hesabın var mı? giriş yap

  • namaz için sarf ettiği "kuru kıyamdır" lafının bir de evveli vardır. taşköprüzade, molla lütfi'nin öğrencisi olmuş amcası kıvamüddin kasım'dan aktararak şöyle bir hikaye anlatır: ders esnasında molla lütfi, hz. ali'nin bir muharebe esnasında kendisine isabet eden oktan bahseder. bir süre vücuduna saplı okla yaşamış hz.ali bir gün namaz kılarken, yanındakiler oku çıkarmayı başarmıştır, ama hz. ali hiçbir şey hissetmemiştir bile. çünkü onun ibadeti başkadır, molla lütfi'nin zamanında kılınan namazlar gibi kuru değildir.
    tabii bu anlatı, taşköprüzade'nin bir af daveti de olabilir; ama neden öldürülmüş olduğu tam olarak bilinmediği için bunun neyin affı olduğu sorusu da her dem orada kalmaya mahkum oluyor. hakikaten, molla lütfi ne yaptı da, ölüme giderken dahi allahın birliğini haykırırken, küfr'le ve dolayısıyla zındıklıkla suçlanarak kellesinden oldu?
    ahmet yaşar ocak, meselenin ulema arasındaki müthiş rekabetçi ortamdan kaynaklandığı konusunda ısrarcı. molla lütfi'nin sivri dilinin, büyük-küçük-akran demeden alimleri alaya almasının düşman yaratıp onları harekete geçirdiği, onun falsosunu yakaladıkları anda da cezayı kestikleri gibi bir mantık silsilesi var. molla lütfi'nin öğrencisi olmuş kemalpaşazade'ye bir gün hocası gibi büyük bir alimin neden öldürüldüğünü sormuş yavuz sultan selim'e verilen cevapta, bu mantığın teyidini bulmak mümkün: "hased-i akran belasına uğramıştır."
    hasetçiler arasında olduğu tahmin edilenler molla ahaveyn, hatipzade gibi genellikle kendinden daha düşük rütbeli alimler. bunların hepsinin dava jürisini teşkil etmeleri manidar. öldükten sonra, hatipzade'nin, yazmış olduğu kitabı haşince eleştirmiş molla lütfi'ye ithafen, "şükür kitabımı elinden kurtardım" dediği mervidir. ahaveyn'inse katlden sonra zındıklıkla ilgili yazdığı ve sonunda da olaydan hassaten bahsettiği risalesinde, içindeki tezat bakımından çok hoşuma gitmiş şu bedduayı molla lütfi'ye yöneltmesi mektubdur: "allah onu lütfuyla kahretsin"
    molla lütfi'nin, allah günah yazmasın ama, kaynaklarda geçtiği haliyle dolandırıcılk yapmış olduğu da vakidir. zamanında fatih'in kütüphanesine, sinan paşa'nın tavsiyesiyle hafız-ı kütüb olduğu doğrudur, ama daha sonra içerideki görkemli kitaplardan bazılarını piyasadaki ucuzlarıyla değiştirmeye çalışıp beceremediğinden pek bahsedilmez genelde. bir de sinan paşa'nın kardeşlerinden biri, o öldükten sonra kurduğu vakfa sahte belgeyle molla lütfi'nin mütevelli olmaya çalıştığı, buradaki malları üzerine geçirmeye teşebbüs ettiğini saraya bir mektupla şikayet etmiştir. ha, bunlar cezasıyla pek de doğrudan ilintili değildir belki, ama kaydı düşülsün isterim.
    latifi'de doğrudan, ahaveyn'in risalesinde ise ima edilen bir aşere-i muhabbese lakırdısı var molla lütfi'ye isnad edilen. bu, henüz kimlikleri tam tespit edilemeyen onlu habis grubun başı gibi takdim olunuyor molla lütfi. kimlerdir, ihaleye karıştırdıkları fesad nedir, bilemiyorum. ama alın size mis gibi doktora tez konusu işte.

  • saatlerden anlayan bir sözlük yazarı olarak bu başlık altında konuyu uzun olarak yazmak istedim. konuyu web ortamında aratırsanız bu kadar detaylı anlatımı bulamazsınız. entry ve nick uyumumdan anlayabilirsiniz.

