hesabın var mı? giriş yap

  • bir akit haberi.

    süper bişi, türkmenistan, kazakistan ve bosna hersek liderleri geliyormuş.

    akpli'ler mutluluktan havaya uçuyormuş, geziciler ve cehapeliler kıskançlıktan sokaklara çıkacakmış.

    link

  • kilimanjaro'ya tırmanma fikrinin aklıma ilk tam olarak ne zaman geldiğini açıkçası hatırlamıyorum. nitekim, etiyopya'da yaşamaya başladıktan sonra yavaş yavaş oturmaya başladığı kesin gibi. zaman içerisinde civilization oynarken karşıma çıktığında bana +3 food, +2 culture sunmasının yanında, ilk acabaları da bilinçaltıma yerleştirdiği de bir gerçek.

    internette birkaç tur şirketi araştırmış, yıllık iznime nasıl oturturum diye düşünmüş ancak sonradan başka diyarların ağır basmasıyla rafa kaldırmıştım. geçtiğimiz ekim ayında hem yeni tatilden dönmüş hem de kafamdaki çoğunlukla gelecekle ilgili sorulara cevap arıyordum. ofisten arkadaşın "eee hunter, bir sonraki tatil nereye, kilimanjaro'ya mı?" sorusuyla da uzun zamandır rafta tozlanmış olan fikir tekrardan masanın üstünde yerini almıştı.

    sonrası ise epey hızlı gelişti; iyi bir tur şirketi bulundu, biletler alındı, dağa uygun elimde kışlığa yakın neredeyse hiçbir şey bulunmadığından her şey türkiye'ye izne giden arkadaşlardan temin edildi. önümdeki yaklaşık 4 ayda yapabileceğim tek şey fiziksel olarak hazırlanmaktı. bunun için de işten arta kalan zamanda haftada 4 gün 10-12 km koşarak gün saymaya başladım.

    peki zorum neydi? olay benim için zirveye ulaşmaktan öte başlangıç noktasındaki hunter ile yola çıkıp, türlü türlü ve belirsiz zorluklarla mücadele etme, insanları ve onların hikayelerini dinleme, bilmediğim bir ortama adapte olma, limitlerimi görmek ve en sonunda zirveye ulaşayım ya da ulaşamayayım başladığım noktaya başka bir olarak geri gelme isteğiydi. bu şeklini tahmin etmemin mümkün olmadığı bir yolculuk hedefiydi. zaten şantiye ortamında, çok uzun bir süredir yeterince kifayetsiz muhteris ile 7/24 birlikte çalışıp, yaşayıp bir de delirirken böylesi bir macera epey cezbedici olabiliyor.

    tanzanya'ya vardığımda haydi hop dağa çıkalım moduna girmemek için kendime 1-2 gün hem dinlenme hem de son hazırlıkları yapmak adına süre ayırmıştım. bu sürenin bir bölümünü de konakladığım yerin tüm gelirini aktardığı stella maris adlı bir okulda geçirdim. okulda okuyan çocukların büyük bir bölümü yetim ya da maddi durumu yeterli olmayan ailelerin çocukları. acaba utangaç olurlar mı, konuşmaya çekinirler mi diye düşünürken çevremi benimle tanışmak isteyen, yaşadığım yeri, yurdu öğrenmek isteyen çocuklar sardı. elimden tutup 1'den 7'ye kadar olan tüm sınıflarını ve oyun alanlarını gezdirdiler. çocuklarla epey vakit geçirdikten sonra okul müdürü ve birkaç öğretmenle konuşma şansı bulmuş ve onları dinledikçe çok da bizden farklı olmadığını gördüm. onlar da neredeyse her sene değişen eğitim sistemlerinden ve genel olarak eğitime siyasetin karışmasından şikayetçiydi.

