hesabın var mı? giriş yap

  • aslında bunun çok önemli bir nedeni var ve yıllardır kimse dile getirmiyor. yine iş başa düştü, ben ifade etmeye çalışayım ve milyonlarca insanın yüreğine fuse tea serpeyim. bu benim başıma da geldi esasen. şimdi... mesela sen kanepede yatıyorsun fakat uyumuyorsun, gözlerin kapalı sadece. o sırada biri odaya giriyor ve senin gözlerinin kapalı olduğunu görüp hemen yapıştırıyor: "aa yavrum uyumuş, ses etmeyin ses etmeyin uyumuş.. ay yoruldu tabii." evet bu cümleleri her insan evladı duymuştur. şimdi bu cümleleri duyduktan sonra biz nasıl diyelim "hayır lan ben uyumuyorum, bi' yanlışlık var." diye? diyemeyiz. neden diyemeyiz? çünkü o ortamın güzelliğini bozmak istemeyiz. bırakalım öyle sansınlar bakalım n'olcak diye sonuna kadar takılırız bu yalanın peşine. baktık ki yalan bozulacak, seslerden rahatsız olduğumuzu ifade edecek şekilde kıçımızı diğer tarafa dönüp şöyle 3 saniyelik bir esneme hareketi yaparak sağ gözümüzü yarımca açıp "ımmh..." diyerek halıya anlamsız bakışlar atarız. yani bunun seni beni yok. bu hareketi kaşgarlı mahmut da yapmıştır, gabriel batistuta da yapmıştır. bu hareketin dini dili ırkı yok arkadaşlar.

  • üstte yürüyen, koşan komşu olmaması, uyuyabilmek!

    düzeltme: her zaman değil! martılar dışında yeşil papağanlar tam üstünüzde takılıyorlarsa wak wak wak ses eşliğinde ağaçkakan woody dans ediyor gibi bir gürültü gelebilir:)

  • "bu adamı ayıplamak ikiyüzlülüktür. ağlaya ağlaya talep ettiğiniz sosyal devlet insanları ne yazık ki tek çocuğu olanlar ve 32 çocuğu olanlar diye ayıramaz."

    faşizm gibi, ikiyüzlülük etiketinin de bini bir para, olur olmadık kullanılıyor. bir tane basit hırsızlık için 10 sene hapis aşırı, 32 hırsızlık içinse 10 sene az bile. bunu savunmak ikiyüzlülük mü?

    5 ay issizlik sigortasi toplamak isteyenler, 50 ay boyunca oturdugu yerden bunu isteyenlere de laf edemesin mi, ikiyuzlu olmamak icin?

    ikinci ayda kurtaj olan biri, 9. ayda kurtaj olana birsey diyemesin mi?

    ayda bir kere doktor kontrolune giden biri, ayda 32 kere giden munchausen hastalarinin suistimaline suskun mu kalsin?

    ***

    sosyal devlet insanlari tek cocugu olanlar ve 32 cocugu olanlar diye ayirabilir, ayirmali da. bir can egrisi yaparsin, 2-3 cocuga kadar artarak devlet destegi saglanir, sonraki cocuklar icin destek durur, atiyorum 8. bebeden sonra da adamdan ekstra vergi alirsin, "hastanemdeki tum yataklarin, okulumdaki tum siralarin ustune senin sulalen icin rezerve levhasi koyacaksam parasini odersin" dersin.

    limit sonsuza giderken yardimin da sonsuza kadar artmasi devletin cocuk tesviki demek. burasi katar mi?

    ben niye mevcut insan genomunun istilaya ugramasini subvanse edeyim? adam resmen evrimin gereginden fazla basarili bir sonucu olmus: ureme ugruna yuzsuzlukte cigir acip, yardim istedigi sirada bile 18 tane daha cocuk yapmak istedigini soyleyebiliyor.

    ***

    sosyal devlet insanlari tek evi olanlar ve 32 evi olanlar diye ayirip, vergisini ona gore aliyor. insanlari 1 ay issiz kalmis olanlar ve 32 ay issiz kalmis olanlar diye ayirip ona gore sigorta oduyor. universitede 5 sene okumus olanlar ve 50 sene okumak isteyenler diye ayirip ona gore bursu kesiyor, askerlige postaliyor. dünyada nicelikten bagimsiz kac tane sosyal politika olabilir?

    bu bir denge olayi ercan, bir optimizasyon olayi, ince ayar olayi. ercan bu bir sevgi olayi degil, bir genel-gecer ahlaki ilke olayi degil.