    öncelikle, rolex saat firmasının üretime ilk başladığı yıllarda, bu firmadan, diğer saat üreticileri ile hemen hemen aynı fiyatlarla kol saati temin edinilebiliyordu. ancak globalleşme ile birlikte yeni tip üretim anlayışları ortaya çıktı. uzak doğu da artık rolex’in ana vatanındaki gibi saat üretebiliyordu. hemen hemen aynı kaliteye çok daha ucuza satılan uzak doğu malı saatler tüketicilerin ilgi odağı olmuştu. isviçre’deki diğer saat üreticileri bu durum karşısında birleşerek sabit maliyetleri azalttılar ve uzak doğu ile yarışabilecek saat türlerini ortaya çıkardılar. rolex şirketi ise maliyetleri azaltıp bu sisteme dahil olmaktansa daha farklı bir yola gitti. çok daha kaliteli, maliyetli ve dolayısıyla bir o kadar da pahalı saat üretimine odaklandı. rolex’in ayrım noktası da burada başladı.

    otomatik saat üretiminin büyük bölümü talaşlı imalat ile ilgilidir. yani masif çelik ya da diğer metalleri işleyerek, keserek istenen tasarımın ortaya çıkarılmasından ibarettir. bu işlem bilgisayar kontrollü makineler ile olur. yani kısaca cnc makinelerdir. cnc makineleri; işleme, eksenli işlemeler, erezyon, dalma, eksenli torna vb makineleri olarak bilinir. bu makineler ortalama bir araba parasıyla servet değerine kadar uzanan fiyatlara sahiptir. ne kadar alanda kesim yaptıkları, hassasiyet ölçüleri, eksen bilgileri, dayanım ve servis olanaklarına göre fiyatlar değişebilir. makineler için kullanılan işleme takımları ya da teller de çok önemlidir. bunların haricinde soğutma suları, takım tutucu aynalar, üretim programları da kaliteyi belirleyici role sahiptir. dünya çapında alanında en iyisi olduğunuzu iddia ediyorsanız, üretim için gerekli bu donanım ve yazılımların da en iyisine sahip olmanız gerekir. yani anlayacağınız orta sınıf bir araba değerindeki makineler ile de rolex’i yapabilirsiniz aynı şekilde lüks bir yat değerindeki makineler ile de üretimi yapabilirsiniz. bu programlarla aynı parçayı 15 dakikada üretebileceğiniz gibi kaliteyi arttırmak amaçlı 12 saatte de üretebilirsiniz. yüzey aşındırılırken bir seferde 1mm çelik kesildiği gibi 0,05mm çelik de kesilebilir. 5000 devir hızında da çalışabilir 50.000 devir hızında da çalışabilir. 5 liralık işlemle takımı ile de kesilebilir 150 euro değerindeki takım ile de kesilebilir. aralarında 20 katı fark olan soğutma suyu da kullanılabilir. soğutma suyu yılda iki kez de değişebilir günde bir kez de değişebilir. rulmanlar, elektronik kartlar vb her şey için geçerlidir. hatta pc için üretim programları da çok önemlidir. bazı yazılımlar üretim programlarındaki hataları bulur, onarır, yapay zeka ile aksaklıkları tespit eder, kendisi resen düzelttiği gibi öneri olarak operatöre sunar. en iyiyim diyorsan en iyi sonuca odaklanmak gereklidir. aradaki farkı ben anlıyorum, bir kez anladığın zaman iyi yapılmamış olanı insanın gözüne çöp gibi görünmeye başlıyor. aradaki fark; dayanım, tam fonksiyonel çalışma ve yüzey kalitesi ile anlaşılabilir. ancak bunlar sizin için hiç önemli de olmayabilir.

