ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
tinerciyi yakan adam
-
sonunda birisi çıkıp tinerciyi "poooliiiis" diye bağırtabilmiş. zerre üzülmedim. ülke zaten orman kanunlarıyla gidiyor, en azından suçsuz olan değil şerefsiz olan görmüş ebesininkini bu sefer.
o adam bunu yapmasa büyük ihtimalle bıçaklanacaktı ve o "poooliiiis" diye yırtınan lavuk da hiç bir şey olmamış gibi aynen devam edecekti her şeye.
türklere sorulan salak sorular
-
yine norvec;
- bikini giymen yasak diye mi denize girmiyorsun bizle?
- hayir kardesim 15 derecelik havada denize girip zaturree olmamak icin.
valyria çeliği tencere
-
paslanmaz çelik tencerenin demode olduğu şu günlerde, valyria çeliği dövülerek yapılan ve yok satacak olan tenceredir.
(bkz: evladiyelik)
sınıf annesine tepki gösteren ilkokul öğrencisi
-
kardeşimin işsiz olduğu bir dönemde, yeğenimin sınıf annesi, öğretmene robot süpürge almak için yapmadığını bırakmamıştı velilere.
milli eğitim artık sınıf annesi denilen saçmalığı kaldırsın.öğrenciler arasındaki eşitliği bozduğu gibi velilere de eziyet .
hem kim oluyor da sınıfa girip çocuğa karışabiliyor ki ?
aferin çocuk sana . büyüyünce parti kur oy versinler !
güne iyi başlatan şarkılar
-
ek: part 2 geldi, buyrunuz.
idareli kullanırsanız sizi 1 ay güne iyi başlatmaya yetecek kadar şarkı bırakıyorum aşağıya. talep olursa bir dahaki ay yenisini şey ederiz.
marshall tucker band-can't you see
grizzly bear-yet again
michael kiwanuka-always waiting
norah jones & wax poetic-angels
florence + the machine-cosmic love
better than the wizards-let me down
paolo nutini-candy
the republic tigers-buildings&mountains
parov stelar-the princess
chuck and mac-powerful love
birdy-people help the people
chris isaak-return to me
asaf avidan & the mojos-small change girl
cafe del mar-take me to this place
shawn lee's ping pong orchestra-kiss the sky
playing for the change-no more trouble
wax poetic- no escape **
marble sounds- good occasions
modonut- not afraid
ben howard- oats in the water
collapse under the empire-sky is the limit
the xx-intro
anthony hamilton & elayna boynton- freedom
fikret kızılok & bülent ortaçgil-güneşin aynasında
roberto sol & florito- love finds you
das kontinuum-timeless
luvian-romaine
groundation-one more day
silversun pickups-lazy eye
pierre van dormael-undercover
güne barut gibi başlamak isteyenler için özel ek:
rock-i am rock
eminem-the way i am
sektor gaza-dopilsya
clutch-electric worry
larman clamor- ghost daze**
seer-witch
static x-skinnyman
güne kötü başlamak isteyenleri de unutmadık, unutmayacağız.
sabah şekerleriniz hayırlı olsun efendim.
edit: hişşt beğenirseniz mesaj atın favlayın şükulayın* falan bir şekilde bu entrynin birilerine ulaştığını belli edin yani, öbür türlü kimse okumadı kimse sallamadı tribine girip silebiliyorum çünkü, sonra "hacıt böyle bir liste vardı noldu?" diye gelmeyin.
kant soslu sartreyen egzistansiyalizmin düçarlığı
öğrencisini tekme tokat döven öğretmen
-
aklıma komutanımızın "bir kişi de demiyor ki adam orrospu çocuğudur belki." lafını getiriyor.
yukarıdaki sözü tabii ki de çocuk için kullanıyorum. olayın öncesini bilmiyoruz.
* belki öğretmen on beş defa uyarmıştır çocuğu,
* belki oraya gidince çocuk öğretmene onur kırıcı bir laf atmıştır.
nasıl olsa ses yok sadece görüntü var. bir de kalkıp "öğretmenlerin psikolojik tedaviden geçmesi lazım." diyor lan.
lan oğlum benim öğretmenlik yaptığım okulda sınıfça bonzai kullanıyorlar lan? evet hep birlikte okul çıkışı bonzai partisi yapıyorlar oğlum? sen bunlara ne anlatacaksın? servet-i fünun mu?
edit: okulda eğitim yüzünden dayak kalmadı beyler. o eskide kaldı. eğer bu zamanda bir öğretmen öğrenciyi dövmüşse bilin ki öğretmenin sabrı taşmıştır. bilin ki “öğretmenlik kıymeti” yerle bir edilmiştir. bilin ki gururu incinmiştir fedakâr öğretmenin.
ve şunu da unutmayın: aileler bir çocuklarıyla baş edemiyorlar, biz o öğenciden 40 kişiyle bir sınıfta muhatap olmak zorunda kalıyoruz. annesi değiliz, babası değiliz. adam öğretmeni, bilgiyi, toplumsal değerleri sikine takmıyor. çünkü ona bir şey olmayacağını biliyor.
yazacak çok şey var aslında ama ne önemi var. nasıl olsa 3 ay tatil yapıyoruz.
mariana çukuru'nda görüntülenen balıklar
-
milletin gözlerinin olmasına takıldığı balıklar.
arkadaş insan gözünün gördüğü ışığın spectrumda ne kadar bir yer kapladığından haberiniz yok belli ki. şu görseli bi inceleyin ufkunuz genişlesin. balıkların gözü var diye sadece bizim gördüğümüz ışığı görmesini beklemek saçma. orası karanlık da sana bana karanlık. balık için orası apaydınlık bir dünya olabilir. diğer balıklardan, su altı bitkilerinden, topraktan, mikroorganizmalardan ışıyan bi dolu ışık olabilir. onun da göze ihtiyacı var sonuçta.
türk televizyonlarındaki unutulamayan anlar
-
bir su baskını sonrasında çadırda kalan bir felaketzede:
- çadırlar su geçiriyor, üşüyoruz.. çoluk çocuk perişanız. nerde bu devlet, nerde bu millet, (karısına dönerek) nerde benim pijamalarım?
not: daha sonra "nerde bu devlet, nerde bu millet" kısmı uzun süre show tv ana haber jeneriğinde kullanıldı.