  • eğer max ophüls, roberto rosselini, federico fellini, françois truffaut, stanley kubrick, andrei tarkovsky, ıngmar bergman, krzysztof kieslowski , werner herzog, jim jarmusch, michael haneke ya da durun daha yakın tarihten isimler sayalım, peter greenaway, jean pierre jeunet, lars von trier, paul thomas anderson, wes anderson, michel gondry… bu isimlerin iyi yönetmen olduğunu düşünüyorsanız, onur ünlü’nün iyi bir yönetmen olduğunu iddia etmeniz halinde akli muvazenenizden şüphe duyarım. ha yok bu isimlerden bana ne, bana bir onur ünlü yeter diyorsanız sizi sizde bırakmak en hayırlısı!

    onur ünlü bilhassa jim jarmusch, terry gilliam, woody allen ile jean pierre jeunet gibi auteurların sinematografik niteliklerini birleştirip kendi tarzında işler yaratmakla meşgul senelerdir. bunda bir sorun yok, zaten her sanatçının eklektik kulvarlara dalması çok doğaldır. ama bence biraz önce yaptığım tespit kusurlu zira onur ünlü’nün röportajlardan anladığım kadarıyla çok da sofistike bir bilgisi yok sinema tarihi hakkında ve böyle bir kolajı yapsa bile bunda bir kasıt olmayacağını düşünüyorum.

    onur ünlü’nün filmlerindeki en önemli öğe absürdizm. sinemada absürt unsurların olmasından yana herhangi bir sıkıntım olamaz zira absürtlüğe karşı olsam, brazil, fear and loathing in las vegas, zelig, alice in wonderland (j.svankmajer) izlediğim en iyi film listemde yer alıyor olmazdı. lakin onur ünlü bu işi beceremiyor. sanıyor ki absürt olmak hikayede bazı diyalogların sırf söylenmek için eklenmiş olması, sanıyor ki absürtlük hiçbir yere bağlanmayacak yan karakterler yaratmak, sanıyor ki absürtlük olay örgüsünü paramparça bırakmak… onur ünlü absürtlüğü paravan olarak kullanmasa belki yıllar sonra bir adam çıkar ve ed wood misali hakkında bir film yapardı anca.

    sinema birçok farklı unsurun bir araya geldiği modern operadır. işin içine diyalog, mekan, tasarım, sahneler, kıyafetler, oyuncular, müzikler vs vs girer. onur ünlü genelde akılda kalıcı hikayeler buluyor sezar'ın hakkı sezar'a lakin işte o fikirler, hikayeler öylece kalıyor. bakıyorsunuz filmlerinin açılışı çok iyi ama gerisi yok. söz gelimi beş şehir iyi bir çalışma olabilirdi. ciddiyim. kurgu akışı çok orijinal olmasa da harika bir iş kotarılabilirdi ama onur ünlü filmi de, örgüyü de, karakterleri de anlamsız sahneler, gereksiz diyaloglarla öyle harcadı ki, filmin kerameti onur ünlü izleyicisi ve onun aurasına teslim olmuş yerli sinema eleştirmenlerinden ibaret kaldı.

    açık yazayım. yönetmenin polis, çocuk, güneşin oğlu, beş şehir, celal tan… ve son filmi sen aydınlatırsın geceyi isimli filmlerine vakit ayırmış bir sinema delisi olarak söylüyorum, ne yazık ki onur ünlü iyi, farklı, akılda kalıcı filmler yapmaya çalışan ama bir türlü doğru damarı bulamamış bir yönetmendir. peki neden sevilir bu isim bu kadar, neden çok tutulur?

    zira onur ünlü bir başyapıt için doğru damarı bulamamış olabilir ama sosyal platformda doğru personaya bürünmeyi başarmıştır. sinema için bildiğinden şaşmayan ve bu yüzden burnu kalkık pelikül münevverlerince hakir görülüp, bir türlü kusursuz bir yapım için harika bütçeyi bulamayan ailenin haşarı evladı, doğrucu davut yönetmendir. yerseniz… kendisini takip edenler onun sinemasından ziyade, onun yakarışlarını duyar. efendim filmlerini sinemada oynatmıyorlarmış, efendim doğru dürüst bütçesi olmadan kameranın arkasına geçiyormuş, efendim filmlerinden zarar ediyormuş. bir oryantasyon gibi bu adam ve şürekasının onun sineması hakkında atıp tuttuğu nameleri, hezeyanları dinleyip adapte oluyor bu numaraya ekseriyet. ve sonuç… onur ünlü türk sinemasının geleceğiymiş, baş tacıymış, şöyleymiş böyleymiş. en doğru, en kısa şekilde duygularımı izah edeyim. hassiktir!

