hesabın var mı? giriş yap

  • düşünsene jürgen klopp stuttgartta mekan basmaya gidiyor.

    tanım: yürüyen ego + yürüyen cahil fatih terim'in şaşırtmayan hareketlerinden biridir.

  • "atatürk dahili ve harici bedhahlarımız olacağını söylemişti de, halkla bu kadar taşşak geçeceklerini hiç söylememişti..."

  • tarih, haziran 2012. yer, istanbul veliefendi hipodromu...

    dalamar kişisi arkadaşları ile 86. gazi koşusunu izlemek için yollara düşmüş, bülteni elinde, kuponu cebinde, hayalleri aklının bir köşesinde hipodroma varmıştır. güneşin altında uzun bir yürüyüşten sonra tribünün önüne gelmiş ve basamakları artık nefes nefese çıkmaktadır. o sırada telefonu çalar, arayan babadır. diyalog şu şekilde gelişir:

    dalamar: alo?
    baba:...
    d: baba?
    b: oğlum? nerdesin sen? arkadan gelen o sesler ne?
    d: hipodromdayım baba, kalabalık burası.
    b: kaçıncı oldun?
    d: efendim?
    b: ne bileyim lan, nefes nefese açtın telefonu, seni koşturdular sandım.
    d: ...

    böyle bir adamdır kendisi...

  • araç sahibinden aldığım bilgiye göre sonuç: "avukatlarım aracılığı ile semra hanım ile "tüm zararımın" karşılanmasına ilişkin uzlaşmaya vardık.

    taraflar anlaşmamızda "içeriklerin kaldırılması" ile ilgili madde de yer alıyor. o yüzden buradaki içerik kaldırılmıştır."

  • "evli erkek abazanligi der susarım" dedikten sonra 2 cilt kendini öven suserları görmemize neden olan durum.

  • azametinden dolayı kabullenmek ne kadar zor olsa da, günümüz medeniyetini borçlu olduğumuz bu geçmiş zaman çekimi ve genel olarak "zaman", kendi bilincimiz dışında varolmaz, boynumuza geçirilmiş bir ezelî hüküm değildir. söz gelişi, dilbilimci arthur diamond, dilin tarihini incelediği eserinde*, paleolitik çağ öncesinde dilde zaman çekimlerinin bulunmadığını yazar. geçmiş zamanın da, gelecek zamanın da yerinin olmadığı bir dil düşünün, sizi daha az koordineli çalışmaya iteceği için yaşam tarzınız nimetlerle ve izzetle kuşatılmaz, olduğu mevzide sabit kalır hayatınız. ama bu haşmetli kayba rağmen, "duyurmaktan" ziyade "buyurmaya" yarayan zamanın yükünden de sizi kurtarır. askeri dinlenme tesisinde gibi değil, o anı yaşayabildiğiniz başka bir cihanda hayat sürebilirdik eğer insanlık farklı bir güzergah takip etmiş olsaydı.