    tanı ya da tanıma birileriyle gezmek her zaman riskli bir iştir. yalnız yola çıkmanın özgürlüğünü ve bunun getirdiği keyfi sevsem de bu maceramda mutlaka yanımda birileri olacaktı. haklarını teslim etmem gerekir, bu macerada dünyanın farklı yerlerinde yaşayan 7 amerikalı ve 1 hintli ile tanıştım. bu tarz gruplarda, takımın ahengini tek bir kıl bile bozabilecekken bu anlamda hiçbir sıkıntı yaşamamak benim için büyük bir şanstı.

    kilimanjaro'ya tırmanmak için toplamda 7 adet rota bulunmakta. tercih ettiğim rongai rotası, dağın kuzeyinden giriş yapıp zirveye ilerleyen tek rota olmasının yanında nispeten diğer yerlerden daha az yağış alan bir rotaydı. ne şanslıymışız ki yağmur ve diğer meteorolojik durumlarda hiç bu kadar yanılmış olamazdık.

    maceramızın başlangıcını toplamda 9 kişi ve bize yol gösterecek rehberlerimiz, taşıyıcılar, aşçı vb. kamplarda görev yapacak yerel arkadaşlarla rongai rotası'nın girişinden (1.950 m) yaptık. yaklaşık 3-3,5 saatlik bir süre içerisinde yağmur ormanlarının içinden yürüyüp ilk kamp noktamız olan simba kampı'na (2.830 m) ulaştık. kilimanjaro'da benim gibi amatörlerin zirveyi görmesinin tek yolu yavaş hareket etmekten geçiyor. bu yüzden svahili dilinde "yavaş yavaş" anlamına gelen "pole pole" her grubun temel felsefesi.

    ister maraton koşucusu olun ister benim gibi ofiste çalışan bir mühendis, yüksek irtifa hastalıklarının kimi vuracağı belli olmuyor. o yüzden aklimatizasyon yani vücudu yüksekliğe alıştırma olayı hayati önem arz ediyor. bunun için nispeten düşük tempoda yükselmek ve en önemlisi bolca su tüketmeniz gerekmekte. şahsen yemek veya çay/kahve saatleri dışında günde 4 litreden az su içmemeye özen gösterdim. zirveye ulaşana kadar günde biri sabah biri akşam olmak üzere 2 defa sağlık kontrolünden geçirildik. bu kontrollerde hem kandaki oksijen oranınız hem de nabzınız ölçülmekte ve eğer oksijen oranı %80'in altına düşerse dağdan indirilmeniz gündemde oluyor. neyse ki tüm tırmanış boyunca kanımdaki oksijen oranı %90'ın altına düşmedi ama grubumuzdaki 2 pilot zirve günü %82'lerde gezen oksijen oranlarıyla ağrı kesiciyle de geçmeyen baş ağrılarıyla mücadele etmek zorunda kaldılar. dediğim gibi, kimi vuracağı belli olmuyor ama şansınızı artırmak sizin elinizde.

    2. gün hepimizin en karanlık günü oldu. eğer yağmur mevsiminde değilse, sabah erken saatlerde çadırdan çıktığınızda tertemiz bir havayla karşılaşıyorsunuz. işte biz de bu manzaranın getirdiği moralle yaklaşık 6-7 saat sürecek ve kikilewa kampı'na (3.679 m) varacağımız 2. günümüze adım attık. morallerin dip yaptığı bu kara günde sıkıntımızın temel sebebi su geçirmez tabir ettiğimiz neyimiz varsa 4 saat boyunca yağan yağmur ve doluya dayanmaması olmuştu. ayaktan başa sırılsıklam olmuş bendeniz dışında iki kat kılıf takılmış çantalarım da su almıştı. ilk ve tek zirveye çıkamama korkusunu/gerçeğini hep birlikte o gece yaşadık. kurutabileceğimiz bir zaman dilimi de açıkçası yoktu. sabahları zaten güneşin ilk ışıklarıyla yola çıkıyor, saat 3'ten sonra da erken gelen yağmur mevsimiyle ıslaklığımızla başbaşa kalıyorduk. beni en çok tedirgin eden ayakkabılarımdı. sırılsıklam olmuş bir ayakkabıyla zirveye çıkmam düşünülemezdi. ecnebilerin güzel bir laf vardır; desperate times call for desperate measures. ayakkabıları kurutmanın tek yolu onları giymekten geçiyordu. ilk başta babaannelerinizin - anneannelerinizin katiyen onaylamayacağı bir yöntem olsa da %100 etkili bir çözüm oldu bizim adımıza.