    polisaj (yüzey işlemleri) çalışmalarına geçersek daha belirgin farklar ortaya çıkar. polisajı genel olarak pamuk bir diske sürülmüş cila ile çelik yüzeyin aşındırılarak parlatılması olarak biliniyor. ancak bu işin en kolay tarafıdır. çünkü bez zımpara diskleri, parlatılmaya çalışılan malzemenin geometrik yapısını tanımaz. rastgele temas ettiği tüm yüzeyden belli belirsiz metal parçacıklarını aşındırarak kopartır. sonuç olarak parlak ama ışığı iyi yansıtmayan, geometrisi kısmen bozulmuş bir parça ortaya çıkar. bu bozulmayı anlayabilmek için bozulmadan parlatılmış aynı parça ile bire bir mukayese yapmak gerekir. eğer bir göz zevkine sahipseniz daha önceki bozuk parça artık gözünüze çöp gibi gelmeye başlar. ne yazık ki artık saat dünyasındaki gördüğünüz çoğu ürün size bozuk/üretim hatası gibi gelmeye başlayacaktır. çünkü hemen hemen hepsi ucuz ve basit olan konvansiyonel polisaj yöntemini kullanırlar. üreticiler önce malzemeyi tasarlarlar, daha sonra ise nasıl polisajının yapılıp parlatılacağını düşünürler. rolex gibi firmalar ise parlaması ya da yüzey işlemi görmesi gereken tüm parçaları bu işlemlerin sonradan nasıl yapılabileceğini göre tasarlarlar. parçalar konvansiyonel polisaj yöntemi ile parlatılmazlar. her paça için ayrıca tasarlanmış aparat ya da makinelerce zımpara/kumlama/taşlama ya da bez cilalı disklere temas ettirilirler. bu sayede mükemmel bir yüzey görünümü elde edildiği gibi tasarlanmış geometrik yüzeyin (pah/radyus/iç alanlar vb.) de korunması sağlanır. müşteri için kusursuz bir ürün ortaya çıkarılmış olur. konvansiyonel polisaj yöntemi ile saatte 100 parça yüzey işleminden geçebilirken özel (grand seiko zaratsu gibi) polisaj yöntemleri ile 8 saatte yalnızca bir parça ortaya çıkarılabilir. üstelik daha yüksek işçilik masrafı, pahalı sarf malzemesi ve iyi ar ge edilmiş aparat/makinelerle bu işlem yapılır.

    çelik kaliteleri de çok büyük öneme sahiptir. birkaç ana başlık altında toplansa da binlerce farklı çelik tipi vardır. her bir çelik tipinin hangi formda (kütük, lama, yuvarlak, kare vb.) üretildiği de çok önemlidir. ayrıca hangi fabrikada hangi standarda üretildiği bilinmelidir. rolex firması aisi 904l (süper östenitik paslanmaz çelik) tipi çelikten saatlerini üretiyor. bilinen en kaliteli çelik sınıflarından biridir. şunu diyebilirsiniz, bir altından ne kadar pahalı olabilir ki fiyatını arttırsın. evet bu tip bir çeliği buldunuz diyelim. kilosunu 10 euro gibi fiyattan satın alabilirsiniz. ama asıl mesele bu değildir. bu çeliği kusursuz kalitede üretebilmek için gerekli çalışmalar maliyeti yükseltecektir. çünkü çelik çok sert ve işlemesi çok zordur. saat fabrikası çelik blokları arasında olabilecek muhtemel kalite farkını ortadan kaldırabilmek için bu çeliği ham olarak kendi bünyesinde yapmaktadır. çünkü çelik içinde oluşan farklılıklar ya da standart değişiklikleri üretimi tamamen baltalayabilmektedir. ısıl işlem süreçleri tamamen ar-ge ile ilgilidir. bu konuya hiç girmiyorum. müşteri için çizilemeye çok daha dayanıklı ve daha parlak saat kasası avantajı sağlayacaktır.

    üretimde kullanılan aparat ve bant sistemlerini açıklayalım. ürünün en iyi kalitede üretilmesi için makine ve fabrika alt yapısında bu sistemlerin bulunması gerekli. bu sistemlerin bazıları çözüm olarak sunulduğu gibi ar-ge sonucu oluşmuş gizli makineler olarak da tanımlayabiliriz. fabrika turlarında bu aparatları her hangi bir şekilde göremezsiniz. kamera ile hiçbir şekilde kayıt altına alınamazlar. örneğin saat mekanizması içindeki temel plakanın işlenmesi aşamasında kullanılmak üzere, işlenen metalin ısıdan bükülmesi önlemek, makineden çapak olmadan çıkarılabilmesi gibi durumlar için özel olarak tasarlanmış aparatlar vardır. bunlar satılmaz, tamamen bir işe yönelik olarak üreticinin planladığı mekanizmalardır. bu mekanizmalar ürünün kusursuzluğunu sağlamaya yöneliktir. yalnızca saat için değil tüm üretim aşamalarında zekice planlanmış aparatlar (sanayi ağzı ile fiksür) vardır.

