hesabın var mı? giriş yap

  • otobüste ineceğim durağa yaklaştığımda tuşa bastıktan sonra başka birinin beni tuşa basarken gördüğü halde gelip göz göre göre aynı işlemi tekrar yapması. lan arkadaş neyin kafasındasın şeffaf değilim lan ben, bastık işte amk bir kere yapmak yetiyor zaten şu işi. ne yaptım da o 45 dakikalık yolculukta tanımamana rağmen bana olan güvenin sarsıldı anlamıyorum.

  • tam kapanma yok zaten. esnaf kapanması var. zira esnaftan başka her yer açık, herkes sokakta gibi bir şey oldu. bizim dikmende dolmuşlar bile çalışacak. dolmuş çalışıyorsa bayağı bir insan bir şekilde sokakta olacak. al sana kapanma.

  • --- spoiler ---

    "yarın mahşer günü rabbim bana sormayacak mı eyyy khaleesi, sen yunkai'deki köle çocuklar için ne yaptın diye?"

    daenerys targaryen
    --- spoiler ---

  • kendi ismim hariç listede başka kimse olmayan sayfa. sanırım beni leylekler getirdi hic üst soyum yok. ulan hiç değilse ayip olmasin diye annemin adını da koysaydınız listeye o bile yok

    edit: belge oluştura tiklayip pdf indirmek gerekiyormuş arkadaşlar uyardı sağolsunlar. bi an acaba hz. isa'mıyım diye sevinip mesih cüppesi bakmaya baslamıstım trendyol'dan. mesih değilmişim siteyi anlayamamışım meğer

  • "serbes açık cezaevine geçtikten sonra covid-19 salgını tedbirleri nedeniyle tahliye edilmişti."

    kaynak

    2017 yılında yüzde yüz kusurlu olarak 3 kişiyi öldür, 2020 de sokağa geri dön.

    benim için allahsızlığın en can sıkıcı noktalarından biri de tüm bu yaşananların bir bedelinin olmaması. adalet olsa belki biraz ama o da yok.

    sen takıl emrah, ye, iç, partile. 3-5 yıla bişiler yazarsın. kendimle hesaplaşma falan. oh, yuvarlanıp gidersin.

    dünya tam sana göre. bizler için zor.

  • 10 ay neden bekleyeceğiz ki, merkez bankası hemen çalışmaya başlarsa 15 milyar tl'yi 3- 4 gün içinde basar. 15 milyara lufthansa'yı aldıktan sonra 150 milyar bastırır gider boeing'i de alırız. matbaa bizim değil mi, basar basar tüm dünyayı satın alırız amk.

  • kişisel ve magazinsel yönü bir yana bırakılacak olursa, edebiyat açısından yararlandığı kaynaklar arttıkça kalitesi üst seviyeyi gören, her ne kadar popülerleştikçe bozulsa da türkiye’de çok uzun bir süre geçilemeyecek nobel ödüllü yazardır.

    edebiyat gibi geçmişi çok uzun süre öncesine dayanan, sözlü ve yazılı geleneğe sahip bir sanat dalında eleştiri kültürü çoğu yerde oturmuş olsa da türkiye’de maalesef özellikle romanın çok geç gelmesinden dolayı akademik ve sanatsal çevreler haricinde eleştiriler kişiliğe ve dünya görüşüne göre şekilleniyor. ağzı olanın konuştuğu da düşünülünce popüler olmuş ve herkesin duyduğu eleştiriler eserlere değil kişilere yönelik oluyor ve bu sebeple çoğu yazara daha hiç okunmadan önyargı başlamış oluyor. orhan pamuk gibi otuz yılı aşkın süredir göz önüne olan ve büyük başarılar elde etmiş bir yazar aynı zamanda hayatını ve görüşlerini-özellikle siyasi-açıkça paylaşmayı sevince yapılan eleştiriler genellikle magazinsel seviyeyi aşamıyor. eleştirilerin haklı veya haksızlığından ziyade edebiyat açısından olmaması, edebi düzlemde yapılan genel eleştirilerin de modern edebiyattan bihaber olanlar tarafından intihalcilik ya da türkçe zayıflığı gibi konularda yapılması nedeniyle orhan pamuk sığ iki üç açıdan kurtulamayıp genel okuyucu gözünde kaçınılması gereken biri olarak görülüyor. her ne kadar kitapları çok satsa, dünyada ünlü bir yazar olsa da ülkemizde ne oraya ne buraya yaranabilen, kitaplarının edebi yönü hep arka planda tartışılan bir yazar. kendisinin kişiliği, görüşleri, magazinsel olayları bir kenara bırakılıp edebi açıdan bakılacak olursa;

