceği kadar' bir arazi verilir (dolayısıyla çiftlik kavramı oluşur. çiftlik kelimesi aslında şimdiki kadar büyük bir alanı çağrıştırmazdı, daha sonradan bu anlam yerleşmiştir) ama çiftçinin tarlasını bırakıp gitmesi yasaktır. devlet ile köylü arasındaki anlaşma bu esasa dayalıdır fakat artan vergiler ve genel asayişsizlik ile beraber çift düzeni bozulur, büyük kaçgun ile birlikte köylü başıboş olur (uzun hikaye, merak eden ilgili başlıkları okuyabilir; hepsi dolu).

    kolonyalizmle birlikte latifundiyalar latin amerika'da da yerleşmeye ve toprak sahipleri güç kazanmaya başlar. ilginçtir ki kuzey amerika'da bir sınıf olarak ortaya çıkmazlar (aslında şimdiki amerika birleşik devletleri'nin güney eyaletlerinde bir sınıf oluştururlar ama konuyu uzatmak istemiyorum). bu tarafta daha çok plantasyonlar vardır. bir şirket büyük toprak parçalarını alır ve insanları çalıştırır. ya köle gibi çalıştırır yahut hakikaten köle alıp çalıştırırlar. bu plantasyonlar bazen latin amerika'ya (orta ve güney amerika - guatemala, honduras, küba, brezilya gibi) da el atmışlardır. tütün, kakao, kahve, şeker kamışı, pamuk gibi ürünleri yetiştirirler ve dünyaya pazarlarlardı. ingiliz imparatorluğunun en şaşaalı dönemleri bu plantasyonları oluşturduğu ve onları korumaya çalıştığı döneme denk gelir. hatta kimi ülkelerde bugün bile kullanılan demiryollarını ingilizler döşemişlerdir. abd'yi abd yapan güçler bu plantasyonlara sahip olan şirketlerdir. sırf bu şirketlerin çıkarlarını korumak adına savaşlar çıkmış (bkz: muz savaşları) ve amerika latin amerika'ya sırf bu yüzden müdahaleci bir politika izlemiştir.

    latin amerika'da ise latifundistas büyük toprak sahiplerinin sınıfıdır. latin amerika ülkelerinde bu büyük çiftliklerin adı değişir. bolivya ve peru'da finca, arjantin ve uruguay'da estancia, brezilya'da fazenda, şili'de fundo olur. en büyük etkileri arjantin'de görülür. latifundiyalar (estancialar) bir anda ekonominin bel kemiği ve ana taşıyıcısı olurlar. amerika, ingiltere, fransa gibi ülkelerin etkisinden (kısmen) uzak kaldığı için ürettikleri bütün katmadeğer ülke içerisinde kalır ve arjantin bir anda dünyanın en zengin ülkeleri arasında kendine yer bulur. ülkede ilk sanayileşen sektör tarım ve hayvancılıktır. hal böyle olunca yönetimde, tıpkı roma'da olduğu gibi, latifundistalar (büyük toprak sahipleri) etkili olmaya başlarlar. arjantin iç savaşı latifundistalar-arası bir güç çekişmesinin adıdır. demokrasiye geçişte en çok diretenler bu sınıf olmuştur (köylü ve işçi ile eşit olmak istememişlerdir). hepsini olmasa da birçok askeri darbeyi desteklemişler, değişim ve dönüşüme muhafazakar bir set çekmişlerdir (buradaki muhafazakarlık dindarlık değil). bugün hala taşrada etkilidirler.

    şimdilik bu kadarı kafi gelsin...

  • o değil de, bu nihal ilerde avukat falan olursa nasıl savunma yapacak çok merak ediyorum*

    -müvekkilimin toplumdaki itibarını zedelemek için tamamen delilsiz suçlamalar yapılarak iftira atılmaktadır !

    -paaardooooon ? sen müvekkilini çok "popi" bir yaşam formu falan sanıyosun gaaalllbaa

    -?????!!!!

    -hakim bey görüyosunuz, terbiyesizlik online..kih kih kih

  • sevdiğimiz bir "sanmak"tır, güzel bir sanmaktır. bir kere izlenen her film, daha fazla şey gösterir insana. lafı gevelemeyim. film izlemeden önceki halini tabula rasa farz et. 4 luni 3 saptamani si 2 zile'yi izlersin, çavuşesku dönemi romanyasıyla ilgili bilgi edinirsin, jfk izlersin, kennedy suikastı ile ilgili kafanda soru işaretleri oluşur. the doors izlersin, jim morrisson ilginç adammış dersin, i wanna hold your hand izlersin, 60'ların ortasında beatles'a yakın olmak nasıl bir hismiş anlarsın, man on the moon izlersin, andy kaufman'ı tanırsın, aptal kutusunun içinde nasıl iğrenç kalıplara karşı durulacağını görürsün, lenny'yi izlersin, "ayıp" denen şeyi sorgulayan bi adamı tanırsın, lord of war'ı izlersin, kan üzerinden köşeyi dönenleri kaydedersin, höstsonaten'i izlersin, aile içi ayrılıkların insanda nasıl iz bırakabileceği ile ilgili bir fikre tanık olursun, mean creek'i izlersin, belki de hayatından "önyargı" kavramı bir daha girmemek üzere çıkar. bunlar insana kültür katmıyorsa ne katıyor merak ederim. insana hiçbir şey katmadığı iddia edilen filmleri izlese bile, bir film manyağı, tüm "ceki çen" filmlerini 100 kez izlese bile çok güzel bir alt kültür girişi yapar, yine kültür kelimesini kullanmadan tanımlayamazsın o adamı, yine nefistir.