    marka değeri çok önemlidir. marka hava atmaktan ziyade bir nevi garantinin adıdır. rolex dünyada bilinen en sorunsuz saatlerden biridir. bu garanti ve imajın da bir maliyeti vardır. pire için yorganı yakmaz iseniz bu marka algısını sağlayamazsınız. ayrıca pahalı saat takan insanların hava atmak için taktığı söylenir. bu tamamen yanlıştır. genelde erkeklerin düşkün olduğu saat takıntısı tamamen erkeğin kendi iç dünyası içindir. örneğin benim için insanoğlunun günümüz itibari ile gelmiş olduğu en son teknolojinin, disiplinin, öz verinin, malzeme kalitesinin, zarafetin ve tabi ki emeğin kolumda olmasının verdiği bir hazdır. kimi insan için de yalnızca saati gösteren bir alettir. bu konuda erkekler pek anlaşamazlar. ama saat seven erkeklerin daha belirgin özellikleri vardır. sadece saat sevmezler, dolma kalem, geneneksel masif çelik tıraş bıçağı, takım elbise, bisiklet ve otomobil de ilgi alanları içindedir.

    kalite kontrol ve montaj süreçleri de maliyeti belirler. en iyi kaliteyi üretmek için artık bu alanlara kozmetik bir isim bile verilmiş. saat stüdyoları deniyor. sırf isminden bile nasıl bir ortam olduğu anlaşılabilir. bilmeyenler için ameliyathane gibi yerler olduğunu söylemek yeterli olur.

    dişli sistemleri ve üretimi hakkında bilmemiz gerekenler. her hangi bir otomatik saati açtığınız zaman içerisinde çok sayıda dişli (çark) olduğunu göreceksiniz. saatin fonksiyonlarına göre bu dişli sayıları artabilir. saat mekanizması üretiminde en hassas konulardan birisi de dişli üretimidir. dişli sistemlerini incelemek için öncelikle iki konuya dikkat etmek gerekir. dişlinin içinden geçen mil, dişli ile yek pare masif bir parça ise üretimi çok zordur. genelde saat firmalarının büyük bölümü iki ya da daha çok parçalı olarak bu dişlilerin üretimini gerçekleştirirler. mil daha sonradan dişliye sıkı geçme yöntemi ile birleştirilir. ancak bu yöntem tam istenen seviyede hassasiyeti sağlamayabilir. dişlilerin açılması da pres yardımı ile yapılmaktadır. lüks saat firmalarının bir çoğunda ise ısıl işlem görmüş silindir bloğu tek parça olarak mil ve dişli çarkı olarak üretilir ve c eksende dişli kısımları açılır. bu sayede dişlilerin bir birlerine olan güç aktarımları daha verimli olmuş olur. ayrıca dişlilerin temel plaka üzerinde çalışmalarını sağlamak için gerçek ya da sentetik elmaslar konulur. bu elmaslar bir nevi rulman gibi dişlilerin rahat bir şekilde sıkışmadan tam ekseni etrafında aşınmadan çalışmasını sağlarlar. bu rulman görevi gören elmasların üretimi ve yerleştirilmesi de maliyeti etkileyen hususlardır. saatlerin çok uzun dönemde en az sapmalarını sağlamak için bu parçaların yapımına özen gösterirler. pahalı olan saatlerin çoğunluğunda bu parçalar talaşlı imalat ile tek parça metallerden üretilirler. dijital ortamda büyütülerek ölçümleri yapılmadan mekanizma içinde kullanılmalarına izin verilmez. en az sapma için en bir birleri ile en uyumlu kusursuz makine elemanlarının yapılması gerekmektedir. bunlar da maliyet olarak yansırlar.