    orhan pamuk yirminci ve yirmi birinci yüzyılın başat akımı olan postmodernizmi kullanan, çoğu eserini bu akıma göre şekillendiren ve sadece edebi alanda kaldığı kitaplarında bunları çok başarılı bir şekilde uygulayan bir yazar. kabaca ve oldukça eksik bir postmodernizm özeti yapacak olursak, postmodernizme göre her kitap önceki eserlerden bazı izler taşır, bazıları eski işlere şerh düşer, yazarların yazdığı şey önceki eserlerden ve olaylardan bir karışım yaratmak, onları yeniden uyarlamak veya yorumlamaktır. sinema, resim, heykel gibi sanatlarda yapılan göndermeler her zaman sanatsal bir iş olarak algılanıp takdir görmekte, eleştirmenler bu göndermeleri anladıkça kaliteli bulunmaktayken; edebiyat gibi oldukça kadim bir geçmişe sahip olan sanat dalında gönderme yapılması, esinlenilmesi, uyarlama yapılması bazı çevreler tarafından garip bir şekilde olumsuz karşılanmakta, bu yüzden yok intihal var çok çalıntı var diye yersiz eleştiriler yapılmaktadır. postmodernizme karşı olup da bu geleneğe getirilen eleştiriler tabii ki olabilir fakat bizde maalesef çoğu eleştiri bu seviyeye gelmeden düz mantıkla yapıldığından pek edebi değere sahip olmuyor.

    orhan pamuk’un ilk kitabı cevdet bey ve oğulları’na baktığımızda, kendisinin yeteneğinin genç yaşına rağmen çok büyük potansiyeli olduğu açıkça görülüyor. gavurların bildungsroman dediği çağdan bahseden bir roman türünde verdiği bu eserde, özellikle buddenbrooks ve üç istanbul eserlerini temel olarak görebiliyoruz. aynı zamanda sıkı bir ahmet hamdi tanpınarcı olan orhan pamuk, bu eserinde ondan izler de taşıyor. bu kitabın alametifarikası bir ilk kitap olmasına rağmen sahip olduğu olgunluk. ülkemizde çok fazla tanzimat döneminden, ilk cumhuriyet yıllarından bahseden; batılılık ve doğululuk arasında sıkışmışlığa değinen; buradaki değişimleri konu alan eser mevcut. bu eserlerin çoğu o değişim dönemine tanık olmuş, o dönemlerde yazılmış eserlerken, orhan pamuk bu yıllardan çok sonra bu konulardan ustaca bahsederek, her dönemin ruhunu ustaca yakalayarak ilk kitabında farklı bir yazar olacağını ortaya koyuyor. bu ruhu yakalamayı da doğal olarak o dönemin eserlerinden, kaynaklarından yararlanarak yaptığı için postmodernizmi daha en başında dahi görebiliyoruz. o yaşta ve dönemde üç kuşağı böylesine gerçekçi ve döneminin içinde yakalamak çok büyük bir iş.

    orhan pamuk ikinci kitabı sessiz ev’de ilk kitabındaki kuşaklar yerine bir ailenin kısa bir dönemini konu alır. darbe dönemini arka plan olarak kullanırken gerçekçi, her türlü okuyucunun bir şeyler bulabileceği, hem yalın hem de postmodernist açıdan zengin bir romandır. farklı anlatıcıları kullanışı, ilginç ve garip tipleri ciddi bir ortama yedirişi, paralel konuların işlenişi, esinlendiği ve gönderme yaptığı yazarlar ve eserler, sonunun müphemliği gibi özellikleriyle bu roman artık daha da güncel bir tarza evrildiğini gösteriyor. ileride çok zayıf siyasi kitaplar yazacak olan orhan pamuk, bu kitabında siyasi ortama ucundan kıyısından değiniyor. ana konuyu bu gerginlik etrafında kurduğu ve net bir çıkarım yapmadığı için, çok iyi bir değinme olmasa da ilerideki kitaplarına kıyasla oldukça başarılı bir sosyal ortam kuruyor.

