hesabın var mı? giriş yap

  • resistif ve kapasitif olmak üzere iki genel başlıkta toplayabiliriz bunları.

    resistifler genelde daha eski cihazlarda görülüp basınç mantığıyla çalışırlar. yani parmağınızı ekrana bastırınca hafif içe çöküyorsa resistiftir.

    çalışma mekanizmasını biraz daha açarsak, ekranın altında birbirine çok yakın ama temas etmeyen iki plaka bulunur ve bunlardan sürekli bir elektrik akımı geçer. siz üstteki ekrana parmağınızı bastırınca iki katman birbirine değer ve o noktadaki elektrik akımında değişiklik meydana gelir. cihazdaki yazılım değişikliğin oluştuğu noktayı tespit edip o noktada işlevini gerçekleştirir.

    bu tip cihazlar basıncı neyin uyguladığına aldırış etmez ve nefes alsın yeterci bir tavır güder. o yüzden de cebinize falan koyunca kendi kendine çalışır, birilerini arar, art arda gelme olasılığı trilyonda bir bile olmayan harf kombinasyonlarını denk getirip hoşlandığınız kişiye ilan-ı aşk mesajı atar falan. bir de çoklu katman olduğu için ışığı daha fazla yansıtır, göz yorarlar.
    evlerden ırak.*

    ikinci dokunmatik türümüz olan kapasitifler de kendi içinde yüzey* ve projeksiyon* olarak ikiye ayrılır ama uykusuzluktan bayılmak üzere oldugumdan teferruatına girmeyeceğim.*

    kapasitifler basınçla değil de elektrikle çalıştığı için elektriği ileten ya da tutan herhangi bir nesneyle de iş görürler. dokunmatik ekran kalemleri gibi. zaten laf aramızda, ben de bunca zımbırtıyı evde dokunmatik ekran kalemi yapabilmek için araştırmıştım.* bu ekranların altında bakır ya da indiyum kalay oksit gibi saç telinden daha ince tellerle döşeli ızgara vardır. biz ekrana dokununca devre tamamlanır ve o noktada voltaj düşer. gerisi zaten yazılımın işi.

    bu arada bu evde dokunmatik ekran kalemi yapanların en genel hatası kalemi ince yapmaktır. kapasitif ekranlar belirli büyüklükten daha az yer kaplayan temasları görmezden gelirler. dolayısıyla kaleminizin ekrana temas ettiği kısım insan parmağına yakın bir kalınlıkta olmalıdır. hatta orijinal kalemlerin çoğu da bu yüzden kalındır. tabi ince olanları da var ama tuzlu fiyatlarından da anlayacağınız üzere onları evde yapmanız pek mümkün değil.

    not: entry'nin başında genel olarak iki çeşit ekran var demiştim. şimdi aklıma bir tane daha geldi ama yukarı çıkıp düzeltmeye üşeniyorum asdfghjkl.

    üçüncü tür ekranlar frustrated total internal reflection şeklinde muazzam havalı bir isme sahip dokunmatik ekranlar oluyor. diğerlerinden farkları ebatlarının çok büyük olması. belirli bir ebattan sonra kapasitifler çalışmaz olur çünkü ekran büyüdükçe oluşan elektrik alan dokunma hassasiyetini ortadan kaldırır. o nedenle büyük ekranlarda ışık değişimine dayalı bir sistem bulunur. ekranın ortasında kameralar vardır ve parmak ekrana dokununca ışıkta oluşan değişimi algılayıp ona göre yanıt verir.

  • 18-19 yaşlarımdayken yaşadığım utanç verici bir olay ile yaşadığım andır.
    (ön bilgi: fazla kilolardan muzdarip bir kızcağızdım o zamanlar)

    kalabalık bir bijuteri dükkanında takılara bakıyordum. dükkan sahibi de iki adım ötemde, bir arkadaşı ile sohbet ediyordu. gözüme takılan bir küpeyi elime aldım, standın arkasında diğer bir renginin daha olduğunu görüp, onu da incelemeye başladım. bu sırada dükkan sahibi bana bir şeyler söyledi. ne dediğini anlayamadığım için, "bana mı dediniz?" dedim.

    böyle dememle adamın yüzünün bembeyaz kesilmesi bir oldu. birden özür dilemeye başladı. "yok hanımefendi size demedim yemin ederim" (bu arada adamın bu aşırı tepkileri üzerine etraftaki herkes bizi izlemeye başladı) "yemin ederim hanımefendi size demedim, arkadaşın soyadı tosun biz ona hep öyle tosun diye hitap ederiz"...

    dışarıdan bakınca şöyle bir diyalog olmuş:

    -tosun
    -bana mı dediniz?

    iyi ki efendim dememişim :(
    oooff offf...

