hesabın var mı? giriş yap

  • oncelikle sunu dikkatli bir okumak gerekiyor. ozellikle su kismini:

    "...o dönemde köşk'teki müstahdemin, yaverlerin, muhafız polislerinin iaşesi ve köşk'ün diğer masrafları da atatürk tarafından karşılanıyordu. başvekil ve vekillere ödenen harcırah cumhurbaşkanı için söz konusu olmadığından seyahatlerde ulaşım dışındaki, yemek ve içki dahil bütün masraflar, tamamen kendi kesesinden çıkıyordu... "

    o zaman neredeyse cumhurbaskanligi butcesi anlamina gelen bir parayla bugunku cumhurbaskani maasini karsilastirirsan boyle oran cikar tabii.
    (bkz: beyin bedava)

  • allah belasını versin. bu öğretmenin de onu öğretmen yapanın da, onu hala orada tutanın da.

    küçük kızın yaşadığı travmayı düşünebiliyor musunuz? sonra bu çocuklardan gelecekte özgüvenli, mutlu ve huzurlu olmalarını bekliyoruz.

  • temelde optografi kelimesi iki yunanca kelimenin birleşmesinden gelmektedir; opto: görüş veya göz anlamına gelir ve grafi/grafik ise çalışma alanı veya yazmayla ilgili bir anlama gelmektedir. hal böyle olunca optografi kabaca görme çalışması, görme olayı veya görmeyi resmetme gibi anlamlar taşır.

    bu teknik tanımlamayı yaptığımıza göre asıl konumuza geri dönelim; bilim insanları, bu fikir ilk olarak 17. yüzyılda ortaya attı diyebiliriz ve optografi'yi; gözün retinasında oluşan bir görüntü olan optogramı görüntüleme veya alma işlemi olarak tanımladılar. kulağa ne kadar çok bilim kurgu düşüncesi gibi geliyor değil mi.

    bu fikre göre dönemin bilim insanları, gözün ölüm anında son görüşümüzün görüntüsünü yakalamasının mümkün olduğunu düşünüyorlardı. tabii ki bu fikir fotoğraf makinelerinin ve fotoğrafın icadından sonra daha baskın bir düşünce olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

    çünkü gözümüzdeki retinanın bir kamera plakası gibi davranabildiğini ve üzerinde düşen görüntünün yakalandığı cam slaytları kaplayan gümüş nitrat filme benzer bir şekilde çalıştığını varsaydılar. bu varsayımsal düşüncenin ardından yapılan çalışmalarda 1876'da franz christian boll adlı bir alman fizyolog, retinanın çubuk hücrelerinde bulunan ve tıpkı bir kamera plakasındaki nitrat gibi davranan, ışığa duyarlı bir protein olan rodopsini keşfetti. işte bu keşfedilen protein ışığa maruz kaldığında bir ağarma oluşuyordu.

    tabii ki boll'un yaşamı erken bittiğinden bu çalışmalarının nasıl bir etki yarattığını göremedi. daha sonra yine bir alman fizyolog wilhelm kühne bu teorinin üstüne gitti ve çeşitli deneyler yapmaya başladı. deneylerinde çok sayıda hayvan kullandı ve ölümden hemen sonra hayvanların gözlerini çıkardı ve görüntünün retinaya sabitlenmesi için onları çeşitli kimyasallara maruz bıraktı ve bu denemeler ardından en iyi maddenin potasyum alum yani şap dediğimiz bir çeşit tuz olduğunu keşfetti.

    deney şöyleydi; bir tavşanı, başı parmaklıklı bir pencereye bakacak şekilde bağlandı. tavşan bu pozisyondan yalnızca pencere ve bulutlu gökyüzünü görebiliyordu. hayvanın gözlerini karanlığa alıştırmak, yani rodopsin'in çubuklarında birikmesini sağlamak için birkaç dakika boyunca bir bezle kapatıldı. daha sonra hayvan üç dakika boyunca ışığa maruz bırakıldı. ardından hemen başı kesilerek ve gözleri çıkarıldı. çıkarılan gözlere ensizyon yapıldı ve göz küresinin retinayı içeren arka yarısı alınarak, sabitleme için bir şap çözeltisine daldırıldı.

    ertesi gün kühne, ağartılmış ve değiştirilmemiş rodopsin ile retinanın üzerine basılmış, çubuklarının net desenine sahip bir pencere resmi gördü.görsel

    yukarıdaki görüntüde en soldaki görüntü, optogramı olmayan bir tavşan retinasıdır: retina görüntüsünün üst üçte birlik kısmı boyunca uzanan ışık diski ve yatay şerit, retinanın normal anatomik özellikleridir. ortadaki görüntü, tavşanın ışığa maruz bırakılmasından sonra elde edilen optogramdır. tavşanın baktığı pencere görüntüde fark edilebilir görünüyor. en sağdaki görüntü, 3 büyük yan yana pencerenin gösterildiği başka bir optogramdır.