    güç grubu üretimi. otomatik saatler güçlerini herkesin de bildiği gibi piller yerine kurulmuş yaylardan almaktadır. yaylar kurularak rulo biçimde bir yuvarlak kutu içinde muhafaza edilmektedir. kurma işlemi sarkaç görevi gören bir parçanın kolumuzun hareketlerinin yararlanarak ileri geri salınımı sonrası gerçekleşir. iki yönlü salınım yöntemi ile de güç toparlanabildiği gibi tek yönlü salınımla da güç toparlanabilir. daha kaliteli saatlerin yapımında ise bu yay/güç grubunun önemi çok büyüktür. yaylar belirli bir zaman sonra ilk günkü güçlerini kaybederler. örneğin güç rezervi 48 saat olan bir saat yıllar sonra 30 saate kadar düşebilir. ya da bu güç rezervi için dizayn edilmiş fonksiyonlar ve güç aktarım organları düzgün çalışamayabilir. bunu önlemek için yay yapımında kullanılan metalürji tekniklerini çok iyi bilmek gerekiyor. ısıl işlem süreçlerini de anlamak gerekir. bunlar ar-ge maliyeti olarak karşımıza çıkarlar. bence saat üretiminin en hassas konularından birisidir. çok basit bir şekilde yay üretimi gerçekleştirilebilir ama üretilen yayın gücünün büyük kısmını çok uzun yıllar aynı şiddetle koruyacağının garantisinin vermek her saat üreticisi için zordur.

    kadran üretim maliyetleri. saat kadranı üretiminde en çok maliyeti kaplayan kısım üstündeki işaret rakam ve yazılardır. bu işaretleri 3 boyutlu olarak kusursuz bir şekilde üretmek çok maliyetlidir. genelde saat firmaları kimyasal baskı yöntemleri ile kadrana bunları yerleştirmektedir. bazı firmalar ise pres yöntemi ile kesilmiş parçaları şablon yöntemi ile yapıştırmaktadır. lüks saat firmaları ise üç boyutlu olarak mikro hassasiyet ile bu parçaları masif metallerden işler ve diğer yüzey işlemlerini gerçekleştirirler. yalnızca bu işaretlerin üretim maliyeti ile onlarca basit çapta saatin tümüyle üretimi gerçekleştirilebilir. kadranın kendisi de işlenirken üzerine yine üç boyutlu filigran benzeri desenler dokular oluşturulabilir. bu dokuları yapmak ovalama benzeri tezgahlarda yapılabildiği gibi kesiciler ile de kusursuz olarak yaratılabilir. kadran üzerindeki boyaların güneş ışığı altında yıllarca solmadan kalmaları, fosforlarının gücünü koruyabilmesi de önemlidir. kadran üstüne marka işareti basımı her saat firmasının onuru gibi bir durumdur. dikkat ederseniz bunun onlarca farklı yöntemi olduğunu görürsünüz. en az risk almak isteyenler genelde kimyasal baskı yöntemini seçerler. ama bu konuda en başarılı gördüğüm grand seiko marka saatlerdir. mikron hassasiyetinde üç boyutlu marka işaretlerini çıkartabilmek büyük teknoloji gerektirir. rolex’in taklit edilmesindeki en büyük sebeplerden birinin de marka işaretleri olduğunu düşünüyorum. çünkü baskı tekniği ile rahatlıkla işaretler çıkartılabiliyor. ayrıca kasının arkasında cam kapak olmaması sebebiyle, içindeki parçaların orijinal olup olamadığını anlamak çok güçtür. orijinal olup olmadığını anlamak için dış yüzey üzerine yoğunlaşmak gerekir. dış yüzey de kolay taklit edilebilir.

    işçilik kaliteleri her şeyden önce geliyor. ama bu durumu sona sakladım. bu süreçleri yönetebilmek tabi ki insanın verimli ve kaliteli çalışmasından geçiyor. en iyi işçilik kalitesi hedefleniyorsa en iyi de işçi gereklidir. en iyi işçiler de ucuza çalışmazlar. bir işçinin yaptığı bir hata belki on yıl sonra ortaya çıkacak, bu riski aza indirmek çok maliyetli bir iştir. öz veri ve yüksek standartlara uygun çalışma için devamlılık arz eden bir sistem gereklidir. bu durum insan kaynaklarının en iyi yönetimi sonucunda oluşacaktır. hepimiz bir şekilde mal veya hizmet üretimi içinde bulunduğumuz için bunun ne demek olduğunu zaten çok iyi biliyoruz. benim için ise bir fabrika gençken aldığı işçisini mühendisini kendi bünyesinde emekli edebiliyorsa yüksek kalitede işçiliğin olduğu ortadadır demektir. rolex için bu son kısım hakkında emin değilim. ama çalışanların çok uzun süreli devamlılık esasına göre istihdam edildiğini şirket yöneticileri söylüyorlar.

    yazdıklarım alıntı değildir. yerli ve yabancı her hangi bir web sitesi ya da video platformunda bulamazsınız.