  • şehirlerin otobana giriş verdiği yerlerde istisnaları bulunan durum. yani arka arkaya pek çok şehrin sıralandığı bir bölgede gidiyorsanız, sıklıkla hız sınırına tabi olursunuz.

    ayrıca, almanya'da otobanlarda hız sınırının olmaması, insanların birbirine selektör yaptığı veya korna çaldığı anlamına gelmez. arkadan süratle gelen bir aracın önüne çıkmanız gerekiyorsa, sinyal vermeniz yeterlidir, hemen hızını keserek takip mesafesini alarak size yol verecektir. tabii bunun yanı sıra, sizi "sağlayanlar"a rastlamanız mümkün değildir. motosikletler bile sizi geçmeleri gerekiyorsa sağdan değil, soldan geçerler. (malum ama ben yine de milletime bir kere daha ilan edeyim ki, sağlamak yasak bir trafik hareketidir.)

    işte tüm bu ve benzer şartlar altında medenî araç kullananlar sayesinde, soldan üçüncü şeritte 130-140 km bir hızla kilometrelerce yol gidebilir, sizin solunuzdan çok daha yüksek hızla giden araçlardan rahatsız olmadan güvenle yol alabilirsiniz. en sol şerit mi? bizde de öyledir ama yine ilân etmekte fayda var ki, en sol şerit gitmek için değil, sollama yapmak içindir. he, orada giden yok mu, tabii var. ama sürücülerin tamamına yakını sol şeritten sollamayı yapar yapmaz sinyal vererek sağ şeritlerden birine geçer ve yola devam eder.

    tabii almanya'da otobanlarda hız sınırının olmamasının, otobanların muhteşemliği ile olduğu kadar coğrafya ile alakalı olduğunu belirtmekte fayda var. mesela, hollanda'da asfalt ve işaretlendirme kalitesi itibariyle otobanlar almanya'dan daha iyi olmakla beraber, coğrafî şartlarının etkisiyle ülkenin hemen hemen tamamında otobanlarda hız sınırı 100'dür. çok istisnai yerlerde 120 gibi hızlara imkân tanınmıştır.

    almanya'da porsche polis arabaları olmasının sebebi de işbu başlıktan anlaşılmaktadır herhalde...

  • liselerde bir saat olan zorunlu din dersinin iki saate çıkarılması kabul edildi.
    - turizm liselerinde okutulan alkollü içki ve kokteyl hazırlama dersinin kaldırılması önerisi kabul edildi.
    - anaokulu eğitimi oyun temelli olacak ve değerler eğitimi verilebilecek.
    - okul öncesinde tekli eğitime geçilecek.
    - görsel sanatlar ve müzik dersi haftada en az ikişer saat verilebilecek
    - ilkokullarda ders saatleri 30 saate ile sınırlandırılabilecek. bunun beş saati serbest etkinlik olarak değerlendirilebilecek. serbest etkinliğin içeriğine veli talebiyle okul müdürü karar verecek.
    - 1, 2 ve 3. sınıflarda zorunlu din dersinin verilmesi kabul edildi.
    - din kültürü ve ahlak bilgisi dersi programında alevilik'e ilişkin içeriğin geliştirilmesi önerisi reddedildi.
    - ortaokulda tam gün eğitime geçilebilecek.
    - ortaokullarda haftalık ders saatleri azaltılabilecek.
    - üstün yetenekli öğrencilerin eğitimi için yeni bir müfredat hazırlanacak.
    - ortaokullarda okutulan inkılap tarihi ve atatürkçülük dersi gözden geçirilerek güncel anlayışlar ve yöntemler doğrultusunda yazılabilecek.
    - ortaokullarda sağlık ve trafik dersi kaldırılabilecek.
    - hafız olmak isteyen öğrenciler için ortaokul eğitimine ara vermek isteyenler için süre bir yıldan iki yıla çıkabilecek.

    vay anam vay. tavsiyelere bak. gelinen noktaya bak. atanamayan din kültürü öğretmeni kalmasın.