    üçüncü kitabı beyaz kale artık tam gaz postmodernizme giriş yaptığı eseri oluyor. sessiz ev’le kurduğu bağlantı; sessiz ev’de de bayağı yararlandığı vladimir nabokovvari metaforları, kurgusu; yararlandığı eserleri aktarımıyla puslu kıtalar atlası’ndan on sene önce çıkmış olan bu kitap, puslu kıtalar atlası o kadar övülürken ilginç bir şekilde intihal vs. diye yeriliyor. dayandığı tarihsel gerçekçiliği başarılı bir şekilde anakronistik konularla harmanlarken, tarih seven ve postmodernizme giriş yapmak isteyen okuyucular için çok güzel bir kitap.

    dördüncü kitabı kara kitapla artık ustalık eserini veren orhan pamuk, hiçbir zaman aşılamayacak bir eşiği türk edebiyatının ortasına gelip çakıyor. batıdaki eserlerin dayandığı ve beslendiği edebi kültürü kıskanan orhan pamuk, her ne kadar yerli ve milli değil diye garip bir eleştiriye konu olsa da kendi edebi kültürümüzü ortaya koyarak, doğu ve batı karışımı, nevi şahsına münhasır ve başka kimsenin yazamayacağı bir eseri yazıyor ve aslında bu toprakların edebi kültürünün zenginliğini ve güzelliğini dünyaya gösteriyor. postmodernizmin başat konusu polisiyeyi, başat teması arayışı, bizden ve dışarıdan gelen kaynaklarla kullanıp dünya edebiyatının sayılı eserlerinden birini meydana getirirken, çok kültürlü bir roman oluşturup çok farklı konulardan bahsediyor, kendi eserlerine ve diğer eserlere gerek açık gerek kapalı göndermelerle meraklı ve araştırmacı okuyucuyu da tatmin ediyor. ilk okunduğunda normal okuyucuya zor ve çetrefilli gelse de biraz dünya edebiyatıyla haşır neşir olan okuyucuların sebat ettiğinde başucu yapacağı bir kitap.

    beşinci kitap yeni hayat, adından dahi anlaşılacak üzere artık postmodernizmin-iyi anlamda-suyunu çıkardığı, kara kitap’tan sonra güncel roman açısından daha da uç bir örnek verdiği, çoğu okuyucunun beğenmediği fakat kara kitap gibi dayandığı temelleri bilince çok usta bir roman olduğu anlaşılan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. kara kitap’ta da dayandığı tasavvufi temeller artık bu kitapta başat konuyken, paralellikler, mizahi öğelerin fazlalığı, metinlerarasılık, yine açık ve kapalı göndermeler gibi özellikleriyle tam bir postmodernist eser. edebi ve birçok konuya çok fazla aşinalık gerektirdiğinden, herkesin sevemeyeceği fakat sevenin de favori kitabı olacağı bir kitap.

    altıncı kitabı benim adım kırmızı’da eski kullandığı tema ve konuları birleştirip, umberto eco’nun il nome della rosa’sını bize uyarlıyor. postmodernizm denince yine tabii ki yine bir polisiyeyi tarihsel düzleme oturtup, baz aldığı eserle paralel olarak manalı konuları işlerken resim, minyatür, nakkaşlık gibi sanatları kullanarak çok yönlü bir romanla karşımıza çıkıyor. hiçbir yönü beğenilmese dahi sırf il nome della rosa’yla tanışmayı sağlaması bile okuyucuya büyük şeyler katarken, tarihsel romanları ve polisiye sevenlerin okuması gereken bir roman.