    icat edilen bu âlemşümül medeniyet göstergesi zaman kavramının etkisini ölçmek için yapılan empirik çalışmalar da bulunuyor. bir kıyas-ı temsili olsun, robert sapolsky, neden zebralar ülser olmazlar* eserinde bu taşkınlığın olmadığı hayvan yaşamından bir kesit sunar. bir zebrayı uyuşturucu silahınızla vurarak ondan kan örneği aldınız diyelim. zebra beslenirken, zebra uyurken, zebra bir yırtıcıdan kaçarken hayvan üzerinde tetkik ve ölçümlerde bulundunuz. bu veriler sonucunda ortaya çıkıyor ki zebra da aynen insan gibi bir tehdit altında kaldığında adrenalin pompalaması yaşıyor, kan pompalaması hızlanıyor, bedeni olağanüstü hal devresine giriyor. ancak bizlerden farklı olarak zebra, aslandan kaçtığında yaşamına olduğu gibi devam edebiliyor. aslandan kurtulduğu saniyede, suyunu içerken üzerinde bir dakika önceki tehdidin hiçbir etkisi kalmıyor. robert sapolsky, bu yüzden hayvanın o anda hangi koşuldaysa kimyasının da bunu yansıttığını yazar. ancak insan böyle değil, bizde zamanın nişanesi var ve aslandan kaçmış olsak bile bu tehdidin geçmişteki varlığı peşimizi bırakmıyor. kan akışımız kaçış anından hemen sonra zebra gibi normale dönmüyor, beden olağanüstü halden çıkamıyor. bu yüzdendir ki risk toplumunun mutfaktaki gaz kaçağı gibi burna vurduğu, her an her yerden (bürokratik, finansal, siyasî, kişisel) saldırının gelebildiği 20. yüzyılda ilk kez "stres" adını verdiğimiz bir kavram 1950'lerde hans selye tarafından tanımlandı, tıbbî literatüre girdi. tüm gün bir yırtıcı hayvan üzerinize çöreklenmiş gibi bir stres içindeyiz bu yüzden, tehditlerin hiçbir zaman ortadan kalkmadığı bir güvenli kipte çalışıyor vücut kimyamız. insan kültürünün evrimi göz kamaştırıcı olsa da bedenimiz halen özünde 200.000 yıl önceki ilksel ormanda yaşadığı için bu yükü göğüslemekte güçlük çekiyor. en fakirin evinde 52 ekran grundig marka televizyon var, ama yarının ve dünün deverânını düşünmekten burnunu dahi zor kaşıyor.

    dil ve gramer vasıtasıyla kurgusal değil de tabiatın bir zerresiymiş gibi gelen zaman, hele ki endüstri devrimiyle insan üzerine fazla yük bindirdiği için o anı yaşamaktan ziyade yarın yatıracağımız kira parasını, kredi borçlarını, bir saat sonraki buluşmayı, iki saat önce doldurulması için verilen formu, gelecek ay yapılacak mülakatı vs düşünüyoruz. şu anda bir film izliyor olsanız da, koşu yapıyor olsanız da o anı değil, geçmişin ve geleceğin prangasını hissediyorsunuz. ancak bu kurbana karşılık olarak da modern tıp, sokaktaki herkesin alabileceği kadar ucuzlamış besinler ve teknik ürünler, ısınma ve modern yaşam koşullarını da elde ediyoruz (hiç de kötü bir ticaret değil, ama çok kırılgan bir set üzerine kurulu.) daha iyi beslenen avrupalı erkeklerde bile endüstri devriminin hemen öncesinde ortalama boyların 1.60 olduğu, yetersiz beslenmenin norm olduğu şartlardan günümüze bu dönüşüm, dolaylı olarak zamanın geliştirilerek insan koordinasyonunun sağlanmasıyla mümkün oldu. insan biyolojisini fesada uğratan zaman, insan yaşamının bekası için de olağanüstü araçlar inşa etti; yani at kıçından elmas çıkarmayı başardı türümüz. kaale alınır ölçüde ilk olarak 15. yüzyılda dakikalar ve saniyelerin icadı ve zaman kurgusunun kamulaşmasıyla üretilen, 24 saati gösteren saatlerle birlikte elde ettiğimiz koordinasyon sayesinde misalen şu an ruanda'da en kötü koşullarda yaşayan insanların aldıkları günlük kalori miktarı ve ruandalıların yaşam standartları, üç yüzyıl öncesi paris'inin orantısız biçimde daha üzerinde. binlerce yılda (ve özellikle de son iki yüzyılda) icat ederek geliştirdiğimiz kurgusal zaman fikri dolaylı yoldan bize bütün bu nimetleri sundu, tırnağıyla ve dişleriyle cıvıl cıvıl bir arz-ı mukaddes inşa etti, bunun inkar edilebilir yanı yok.