    bu yazı da belirtilen birçok şey diğer pahalı lüks saat firmaları için de geçerlidir. ancak toplumda en bilineni rolex olduğu için özellikle yazmak istedim.

    ayrıca, yalnızca saatler için değil, hayatımız akışı içinde kullandığımız çoğu ürün için yukarıdaki anlatımlar geçerlidir. bir şeyin reklamını yapmaktan ziyade, tüketici olarak neyi ne kadara neden satın alıyoruz kısmını irdelemektir. rolex marka saatim de yoktur. longines marka saat almayı planlıyorum. ileride durumum iyi olursa favorim her zaman grand seiko marka saatlerdir.

    edit: imla, on parmak

    edit2: bilgi ekleme

  • afyon'da "kudret" adlı yerel gazeteyi çıkarmakta olan cüneyt mollaoğlu, 1950 yılının mayıs ayında bir trene binerek eskişehir'e doğru yola çıkar... cumhuriyet'in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, cüneyt bey'in yanına kütahya garı'nda bir kız çocuğu oturur. cüneyt bey cebinden gazetesini çıkarır, okumaya başlar; kız çocuğunun gözü de gazete sayfalarındadır.. akrabası sinirlenerek dirseğiyle dürter, "evladım ayıptır başkasının gazetesi okunmaz, yapma etme.." ama çocuk gazeteyi okumaya devam eder, üstelik bununla da kalmaz, cüneyt bey'e dönüp "siz bitirdikten sonra gazetenizi ben okuyabilir miyim?" diye de sorar..
    çocuğa refakat eden akrabası çok bozulur bu duruma, kızın kulağına eğilip, "sen ne terbiyesiz bir kızsın, tanımadığın bir adamın gazetesi alınır mı?" der. konuşulanları duyan cüneyt bey gülümseyerek gazetesini çocuğa verir ve ardından "okumayı seviyor musun?" diye sorar. tarlalar arasından akıp giden trende bir sohbet başlar, gazeteci ve kız çocuğu arasında..
    cüneyt bey anlar ki yol arkadaşı, okumayı çok seven, kitaplara ilgi duyan bir çocuktur. sohbet esnasında çocuk ona masallar yazdığını söyler, bu daha da hoşuna gider cüneyt bey'in. "peki," der, "yazdığın masallardan birini bana gönderir misin? eğer uygun görürsem gazetede basarım. ama masalını mutlaka daktiloyla yazıp göndermen gerekir."
    bu sözler çok heyecanlandırır kız çocuğunu, masalının bir gazetede basıldığı düşüncesi günlerce süsler hayallerini.. ama daktilo, ulaşılması zor bir araçtır o günlerde; her yerde bulunmaz, ancak devlet dairelerinde, okullarda vardır. kız çocuğu, "nereden, nasıl daktilo bulacağım?" diye düşünürken bir gün kütahya'da, adliye önünde çalışmakta olan arzuhalcileri görür. arzuhalciler, okuma yazma bilmeyen insanların devlet dairelerindeki işlerine dilekçe yazan, daktiloyla geçinen emekçi insanlardır. küçük kız arzuhalcilerin yanına gider ve "benim bir masalım var, el yazısı, onu size getirsem bana daktiloda yazar mısınız?" diye sorar. "tamam," der arzuhalci, "ama 2 lira alırım."
    2 lira o zaman büyük bir para, hele ki bir çocuk için.. ama kararlıdır kız çocuğu; haftalar boyunca harçlıklarını saklar, almak istediği karamelaları, bisküvileri yemez, içmek istediği gazozları içmez ve o parayı biriktirip yazdığı hikâyeyi arzuhalciye daktilo ettirerek gazeteye gönderir. yayımlanan ilk öyküsü budur.. ki yıllar sonra bu ülkenin çocuk edebiyatının en ünlü, en saygın ismi olacaktır. o kız çocuğunun adı, çok sevilen kitaplarının kapağında "gülten dayıoğlu" yazmaktadır..
    gülten dayıoğlu, "kudret" gazetesinde yayımlanan ilk öyküsünü kaybeder. gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister ancak gazete binasının yandığını öğrenir. ne gariptir ki dayıoğlu, gazetede yayımlanan ilk öyküsünde bir baca temizleyicisini anlatmıştır.
    gülten dayıoğlu ailesiyle beraber istanbul'a gelir ve ortaokula başlar. türkçe öğretmeni onun edebiyata olan ilgisini kısa sürede keşfeder. bir gün, türkçe dersindeyken müfettiş gelir sınıfa. öğretmen ders anlatırken müfettiş, gülten dayıoğlu'nun yanına oturur. ders bittiğinde, sınıftaki çocuklar teneffüse çıkarken, öğretmen gülten dayıoğlu'nu müfettişle tanıştırmak için durdurur. "biliyor musunuz müfettiş bey, bu çocuk edebiyatla çok ilgili ve inanıyorum ki ileride çok büyük bir yazar olacak."
    müfettiş, çocuğa bakar ve şöyle söyler: "madem edebiyatı bu kadar seviyor, o zaman bu çocuğu kütüphanede görevlendirelim."
    gülten dayıoğlu o müfettiş sayesinde kütüphanede görevlendirilir ve raflardaki kitapları tek tek okumaya başlar. o gün derse giren müfettiş, reşat nuri güntekin'dir...