    bu çalışmalarından sonra kühne, deneylerini bir insan üstünde yapmak istedi, bunun üzerine 1880'de erhard gustav reif adlı idam mahkumunun gözleri infazdan sonra gözleri çıkarıldı ve kühne'nin heidelberg üniversitesi'ndeki laboratuvarına teslim edildi. kühne'nin reif'in gözlerinden ürettiği optogramlar günümüze ulaşamadı fakat bir gazete kupüründe şöyle bir görüntü mevcut. kühne bu taslağın giyotin bıçağına yüzeysel bir benzerlik taşıdığı ileri sürülmüştür.

    daha sonraları dr. maxime vernois'ten optografların cinayet davalarında delil olarak kabul edilmesinin fizibilitesini incelemek için bir çalışma yürüttü. vernois en az on yedi hayvanı öldürdü ve gözlerini parçaladı, ardında bunun boşuna yapılmış bir eylem olduğunu kabul ederek şu sözleri söyledi.

    --- spoiler ---

    bir kurbanın retinasında katilinin portresini ya da ölüm anında karşısına çıkan herhangi bir nesnenin ya da fiziksel özelliğin temsilini bulmak imkansızdır.
    --- spoiler ---

    yıllar sonra 1975 yılına gelindiğinde heidelberg polisi, kühne'nin deneylerini ve bulgularını modern bilimsel tekniklerden, güncel bilgilerden ve gelişmiş ekipmanlardan yararlanılarak yeniden incelemek istediler. bunun için heidelberg üniversitesi'nden evangelos alexandridis'in uzmanlığına başvurdular. alexandridis, kühne'yi anımsatan bir şekilde, tavşanların gözlerinden birçok farklı, yüksek kontrastlı görüntü oluşturmayı başardı. fakat optografinin adli tıp aracı olarak hiçbir potansiyele sahip olmadığı sonucuna vardı.

    kaynak:1,2,3

  • roma ordusunun döneminin en güçlü ordusu olmasının sebepleri:

    talim: roma döneminde orduya "exercitus" denirdi. exercitus, tahmin edeceğiniz üzere bugünkü "exercise" ile aynı anlama sahiptir. roma ordusu, yıllar boyunca reforme edilmiş ve değişikle uğramış olsa da, bu temel ilke her zaman korunmuştur. roma askerleri için başarıya giden yol talimden geçmekteydi.

    adaptasyon: romalılar, tarih boyunca çok farklı düşmanlara karşı, çok farklı konjonktürlerde mücadele etmişlerdir. roma'nın reelpolitiği ve stratejisi değiştikçe ordu da değişmiştir. ancak bu bir istikrarsızlıktan çok, roma'nın meydan muharebelerinde her türlü tekniği tanıyarak ezici güç olmasını sağlamıştır. örnek: hoplitler yetersiz kaldığı durumlarda, mızrağın etkisini yitirdiği zaman ispanya'dan gladius denen kısa kılıcı getirmişler ve piyadeleri bunla donatmışlardır.

    istihkam: roma ordusu ilk zamanlarda istihkam konusunda başarılı olmamasına rağmen, sonraki yıllarda bu konuda en başarılı ordu olmuştur. savaş alanında bir ordunun nasıl takviye edileceği, kuşatmaların nasıl başarılı olacağı ve kuşatmalara karşı nasıl savunma yapılacağı konusunda yıllar içinde oldukça tecrübe kazanmışlardır.

    savaş mentalitesi: romalı komutanlar, hiçbir zaman sahada kazanmayı savaşı kazanmaya denk görmemişlerdir. çok zor durumlarda önemli geri dönüşler ile muzaffer olmuşlar, zafer sarhoşluğuna kapılmamışlardır. bundan dolayı savaşın arka planında sayısız taktik geliştirmişlerdir.

    militarist gelenek: roma'da özellikle cumhuriyet döneminde asker olmak kutsal bir iş sayılmış, pietas denilen erdeme (tanrı'ya ve orduya sadakat) sahip olmak zaruri görülmüştür. zengin fakir fark etmeksizin insanlar savaş alanında yer almış, savaştan sonra galip komutanlar jüpiter tapınağı'nda törenler yapmışlardır.

  • bir arkadaşı mete gazoz'a soruyor.

    işte o soru ve cevap
    -zehirli bir ok'un olsa kime atmak isterdin?

    -atmak isterdim birisine de. birisi diyelim. şeklinde verdiği cevaptır.

    benim tahminim kardeşimiz o dönem kör kütük aşıktı ve o kıza atmak istiyordu oku ben öyle anladım. yoksa hepimizin aklına gelen kişi de olabilir mi acaba? kim olduğunu bilirsin sen.