  • eminim çokça yazılmıştır ama malum ben de aynı şekilde iletişim kurduğum için mecburen yazacağım.

    daha cep telefonları çıkmamışken ya da yeni yeni zenginlerin erişebildiği zamanlarda ev telefonundan ya komşu kızına kız arkadaşımızın ev telefonunu aratırdık ya da biz erkek halimizle kız sesi çıkarıp , telefona sevgilimizi isterdik.

    +alo damlayla görüşebilir miyim ben ayça*

    bunu yaptığım kız arkadaşımın annesi numaramı hiç yememiş ama bir şey de söylememişti.

    sonra cep telefonları yaygınlaştı. ama bu sefer de pahalılık sorun oldu. çözüm klasik ama;

    1 çaldırma aklımdasın
    2 çaldırma seni seviyorum
    3 çaldırma ve üstü aç ulan o telefonu ben arıyorum.

    daha sonra cem uzan sağolsun telsim' i çıkardı da 250 kontör karşılığı sınırsız sms ve konuşma hakkımız oldu. bir dönem (bkz: aycell) de buna benzer bir şey yapmıştı ama çok hatırlamıyorum.

    sonrasında bilgisayar çağına girdik. msn girdi hayatımıza. titreşimler, ne dinliyorum özelliği vs altın çağdı ama bu söylemeden geçemem.

    derken blackberry telefonlar moda oldu. bbm pin'i paylaşıp sohbete başladık. bu aynı zamanda twitter'ın yayılmaya başladığı zamanlardır.. yavaş yavaş facebook'u dedelere teslim ettiğimiz zamanlar

    en sonunda iphone 3, ardından da 4'ün çıkmasıyla whatsapp çıktı ortaya. herkes bir anda aaa whatsapp diye bir uygulama varmış, bedava konuşabiliyorsun diyerek birbirine sms atmaya başlamıştı.

    zaman tüneli gibi yemin ederim yaa. hepsini yaşadık iyisiyle kötüsüyle.

  • laik bir ülkede devletin bir kurumunun böyle bir üslupla konuşması ancak ve ancak alay konusu olur. bu ülkede farklı dini inanca sahip veya inançsız insanlar bunu hakaret olarak algılayamaz mı kim çoğunluktaysa onun dinini geçerli sayan bir devlet olmaz olursa yarın ateistler çoğaldığında camileri kapatmayı kendisine hak görür o zaman bana saygı duyun diye ağlayamazsın. devletin dini olmaz, devletin hastanesi dini bir üslupla konuşamaz bu müslümanların kendi haklarına vurduğu bir darbe olur. laiklik inanançsızlardan çok inananların sigortasıdır.

  • türkiye cumhuriyetine belki de tarihteki en büyük zararı veren, ülkeyi satan aynı zamanda da yakın arkadaşının kocası olan biriyle beraber olmak için bilmem kaç uçak değiştirerek gizlice amerikaya giden bir kadın olmaktan çıkıp mağdur edilen boşanmış bir kadın olmuştur.

    vallahi de helal olsun billahi de helal olsun şu pr çalışmasını kılıçdaroğlu becerse çoktan seçilmişti.

    bizim türk milletine de diyecek bir laf yok. nedir bu boşanmış kadınlara karşı olan koşulsuz acıma duygusu.
    sanki dayak yedi, elinden malı mülkü alındı. bu olaydan sonra o ses türkiye'ye dönerse bu olayı acunun tasarladığına kesinlikle emin olucam.
    mehmet dinçerler de şirkette işleri yoluna koyacak bir kaç iş veya ucuz kredi aldıysa olay tamam.

    debe editi: olayı bilmeyenler varmış sürekli soru geliyor hadise ne yapmış diye.
    (bkz: reza'nın ebru'yu hadise ile aldatması)

  • çalın. iyi çalamayacaksanız da, virtüoz olamayacaksanız da, küçük yaşta başlamadıysanız da, günün birinde adınız gitarla birlikte anılmayacaksa da çalın. çalmak istiyorsanız, çalın.

    "gitar ayağa düştü hacı." diyenlere takılmayın. neymiş, vay efendim, herkes gitar çalmaya heves ediyormuş. bir toplum düşünün ki her bir ferdi bir enstrümanla az buçuk uğraşmış, bir enstrümandan üç beş ses çıkarmasını biliyor. ne büyük felaket, değil mi?

    güzeldir kardeşim. al gitarını, istersen iki tıngırdat bırak. istersen uğraş, çalış, öğren çalmasını. kimseye borcun yok, virtüoz falan olmak zorunda değilsin. çal gitsin.