    sonuç ortada. bu adam eğer pohpohçularının söylediği gibi sinema alemi içerisinde ışık gibi parlayan, auteur bir yönetmen ise, neden anca yerli festivallerde kimisi kirli kokular yayan ödüller alıyor? madem bu adam beş şehir’in, güneşin oğlu’nun veya polis’in değeri zor anlaşılan harika yapımlar olduğunu söylüyor o zaman yollasaydı uzakdoğu’ya veya avrupa’ya? alsaydı ödülleri. adamların sinemamıza bir hınçları yok, öyle olsa nbc, s.kaplanoğlu, derviş zaim, yeşim ustaoğlu, merhum seyfi teoman hatta merhum yılmaz güney neydi peki? bu insanlar yabancı mıydı? madem harikulade filmler kotarıyor onur ünlü, bıraksın peşine takılan ergen tayfasını da, gitsin bakalım sinemanın hodri meydanına.

    gören de sanacak beyefendinin iyi bir bütçesi olsa melancholia’yı, the fall’u, bir zamanlar anadolu’da yı veya yol’u çekecek. bir züğürt ağa’yı çekse razıyım. o hicvi, o parodiyi, sosyal konum alegorisini yansıtsın sinemasına razıyım. ama yok. beyefendi daha son filmi biter bitmez çevresi ile birlikte bir feveran-hezeyan fırtınası yaratıp “bu filmi sinemalara dağıtamıyoruz, sinemalar bizi istemiyor, yayınlamayacağız “ minvalinde bir politika izleyip, cebini doldurmayı seçiyor. (elbette illa bir filmin eleştiri içermesi, siyasal olması bir ön şart değil lakin mevzubahis isim tabu yıkan, sorgulayan, ayrıksı karaktere bürünmüş bir kişi olunca, bu ön şartlar onun sineması için elzemdir)

    istanbul film festivalinin ödül törenini izlerken arkadaşım kimin ödülleri toplayacağını sordu. sen aydınlatırsın geceyi yanıtını verdim, doğal olarak şaşırdı zira filmin onlarca kusuru olduğunu söylemiştim. neden diye sordu bu kez. şu cevabı verdim. “birincisi bu yıl yerli sinema filmleri kategorisi o kadar vasat ki, onur ünlü’nün cebi dolsun bari diye düşüneceklerdir. kimse zararlı çıkmaz , neticede bizim festivalin dünyada ne bir tanınmışlığı ne de bir ağırlığı var” hem fibresci hem de altın lale’yi neden aldı sanıyorsunuz.

    netice itibariyle onur ünlü’nün sen aydınlatırsın geceyi filmi için harcadığı paranın çoğu kendisine döndü ergen kardeşlerim artık onun için üzülmeyin. şimdi üniversite üniversite gezip filmlerinin gösterimini yapacak, gönlünüzü kazanacak. onun için her şey iyi. zaten sosyalizme islamı bulayan, her şeye karşı olup akp’ye ve onun otokrat kimliğine temenna duran her sanatçı için son yıllarda her şey çok iyi. hiç üzülmeyin kendisine. onur ünlü devletin kanalında iki dizisi yayında , lüks restaurant sahibi bir yönetmen, yapımcı. siz onun dizilerindeki göndermeleri yakalayadurun.

    böyle sitemkâr, boş ve akıntıya kendini kaptırmış adamların putlaştırıldığı memleketimde ahmet uluçay gibi ömrünü, hayallerini sinemaya adamış bir insan neden az tanınır, değeri bilinmez yanarım yanarım buna yanarım işte.

    ayrıca arkadaş ödül törenindeki o mütekebbir eda neydi öyle! stalker’ı çeken tarkovsky bile böyle bir kibri haiz değildi lan! takmış güneş gözlüğünü, kilosu, cüssesi, tipi tim burton'dan hallice, sanki bir akira kurosawa'ymış gibi çıkıyor sahneye:)