    bence bu altı kitabıyla zirvesini yaşayan orhan pamuk, bundan sonraki eserlerinde veba geceleri hariç keskin bir düşüşe geçip, daha popüler olma kaygısından mıdır yoksa gerçekten artık böyle kitaplar yazmak istemesinden midir bilmiyorum çok daha basit ve günlük tüketime uygun kitaplar yazmaya başlıyor.

    yedinci kitabı kar aslında güzel bir roman olacakken, orhan pamuk’un siyasi konulardan bahsetmeye çalışıp becerememesinden, eğreti durmasından ötürü kötüleşen bir eser. aslında şehir seçimi, kurgusu, bazı karakterlerinin orijinalliği, postmodernist esintilerle çok iyi yönleri olabilecekken, korkunç kötü karakterler ve onları hiç gerçekçi olmayan biçimde aktarmasıyla, kendi bakış açısının zayıflığı nedeniyle taraflı incelemeleriyle ilk vasat romanını yazıyor.

    sekizinci kitabı masumiyet müzesi nobel'e ve anılarını yazdığı döneme denk gelince biraz geç çıkan bir eser. yeşilçam esintili bir aşk romanı olan bu kitap kendisinin dümdüz yazdığı, ortalama okuyucunun çok sevdiği fakat edebi açıdan bana göre diğer eserlerine göre pek dolu olmayan bir kitap. bu kitabın asıl olayı kitabın bir müze ile gerçek hayata taşınmasıdır. bu da tabii ki on milyon kere söylediğimiz postmodernizmi yine önümüze koyuyor. edebiyat açısından çok bir numarası olmasa da yazın oyununu gerçek hayata taşıyarak yine de orijinal bir özelliğe sahip oluyor.

    dokuzuncu kitabı kafamda bir tuhaflık’ta bir kişi üzerinden bir dönem anlatan orhan pamuk, önceki eserlerinden ziyade artık yeni kitaplarındaki gibi çok derinlemesine bir iş çıkaramıyor. sosyolojik açıdan bir şeyler yazmaya çalışıp edebi yönü zayıf tutunca, bunların üstüne sosyolojik durumları da üstünkörü arka plan olarak kullanınca pek de başarılı bir roman ortaya koyamıyor. fakat nostalji duygusu, değişen dönemler, aşk hikayesi gibi unsurlarından ötürü okuyucuların yine de ilgisini çekiyor. masumiyet müzesiyle başlayan basit romanları kafamda bir tuhaflık’ta zirve yaparak, bu son iki kitabıyla ortalama bir okuyucunun zorlanmadan okuyacağı, çok uğraş gerektirmeyen kitaplar ortaya koyuyor.

    onuncu kitabı kırmızı saçlı kadın’da kısa bir roman denemesi yapan orhan pamuk, çok az da olsa eski günlerine ara sıra ufaktan sinyal yakıyor. geneli yine vasatı aşamayan bu kitapta biraz mitoloji ve edebiyat temeli olduğundan geçmişine bir sinyal görülse de, biraz çalakalem havası veren bu romanı da daha zorlayıcı şeyler arayanlar için doğru bir eser değil. kısa olduğundan mıdır nedir yine bu kitabı en çok okunan, ortalama okuyucu tarafından bağırlara basılan bir kitap.

    on birinci kitabı veba geceleri bence son zamanki romanlarına göre oldukça iyi. zaten yıllardır kurguladığı bir eser olduğundan, tarihsel kurgusu, yararlandığı kaynaklar, gerçekçiliği ilk dönem işlerine benziyor. üstüne bir de pandemi çıkınca kitabın çoğu kısmında revize gerçekleştiren orhan pamuk, çok çalıştığı bu eseriyle saf bir tarihsel roman yazıyor. bu tarzın seveni kadar sevmeyeni de çok olduğundan ortalama okuyucu ve daha ilgili okuyucularda sevgi veya nefret duygusu uyandırabilir. ben tarihsel romanları güzel olduğu sürece sevdiğim için bu kitabını zayıf döneminde yazsa da fena olmayan bir tarihsel roman olduğundan eski günlerini aratsa bile güzel bir kitap.

    bu kitaplarından sonra yazacağı yeni kitap olursa artık eski günlerine mi döner yoksa popülist tarzını devam mı ettirir bilemiyorum ama her ne kadar vasatlaşsa da sırf kar dönemine kadar olan kitapları sayesinde uzun süre seviyesine ulaşılamayacak bir yazardır.