    zirveye ulaşmayı bir kenara bırakırsak en sevdiğim günler 3. ve 4. günlerdi. yaklaşık 3.5 saatlik kuru bir yürüyüşün ardından kamp kuracağımız mawenzi gölü'ne (4.315) ulaştık. bu 2 gün boyunca yükseklere çıkıp tekrardan kamp yaptığımız noktaya geri dönüyorduk. hem manzara hem güneş açısından doyurucu ve kurutucu günlerdi. yükseğe çıktıkça iklim ve bitki örtüsü de çelik* gibi değişiyordu. yağmur ormanlarında başlayan yolculuk önce bozkıra geçmiş ardından kutupsal çöle dönüşmeye başlamıştı. 3.000 metreden sonra yüksekliğin vücudunuza olan etkilerini görmeye başlıyorsunuz. gündelik hayattaki basit şeyler sizin için büyük efor gerektiren, sizi nefese nefese bırakabilen işlere dönüşüyordu. ayakkabı bağlamak, üstünüzü değiştirmek, çanta toplamak vs. bunların hepsini mola vere vere, nefesinizin düzene girmesini bekleyerek yapabiliyordunuz. o yüzden daha 2. günden bu maceramda istediğim gibi (özellikle gece) fotoğraf çekemeyecektim. gecelerin buz gibi olmasını geçtim gece fotoğraf çekmek için harcayacağım enerjiye daha sonrasında mutlaka ihtiyaç duyacaktım. yüksekliğin benim için bir diğer önemli etkisi de uyku düzenini etkilemesi oldu. 2. günün gecesinden itibaren her saat başı uyanmaya başlamıştım ve daha da garibi o her 1 saatlik dilimde de birbiriyle alakasız rüyalar görüyodum. normalde rüya görmeyen/hatırlamayan biri olarak tek bir gecede 7 ayrı rüya görmek çok enteresan bir anıydı.

    5. gün yani büyük gün en sonunda gelip çatmıştı. ilk başta 6 saat süren inişli çıkışlı bir yürüyüşün ardından zirve öncesi son kamp noktamız olan kibo'ya (4.703 m) ulaştık. yükseklik arttıkça hızımız daha da yavaşlamış ve artık önündekinin adımlarını izleyerek hareket eder hale gelmiştik. yol üzerinde kasım 2008'de düşmüş olan ufak bir uçağın enkazıyla karşılaştık. ilginç bir bilgi de şu ki her ne kadar kilimanjaro'ya çakılmış bir uçak olsa da enkazı yürüme rotasına çekilmiş. yıpratıcı bir yürüyüşün ardından zirveden önceki son durağımıza ulaştık. şanslıymışız ki kamp noktasına ulaştıktan 30 dakika sonra kar yağmaya başlamış ve hemen tipiye dönerek akşam 9'a kadar devam etmişti. gece 11.30'da zirveye doğru çıkacağımız zorlu yol öncesinde dinlenmek için 3-4 saatimiz vardı ancak hem yükseklikten (doğal olarak oksijensizlikten) hem de heyecandan uyumak pek mümkün olmadı hiçbirimiz için.