  • kimsenin zekasını yargılayacak değilim. kendimden falan da bahsetmeyeceğim.
    sadece bir örnek vermek istiyorum;

    nacizane şimdiye kadar tanıdığım en zeki insan kendisini hiçbir zaman zeki olarak tanımlamamış, hiç kendisinden haz etmeyen, matematiği kötü(çok kötü değil ama dört işlemde problemli biri) bir kişiydi. psikiyatristte 164 puan iq testi var bu kişinin(bir defa olsun bahsetmedi dosyasından okudum), majör depresyon hastası, sosyal anksiyete bozukluğu var, sık sık panik ataklar geçiriyor, geçmişte klinik bir vaka, çok yüksek düzeyde prozak kullanıyordu rehab öncesi. hatta doktoru elektroşok tedavisi bile önermiş fakat reddetmiş.

    bu kişi bilim insanı falan değil, eğitimini psikolojik sorunlar yüzünden yarıda bırakmış fakir bir insan. hiçbir zaman kendini takdir etmiyor olsa da oldukça yaratıcı bir sanatçı, 10 dil biliyor, 15 yaşında isveç vergi dairesinin dosyalarına erişim sağlayabilmiş bir bilgisayar kurdu, türkçe öğreniyor bu aralar. dini inancı budizm ve kendisi bir vegan. kendisini zeki olarak tanımlayanların aksine çok çok düşük bir özgüveni var, bazı günler sokağa çıkamadığından bahsediyor.

    bunları bir şey anlatmaya çalışarak yazmadım fakat zeka tanımlamamız biraz yanlış sanki.

    zeka sizi başarılı bir insan yapmaya yetmez, zeka sizin akıl sağlığınızı da gözetmez veya zeka özgüven depolayan bir kavram da değildir.

    bu bahsettiğim kişi hepimizden daha hızlı öğrenebilen, siz konuşmaya başladığınızda neler söyleyeceğinizi kelimesi kelimesine tahmin edebilen birisi. kendisine yalan söylendiğini çok kolay anlayabiliyor, en komplike yalanı bile farklı açılardan düşünüp sorular sorarak yalanınızı açığa çıkarıyor. acı gerçeklerin farkında ve bunu hazmedemiyor zaman zaman.

    tanıdığım en yalnız, en mutsuz insanlardan birisi. en çok saygı duyduğum dostlarımdan birisi.

    lütfen kendinize zeki demeden önce zeki olmanın ne olduğunu düşünün biraz. dahilik düzeyinde zeka sizi günlük yaşamın rutininden alıkoyabilir, 20 yıl sonra gerçekleşecek olan şeyleri düşünüp kahrolmanıza neden olabilir. zeki insanlar kendilerine ve zihinlerine dokunamayan kişilerle ilişki kuramaz, yalnızlığa mahkumdur.

  • bütün bu yapılanlar türkiye'deki eğitim sistemini berbat hale getirmek ve kaliteyi iyice düşürmek içindir. eve ödev verilmeyecek dediler bizim velilerimiz ise çok sevindi ama yapılan tembelliğe alıştırmak ve çocuğun evde eline kitap almasını engellemekti. tekli eğitime geçiriyorlar ki sınıflar kalabalık olsun çünkü onlar da biliyor elli kişilik sınıflarda eğitim filan asla olmaz. çiftli eğitim yapıyoruz sınıfım kırk bir kişi. vakıflar ve sendikalar eğitimin göbeğine alındı ki ideolojilerini rahatlıkla aşılayabilsinler. erken yaşta çocukları okula başlattılar amaç oyun oynama çağındaki çocuğu elli kişinin olduğu dört duvar arasında zorla tutmak böylece çocuk hayatı boyunca okuldan nefret etsin. sürekli yazı sistemini değiştirip dur kafaları karışsın, bilime, sanata, kültüre harcayacağın zamanı yirmi dokuz harfi bir el yazısı bir düz yazı şeklinde yazdırmakla uğraş. ders saatlerini kısalt fakat teneffüs sürelerini uzat ne kadar boş gezerlerse o kadar iyi. matematik, fen, türkçe derslerini olabildiğince azalt, eve ödev vermek de yok zaten bunun yanında ver verebildiğin kadar din derslerini ki ülkede zihni pırıl pırıl, araştıran, soran, sorgulayan, kolay kandırılmayan, ilkeli çocuklar yetişmesin. en son tatil sürelerini iki hafta daha eklediler. bol bol tatil yaptır eve ödev de verme. sonra her sene bir sınav sistemini değiştir, dur. sonra al sana tam istedikleri gibi bir gençlik!!!

  • insan karadeliğe düşerse bir kütüphanenin arkasına geçer. böyle bir film mi yapsam acaba? çok saçma bir fikir öyle değil mi? evet bence de öyle.