  • mail yoluyla bana ulaşan, sahibinin belirtilmemiş olduğu bir anı:

    ben askerligimi ankara etimesgutta pek kisa donem olarak (6 ay) yaparken ve cuma gununden evci cikarken bile mutlu degildim.

    ama allahin sopasi yok ki...

    bir gun bize kurtulus dizisinde rol alacagimiz soylendi. konu memleket meselesi olunca tabii, sahsi cikarlarimizi bir yana birakip senaryoyu okumadan kabul ettik teklifi.

    sahnelerin polatlida cekilecegini soylediklerinde icime biraz kurt dusmedi degil.

    polatli topcu okuluna bir geldik ki belene kampindan farksiz bir yer. 2000 kisiyi cole saldilar ve cadirlarinizi kurun dediler.

    ertesi gun bir kismimiza kuvva-i milliye, bir kismimiza yunan, ve diger gavur askeri kiyafetlerini dagittilar. tabii bizim kuvva-i milliye kiyafetleri yirtik pirtik. ayni kiyafetle cekim yapip, yatip kalkip yasiyoruz. sabah bir matara su veriyorlar ve bir matara suyla her turlu ihtiyacimizi karsiliyoruz.

    saat 08:00 de otobuslerle sete gidiyoruz. set dediysem yanlis anlasilmasin yildiz tepe. sakarya meydan muharebesinin gectigi yer.
    rivayete gore (resmi tarihte boyle bir bilgi yok) tepe daha once bizimmis. bizimkiler yeterince stratejik gormeyip birakmislar ve yunanlilar aldiktan sonra da aymislar ve tepeyi geri almak icin taarruza gecmisler. (bu konuda tarih bilgisi olan varsa ve beni aydinlatirsa cok sevinirim).

    neyse, cekimler baslamadan once trt nin citir kizlari 2000 kisiye makyaj yapiyorlar ve tabii ki 1999 abaza makyajlarini silip yeniden yaptirmak icin siraya giriyor.

    makyozlerden biri tanidik cikti ve kizcagiza bizimkilere ulasmasini ve bana temiz camasir vs. gondermelerini soyledim.

    savasmak pis bir is. insanin ustu basi batiyor. tepenin basinda bir komutan. asagidan pire gibi gorunuyor ve asagida biz yani 2000 asker.

    komutan megafonla hucum diye bagirgyor ve biz allah allah nidalarıyla gavurun ustune yildirimlar gibi cakiyoruz. tabii bu sirada birilerinin olmesi gerekiyor ve herkes daha az kosmak icin olmek istiyor.

    olume talep cok olunca komutan (cakmak cakmak bir teğmen-enteresan
    birisi) bu isi siraya soktu. bu sefer kim olecek diyince herkes elini kaldiriyor. ama bizim bir kisa donem var, her defasinda siyatik, dalak sismesi, koroner kalp yetmezligi gibi hastaliklar bahane ederek olmek istiyor ve adamin tum saydigim ve sayamadigim hastaliklari icin raporu var. komutan kim olecek diyince herif her defasinda bir rapor ibraz ediyor ve olme hakki kazaniyor. e n sonunda komutan "lan ne bicim herifisin be, sen zaten olusun olum"
    diyerek ona her cekimde olme hakki tanidi.

    bir keresinde de ben olmeye hak kazandim ve olme yerim de yunan siperine 5 metre kala. yaklaşık 300 metre tirmanmamiz gerekiyor yani. neyse hucum emirini aldik ve allah allah allah... tirmanmaya basladik, tabii ben savasmayali yillar olmus biraz hamlamisiz.
    nefes kesiliyor. buffaloda top kosturmaya benzemiyor.

