hesabın var mı? giriş yap

  • peşin edit: bu kadar yazdıktan sonra nah silerim. gerizekalı olduğum için (bkz: game of life) başlığına bakmak aklıma gelmedi. yoksa varmış sözlükte. ama yine de conway's game of life çok şahane bir şey olduğu için tekrar yazmış olayım.
    ------------------------
    tl;dr
    conway's game of life şöyle bir şeydir., şu da sistem içinde oluşmuş fabrikalardan bir sahnedir.

    bu tarihe kadar sözlükte nasıl yazılmamış olduğunu aklımın almadığı, 70lerden bir hayat simülasyonu.

    yalnızca "hayat" olarak da bilinen "hayat oyunu", ingiliz matematikçi john horton conway tarafından, 1970 yılında tasarlanmış bir hücresel otomasyondur. (bkz: cellular automaton)

    "oyun" oyuncusuz bir oyundur, yani evrimi başlangıç haline göre belirlenir ve daha fazla müdahale gerektirmez. yalnızca başlangıç halini belirleyip, nasıl evrildiğini gözleyerek etkileşime girilebilir. ya da, daha ileri "oyuncular", belli işlevleri olan paternler oluşturabilir.

    ortaya çıkışı
    1940 yılında, john von neumann adında bir matematikçinin, kendi kopyalarını yaratan, varsayımsal makineler olabilir mi sorusuna bulduğu son derece karmaşık, dik açılı eksen üzerinde çalışan matematiksel model, conway'in ilgisini çekmişti. "hayat oyunu", conway'in neumann'ın fikirlerini önemli ölçüde basitleştirme girişimi olarak ortaya çıktı.

    kuralları
    evrensel hayat oyunu, sonsuz, iki boyutlu, dik açılı eksen üzerinde çalışan kare hücrelerdir, ve her hücre "ölü" ya da "canlı", veya "dolu" ya da "boş" hallerinden birindedir. her hücre komşusu olan 8 hücreyle etkileşime girer ve aşağıdaki kurallar uyguanır:

    - 2'den az canlı komşusu olan canlı hücre, "nüfus azlığından" ölür.
    - 2 ya da 3 canlı komşusu olan canlı hücre canlı kalır.
    - 3'ten fazla canlı komşusu olan canlı hücre, "nüfus patlamasından" ölür.
    - tam olarak 3 komşusu olan ölü bir hücre, "üreme" yoluyla hayata döner. (üçlü, ölen hücrenin yerine "çocuk yapar")

    başlangıç dizilimi, sistemin tohumudur. ilk nesil hücre, yukarıdaki kuralların başlangıç durumuna uygulanmasıyla oluşur; doğum ve ölümler sonucu yeni bir nesil ortaya çıkar. bazen bu kurallar, kendi kendini üreten formlar oluşturur. her jenerasyon üzerinde, yukarıdaki kurallar arka arkaya uygulanarak nesiller üretilir.

    sistem çalışmaya başladıktan sonra bir çok farklı patern oluşabilir. bunlar "natürmort" (dengeye oturmuş, değişmeyenler), "osilatör" (iki şekil arasında gidip gelenler) ya da alan üzerinde kayan paternler'dir (bir yöne doğru kendi kopyalarını yaratan). kendi kopyalarını yaratan paternlerden biri de, richard k. guy tarafından 1970 yılında bulunan "glider"dır.

    buradan sonrası için, yukarıdaki kısmını aktardığım wikipedia sayfasına yönlendiriyorum. dehşete kapılıp alelacele çevirdim, aslı bundan daha iyi tabii.

    conway's game of life'ın yukarıdaki 4 kuralı çok basit de olsa, yaşamın gerekliliklerini karşılayan bir sistem yaratıyor. üreme, ölme, hayatta kalma döngüsünü dengeye oturtan, kümelenip makineler yaratan, kendi kendine "fabrika"lar oluşabilen bir sisteme dönüyor.

    stephen hawking brief history of time'da, "nasıl çalıştığını anlayamadığın karmaşıklıktaki bir karar verme mekanizması, senin için pratikte 'bilinç sahibi' oluyor. yani senden daha kompleks bir canlı için, sen de 'yapay zeka' olabilirsin, ya da daha basit bir sistem tarafından bakarsan 'conway's game of life' canlı olarak algılanabilir."

    conway's game of life güzel bir matematik pratiği olmanın ötesinde, bilimin felsefeyle bu kadar elele olduğu nadir yerlerden biri bence.

    neyse. tek istediğim bu başlığa gelip "google'da conway's game of life diye arayınca, sayfa içinde simülasyon kendi kendine başlıyor, ölen, canlanan hücreleri görüyorsun diyecektim. kısmette duvar gibi entry yazmak varmış. açın bakın bari, hoşunuza giderse işe yarar :/.

