hesabın var mı? giriş yap

  • umalım da düzgün ve dirayetli bir diplomasi süreci ile yönetelim.

    bir anlık gaz ile hesapsız çıkışlar sonucu s-400 mevzusuna dönmesin. sonra navtex ilan edip de bozcaadayı verip kapatmayalım konuyu.

    edit: 50 tane mesaj geldi, yok onlar ismet zamanındaydı, yok siz chp'liler ne korkaksıznız, yok türke kefen biçenin ölümü pek olur.

    ulan s-400'ü nasıl aldık? uçak düşünce herkes sıraya girdi, birbirleri ile kavga ettiler "emiri ben verdim" diye. sonra rusya höyt çekince fetö yaptı, pelikancılar yaptı, ben uyuyordum haberim yoktu e tamam ver bi kullanamayacağımıuz s-400 barışalım diye ben mi satın aldım?

    ver papazı al papazı diye, `bu fakir bu görevde olduğu müddetçe o teröristi alamazsın` diyip de papazı ben mi verdim abd'ye?

    ırak'ta askerlerin başına çuval geçirildiğinde tek parti mi iktidardaydı?

    en yakın örnek eşek adası olayı. selfie çekince arkada aydın il sınırı tabelası görünüyor amk onu da mı ben verdim yunanistan'a?

    ne kadar çemçük ağızlı var konuştukça konuşuyor ya.

  • benim bir kedim var. öyle kaprisli ev kedilerinden değildir. sizi görür görmez yere atar kendini, açar karnını ve bekler. ister ki sevilsin, okşansın.
    bazı günler bakar ki gelip onu yerde seven yok, kalkar oturduğum koltuğa gelir. önce boynumun arkasına burnunu sürter, saçlarımı koklar ve hoppp diye kucağıma atlar. çok da güzel mırlar, açar motoru tor tor tor...
    severim ben de kedimi, o kadar zahmet etmiş, ayıp olmasın derim. ama o sırada başka bir odaya gitmek isterim. karnım açtır mutfağa gitmek isterim, hava sıcaktır duş almak için banyoya gitmek isterim. isterim de isterim!
    peki kediyi o mutlu, huzurlu ortamdan çıkarmak onu üzmeyecek mi derim içimden. daralırım, kalbim sıkışır.
    düşünürüm ve sonra yavaş yavaş sevginin şiddetini arttırırım. dokunulmasını sevmediği yerlerine dokunur, koltuktaki yerini daraltırım.
    önce bir afallar, sonra bana kızar, bazen pati atar hatta dişlerini de kullanıp şiddetin dozunu kaçırır ve bir hışımla kucağımdan atlatıp kaçar.
    "gitme" derim ama gider.
    ilişkileri bu tek kelimelik cümle ile bitiririm ve benim bitirdiğimi kimse anlamaz. bana kızan olmaz.
    bu yöntemi ben keşfetmedim, bir zamanlar keşfedenin kedisiydim.

  • tarık akan'ın ölüm sebebidir.

    "kirli dünyaya başkaldırıdır."
    "berkecan dedem tarla çapalıyor, 85 yıldır da içiyor"
    "sigara tek başına ölüm bahanesi olamaz"

    sigaraya romantik anlamlar vermek istediğinizin farkındayım, gece sigaralı bir snap'e tav olan kızlar da vardır kabul ediyorum ama lütfen cahil cahil konuşmayın.

