hesabın var mı? giriş yap

  • aslında theraphosidae ailesine ait tüm örümcekler için kullanılan genel ad. theraphosidae ise eski yunanca kökenli olup canavar, yabani yaratık anlamına gelir. günümüzde birçok avrupa dilinde ise kuş örümceği (bird spider) şeklinde karşılığını bulmuştur. bu ad 18. yüzyılda yaşamış olan alman ressam maria sibylla merian'ın bir güney amerika gezisi sırasında resmettiği kuş yiyen bir örümcekten ileri gelmektedir. almanca konuşulan ülkelerde halen theraphosidae ailesi kuş örümceği (vogelspinne) olarak adlandırılır. tabi aslında kuşlar tarantulaların diyetinde en son sıradadır ve zor zamanlarda tesadüfi olarak kuş avlarlar.

    zehirlerinin şiddeti türlerine göre çeşitlilik gösterir. örneğin brachypelma ve grammostola cinslerine ait türlerde zehrin gücü düşükken poecilotheria cinsinin bireylerinde bu zehir oldukça güçlüdür. bunda zehirdeki nörotoksin miktarının fazlalığı etkilidir. düşük zehirde sadece uzun sürmeyen ağrılar ve uyuşma görülürken bir poecilotheria tarafından ısırıldığınızda dehşet bir ağrı, morarma ve uyuşmanın yanında nörotoksin etkisiyle 3-5 gün kafanız güzel de gezeblirsiniz.

    ancak sanılanın aksine ölüme yol açan bir zehir -alerjiniz yoksa- söz konusu değildir. çeşitli filmlerde bir canavar gibi gösterilen bu hayvanlar aslında son derece naiftirler. hatta çok komiktir ki 1955 yapımı "tarantula" adlı filmde bir canavar olarak gösterilen tür aslında "brachypelma smithi"dir ve en sakin tarantula türüdür. şahsen ben rahatlıkla elime alıp onu kolumda bacağımda gezdirebiliyorum.

    sözü uzatmadan ayrıca belirtmek isterim ki, yoğun iş temposu nedeniyle içindeki hayvan sevgisini bir türlü tatmin edemeyen çağdaş insanımız için tarantulalar mükemmel birer pet hayvandır. çünkü ortam koşulları ve yemleme adına sizden periyodik bakımlar haricinde bir şey istemez. karnını bir günde güzelce doyurursunuz ve artık 3 ay boyunca bir şey yemese de gül gibi yaşar.

    onların hayatına şahit olmanın keyfini de yaşamadan bilemezsiniz. sadece oldukları yerden hareket etmeleri, yürüyüşlerindeki ve avlanışlarındaki estetik size yetecektir. her sabah mıntıka temizliğini yapar, avından kalan artıkları paketleyip teraryumunun bir köşesine bırakır.

    kısacası güzel hayvanlardır, kedi köpek gibi yalaka değildir, sadakat, zeka gösterileri gibi olaylara girip insan taklidi yapmaz ve her zaman doğasını yansıtır. anlatmakla da bitmezler..

  • iki açıdan kısaca değerlendirmek istiyorum, biri öznel deneyimime dayanıyor, diğeri daha çok sosyokültürel anlamıyla ilgili. ancak temelde ikisi iç içedir.

    türk, espresso, americano, filtre vb. kahvelerden bir ya da birkaçını içmeden günü geçmeyen biriyim, bunun yanında farklı kafelerin kendilerine has farklı kahve sunumlarını da deniyorum. istanbul'un farklı semtlerinde, hatta istanbul dışında farklı birçok kafeye girmiş çıkmışlığım var. temel gözlemim şu:

    starbucks'a dönük temel eleştirilerden olan "çok para veriyorsunuz, altı üstü bir kahve" tespiti esasında starbucks ve benzer kahveci zincirlerinin (nero, kahve dünyası ve caribou coffee ilk aklıma gelenler) hepsini kapsamak durumunda, aralarında bahsettiğim kahveler bağlamında büyük bir fiyat farkı yok, sadece ziyadesiyle malzemeli, sütlü, şuruplu ürünlerin (normal bir kafede "altı üstü bir kahve" sayılmayacak ürünler bunlar) büyük boyutlarında fiyat daha fazla gibi ama diğer zincirlerde de muadil ürünler ilgili tespitin sahibine ucuz görünmeyecek ölçüde. kaldı ki, üçüncü dalga kahvecilerde de durum farklı değil, kadıköy ve karaköy ağırlıklı olmak üzere gittiğimiz bu tür kahveciler de kendilerine has özel ürünler için nispeten az para alıyor değil. fiyat politikası bağlamında genel bir eleştiri yapılabilir, starbucks özelinde böyle bir eleştirinin haksız olacağı kanaatindeyim. elbette iş hanlarındaki çaycılarda 2 liraya nescafe içmek mümkün, ancak aynı mantıkla 50 kuruşluk nescafeye de 2 lira verilmez ya da insanlar nescafe içmek istemeyebilir.