    ha çıkıp çok film izledi diye biri kendini yılların münevveri, duayen entelektüel sanıyorsa zaten gebeşin xxl big king versiyonudur ama bugün oturup 10.000 film izlemiş bi adam, başka hiçbir şey yapmasa, sadece çay içip, ıspanak yiyip film izlese dahi kültürlüdür, kendini kültürlü sanmakta da gani gani haklıdır. hele bir de insanlara tepeden bakmamayı becerebilmişse bu kişi, hem kültürlüdür, hem de insan-ı kamildir. artsın o insanlardan, görmek istiyoruz etrafta.

  • insanlar kendisinden nefret ediyorsa, dönüp kendisine baksın.

    fatih terim'in kızı diye, yahut babası zengin diye kendisinden nefret ettiğimizi düşünenler var. amk bu "zengin nefreti işte, kıskanıyorlar :(" fikrini ilk ortaya atanı evire çevire dövmek lazım.

    fatih terim'e en yakın örnek, mustafa denizli. neden selin denizli'den nefret etmiyoruz? onu geçelim, sözlükçe en antipatik ünlü yarışması yapılsa ilk üçe girecek hülya avşar'ın kızından niye nefret etmiyoruz? o kadar olayı kavgası bilmemnesi oldu. "yazık çocuğa sefil oluyor" ekseninde yorumlar dışında yorum çok nadir geldi. nil karaibrahimgil neden suavi karaibrahimgil'in kızı, yahut selami karaibrahimgil'in yeğeni değil de, nil karaibrahimgil? yahut neden "serdar erener'in karısı" diye anılmıyor? moda sektöründen örnek verelim, ivana sert dediğin sıradan bir mankenken şimdi modacı oldu. neden yurdal sert'in eski karısı değil de, yurdal sert ivana sert'in eski kocası? buse terim neden seren serengil'in öztürk serengil'in kızı olmaktan sıyrıldığı kadar bile fatih terim'in kızı kimliğinden sıyrılamıyor?

    şüphesiz ki, buldumcuk, görgüsüz ve ne oldum delisi olmasaydı, kendi çapında bi başarı elde edip bunu başarabilirdi. henüz çok geç değil belki bunu aşar. ama hiç zannetmiyorum. zira bikaç sene sonra kendisini fatih terim'in kızı yerine x'in karısı şeklinde tanımadıkça, bundan kurtulacak gibi değil. birilerinin bir şeyi olmadan bir şey olabilecek bir insan olsa, emin olun olurdu.

  • 1977'liyim. 90'larda ben çocukken, kemal sunal'a gülenlere entelektüel düzeyleri yüksek insanlar hor bakardı. eşekoğlu eşşek demesine gülen cahiller falan denirdi. biraz sosyoekonomik düzeyi yüksek insanlar izlese bile gizlerdi bunu.
    tespit yüzde yüz haklı. o dönemleri yaşayan bilir. tam olarak şu an recep ivedik karakterine gülenlere yapılan muamelenin tümü ile aynısı yapılırdı.

    mesela 90'lar popu için, nerede eski cem karacalar nil buraklar nilüferler, nerde bu ibişler, bunlar hep sabun köpüğü denir, nefret kusulurdu. şimdi youtube yorumlarına girip bakıyorum 90'lar popunun ''hey be ne günlerdi, bir de şimdiki rezillere bak'' falan yazılmış hep.

    ya da tarkan o meşhur kareli pantolonuyla kıl oldum abi klibini yaptığında şu anda aleyna tilki için ne duyuyorsam su damlası gibi birebir aynı şeyleri duyardım.

    bu devran hep böyle , yıllandıkça kıymete biniyor sanırım bazı şeyler.

    doğu toplumları daha gerofilik(yaşlı sevici) ve nostaljik oluyorlar kültürel olarak. yeni olandan bir tiksinme, hep geriye doğru bakış var bu topraklarda. bu toplumlarda başarıdan ziyade kıdem, yıl, nicelik önemlidir ve saygı duyulur. mesela bir mekanik ustası işini iyi yaptığı ile değil, uzun yıllardır bu işi yapıyor olması ile daha çok övülür.

    facebook'un sahibi zuckerberg'in bir röportajını izlemiştim. facebook arayüzünde yaptıkları her değişiklik ortadoğu ve asya'da hemen kullanıcı kaybına yol açarken, batı medeniyetinde her yenilik, yeni müşteri getiriyormuş.

    statükocu toplumuz. hep geçmişe özlemle yaşıyoruz. değişiklikler ve yeni olan her şey hemen bir öfke getiriyor yanında.

    uzun zamandır ekşide okuduğum en doğru tespit.

  • ahmet çakar: özhan canaydın gibi başkanın değil elini, şimdi söyleyemeyeceğim yerini bile öperim.

    rok: her yerinden öpüyorum rüştü'ye döndü bu ya

    sıvacı ertem: yeaa ne alakası var onunla bunun.

  • hep diyorum ver parasını tut müşahit, yoksa eğer yeterli yapılanman, bilmem kaç milyar lira seçim yardımı alıyorsun 80% oy aldığın beşiktaş kadikoye fln iki bayrak az as, git sandığa parasıyla adam yerleştir.