hesabın var mı? giriş yap

  • kendisiyle şöyle bir anım var. yıllar önce arkadaşlarla bodrum'a gitmiştik marinada gezerken kıyıya demirlemiş bir yatta kendisini görmüştük.

    uzanmış güneşleniyor. ama nasıl vamp bir kadın, nasıl bir aurası var anlatamam. o zamanlar ekranda en sık görüldüğü dönemler biz de sivilceli ergenleriz bunun da etkisiyle ona hayran hayran bakmaya başladık.

    her halde öküzün trene baktığı gibi bakmış olmalıyız ki
    -çocuklar hafızanıza yeteri kadar kaydettiyseniz bırakın da güneşin keyfini çıkarayım dönüşte tekrar bakarsınız demiş, ardından da o müthiş kahkahasını atmıştı. bunun üzerine biz kafalar önde jet hızıyla ortamdan uzamıştık. azarlamadan, hakaret etmeden, esprili bir dille rahatsız olduğunu belirtmesini takdir etmiştik.

    bende her zaman dobra, eğlenmesini bilen, hayattan zevk alan, kafasına göre yaşayan bir insan imajı çizmişti. ışıklar içinde uyusun.

  • genç evlilerdeki olağanüstü kıroluk'un bir sonraki level'ıdır.

    "hadi çocuk yaptım beni takdir et" diye beklerler sanki bana yapmışlar gibi!

    edit: sorun çocuk doğurmaları değil, sorun bunu köpürtmeleri. tabii ki annelik, anne olmak dünyanın en güzel duygusudur. "kediler köpekler ana olmasın" der annem. en uysal havyan bile yavrulayınca alacaklar korkusuyla nasıl da sahiplenir ve vahşileşir.

    çocuk doğurdun diye ilk yaptığın geceden son dakikasına kadar log tutman, ifşa etmen ve başkalarının kafasını şişirmen gerekmiyor.

  • - abi sen kız mısın? niye küpe takıyorsun?
    + çok ayıp, ben kızım... şimdi o kadar çirkin miyim yani?
    - ee... şey... ama sakalın da var
    + hastalığım var o tüyler ondan. çok kırdın beni ufaklık
    - abla çok özür dilerim ya böhüüeee

  • en azından tepkisini belirtip faturasını göstermiş, ne kadar yakıp yakmadığı bizi ilgilendirmez. kafasını kuma gömse daha mı iyi olacaktı?

    keşke herkes bu şekilde duyarlı olsa..

  • akp’li belediyede çalışıyorum diye hayatımda 1 kez zoraki akp mitingine katıldım. kitleyi ilk kez yakından gördüm.

    arkadaşlar öyle bir kitlenin sayesinde iktidarlar ki hayatı sorgularsınız. gördüklerimi hala unutamıyorum. bizim asıl rakimiz rte falan değil bu kitle. asla yenemeyeceğin (!) çipli bir ordu gibi düşün…

    o yüzden parti marti ayırt etmeden (ki ben eski bir iyi parti üyesi ve mustakbel zafer partisi sempatizanıyım) istanbul’da bu çipli orduya rağmen erdoğan hegemonyasını yıkmış olan ekrem imamoğlu’nu destekliyorum. bu geleceğimiz için elzemdir. önce bunları yıkmalıyız. sonra aramızda rekabet ederiz. önce bu hegemonyayı en güçlümüzle tamamen yok etmeliyiz…

  • hataylı koyu türk milliyetçisi can arkadaşım (parmaklarında göktürkçe türk dövmesi bile var) ermeni çıktı. dört beş kuşaktan sonra full ermeni isimler soy isimler var. şokta. iş çıkışı içmeye gidiyoruz.

    not: ermeni arkadaşlar yanlış anlamasın. insanlar ermeni, türk, kürt ya da alman olabilirler bu entry de herhangi bir ırka karşı kötüleme yapılmamıştır. sadece arkadaşımız çok koyu milliyetçiydi kafası karıştı şimdi.

  • hayat kırıklarla doludur. beklentiler ve gerçeklik birbirini tutmadığında, ricalar yankı bulmadığında, verilen sözler tutulmadığında içimizden gelen 'çıt' sesini duymuşuzdur hepimiz.

    çoğu insan kırıkları sevmez. onları saklamaya, gizlemeye çalışır. bazen tekrar kırılmaktan korkar ve hayattan kaçınmaya, hayal kurmamaya başlar.

    japonların çok sevdiğim bir sanatı var: kintsugi.
    bu sanat kırılan nesnelerin kırıklarını altınla onarmak üzerine kurulu. kırıkları, çatlakları bırakın gizlemeyi, parlak bir altın rengiyle onararak görünür hale getiriyor kintsugi. çünkü nesne yaşanmışlıkla daha değerli hale geliyor. kırıklarına rağmen varlığını sürdürüyor. kintsugi, altınla kırıkları onore ediyor. yaşanmışlığı yüceltiyor ve bunu - en değerli madenlerden olan - altınla kutluyor.

    depresyon tanısıyla takip ettiğim bir hastama bu felsefeden bahsetmiştim. geçenlerde geldiği seansta bana 'senelerdir ne kadar güçsüz olduğumu düşünürdüm. siz bana bunlardan bahsettikten sonra aslında bütün olanlara rağmen ne kadar güçlü olduğumu fark ettim' diyerek teşekkür etti. ilginç şekilde, bu konuşmanın aldığı ilaçlardan çok daha etkili olduğunu düşündüm o an.

    gerçekten de kırıklarımız, bir anlamda bizim madalyalarımız. onlar bizim deneyimlerimiz, yaşamın tam içinde olduğumuzun kanıtı. onlarla var olmak aslında, onlara rağmen varlığımızı sürdürdüğümüzün ve ne kadar güçlü olduğumuzun ispatı.

  • mustafa kemal ömrünün en kritik anlarindan birini yasadigini simsek gibi kavramisti.

    alayi on dakika mola icin geride birakmisti. simdi düsman ona kendi askerlerinden daha yakindi. isin daha kötüsü suydu ki eger düsman mustafa kemal'in simdi bulundugu yere gelseydi dinlenmekte olan alay, bütünüyle panige ugrayabilirdi. mustafa kemal'in sikisan dehasi bir anda en güzel kurtulus caresini buldu.

    kacan eratin önüne dikilerek:
    - düsmandan kacilmaz! diye haykirdi.
    askerler:
    - cephanemiz kalmadi, diye söylendiler.
    - cephaneniz yoksa süngünüz var!
    bunu söyleyen mustafa kemal, hemen askere:
    - süngü taaak! kumandasini verdi ve arkasindan da:
    - yere yat! emrini vererek onlari yere yatirdi. türk askeri süngü takip yere yatinca düsman da yere yatti.

    mustafa kemal, bundan sonra, alaydan ilk yetisenlerin hemen "mars mars"la bulundugu yere gelmesi icin emir subayini geriye kosturdu. iste onun kazandigi bu an, canakkale'de conkbayiri zaferinin altin kalemle tarihe yazilmasina sebep olmustu.

    "bir koca muharebenin ufacik bir lahzaya bagli oldugunu, hatta bir memleket hayatinin fena kullanilmis bir an yüzünden tehlikeye düsebilecegini, burada oldugu gibi iyi kullanilmis bir anin ise bir muharebenin ve bir vatanin mukadderatini iyilestirecegini o dakikayi görür gibi canlanmis bir ifade ile duymak insanin tüylerini ürpretiyordu."

    kutsal isyan, cilt 1, sayfa 499