    gece 10:00'da uyandıktan sonra son hazırlıklarımıza başladık. üstte 7 altta 3 kat kıyafetle annelerimizin onaylayacağı seviyeye ulaşmıştık. saat 11:30'da buz gibi bir havada akşam yağan tipi sayesinde yaklaşık 25-30 cm kalınlığındaki karların üzerinde yola çıktık. adımlarımız arası boşluk kalmayacak ölçüde yavaş hareket ediyorduk. oksijen %30 oranında azalmış zirvede ise havadaki oksijen %50'ye kadar düşecekti. çoğunlukla zigzag çizerek hareket ederken, yüksekliği son noktasına kadar hissetmeye başlamıştık. kimilerinde baş ağrıları nüksederken kimilerinde gerçeklik algısı gitmeye başlamıştı. bu yüzden de grupta bölünmeler yaşamak zorunda kaldık. kendi adıma yaşadığım en büyük sıkıntı ise midemde yükseldikçe artan kramplardı. kilimanjaro'nun tepesindeki kratere ulaşmanın tek yolu gilman noktası'na ulaşmaktı. bu noktaya grubun hepsi ulaşabildiyse bunu ana rehberimiz abraham'a borçluyduk. tamamen kontrolü eline aldığı, eğimin %65'e vurduğu bu tırmanışta bize diğer grupların geçmediği yolları karanlıkta göstermekle kalmamış, verdiği gazlarla da ayakta kalmamızı sağlamıştı. en sonunda saat 06:30 sularında gilman noktası'na ulaşmıştık, e dolayısıyla da güneşi doğarken izleyebilmiştik. bu yükseklikte ve soğukta mola veremeyeceğimizden hemen karar vermemiz gerekiyordu. dağın zirvesi uhuru'ya ulaşmak istiyor muyduk? 9 kişiden 2'si bu noktada aramızdan ayrılarak kibo'ya geri dönme kararı aldı.

    uhuru'ya ulaşmak için yaklaşık 1.5 saatlik bir yolumuz kalmış ancak özellikle kimsenin bacağında güç kalmamıştı. dahası hala uykusuzduk. neyse ki güneşin çıkmasıyla donmaya başlayan el ve ayak parmaklarımız ısınmaya başlamıştı. türlü sıkıntılara ve yorgunluğa rağmen en sonunda ana hedefimiz olan afrika'nın en yüksek noktasına (5.895 m) ulaşmayı başarmıştık. anın büyüklüğü karşısında tüm yorgunluğumuzu rafa kaldırmış anın tadını çıkarmaya başlamıştık. soğuk ve oksijensizlik yüzünden sadece 20 dakika zirvede kalabildiğimiz o sürede uhuru zirvesi tabelasında fotoğraf çektirmek için diğer rotalardan gelenlerle sıra beklememiz gerekmişti.

    dönüş yolunda nutkumun tutulduğu an kesinlikle kilimanjaro'nun 3 zirvesinden biri olan mawenzi'yi gördüğüm bu andı. bulutların mawenzi'nin iki tarafından yükseldiği o anlarda sadece bakakaldık. eski bir duyguya ve anıya bağlayamayacak kadar güzel ve yorgunluğumuzu 2 dakika da olsa unuttuğumuz eşsiz bir an oldu bizler için. karlı zeminin de avantajıyla yaklaşık 3 saat içerisinde zirveden kibo'ya ulaşmış ancak dinlenecek bir vakit olmadığından ve bir an önce alçalmak adına 3 saat uzaklıktaki son kamp noktamız olan horombo'ya (3.720 m) ulaşmak için yola çıktık. hatırlatmak gerekir ki hala uyumamıştık.

    7. yani son gün toplamda 19 km yol yapıp maceramızın noktalanacağı marangu kapı'sına ulaşabildik. yol aynı zamanda marangu rotası'nın başlangıcı olduğundan yanımızdan geçen yeni yetmeler mis gibi kokarken bizim 1 hafta sonunda nasıl koktuğumuzu düşünemiyorum bile.

    hayatımda hiç bu kadar sınırlarımın zorlandığı bir macera yaşamamıştım. kilimanjaro görece kolay bir dağ ve bir bakıma herkes yapabilir şeklinde pazarlansa da sizi sadece fiziksel değil psikolojik olarak da sonuna kadar zorlayacak bir dağ. bundan sonra buna benzer bir şeye kalkışır mıyım çok emin olmasam da bir süre dağ vb aktivitelerden uzak durmaya çalışacağım kesin gibi. hele ki annapurna veya everest gibi bir şeye kalkışmak çok farklı ve bana uzak bir motivasyon gerektiren bir macera.