    "sizin cahilliğinizden tiksiniyorum"

    erkeklerdeki akciğer kanserlerinin %90'ı, kadınlardaki akciğer kanserlerinin %80'i sigara ilişkili olup akciğer kanseri tüm kanser türleri içinde en çok ölüme sebep olan türdür. sigara içmek tek başına ve doğrudan bir ölüm sebebidir. içmeyin, eğer içiyorsanız da cahilce propogandasını yapmayın.

    sokak cahilleri sizi...

    edit: (bkz: oğuzcan'ın sesine kulak ver)

  • kızlar yapmayın! ciddi ciddi şu cümleyi kimseye kurmayın.

    ortaokuldayken yakın arkadaşımla mezun olduk ben liseye başladım o berber çırağı oldu. çokta tutumlu bi çocuktur. gel zaman git zaman arkadaş çalıştığı dükkanı satın aldı sonra yine para biriktirip evini aldı, aldı ama yıllarca sağındaki solundaki berberler 10da kapatırken gece 2lere kadar çalıştı çocuk.

    sonra vakit gelince buldu ailesi buna birilerini. kızların arasından en alçak gönüllüsünü istemiş ve kızın ailesi de fakir.

    bu hanımefendi bir yıl boyunca gerçek yüzünü göstermiyor, düğüne iki ay kala alışverişler başlıyor ve kızın içindeki canavar dışarıya çıkıyor. tek söyleyeceğim şey kız buna 8 bin liralık buzdolabı aldırmış. sadece bu örneği vereyim gerisini siz düşünün. ve arkadaşımın maddi gücüm o kadar yok ödeyemeyiz bunları demesine rağmen kız böyle davranıyor.

    arkadaşımın son ruh hali ise kendi sözleriyle "evlendiğimiz gece yanında yatar mıyım ? inan bilmiyorum. bırak sevgiyi o kadar nefret ediyorum ki yaptıklarından gram sevgim kalmadı."

    kimse kimseye yapmasın bu işkenceyi.

  • h. moser & cie 1828 yılında heinrich moser tarafından st. petersburg'da kuruluyor. heinrich moser 1874 yılında ölüyor. ve ardından firma satılıyor. 1917 rus devrimi'nden sonra da firma isviçre'ye taşınıyor. günümüze gelene kadar da birkaç kez el değiştiriyor. yılda 1200 adet saat üreten h. moser & cie her ne kadar isviçre'nin en lüks saat markalarından biri olsa da, kendisini isviçreli diğer lüks saat markalarından ayıran önemli bir özelliğe sahip. o da geliştirdiği protest tavır. saat dünyasında yaptığı çıkışlar nedeniyle adından farklı bir şekilde de söz ettirmeyi başarıyor. bunu da büyük ölçüde 2013 yılında şirketin ceo'luğuna gelen eduard meylan'a borçlular.

    h. moser & cie 2016 yılında "swiss alp watch" adını verdiği bir modelini piyasaya sürdü. saati görenler ilk başta bunun bir akıllı saat olduğunu düşünebilirdi. ismi akıllı saati çağrıştırdığı gibi kasa boyutu da apple watch'la neredeyse aynıydı. ancak gerçekte durum bunun tam tersiydi. "swiss alp watch" akıllı saatlere bir tepki olarak üretilen ironik bir saatti. akıllı saatlerin zamanın ruhunu öldürdüğünü düşünen h. moser & cie firması apple watch'a çok benzeyen ancak akıllı saatlerle alakası olmayan, tamamen otomatik bir saat geliştirmişti. tam anlamıyla ters köşe yapmışlar ve bunda da başarılı olmuşlardı. ancak bu daha başlangıçtı. ilerde yapacakları sansasyonel hamlelerin ilk habercisiydi. ( swiss alp modeli: https://m.youtube.com/watch?v=qcblfzvpu4w )