    sunay akın

  • film rusya'da 1905 yılında st. petesburg'da baş gösteren ilk ihtilal denemesinin kutlamaları çerçevesinde yaptırılmıştır. rus yöneticiler o zaman 27 yaşında olan ve o güne kadar sadece bir film (grev) çevirmiş olan eisenstein'a güvenmişlerdir.

    eisenstein da bu güveni boşa çıkarmamış ve sinema tarihinin baş yapıtlarından birini ortaya koymuştur. potemkin zırhlısı bir propaganda filmi olmasına karşın tüm dünyada büyük övgüler almıştır. öyle ki amerikan ulusal sansür kurumu filmi yılın filmi seçmiştir.

    einstein'in o dönemde böyle bir film çekmesine çok şaşırmamak gekekir zira 1920'lerde sinema tüm dünyada ayak takımının eğlencesi olarak görülür ve entellektüeller tarafından ciddiye alınmazen sscb'de bizzat lenin'in desteğiyle dünyanın ilk sinema okulu açılmıştır ve yine lenin'in kendisi "sinema bizim için sanatların en önemlisidir" sözünü söylemiştir.

    ek bilgi: eisenstein gemideki papazın merdivenlerden yuvarlanması sahnesi için uygun oyuncu bulamadığından dolayı bu sahnede yuvarlanan kişiyi kendisi oynamıştır. sinemaya başlamadan önce sirklerle ilgili olduğu için akrobatik hareketlere yeteneği vardır.

  • eğer kapı zili durmadan çalıyorsa bilin ki o kardeşinizdir, yerinizden kalkmayın başkası bakar
    eğer kapı zili bir kere çalıyor sonra kapının açılmasını bekliyorsa o bababınızdır, bekletmeyin gidin kapıyı açın
    eğer kapı kapanma sesi duyduysanız ve ardından sessizlik olduysa o annenizdir, merak etmeyin o sizi bulur.

  • cahil, iyi niyetli ve cingöz meryem'i o kadar iyi oynamış ki, rolüne girmek için 5 yıldır beykoz'un mahalle-köylerinden birinde mahalleli ile iç içe yaşadığını, ramazanda her akşam teravihe gittiğini, mevlitleri hiç kaçırmadığını düşünüyorum. "esra erol'a bakıyom" derken kullandığı mimik, "abla" kelimesini telaffuz ederken b ile l'nin arasına soktuğu görünmez ı'nın profesyonelliği, postürünü bile ortalama bir meryem'e uygun hale sokuşu, elleri cebinde başı önünde hızlı hızlı yürümesi, kanepede kaykılmış, çukur'a bakarken ve dizinin tamamında nasıl göründüğüne dair en ufak bir kaygı gütmeden bedenini ve sesini kullanışıyla ayakta alkışlanası bir oyunculuk sergilemiş. 1 falsosu dahi yok, bir başkadır'daki oyunculuğu başlı başına sanat.

  • (bkz: airplane from fart, say hi to sweetheart)

    edit: bu entry gelen istekler üzerine lover yerine sweetheart yazılma bağlamında editlenmiştir. sweetheart yazan arkadaşlardan çalınmamıştır. @sureyalizm adlı arkadaşa da selam çakalım ilk sweethearth'ı o yazmış . bana düzeltmem için mesaj atan arkadaşlar ondan görmüş sanırım.