  • (bkz: fred çakmaktaş)

    ekşisözlük jargonu ve suserların eğilimlerine uygun bir dilde sansasyonel başlığını açacak olsak "hank schrader ile fred çakmaktaş arasındaki müthiş benzerlik" falan demem gerekirdi sanırım ama idare edin..

    bu başlığa geldiğinize göre hank'i zaten bildiğinizi varsayarak ve çok da ayrıntıya girmeden, yeni neslin pek tanımadığı fred amcalarından söz edip iki karakter arasındaki bağlantıyı kurma işini size bırakacağım..

    ___fiziksel görünüm___
    fred, "boyunsuz" olarak tabir edebileceğimiz dikdörtgen vücuda sahip bir arkadaştır.. göbek çıkıntısı dışında bu dikdörtgeni bozacak herhangi bir vücut ayrıntısı yoktur.. kafanın saplandığı omuz, bel, kalça ve bacaklar kütük gibi yekpare bir görünüm çizer..

    ___karakter yapısı - davranışları___
    sevgili fred'imiz, yontulmamış bir hödüktür.. nezaketten anlamaz.. kaba şakalar yapmaktan hoşlanır.. arkadaşlarının* kalbini kırmaktan, onları muhtelif şekillerde üzmekten çekinmez.. empati yeteneği yoktur.. rafine zevkleri yoktur.. öküz gibi yer, su aygırı gibi içer.. ara sıra zarif eşi wilma ile konser, tiyatro gibi faaliyetlere katılsa da aklı daima nar gibi kızarmış dinozor kaburgası, bronto burger ve maşrapalar dolusu biralardadır.. poker ve bovling oynamayı sever.. kendini övmekten hoşlanır.. kendini överken veya benzer şekilde uydurma hikayeler anlatırken büyük laflar etmekten, mevzuları abartmaktan çekinmez.. ortamların adamıymış gibi caka satıyor olsa da aslında asosyal davranış kalıplarına sahip ve hatta epeyce yalnız kalmış/bırakılmış bir karakterdir.. abartılı davranışlarının sebebi, içindeki bu derin yalnızlık hissini perdelemek istemesi olabilir..

    ___iş - kariyer___
    ara sıra hatalar yapsa da mesleğinde (dino-ekskavatör operatörü) epeyce yetkin bir adamdır.. patronuyla arası ne mükemmeldir ne de berbat.. taş devri şantiyelerinin vazgeçilmezi olan dev prehistorik delici-kırıcı aletleri (hayvanları ?) onun kadar iyi kullanan kimse yoktur.. bu yüzden de çoğu gereksiz ve lakayt sayılabilecek tavırları hoş görülür.. bir-iki azarlamayla geçiştirilir.. zira adam işinin kompedanıdır.. bu dünyaya adeta dino-ekskavatör kullanmak için gelmiştir.. fred'in bu mesleki yetkinliği, çizgi dizi boyunca dikkatli bakılmadıkça fark edilmesi mümkün olmayan bir detay olarak satır aralarında kalmıştır.. biraz ciddiyetli bir karakter olsa şimdiye kadar şantiye şefi bile olmuştu ama yok işte.. yemek düdüğü çalar çalmaz hayvanın sırtından kaydıraktan kayar gibi kayıp kaçmalar, kaytarmalar, işi asmalar falan mesleki yönden yerinde saymasına sebep olmaktadır..