  • halam dan geliyor
    ‘yanlış insana değer vermek gömleğin düğmelerini iliklemek gibidir yanlış yaptığını sona gelince anlarsın’

    altına enişteden yorum : evde ne yemek var ?

  • dünyada insan eliyle yapılmış tek dağ ve belki de en güzel anıt/ibadet yeri. salvation mountain

    36 yaşına kadar çeşitli işlerde çalışan knight mutsuzdur. dünyaya dair bir şeyler yapmak istemektedir ki, birgün kız kardeşiyle yaptığı bir konuşmanın ertesinde arabasında ellerini direksiyona dayamış halde düşünürken bir anda aydınlanma yaşar ve tüm insanlığa basit ama etkili bir mesaj vermek ister. sloganı da 'god is love'. bölgedeki dini kurumları ziyaret eder fikrini anlatır ama kiliseler bu fikrin çok basit olduğunu cemaate yeni üyeler katmada pek yararlı olmayacağını ifade edip leonard'ı geçiştirirler.

    leonard knight

    leonard sloganını bulmuştur gerçi ama nasıl bir şekilde bu mesajı insanlara ulaştırabileceğinden de çok emin değildir. sadece dünyadaki herkesin bunu bir saniye bile olsa görmesini ve mesajının insanlara barışı, sevgiyi ve tanrı fikrini bir anlık da olsa hatırlatmasını ve üzerinde düşündürtmesini istemektedir. sonunda üzerinde devasa koca harflerle (bkz: god is love) yazan bir balon yapmaya başlar. bu balon dünyadaki en büyük sıcak hava balonu olacaktır. çeşitli işlerden kazandığı tüm parayı buna yatırır ancak nebraska'nın sıcak iklimi balon fikri için uygun değildir ve balonun boyutları büyüdükçe iklimden kaynaklı çeşitli sorunlar ortaya çıkar ve bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanır.

    leonard bu esnada nebraskayı terk eder ve güney california'ya yerleşir. burada slab city denen terk edilmiş bir amerikan deniz piyadesi üssü yakınlarında aynı mesajı taşıyacak farklı bir proje üstünde çalışmaya başlar. sadece kendi olanaklarıyla yapacağı ve tüm dünyanın mesajını görebileceği yapay bir dağ yapmaya karar verir. günlerce çöplüklerde dolaşıp çimento ve boya kutuları toplar. bulduğu malzemelerin çok azı kullanılabilir durumdadır ancak vazgeçmez ve üzerinde god is love yazan ilk dağını oluşturur, pek kimse tarafından bilinmez ve 4 sene sonra kum çimento oranını iyi ayarlayamadığından 4 sene sonra yapay dağı çöker.

    leonard'ın yaptığı ilk salvation mountain

    bu leonard'ın hatalarıyla yüzleşmesini sağlayarak daha çok motive eder ve bugün herkesin bildiği filmlerde falan gözüken 2. dağını oluşturmak üzere tekrar çalışmaya başlar. 1989 yılında başladığı dağını senelerce çalışarak inşa eder ve boyar. tüm bu süreçte insanlardan hiç bir maddi yardım kabul etmez bağış yapmak isteyenlerinse sadece boya bağışlamasına izin verir. kimi yerlerde 10 farklı boya katmanının üst üste geldiği dağ için leonardın 300.000 litre boya kullandığı tahmin edilmektedir.

    1994 yılında toprağa zehirli maddeler yaydığı ve doğaya zarar verdiği iddiasıyla bölge müfettişi tarafından dava edilir ve salvation mountain'ın yıkılması gündeme getilir. yüzlerce insan imza toplayarak yıkımı engellemeye çalışır. leonard yine kendi imkanlarıyla başka eyaletlerdeki bağımsız labaratuarlara dağından numuneler yollayarak çevreye zarar vermediğini kanıtlamaya çalışır ve başarılı da olur.

    ilerleyen yıllarda dağın yakınında kendine has üslubu ve mimarisiyle the museum'ı inşa eder. the museum dünyanın en büyük balonunu inşa etmekle başlayan süreci anlatan bir mekan olarak inşa edilir.