14 yıl sonra gelen edit: böyle bir şey hiç olmamış, zihnimin bir oyunuymuş. "nerde benim pijamalarım" kısmı levent kırca parodisinde varmış. ben de çok üzüldüm bunu öğrenince tabi ama n'apalım. historien'e teşekkürler.
fake hesap açarak sevgilisini sınayan kadın
-
sırf sevgilim beni deniyor sanıp kaç tane kadını sert bir şekilde geri çevirmişliğim var. çok sonra anladım aslında hepsinin gerçek kadınlar olduğunu..
san junipero
-
black mirror'ın 3.sezon 4. bölümünün ismidir.
sezonun 4. bölümü orijinal bir isme sahip. ilerleyen dakikalarda bölüm içinde geçen bir yer adı olduğunu anladığımız san junipero’nun yönetmeni aynı zamanda 2. sezon 1. bölüm “be right back”in de yönetmenliğini yapmış olan owen harris, senaristi ise charlie brooker. başrollerinde mackenzie davis ve gugu mbatha-raw‘ın bulunduğu bölüm an itibarıyla birçok platformda sezonun en iyi bölümlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
aşina olduğumuz distopya havasından ilk etapta uzak olduğunu hissettiğimiz bu bölümün vuruculuğu bittiğinde ve üzerinde biraz düşünüldüğünde ortaya çıkıyor. kimilerine göre bu dizi çatısı altında yayımlanması dahi hata olan ve ütopik bir senaryoya sahip olduğu söylenen san junipero, tıpkı aldous huxley’nin brave new world'ündeki gibi ütopya görünümlü bir distopya aslında.
senaryo ölümsüzlük üzerine kurulu. fakat alışılagelen fiziksel bir ölümsüzlük değil bu. sanal bir ortamda gerçekleşen ve kişilerin öldükleri andan sonra farklı bir boyutta ve sınırlı bir alanda yaşamaya devam ettikleri san junipero şehrinde geçiyor öykümüz. yorkie ve kelly isimli iki kadının yolu bu sanal şehirde kesişir ve bilinç düzeyinde birbirlerine aşık olurlar. dünya’da yaşam devam ederken her hafta 1 saatliğine bu şehri ziyaret etme şansına sahip olan insanlar, eğer memnun kalırlarsa ebediyen burada kalmayı seçme ve dünya’daki varlığına son verme özgürlüğüne sahiptirler.
yorkie henüz 20’lerinin başında genç bir kadınken geçirdiği trafik kazası sonucunda felç kalır. belli bir süre san junipero’yu ziyeret eden yorkie, çekingen ve içine kapanık biridir. fakat kelly ile tanışması sonucunda hayatının kırılma noktalarından biri gerçekleşecek ve dünya’daki varlığına son vererek sonsuza dek san junipero’da yaşamaya karar verecektir. peki ama aşık olduğu kadın uğruna bunu yapan yorkie, dünya’da eşi ve çocuğunu kaybeden kelly’den aynı karşılığı görebilecek midir? onu san junipero’da yalnız bir hayat mı beklemektedir yoksa bilinç düzeyi ve sınırlı bir alanda aşk dolu sanal bir “yeni dünya” mı?
dizide san junipero adıyla karşımıza çıkan yer 80’li, 90’lı ve 2000’li yılların california’sı olarak izleyiciye sunulsa da, şehir görüntülerinin cape town’da çekildiği bilgisi yer alıyor. şehrin daimi olarak sonsuz eğlence ve mutluluk alanı olarak lanse edilmesi ilk etapta olumlu görünse de, bölümün sonundaki dijital mezarlık görüntüsü bir an için korkutmaya yetiyor, ki bölümü distopya yapan kısmın bu olduğunu fark etmek insanı geriyor.
bu bölümü distopya olarak görmeyen black mirror izleyicilerinin yapmaları gereken şey ise olaya biraz daha farklı bir pencereden bakmayı başabilmelerinde gizli. san junipero sanal bir dünyadır ve tabii ki bir veya birden fazla yazılımcıya sahiptir. kaderimiz o yazılımcıların ellerindeyken, bilerek ve isteyerek fiziksel dünyayı terk etmek ne kadar doğru? içinde yaşadığımız fiziksel dünyada da her an birileri tarafından yaşamımıza son verilme ihtimalinin bulunması san junipero ile dünya’yı aynı kefeye koymamıza yetiyor. her iki dünyada da insan bir “yolcu”dur aslında ve niçin o dünyaya giriş yaptığını ve ne zaman terk edeceğini bilemez. haliyle kaderimizin öyle ya da böyle birileri tarafından kontrol edildiği gerçeğiyle yaşamalıyız. hangi dünyada olduğunaysa yine kendimiz karar vermek zorundayız.
özetle, tüm black mirror bölümleri arasında farklı bir kulvarda olan san junipero, ütopya ile distopyanın kesiştiği o ince çizgi üzerine kurulmuş olan, üzerine tezler yazılabilecek denli etkileyici bir senaryoya sahip.