    ___insanlık___
    hödüklük bayrağını en önde taşıyan fred'imiz tuhaf bir şekilde temiz kalplidir.. evet hatalar yapar.. evet öküzün önde gidenidir, bencildir, bağırır, çağırır falan ama çoğu zaman bunların sonuçlarından dolayı pişman da olur.. zarif eşinin kalbini kırdıysa eve çiçekle gelebilir mesela.. veya kapı komşusu ve en yakın dostu barni ona (neredeyse her seferinde tamamen haklı olarak) küstüyse bir şekilde gönlünü alabilir.. asla kötü niyetli bir adam değildir.. bazı durumlarda kendisinden hiç beklenmeyecek yüksek fedakarlıklar yaptığı bile görülmüştür..

  • ~ türk yargı sistemine > "türkiye yargı sistemi" diye başlık açan bir "türk" kelimesi rahatsızı,

    ~ "türkiye 4'e bölünsün" şeklinde başlık açarak, subliminal üniter devlet karşıtı alt mesajları veren,

    ~ "zeytin dalı harekatı'nın gereksizliği" argümanı ile başlık açıp, pyd'ye yapılan operasyonları gereksiz gören,

    ~ şehit olan polis ve askerlere "katledilen" ifadesini kullanan

    ~ "fırat çakıroğlu şehit değildir" yazan,

    ~ "atatürk'ün şapka devrimi vizyonsuzluğu" diye başlık açıp, atatürk'e atatürk diyemeyip, mustafa kemal yazıp duran ve devrimi kötüleyen,

    ~ entrylerinde devamlı türk milliyetçilerine saldırmış olan,

    birinin açtığı başlık. şimdi bunları toplayın. ortaya çıkan sonucu siz bulun.

    edit: başlıkları nasıl buldum? entrylerini en çok favorilenenler butonunda sıraladım. çok araştırma yapmadım.

  • "diyelim ki balıkmışım ben, sen de balıkçı. ikimiz de biliriz sineğe bile kıyamazsın, öyle bos oltayı atarsın denize. bilirsin salak olmadığımı, ama aşık olduğumu bilmezsin. ben sana inat yakalanırım. şaşırırsın, nerden çıktı bu diye... istediğin balık degil ki, oturmak iskelede. mecbur çekersin yukarıya. acı çekiyorum nede olsa. dedim ya kıyamazsın... uzanırım avuçlarına. dudaklarıma dokunursun, iğneyi çıkartacaksın ya, yoksa sevdiğinden falan değil... bilirim senin yanında yaşayamayacağımı. sen de bilirsin, öldürmeye kıyamazsın, bakarsın avucundaki aptal balığa, ben de sana... sonra beni kurtarmayı seçersin, ben avuçlarında ölmeyi seçmiştim oysa... bırakırsın denize. yüzünde kahraman gülümseme. hayat kurtardın ya biraz önce. sessizce boğulurken mavilerde, son kez bakarım iskeleye, iskeledeki aptal balıkçıya, sen de kurtardığın balığına..."

  • bunların ev sahibi olduğu evi kiralamaya kalksan eve erkek arkadaşını/ kız arkadaşını getiremezsin diye şart koyarlar. pis herifler.

  • kagit ustunde ligin en iyi kadrosu net olarak galatasaray'da.
    ama oynadigi berbat oyunu geciyorum.
    - bakiyorsunuz 4-5 oyuncusu sacini sariya-beyaza falan boyamis ki boyle takimlardan bir sey ciktigini gormedim.

    - dunya kadar para odedigi dunya yildizi carptirarak gol attiktan sonra,3 haftadir idmana bile cikamiyor, td'si "musait olursa oynatmak isterim" diyor.

    - bir digeri her hafta instagram kasarlarina yurumekle mesgul.

    - 10 numarasi oyundan cikarken kendi tribunlerine ana avrat kufrediyor.