    eskiden isviçre'de bir saatin " swiss made" ibaresi taşıyabilmesi için saatin en az yüzde 50'sinin isviçreli olması gerekiyordu. yani malzeme ve işçilik gibi girdilerin en az yarısı isviçre orjinli olmalıydı. ancak 2016 yılında bu kural değişti. isviçre ekonomisini ve özellikle de isviçre saatçiliğini geliştirmek amacıyla bu oran yüzde 60'a çıkartıldı. ancak bu oranın yüzde 60'a yükseltilmiş olması h. moser & cie firmasını hiç de tatmin etmedi. kendileri yüzde 95 oranında isviçreli saatler üretirken bu oranın yüzde 60'ta bırakılmasının isviçre saatçiliğine çok da bir katkısının olmayacağını düşünüyorlardı. o yüzden oran çok daha yüksek, hatta mümkünse yüzde yüz olmalıydı. yüzde altmış gibi yetersiz bir orandan tatmin olmayan h. moser & cie de kendine has bir protesto yöntemi geliştirdi. ilk önce saatlerindeki " swiss made" ibaresini kaldırdığını açıkladı. çünkü onlar için artık "swiss made" ibaresi isviçre saatçiliğini suistimalden başka bir anlam ifade etmiyordu. tabiki h. moser & cie' nin protestosu bununla sınırlı kalmadı. hemen yeni bir saat yapımına soyundular. çok geçmeden 2017 yılının ocak ayında da ürettikleri bu yeni modellerinin lansmanını gerçekleştirdiler. aslında ortaya çıkan model saat dünyasında daha önce hiç karşılaşılmamış bir şeydi. çünkü saatin kasasını peynirden üretmişlerdi. peynir olarak da yüzde yüz isviçre peyniri olan vacheron mont d'or peynirini kullanmışlardı. vacheron mont d'or peyniri aynı zamanda h. moser & cie'nin ceo'su eduard meylan'ın kasabasının bir ürünüydü. peyniri alıp özel bir malzemeyle karıştırınca ortaya daha önce eşi benzeri olmayan bir saat çıkmıştı. tabi bu arada saatin kayışını da düşünmeyi ihmal etmediler. kayış için de yüzde yüz isviçre ineği derisi kullandılar. aslında hiçbir şeyi göz ardı etmiyorlardı. saatin kasası kadar ismi de önemliydi. yaratıcı bir şey bulmalıydılar. ve sonunda modelin ismine swiss made'den esinlenerek ironik bir şekilde " swiss mad" dediler. "made" in sonundaki e harfini kaldırıp bu modele layık bir isim çıkartmayı başarmışlardı. en küçük ayrıntıyı bile atlamıyorlardı. saat her şeyiyle dört dörtlük olmalıydı. buna saatin fiyatı da dahil. isviçre 1 ağustos 1291 tarihinde kurulmuştu. dolayısıyla saatin fiyatı da bu kuruluş tarihiyle uyumlu olmalıydı. ve saatin satış fiyatını da isviçre'nin kuruluş tarihine uyumlu olarak 1.081.291 isviçre frangı olarak belirlediler. tabi bu simgesel bir fiyattı. saatin gerçek ederi bu değildi. saatin değeri açık arttırmada ortaya çıkacaktı. bu saati yaparlarken herhangi bir ticari kaygı gütmemişlerdi. tek amaçları vardı. o da dikkatleri isviçre saat endüstrisine çekmek. sonunda sadece bir adet ürettikleri bu saati açık arttırmaya çıkardılar. saat 100 bin isviçre frangı gibi çok iyi bir rakama alıcı buldu. saatin satışından elde edilen geliri de kendilerine ayırmadılar. amaçlarına uygun olarak isviçre'de saatçiliğin gelişimi için kurulan bir fona " foundation pour le culture horlogere suisse" e bağışladılar. tabi bu süreç boyunca nihai tüketicilerini de düşünmeyi ihmal etmediler. onlar için de 50 adet limitli, kasası peynirden olmamakla beraber kayışı inek derisinden olan " venturer swiss mad" modelini piyasaya sürdüler. sonuçta h. moser cie'nin bu " swiss mad" modeli saat dünyasında epey ses getirdi. çünkü daha önce denenmeyen bir şeyi denemişler ve başarılı olmuşlardı. ( swiss mad modeli:https://m.youtube.com/watch?v=mxcuzyt8s5c )
    ( venturer swiss mad: https://www.h-moser.com/en/news/01-2017-3)