    açıkçası bu noktada eldeki kazanımlardan olmak makul görünmediği gibi, zamanın çekim ve yörüngesine, cebrine koşulsuz maruz kalarak eziyet çekmek de gerekmemeli. walter benjamin, 19. yüzyıl devrimlerinde pek çok devrimcinin saat kulelerine nişan alarak saatleri vurduğunu yazıyordu örneğin*. kaldı ki bu taşkınlık, zamanın günümüzdeki yıkıcı etkisinden uzak bir döneme kayıtlı. daha elli yıl önce yaşını sorduğunuzda insanlar size bir cevap veremiyordu ("deprem olduğunda doğmuştum" gibi yanıtlar haricinde), yaşlılık fikri dahi belleklere günümüzdeki kadar kazınmamıştı. ancak günümüzde fabrikalarda bir saat altıya bölünerek on dakikalık dilimlerde kimin kaytardığını ölçen görevliler bile bulunuyor, kaytarmanıza göre maaşınız kesiliyor. dünya ilk endüstri devriminden bu yana daha cüretli dönüşümler yaşadı. buna karşı sosyalist okullar (özellikle kültürelciler) tetikte olsalar da kendi kurdukları dünyada zamanın hükümranlığını, liberal batı demokrasilerini fellik fellik aratacak biçimde tasarladılar. başka bir dünyada zamanın nasıl işleyeceğini düşünecek yaratıcı zekaya sahip değildiler ve halen de bu konu yoruma açık (ucundan da olsa antonio negri* gibi birkaç mülahaza mevcut olsa da günümüz solunun klasik teorisizminden arınmış halde ve yaratıcı değil.) dünyayı değiştireceğini söyleyen romantizm, 'devrim' nosyonuyla sıklıkla sarhoş olur, ama şimdikinden farklı bir dünyanın nasıl olacağı bahsinde yenilikçi bir kılavuza sahip değildir, bu yüzden de liberal batı demorasilerinin çok daha altındaki sovyetik ve maoist modelleri hararetle savunur pek çok kez. geride kalanlar da sıklıkla yaldızlı bir neyapsanboşçuluk hikmetine vururlar kendilerini. halbuki toplumsal dönüşüm peşinde koşanlar için en başta tartışılması gereken kavramlar arasındadır zaman.

    mevcut yaşam koşullarımızı korurken, demir yumrukla bizi yöneten icadımızın nasıl insan ve çevre odaklı dönüşebileceğini hesaplamak gerekiyor. herkes düşlerinde çılgın planlar yapabilir, ama kimse günümüzdeki yaşam standartlarından kopmak istemez iş reel hayata geldiğinde. kazanımları yok edecek bir radikalizmin, musa dağdayken buzağıya tapmanın makul bir sürdürülebilirliği yok. ancak internet ve iletişim devrimleriyle birlikte artık egemenlik kayıtsız şartsız zamanın olduğundan beridir insan yaşamının hepten diyaliz makinesine bağlanmaması için esneklik vaat eden vahalara, oluşum ve yaşam/siyaset modellerine daha çok ihtiyaç duyabiliriz gelecekte. insan biyolojisinin sınırlarını aşan sembolik yükler bireyleri aştığı gibi, toplumların kendi yaşamlarını sürdürmelerini de tehdit eder bir ölçeğe ulaşmayı başardı çünkü.

  • yavuz bingöl'ün yüzyılın trollü olma ihtimalini aklıma getirmiştir. adam belki de tayyibin güvenini kazanmak için numara yapıyordu bir iki haftadır, şimdi de trollüyor olabilir mi acep?

    fuatavni de yiğit bulut çıksa bir christopher nolan filmi içinde yaşadığımı düşünmeye başlayacağım.

  • üniversite 2. sınıfta evlenseydim, kuracağım cümle olurdu.

    herhalde bu cümleyi kuran ilk erkek de ben olurdum amk.

  • yillar once ssg'nin evi...

    ortamda tamami eksi sozluk yazari yedi kisi vardir, askerlik konusu acilir, yedi kisinin tamaminin askerlik ile soyle veya boyle sorunu vardir.

    - ssg: olm su an evi polis bassa, asker kacaklarindan t.c. yazar