hesabın var mı? giriş yap

  • tadım kaşığı diye bir şey yok. aşçıların minimum %80'i yemeğin, tatlının tadına bakmak için kullandığı kaşığı, kepçeyi (evet kepçeyi) tekrar ürünün içine sokuyor.
    zaten masterchef 'te de görüyorsunuz; milyonların önünde dahi bunu yapan var.

  • zengin ve egitimli bir anne babaya sahip, stanford universitesi mezunu ve olimpiyatlara katilmis bir misir asilli jokeyle evlenmesidir efenim. evet.

    ulan duyanda turkiye jokey kulubunden ilk-ortaokul mezunu bi yozgatli veyahut sivasli koylu ile evlendi sanacak amk.

  • yarın 3. oturumuna gireceğim sınav. yaklaşık 9 aydır her sabahın 6'sından beni ayağa diken sınav. bugun fark ettim ne kadar cok yorulduğumu. 3. girişim olacak her seferinde 1 ya da 2 puanla kaçırdığım şu sınavdan artik kurtulmak istiyorum. okul zilinin sesi artik orada olamadığım için uzmesin istiyorum lan. olsun bu sefer. yarın sınava girecek arkadaşlara başarılar.
    edit: atandım. öğretmenlikte 3. senesine baslayan biri oldum. şu kpss ve sınav derdi en büyük düşmanımın bile başına gelmesin.

  • "mansur yavaş'ın sanatçı seçerken siyasi görüşüne baktığını sanmıyorum. "

    "ifade özgürlükçüsü" "siyasi görüş"çüler gelmiş. ne siyasi görüşü? bir insanın dünyada benzeri olmayan tamamen malum şahsı kurtarmak için icat edilmiş bir anayasal değişikliği desteklemesi gibi bir siyasi görüş olabilir mi?

    siyasi görüş değil sadece ve sadece şahsi ikbali için toplumun milletin çıkarlarının hilafına güce tapınma diyeceksin.

    ohal'a, hileye hurdaya rağmen % 1 farkla geçti o referandum, şu an karnını zor doyuruyorsan bu desteklerin doğrudan payı var.

  • uzman oldukları tek konu ek ders,haftasonu sınav gözetmenliği olan tipik yurdum öğretmeni.ama bana iki oturum çıktı ona niyeee dörtttt.

  • --- alıntı ---
    hastane koridorlarının unutulmaz yüzü dilek tunca'nın hikayesi şu şekilde:
    hiç unutmuyorum, 1976 senesinin yazıydı. turizm işimle ilgili almanya’dan döndüğüm gün annem söyledi “seni ajanstan aradılar” diye. istanbul reklam ajansı’ydı, cağaloğlu’nda. şimdi kapandı tabii. hatta döndüğümün ertesi günü çekildi o fotoğraf. şişli’de yaşıyordum. babam subay emeklisi, annem ise terziydi.
    o dönem turizmciydim, aynı zamanda mankenlik yapıyordum. şimdiki kadar çok manken yoktu. biz 10-12 kişi kadardık. simla kantarcıoğlu, başak gürsoy, fatoş altınkum’lar filan. ertesi gün hemen gittim ajansa. yurtoğlu ilaç firması, hastanelere bir ‘sus pankartı’ yaptırmak istiyormuş. firma beni seçmiş. o zamanlar ‘kast ajansı’ diye bir şey de yoktu. reklam ajansları birbirine haber verirdi. bağlı olduğumuz bir ajans da yoktu. hepimiz birbirimizi tanırdık. ekspozisyonlara 1-2 kişi çıkardık. rozet konfeksiyon için hep beraber çektirdiğimiz fotoğraflarımız da vardır.
    20 küsurlu yaşlardaydım. gündüz çalışırken, 2 saatliğine gidiyorsun. bir tek katalog çekimleri art arda birkaç gün sürerdi. o da günde 2 saat, dediğim gibi. çalıştığım turizm şirketi harbiye’deydi, izin alıp giderdim.
    ‘bayan sus’tan önce de deterjan reklamları vardı. 4 sene oynadım. ‘bayan omo’ydum o zamanda. hayat, ses mecmuası’nda çıkardı fotoğrafları. reklam filmi de çekildi. hem de ilk renkli reklam filmiydi. çamaşırları asıyorum. ‘benim için önemli olan beyazlık’ diyorum.