    benim olme mekanima daha cok var ve benim gozum karardi ve artik bacagim cekmedi.

    ben de erken olmeye karar verdim.

    ve yandim allah diyerek goge yukseldim, silahimla havada bir yay gibi gerildim ve koca bir dag gibi devrildim ve en yuce kata erme serefine nail oldum.

    buraya kadar olayin butun hamasi yonu bir anda traji-komik bir hal aldi. tabii olduk ve devrildik ama; yildiz tepe, dik bir tepe hafiften.

    olduk ama basladik yuvarlanmaya. her taraf tas, kaya, cakil. oramiz buramiz yirtiliyor. zaten elbise dedigin caput parcasi.

    yirtiklardan filan don paca geziyoruz. ben bir taraftan yuvarlanirken bir taraftan tutunmaya calisiyorum . tufek bir tarafa, matara ve diger techizatlarim bir tarafa, ben bir tarafa yuvarlanip duruyoruz.

    durmak mumkun degil. guya olduk rol icabi; ama can tatli tabii.
    velhasil olsen bir turlu olmesen bir turlu.

    ertesi gun biz yunanli olduk ve temmuz sicaginda bize kase elbiseleri giydirdiler. uzun donemlerden biri tutturdu ben yunanli olmam diye.
    "abi ben yunanli olursam koye donemem, anamin babamin yuzune nasil bakarim" diyor. olum ulan rol icabi bir sey olmaz dedikse de dinletemedik ve herif ictimaya cikmadi.

    tabii bizim bolukten biri yunan olmayi kabul etmeyip cekimlere katilmadigi icin ceza yedik. bu ara tuvaletleri cukur acip bez paravanlarla insa ettik.

    gece bir ruzgar cikiyor, colun ortasinda comelmis yuzlerce ay parcasi ortaligi aydinlatiyor.

    yunanli oldugumuz gun yine yayilmisiz ortaya hucum emri bekliyoruz. hucum emri geldi ve basladik taarruza. bu sefer gavur olarak.

    ve bizim boluk salak gibi yine allah allah nidalariyla saldiriyor.
    tepeden yakin cekim de yaptiklari icin son derece dikkatli olmak gerekiyor aksi taktirde cekim tekrar ediliyor ve bir cekimin hazirligi 3 saat filan suruyor.

    ulan dedim "manyak misiniz olum biz yunanliyiz ne allah allahi".
    demez olaydim. cekim devam ederken bizim boluk durdu. oradan biri peki ne diyecegiz diye ortaya son derece kritik bir soru atti. boluk konuyu tartismaya basladi.

    bu arada yuzlerce at yanimizdan gok gurultusu halinde geciyor.
    ortalikta bombalar patliyor. gurultuyu ve arbedeyi anlatamam.

    diger yunan bolukleri yanimizdan allah allah diye geciyorlar ve gecerken bizim boluge bakip ulan bunlar ne yapiyor savasin ortasinda diye anlamsiz anlamsiz bakiyorlar.

    olum birakin tartismayi hicbir sey demenize gerek yok kosun yeter diyorum ama bomba sesleri ve at kisnemelerinin arasinda beni pek sallayan yok. dallamanin teki bir dakika diye kukredi, beb buldum "makarios" diye bagiralim dedi. bu olaganustu fikir de bir sure tartisilmaya deger goruldu ve sonuc tahmin ettiginiz gibi sahne yeniden cekildi.

    cunku yukaridaki kameralar bizi ayna gibi cekmisler. savasin ortasinda bir grup yunanl hararetli bir sekilde tartisiyor.

    bu arada mayinlarin daha iyi patlamasi icin icine at pisligi koyuyorlarmis ve bunu kimseye soylemediler.

    daha ilk cekimde basladik kosmaya ve yanimizda, sagimizda solumuzda bombalar patliyor. ortalik bir anda bok gibi kokmaya basladi ve gokten basimiza at boku yagiyor. ensemizden at boku oldugu gibi iceri. herkes durdu ve uyuz gibi elini sirtina sokup basladi kasinmaya.

    sonuc yine tahmin ettiginiz gibi. cekim sil bastan.