    - babel gol attiktan sonra taraftarina "bos konusuyorsunuz" isareti yapiyor

    - takimin en iyisi haftalardir muslera

    - bjk macinda kaleyi ilk tutan sut 80'lerde

    - avrupa'da 24 mactir falan galibiyet yok. 3 cl macinda 0 gol

    ama tum bunlara ragmen terim imparator, fenerasyon ve fbjk bize karsi, tum kulupler birlesmis, hakemler bizi katlediyor bidi bidi.
    sirada albayrak'tan "sezon sonu elimizdeki belgeleri aciklayacagiz" aciklamasi var

  • linkteki yazının özeti
    "kürtler tamamen kurallarla yaşayan bir topluma uyum sağlayamıyorlar."

  • kökenleri asya'da dır, asya deyince aklınıza yalnızca uzak doğu gelmesin zira çok geniş bir coğrafya'yı kapsamakta, büyük olasılıkla verimli toprakların keşfi amacıyla göç ettiler mezopotamya'ya, kraliyet mezarlarında bulunan lapis lazuli taşı kullanılarak yapılmış binlerce eşya afganistan'dan çıkarılarak elde edilmiştir örneğin, zenginliğin ve gösterişin taşıdır, göç etmiş olsalar da yerleşiktirler, yazı ve astronomi gibi alanlarda ilktirler, dil, tıp, matematik, din, büyü, mitoloji gibi alanlarda da çağın ilerisindedirler, etrüskler gibi surlarla çevrili kent devlet düzeninde yaşamışlardır, yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu gibi unsurlar onlardan kalmadır sanıyorum, ilk hukuk kurallarını uygulayan devlettir, etrüskler gibi anaerkildirler, çivi yazısını kullanmışlardır, yedi katlı ziggurat'larını tapınaklarını aynı zamanda okul, gözlem evi ve depo olarakta kullanmışlardır, kerpiç, tuğla ve taştan yapılma evlerde yaşamışlardır, tanrının başlangıçta bir olan yer ve göğü ayırmasına dayanan yaratılış inançları vardır, tekerleği de icat eden kendileridir, 60'a dayanan sayı sistemini kullanmış ayı 30, yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır gece ve gündüzü 12'şer saate, bir yılı 12 ay'a ilk kez bölmüşlerdir, ay ve güneş tutulmasını hesaplayabilmiş, aritmetiğin, matematiğin, geometrinin temellerini atmışlardır, çarpma ve bölme cetvellerini icat edip daireyi 360 dereceye bölüp, dört işlemi bulmuşlardır, dairenin alanını da hesaplamışlardır, matematik ve geometriye katkıları oldukça fazladır. çevre halklarla çok sık çatışmaları ve iç çatışmalar sonlarını getirmiştir, nippur’lu ludigirra'dan: "bu yaşam öykümü daha çok gelecek nesiller için yazmaya başladım. bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. bu güzel ülkemize her taraftan göz diktiler. göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi işleyen çarşılarımızın, her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, boy ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, dolup taşan iskelelerimizin, her tür bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi. fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. kentlerimizi yakıp yıktılar"

  • gezici arkadaşlar gaza gelmeyin 2013den beri 1 çivi bile çakmayan şimdi hiçbirşey yapmaz

    bu seçim daha çetin geçecek gibi görünüyor ekonomik olarak sıkıntıda olan halka o sıkıntıyı unutturacak tekrar kendilerine bağlayacak malzeme lazım

    %70 in sağ partiyi desteklediği bununda %55 in iktidar tarafı olduğu bir ülkede eğer sokağa çıkarsanız kaybeden olursunuz

    bu dünya kimseye kalmaz bugün o yaptırır yarın başkası yıkar bunu unutmayın

  • başlıkta ve ilgili haberde sürekli “21 yaş küçük sevgili” vurgusu yapılarak manipüle edilmeye hazır kitle hedef alınmış belli ki. gündem olsun da nasıl olursa olsun.

    cem yılmaz 48 yaşında, sevgilisi de 27 yaşında. sanırsın 15 yaşında reşit olmayan kızla birlikte olmuş.

    dışarı çıkın biraz hava falan alın, beyninize oksijen gitsin.