    1998 yılındaysa onu güney california'nın sıcak ikliminden koruyacak ve dağına daha yakın olup her gün ilgilenebilmesini sağlayacak olan evini inşa eder. ev de tabiki dağın bir parçasıdır ve ona eklemlenmiştir. kızılderililerin geleneksel kerpiç ev yöntemleriyle inşa ettiği evine de navajo yerlilerinin dilinde ev demek olan the hogan adını verir.

    2014 yılında ölmeden önce onunla röportaj yapan national geographic muhabiri leonard'ı gerçek bir aziz, güney california çölündeki mistik güçleri olan bir amerikan hindu bilgesine benzetmiştir. gerçekten de leonard söylevleriyle ve adanmışlığıyla amerikan rüyasının dışında bir adamdır başka bir çağa belki de başka bir coğrafyaya aittir. 36 yaşında arabasında düşünürken yaşadığı aydınlanmayı, tanrı ve sevgi fikrini hayatının merkezine koymuş ve bütün ömrünü de buna adamıştır.

    güney california'nın zorlu iklim koşullarında varlığını sürdürebilmesi mümkün olmayan salvation mountain için salvation mountain inc. adında bir vakıf kurulmuş ve gönüllüler tarafından leonardın rüyası devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
    http://www.salvationmountaininc.org/

    leonard&salvation mountain

    leonard çalışırken

    basamaklar

    her şey rengarenk boyanmış ve çeşitli figürlerle süslenmiş

    the hogan

  • üşenmedim okudum. iyi ki okumuşum*

    otobüste yanımdaki kız feci osurdu benden başka
    kimse anlamadı onun osurduğunu çünkü yan
    yanaydık ve kendi kıç bölgemde titreşimi hissettim.
    çok güzel kızdı aslında böyle bir şey yapması beni
    üzmüştü. daha sonra koku hafiften yayılmaya ve
    kız da bunun farkında olduğu için kızarmaya başladı.
    tabi ben hiç durur muyum ? hemen camı açtım ve
    ayağa kalkarak; hanımlar beyler, az önce talihsiz bir
    şekilde minibüsün içine osurdum. burnunuza çürük
    kavun kokusu gelebilir, aldırış etmeyin. siz hiç
    osurmadınız mı ? sen şoför amca, akşam televizyonun karşısına yatıp ntv sporu açtığın
    zaman, burnunu karıştırırken hiç inletmedin mi
    ortalığı? çocukların odada gülmedi mi hiç ? sen,
    şişman olan kız. sen hiç deprem etkisi yaratmadın
    mı zeminde ? klozeti parçalamadın mı hiç ? beni hor
    görmeyin arkadaşlar, evet osurdum, ama bilinçli değildim. sadece, osurdum. diyerek gözyaşlarımla
    beraber oturdum. yavaştan bir alkış sesiyle beraber
    yıkıldı minibüs. şoför deli gibi kornaya basıyor ve
    herkes zart zurt osuruyordu sonra yanımdaki kızla
    göz göze geldik. gözlerini kapatıp bana doğru
    eğildi. heyecandan kalbim çıkacak gibi olmuştu. ben de gözlerimi hafif kapatıp eğildim. ağzını uzattı
    hafif araladı, yaklaştık.. gargh diye bi geğirdi amk
    kevaşesi kendimden geçtim. direkt gömdüm
    kafayı, müsait bi yerde indim. iyi yapmışmıyım
    beyler ?

  • netflix'de 100 humans adında deneysel bir belgesel var, orada izledim. yüz kişiyi ellişerli olarak iki gruba ayırıyorlar. iki gruba da aynı olay anlatılıyor ve biz de işte tepkileri izliyoruz. anlatılan olay şu: bir anne küçük yaştaki çocuğunu arabanın içinde birkaç saat yalnız bırakarak gidiyor, çocuk da bu sürede havasız kalarak can veriyor.

    ilk gruba bu hikaye anlatılırken ekranda tipsiz, aşırı bakımsız, suratından iğrençlik akan, uyuşturucu bağımlısı stayla bir kadın fotoğrafı görüyoruz. kamera elli kişiye döndüğünde, hepsinin suratında da aynı nefret dolu ifadeler görülüyor ve "sizce ne ceza verilmeli" diye sorulduğunda, 30-40 yıl mahkum olmalı nidaları havada uçuşuyor, hatta bu canavar kadının ömür boyu hapse tıkılması hatta ve hatta idam edilmesi gerek diyenler bile oluyor.