  • istanbul yenibosna'daki bimeks'te piskopat bir hanım kızımızın bana ima ettiği sinir bozucu olay.

    26/02/2016 günü saat 13:13'de "71" tl ödeyerek bimeks'ten "addison" marka laptop çantası satın aldım.

    26/02/2016- 05/03/2016 tarihleri arasında almış olduğum çantayı sadece 2 kere kullandım.
    bu kullanımlarda askısının çıkmasında dolayı içerisinde laptopum varken 3 kere çantanın yerlerde sürünmesini izledim.

    birde üstüne fermuarının bozulması eklenince soluğu yenibosna bimeks'te aldım.

    ürünün sıkıntılarını, bana verdiği zararı anlattım ve değişim istediğimi söyledim.

    şubedeki bayan arkadaş, değişim gibi bir hakkımın olmadığını, ürünü "teknik servise" göndericeklerini söyledi.

    teknik servis ne alaka ürünü neden değiştirmiyormusunuz diye sorduğumda hanım kızımız, süper bir açıklama ile konuya açıklık getirdi.

    -beyfendi ürünü değiştirememizin sebebi, getirdiğiniz ürünün sıkıntılı olmasıdır.

    beynim henüz teknik servis olayını kabullenemezken hanım kızımızın verdiği bu cevap ile iyice dumur oldum. kendisine, ürün sıkıntılı olduğu için değişime geldiğimi tekrardan hatırlattım.

    hanım kızımız ona verdiğim cevabı beğenmemiş olacak ki,
    -siz ürünü buradan böylemi aldınız? neden denemeden aldınız? diyerek 2. aydınlatıcı cümleyi kurdu.

    hanım kızımıza,
    -tam olarak ürünü alırken ne yapmam gerekiyordu, laptop ile buraya gelip, laptopu çantanın içine koyup, acaba askısı kopacak mı diye firmanın içinde dolaşıp durmam mı gerekiyordu? diye sorduğumda bana 3. aydınlatıcı cümleyi kurdu.

    -beyfendi bu ürünü alarak hata yapmışsınız, 71 tl lik ürün yerine daha pahalı bir ürün alsaydınız herhangi bir sıkıntı yaşamazdınız. pahalı ürünlerde sorunlar az yaşanır. dedi ve 4. aydınlatıcı cümleyi yapıştırıverdi.

    -ben herzaman bir ürün alırken en kalitelisini alırım.

    hanım kızımızı durdurabilene aşk olsun, her zaman kalitesi ürünler aldığını kanıtlamak için 5. aydınlatıcı hareketini yaparak bana ıphone s6 telefonu gösterdi. böyle altın renkli alacalı bulacalı bişey.

    sonra başladı hayatının her anlamında kaliteye önem verdiğini ve benimde kaliteye önem vermem gerektiğini, 71 tl'lik bir ürün alırsam bu tarz şeylerin yaşanacağını durmadan belirtti.
    ağzından çıkan her 3 cümleden 2'si benim ucuz ürün aldığım üzerine kuruluydu.

    olayın şoku ve şaşkınlığı içerisinde hanım kızımıza, benimle dalga geçip geçmediğini sordum.
    hanım kızımız bana, kendisinin de emir kulu olduğunu kendisine ne söylenirse onu yaptığı söyledi.

    yani tüm bu saçmalığı bana kendi hür iradesi ile yaşatmadığını bizzat firmanın doğrultusunda beni aşağıladığını söylemiş oldu.ve ağzından 6. aydınlatıcı cümle çıktı.

    biz dandik ürün satabiliriz, ama siz almak zorunda değilsiniz. dedi

    sonra çantamı "teknik servise" göndermek için gerekli işlemleri yaptığı söyledi. ismini sorduğumda, beni şikayet edecekseniz adımı bir kağıda yazıp verebilirim dedi.
    hanım kızımızın ciddi sorunları olduğunu düşünerek oradan ayrıldım. tam olarak nasıl bir şikayet polikası yürüteceğime karar verme aşamasındayım.

  • annemi, babamı güldürdü; beni güldürüyor; çocuklarımı güldürecek. yaptığı zor işi en kolay böyle anlatabilirim sanırım.

  • bakın belki koca'nın söylediği doğrudur, söz konusu miktarda aşı söz konusu zamanda gelecektir ama aşıların geldiğini görene kadar asla inanmıyorum. inanmıyor oluşumun da suçlusu ben değilim.