    2017 ortalarında ise akıllı saatlere ironik bir şekilde yaklaşan "swiss alp watch" modellerine yeni bir kardeş geldi. zzzz ismi verilen bu model simsiyah kadranıyla adeta apple watch'ın bekleme moduna gönderme yapıyordu. ( zzzz modeli:https://www.h-moser.com/en/news/05-2017 )

    h. moser cie'nin bu asi tavırları başarılı olunca piyasaya sürecekleri yeni modelllerini de herkes büyük bir sabırsızlık içinde beklemeye başlamıştı. acaba sırada ne vardı? ancak bu sorunun cevabı büyük bir hayal kırıklığı olacaktı. 2018'in ocak ayına geldiğimizde h. moser cie piyasaya süreceği yeni modelinin tanıtımını gerçekleştirdi. bu sefer dert edindikleri şey isviçre saatlerindeki yaratıcılık sorunuydu. onlara göre anlı şanlı tarihi olan isviçreli lüks saat markaları halen geçmişlerinin ekmeğini yiyor ve ortaya yaratıcılık bakımından yeni bir şey koymuyorlardı. ünlüleri reklam yüzü yapmak ve saatlerini bu yolla kolayca pazarlamak onlar için yeterliydi. h. moser & cie'ye göre isviçre'yi saatçilikte bir numaraya oturtan yaratıcılık özelliği artık arka plana itilmişti. önceden beri " make swiss made great again" mottosuyla hareket eden h. moser'in & cie bu defa da bu soruna dikkat çekmek için yeni bir ironik model tasarladı. adına " swiss icons" dedi. ancak bu ironik model her zamankinden farklı olarak oldukça olumsuz bir tepkiyle karşılandı. saat hiç beğenilmemişti. bazı otoritelere göre bu yeni model tam bir ucubeydi. hatta saati doktor frankenstein'ın canavarına benzetenler bile olmuştu. saat adeta toplama bir bilgisayar gibi duruyordu. isviçreli birçok lüks saat markasının en belirgin özelliklerini alıp karıştırmışlar ve ortaya karışık bir salata çıkartmışlardı. mesela audemars piguet royal oak'ın kasasını, hublot'un kasa vidalarını, rolex pepsi'nin bezelini, patek phillippe nautilus'un kadran desenini, breguet'in akrep ve yelkovanını, panerai'nin tepe korumasını ve rakamlarını, cartier'in kurma kolunu , girard perregaux'un tourbillon'unu ıwc'nin kadran yazısını ve kendi markalarının da kadran rengini kullanmışlardı. https://monochrome-watches.com/…-swiss-icons-watch/ tabi saatte kendi özelliklerinin kullanıldığını gören isviçreli lüks saat markaları da bu duruma tepki göstermekte gecikmediler. hemen hemen her yerden kendilerine tepki gelmeye başlamıştı. saatin büyük bir olay yaratacağını düşünmekle beraber bu kadar tepki alacaklarını da hiç beklemiyorlardı. baltayı resmen taşa vurmuşlardı. bu noktada akılcı davrandılar. meseleyi fazla uzatmadılar. ve ışık hızıyla projenin iptal edildiğini duyurdular. bunu yaparken de tam olarak anlaşılamadıklarından dem vuran sitemkar bir yazı kaleme almayı da ihmal etmediler.

    h. moser cie isviçre'nin önde gelen saat markalarından birisi. birçok başarılı modelleri var. yani sadece provoke edici saatler üretmiyorlar. hatta tepkiler yüzünden iptal ettikleri swiss icons modelinden sonra da çalışmalarına devam edip oldukça takdir alan modeller de ürettiler. saat dünyasının belki de en aktivist markası olan h. moser & cie'den sansasyon yaratan başka bir ironik model daha görebilecek miyiz bunu zaman gösterecek.