    sıra geliyor diğer elli kişilik gruba. hikaye aynı, ortada ihmalkarlıktan hayatını kaybeden küçük bir çocuk var fakat bu sefer ekranda aşırı güzel, adeta melek gibi bir annenin fotoğrafını görüyoruz. insanların ceza olarak bırakın idam ya da hapis istemini, "bu masum kadın zaten çocuğunu kaybettiği için yeterince acı çekmiş olmalı, o yüzden ceza verilmesin hatta travmasını atlatması için psikolojik destek verilmeli" diyenler bile oluyor.

    şuç aynı oysa ki ama işte dış görünüşün insanlar üzerinde yarattığı etki, adeta dipsiz bir uçurum gibi.

    malesef ben de dış görünüşün her şey olduğunu düşünenlerdenim. dışınız güzelse eğer, insanlar için içinizin çok da bir önemi kalmıyor. dış görünüş yönünden şanslı olan insanların hatalarına kolayca tolerans gösteriliyor ya da onlara pozitif anlamda önyargı yapılıyor. hatta karşıdan karşıya geçerken arabalar bile durup yol veriyor eğer yeterince güzelseniz. değilseniz de yukarıdaki örnekteki gibi yaşamanızın bile bir kıymeti yok diğer insanların gözünde...

    debe editi: çok da uzun yazdım bi' kişi bile okumaz derken bak şimdi.. sabah sabah mutlu oldum valla. teşekkür ediyorum herkese :)

  • bir adet gizli o. çocuğunu daha ortaya çıkartan program. bu pedofil pisliğin üç gündür üzerine gidiliyordu çeşit çeşit sorgularla. kadın bunun bir boklar yediğinden neredeyse emindi ama adama tüm mahalleli sahip çıkıyor, müge anlı'ya kızıyordu 'himmet abiyi rahat bırakın o bir şey yapmaz, suçluyu kendi evlerinde arasınlar' diye hedef bile şaşırtıldı. kadın tüm mahalleliye inat, adamdaki pisliği gördü. soğuk kanlılıkla üzerine gitti ve sonuca ulaştılar. dünkü programda adamın evde çocuktan bir şey bulup beni suçlarsalar diye ağlamasıyla birlikte kadın neredeyse bundan emin olmuştu. adam sa benim kapım hep açık mahallenin çocukları girebilir beni suçlu göstermez diye savunma yapıyordu. dün sinirden elleri, sesi titreyerek yapmıştı programı kadın. sakin olmaya çalışarak konuşturmaya çalıştı adamı. adamın tün garibanlık oyununa rağmen... her zamanki gibi karşısındakinin anladığı dilden konuştu. onunla güldü, onunla anlamıyormuş gibi yaptı, gerektiğinde safa yattı, ses yükseldiğinde sesini yükseltti.. bu namuzsuzun oyununu yıllarca yiyen komşularına rağmen bunu yemeyen müge anlı ve ekibine teşekkür etmek lazım. minik yavrunun başına gelenler bir daha kimsenin başına gelmesin umarım. çocuğu olanlar da kendileri ve annelerinden başka kimseye emanet etmesin çocuklarını. kimsenin refakatine bırakmasın.

    ayrıca, evet bu seferki vaka belki de polis tarafından da çözülecekti. ama polisin çözemediği yıllar öncesine uzanan kayıpları çözmüşlüğü de çoktur programın. polisten savcıdan teşekkür belgesi almışlığı da çoktur müge anlı'nın. hele yaşlı ve çocukların anlık kayıplarında, bulup getirdiği kayıpların haddi hesabı yoktur. topluma bu kadar fayda sağlayan ender programlardan biri. başka var mı diye düşündüm, bulamadım.

    edit: an itbariyle antep ve siirtte kayıp iki çocuk daha aranmaya başladı. ya inanılır gibi değil. birinin cesedi bulunurken iki yeni kayıp cocuk için aileler mügeye koşuyor. inşallah diğer çocukların sonu buna benzemez.

    debe editi: kaderde müge anlı ile debeye girmek de varmış. çocuk sağlığına destek veriyoruz efendim, https://www.change.org/…rının-taşınmasına-dur-deyin