    kimi insanların starbucks'a girip çıkarken, hatta içindeyken tuhaf davranışlar sergilemesi, havaya girmesi, vb. durumların senelerdir herhangi bir örneğini görmedim, ki dediğim gibi, birçok kafeye ama özellikle de starbucks şubesine girmiş çıkmış biriyim. belki ilk dönemlerinde olan bir durumdu, birileri böyle bir mekanı statü kanıtlama aracı olarak gördü ve buna göre davrandı, ancak ne starbucks'ın artık böyle bir araç olabilecek kapasitesi ne de buna "düşebilecek" insan kalmış olmalı. neticede bir yerde en az 4.50 liraya yüksek statü sahibi olunduğunu göstermek mümkünse, bu gösterimden etkilenecek insanın tüm bu yaşam tarzından tümüyle uzak olması ve bir o kadar ona öykünmesi gerekir, ki bunun karşılığı 4.50 lira olabilsin. mümkün değil. ilgili tespitin bir önyargıdan ya da eskimiş uğursuz bir trendden kaynaklandığını düşünüyorum. kaldı ki birileri starbucks kahvesi ile yüksek statüsünü göstersin, bunda ne sakınca var? herkes statüsünü herhangi bir şekilde belli etsin, ekşi'ye entiri bahanesi olur.

    starbucks'ın sosyokültürel tarafına geçeyim. bir yere gittim, acil kahve içmem lazım, starbucks ve başka kahveciler var, hangisini tercih ederim? kişisel olarak cevaplıyorum: diğer kahvecilerle ilgili olumlu deneyimim yoksa her koşulda starbucks'ı tercih ederim, moda'daki mambocino ve nero'yu aksi duruma örnek olarak gösterebilirim, zira bilhassa ilkinin mekanı dar olmasına rağmen kahve çekirdekleri ve sunumları gerçekten iyi. peki, niye starbucks'ı tercih ederim? birçok şubesinden edindiğim tecrübeye göre, temel gerekçem starbucks'ta belli bir ölçünün tutturulmuş olması ve kahve konusunda macera istememem. fiyat, tat ve mekan bakımından üç aşağı beş yukarı neyle karşılaşacağımı biliyorum.

    bazı ekonomist-psikologlar bu durumu genel olarak "starbucks güveni" şeklinde özetliyormuş. ne yiyip içtiğimize, ne zaman çalıştığımıza ve eğlendiğimize, paramızı ve zamanımızı nasıl harcadığımıza dönük genel yaşamsal tercihler silsilesinin bir parçası olarak starbucks kendi rolünü oynamaktadır. koltuk rahatlığı, beleş internet ve tuvalet (her şubede yok) gibi avantajlar, mekanın çekiciliğini arttırabilir, ancak asıl önemli olan, yukarıda da belirttiğim gibi, starbucks'ın bir macera olmaması, kendi kültürünü bir güven unsuru olarak sunuyor görünmesidir.

    bunun kapitalist bir aldatmaca olduğunu düşünebilir ve savunabilirsiniz, muhtemelen haklısınızdır, ancak bu, rakipleriyle kıyaslandığında starbucks'ın bulunduğu kulvarda başarılı olduğu gerçeğini değiştirmez. nitekim batıda starbucks'a dönük, aynı aldatmacaya dayalı olarak, rakiplerini yuttuğu yönünde bir eleştiri de vardır. ferrel's - fraedrich'in "business ethics. ethical decision making and cases" çalışmasına baktım batıdaki starbucks değerlendirmeleri için, orada diyor ki, "starbucks'ın düşüncesi şu: eğer kahvemizin tadını seviyorsanız, bizim pop kültürdeki tadımızı da seveceksiniz." bu tat, yukarıda da dediğim gibi, genel yaşamsal tercihler silsilesinin bir parçası. bir noktadan sonra bir davranış tarzı olarak kişisel karakterin de bir parçası, evet, youtube'dan da müzik dinleyebilir, mp3 indirebilirsin ama bazı insanlar spotify'a aylık para veriyor. kahveni çekirdek olarak alıp evde çekerek bir ay boyunca işe gitmeden önce kendi kahveni içebilirsin ama bazı insanlar işe giderken starbucks'a uğrayıp para veriyor, bu anlamsız bir tercih değil, kurulu ekonomik sistemde konfor ve güvene dayalı, muhtemelen aldatmaca dolu, anlamlı bir tercih.

    son olarak, 10 sene önce de ekşi'de böyle konular tartışılıyordu, hala tartışılıyor, kalırsa, on sene sonra da tartışılır. bunda hiçbir sorun yok, sorun starbucks'ta artislik yapanların olduğunu düşünenlerden çok "altı üstü kahve lan, amma çok tartıştınız, isteyen alır, istemeyen almaz" yılgınlığına gömülmüş insanlarda. bu tür yılgınlar beraberiyet kurulamayacak insanlardır, kahveyi sütle içerler, çaya şeker atarlar.

  • az önce cüzdanımda bir şeye bakarken, rahmetli babamın yoğun bakımdayken konuşamadığı için söyleyeceklerini yazdığı kağıtları gördüm yine (bkz: yazarların cüzdanlarında taşıdığı garip nesneler/#65366827). ilk satırında "kaç gündür hastanedeyim?" yazıyor. ikinci satırında ise "paray" yazıyor sadece. "parayı nasıl hallettiniz?" gibi bir şey soracaktı büyük ihtimalle, solunum makinasına bağlı halde konuşamazken. ama elini tutup kağıdı gülerek almıştım, sen onu boş ver diye. o kağıtta öylece, silik bir "paray" duruyor hala, hançer gibi bir yokluğun yazıtı gibi.

  • altında "acting audition (oyuncu seçmeleri)" yazan video. hem bir insan ilk kez muz yedi diye neden ağlasın? ben de geçen sene ilk kez mango yedim, herhangi bir duygulanma olmadı.