    edit: h. moser & cie'den yeni bir ikonik model daha görebilecek miyiz diye merak ederken bizi fazla bekletmediler. ve 2019'a da yine çok konuşulacak bir saate imza atarak girdiler. bu seferki amaçları doğaya dikkat çekmekti. ve "nature watch" adı verilen tek adetle sınırlı bir saat üreterek bunu başardılar. saat üretirken karbon salınımına özellikle dikkat eden bir firma olarak bu seferki sloganları " let's make swiss made green again" şeklinde oldu. ayrıca bu saatle beraber farklı bir uygulama daha düşündüler ve çocukların eğitimini esas alan "room to read" adlı uluslararası bir organizasyonla da işbirliğine gittiler. buna göre h. moser& cie sitesi her ziyaret edildiğinde 10 adet çocuk kitabı bağışlayarak çocukların eğitimine katkıda bulunacak. yani siteye her tık çocuklara kitap kazandıracak. kampanya 2019 yılı boyunca devam edecek.

    saat gerçekten çok ilginç. tamamen isviçre alp'lerinden aldıkları taşlar ve canlı bitkilerle saati bütünleştirmişler. ve ortaya eşi benzeri görülmemiş bir saat çıkmış. aşağıda saatin videosu var:

    https://m.youtube.com/watch?v=q1epgykoyfk

  • babamdır. bıçağa takıp, al diye emreder, yer misin asla yoktur. meyve alır kilolarca, yenmeyip çürüyünce ayıklar onları kızarak, bir daha size meyve almayacağım diye. sonraki bir ay her gün sadece kendine yetecek kadar meyve alır, bir elma, iki portakal atıyorum. sonra unutur bir gün, elinde beş kilo meyveyle çıkagelir kurban olduğumun adamı nası yiyelim o kadar meyveyi biz tropikal hayvan mıyız? diyemezsin. canım benim, nane gözlüm.

  • üst edit: entry ile ilgili mesaj atan, destek olan, "aaaaaaaaaaa vallahi aynı ben" diyen herkese teşekkürler arkadaşlar. hepiniz kaderdaşımsınız; hepinizi çok seviyorum. fakat yaklaşık 2 yıllık bir vücut geliştirme süreciyle aşağıdaki maddelerin hemen hemen hepsini (hala komik yürüyorum amk sorun kamburlukta değilmiş) sikip atmış bulunmaktayım. yakın bir zamanda da çok ufak bir estetik operasyonum var. kısacası: kocalarınıza sahip çıkın ahahahaha.

    ***********************************************************

    muhtemelen hiçbiri bende olmayan detaylar. hiç kimseden bir iltifat duymadığım gibi, sevgilim de hiç olmadı denebilir. bu yüzden size kendi özelliklerimden bazılarını sayacağım ki bunları yapmayın, çekici olabilin. öhöm :

    -bir kıyafeti yırtılmadığı sürece asla değiştirmem. hatta kollarının uçları paramparça olmasına rağmen çok sevdiğim bir uzun kollum var. fermuarı da bozuk. nasıl seviyorum ama var ya ev yansa ilk bunu kurtarmaya çalışırım.

    - nadiren yeni kıyafet alırım.

    -marka takıntım yoktur.

    -olur da bir kıyafet alırsam renginin bana uyup uymamasını siklemem. rahat olması yeter.

    -ayakkabılarım genelde lescon gibi az kişinin bildiği süper ürünler sınıfındandır. dolayısıyla gösterişsizdir. birçok gören 'pazardan mı aldın bunları' demiştir.

    -berbere gitmek benim için tam anlamıyla bir eziyet. berberde olan biten sohbetleri geç , bir iş mülakatına gideceğim zaman sakallarımdan ayrılacağımın korkusu bile yetiyor bana.

    -hiç güneş gözlüğüm olmadı.

    -biraz kamburum. yürürken çok komik görünüyor.

    -dar paçalı pantolonlar klostrofobimi tetikliyor. o derece uzağım.

    -bir saatim var , fena birşey de değil. ama takmıyorum hiç.

    -gömlek giymem.

    tam terslerini deneyin işte. başarısız olma şansınız yok.

    edit: ben askerdeyken ev taşındı. bahsi geçen uzun kollumu annem atmış. yastayım. beyler :(