    ‘bayan sus’ için ajansta bir sürü poz çektiler, sonra arasından da bildiğimiz pozu seçtiler. set normaldi. 2-3 kişiydik. “bir tek hastanelere koyacağız, sus işareti yapın” dediler. reklam ajansının müdürü, bir de kameramanlar vardı. elbiseyi de haseki hastanesi’nin başhemşiresinden ödünç almışlardı.
    ben hastanelere gittiğimde doktorlar ve hemşireler önce bir bakıyorlar bana, onlara her seferinde tanıdık geliyorum. yakın davranıyorlar. ilk kez karşılaşmışız aslında ama yıllarca fotoğrafıma bakmışlar, aşinalar bana. bu duruma çok gülüyorum. bir gün göz doktoruna gittim. kızcağız bana bakıp “yüzünüz hiç yabancı gelmiyor” dedi gülerek, halbuki tam arkasında benim hemşire pozum asılı. ben hiç çaktırmayıp gülüyorum, “olabilir tabii” diyorum. söylemiyorum da. çünkü gözüme makyaj fırçası batmıştı, canım yanıyor. çıktım oradan, sonradan kendi bulsun diye.
    genelde söylemem, o kadının ben olduğumu. bir keresinde anjiyo oluyordum, hastaneye birlikte gittiğim arkadaşım söylemiş doktorlara, bana gelip “aşkolsun niye söylemiyorsunuz o olduğunuzu?” dediler. “siz bir an evvel bitirin işinizi, oradaki benim işte!” dedim. hatta sonra beni özel odaya aldılar, çok hoşuma gitti. doktorlarla çaktırmadan da olsa samimi bir ilişkim var.
    almanya’da bir dişçi polikliniğine gittim, poliklinikte de bir türk varmış. odaya girdim, duvarda benim fotoğrafım asılı. “nereden buldunuz bu fotoğrafı?” dedim, doktor “aaa, ben onu çok seviyorum, bayılıyorum, âşığım o hanıma” dedi. ben kaldım. hiçbir şey söyleyemiyorum. bir baktı “yoksa siz misiniz?” dedi. “yok, o benim kardeşim” dedim. “hadi canım, kandırmayın. sizsiniz işte” dedi, güldük.

    sonra bir gün tekirdağ’a gidiyordum, seçim zamanıydı. bir otobüs gördüm. bir baktım, otobüsün bir yanında ecevit’in, diğer yanında benim fotoğrafım var. “ne alaka yahu!” diye düşündüm. kime sus diyorlar anlamadım hiç.
    ‘bayan sus’un ayrı bir yeri daha vardı, çünkü atatürk’ten sonra duvardan inmeyen fotoğraf benimkiydi. herkes geldi gitti, ben duvarda ‘bayan sus’ olarak kaldım.
    son zamanlarda da bir gazete sürekli benim fotoğrafımı kullanıyor. sanırım orada bir çalışan var bunu yapan. en son aziz yıldırım için koymuşlardı, “sus kimse duymasın” yazmışlar. öncesinde bir takıma söylüyorlardı “sus!” diye. önüne gelen o fotoğrafı kullanıyor!
    kurtlar vadisi de hep kullanıyor mesela. bir de arada zum yapıyorlar. çok enteresan geliyor bana, hâlâ o fotoğrafımı kullanıyor olmaları. nejat uygur’un bir dizisinde de hep vardı. ama en komiği metin akpınar’ın ‘hastane’ dizisindekiydi. “hastaneye giriyorsun, karşında bir kadın! hastalığını söyleyeceksin doktora, o sus deyince söyleyemiyorsun!” diyor. dizilerde, fotoğrafımın yanında
    o pozu veriyorlar. görünce kendimi, gülüyorum. şaşırıyor insan. anı işte. zaten oğlum da bir yerde gördüğü zaman bana hemen telefon açar; “kurtlar vadisi’ndesin, en başta hem de...” filan diye.
    oğlum ömür, ‘bayan sus’u çok beğenir. nerede görse hemen fotoğrafını çekip gönderir. o amerika’da yaşıyor, ben bodrum’da. 4 sene önce yerleştim bodrum’a, dinleniyorum. hemşire olmayı hiç istemedim, turizmci olmak istemiştim, oldum da. hem zaten beni kan tutar ki. ama herkes beni hemşire sanıyor...

    --- alıntı ---

  • tabii siz yine olayları unuttunuz. ben size hatırlatayım. 2011 yılında saab ile dalga geçen hükümet, üretimden kaldırılan arabanın haklarını almamıştı. ardından 2012 yılında, 1 (bir, iyi oku) milyon dolara çinliler satın aldı (nevs firması). 2015 yılında ise bizim zeki türk hükümeti gidip çinlilerden 40 (kırk, dikkat) milyon dolara satın aldılar.

    saab & gm işbirliği ile 2002'de üretilmeye başlanan ancak başarısız satış grafiği nedeniyle üretimden kaldırılan saab 9-3 (cadillac bls) otomobilin sadece kalıbı için ödendi bu para. o zamanlar sözlükte de olay olmuştu. "salak mıyız biz, ucuzken reddettik, niye başkasından 40 katına alıyoruz" diye. hayır, salak değiliz. hırsızlar tarafından yönetiliyoruz.

    2015 yılında hükümet bu rezilliği şov malzemesi yapınca saab firması isyan etti. "bizim türkiye ile bir anlaşmamız yok, saab ismini telaffuz etmeyin" diye:

    --------------------
    saab: nevs firması saab markasını temsil etmiyor, sadece otomobil tesisini aldı. bizim türkiye’de otomobil konusunda herhangi bir çalışmamız veya anlaşmamız yok. dolayısıyla türk bakanın ısrarla saab adını telaffuz etmesini anlayamıyoruz.
    --------------------

    2011- türkiye saab'ı reddediyor, dalga geçiyor

    2015- türkiye 40 milyon dolara satın alıyor

    2015- saab'ın isyanı

    cadillac bls wiki sayfası

    yabancı kaynaklarla türkiye'nin satın alma haberi

    edit: tipo, ek bilgi, yeni kaynaklar