hesabın var mı? giriş yap

  • now and then single'ı ile ortamlara dönmüş, tarihin en iyi grubu.

    grup dağılalı 53, john lennon öleli 43 yıl olmuşken genç kuşaklara yeni beatles şarkısı dinlemenin heyecanını yaşatmaları muazzam hareket. önce şarkının çıkışıyla birlikte ilk haftasında elde ettiği başarıları, sonra da hikayesini yazmak istiyorum.

    şarkı henüz ilk haftasında, 2023'ün şu ana kadar en hızlı satan single'ı oldu. ayrıca çıktığı hafta itibariyle tüm beatles külliyatı içerisinde en çok dinlenen şarkı konumunda.
    bu yüzyılın en hızlı satan plağı da an itibariyle now and then. ayrıca ilk 1 haftalar baz alınınca, son 10 yılın en büyük fiziksel satışını gerçekleştirmiş.
    bir sanatçının ilk ve son listebaşı şarkıları arasındaki en uzun zaman aralığı 60 yıl 6 ay ile beatles'a ait. (ilk listebaşı şarkı mayıs 1963'te çıkan from me to you)
    listebaşı olmuş iki single arasındaki en uzun fark, 54 yılla yine beatles'tan gelmiş oldu. (son listebaşı şarkı 1969'da çıkan the ballad of john and yoko)
    ringo starr, "evet millet, ingiltere'de 1 numara olduk. şimdi amerika'da da 1 numara olmak istiyoruz" diye paylaşım yapmış. şarkı ilk hafta itibariyle amerika listelerinde 7 numarada.

    gelelim şarkının hikayesine, klibine, hissiyatına...

    john 1980'de öldükten sonra eşi yoko ono, paul mccartney'e john'un evde kaydettiği bazı demoları teslim ediyor. john'un bitirmediği, böyle tatlı bazı şarkıları var, belki işinize yarar diyor. paul alıyor kayıtları, yıllar sonra 95'te ringo ve george harrison'la birleşip john'un kayıtlardaki sesi üzerine enstrümanları çalarak anthology albümlerine iki yeni beatles şarkısı ekliyorlar; free as a bird ve real love. o kayıtlar esnasında çalıştıkları üçüncü şarkı da now and then. ancak kayıt yeteri kadar kaliteli olmadığı için john'un sesini iyi bir şekilde işleyemiyorlar ve o kayıt o şekilde kalıyor. yıllar sonra teknolojinin gelişmesi ve yapay zekanın hayatımıza girmesiyle şarkıya tekrar bakmak istiyorlar. bu arada george'u 2001'de kaybediyoruz, şarkıya paul ve ringo devam ediyor. yapay zekayla john'un sesi olabilecek en iyi şekilde işleniyor, ringo üstüne davulları çalıyor, paul bas gitarını ekliyor, george'un gitarı 95'teki kayıtlardan ekleniyor ve back vokaller yapılıyor. ortaya bu mükemmel şarkı çıkıyor. hem şarkı çok iyi, hem beatles efsanesinin son şarkısı olması sebebiyle bir kapanış hissi vermesi çok duygusal.

    john şarkıyı; julia'da, oh my love'da, jealous guy'da duyduğumuz o saf, duygulu tınısıyla söylüyor. peter jackson'ın yönetmenliğini yaptığı klip de john'un verdiği duyguya aynı güzellikte hizmet ediyor. 35'lerinde john ile 80'lerinde paul'un düetini dinleyebiliyor olmak inanılmaz bir his. yine klipte paul ve ringo'nun günümüzdeki haliyle genç john ve george'un yan yana olması insana garip hisler yaşatıyor.

    şarkının teknik kısmıyla ilgili de birkaç şey söylemek gerekiyor.

    john'un 70'lerin sonunda kaydettiği demo versiyonda tek bir piyano ve vokal var. verse-pre chorus-chorus şeklinde yazmış şarkıyı. tempo olarak 80 bpm civarında gidiyor şarkı. verse ve nakarat kısımlarının sözleri belli, pre chorus'ta da bir noktaya kadar sözleri yazmış ama bazı yerlerde hmm'lamalar, belli belirsiz cümleler var. pre chorus kısmında şarkının tonu değişiyor. la minör başlayan şarkı pre chorus'ta mi majör'e dönüyor ve oradan chorus kısmında sol majör olup tekrar verse'te la minör'e dönüyor. beatles dağılmadan önce bu şarkı yapılmış gibi hayal ediyorum. john, şarkıyı bu şekilde stüdyoya getiriyor, piyanoda çalıyor. paul'la birlikte yaptıkları onlarca mükemmel şarkıda olduğu gibi paul dinliyor ve kafasında fikirler oluşturuyor. şarkının son halinde neler değişmiş ona bakalım...

    ilk olarak şarkının temposu biraz hızlanmış, 80 bpm'den 88 bpm'e çıkmış. paul muhtemelen çok fazla depresif duyulmasını istemedi. daha sonra john'un "that i..." dediği kısma paul, "...will love you" cümlesini eklemiş. 81 yaşından genç john'a seslenir gibi bu cümle, iyi ki yapmış. muhtemelen teknik olarak da oraya bir şey eklemek zorunda kalmış, çünkü john "that i..." dedikten sonra belirsiz bir şeyler söylüyor, o kısmı kesmişler. daha sonra john'un yazdığı pre chorus'un şarkıdan tamamen çıkarıldığını görüyoruz. bunu ben bir müzisyen olarak, john'un o kısımdaki tonal değişimi ve akor geçişlerini vokaline tam olarak oturtmamış olmasına ve sözlerin de net bir şekilde bitmemiş olmasına bağlıyorum. ayrıca bunun yanında paul da, daha net ve basit bir şarkı olsun istemiştir. verse bittikten sonra şarkının direkt chorus'a geçtiğini duyuyoruz. burda, yukarıda da söylediğim gibi, genç john ve yaşlı paul'un eskiden olduğu gibi vokal armonisi yaptığını duymak beni çok duygulandırdı.

    şarkının pre chorus'u gidince verse-chorus-verse-chorus çok tekdüze duyulmuş olacak ki bridge kısmı eklenmiş. ikinci chorus re majör akorunda biterken bridge'te gelen akor re minör'e dönüyor. bir süre bu tonda enstrümental devam ederken rotayı tekrar re majör'e ve sonrasında re minör'e çeviriyorlar ve burada because'da duyduğumuz vokaller geliyor arkadan. burda muhtemelen o vokalleri şarkıya yedirmek için bu akor geçişlerini yaptılar. john, george ve paul'un 69 yılındaki sesini, john'un 70'lerin sonunda yaptığı demo'nun 2023'te dönüştüğü versiyonda duyurmak çok güzel ve zekice bir iş.

    son olarak john'un demo'sunda şarkı baştan sonra 4/4 üzerine kurulmuşken burada şarkının sonunda yaylıların girdiği bölümde 3/4'e dönüyor. bu fikri veren, beatles'ın efsane prodüktörü george martin'in oğlu giles martin'miş. bu şarkıda onunla çalışmışlar, bu da çok güzel bir detay.

    beatles iyi ki var.

  • evlenmeden önce istisnasız bütün evli tanıdıklarım "evlenme" diyordu. evlendim.

    şimdi bekar bütün tanıdıklarıma "evlenme" diyorum. biliyorum onlar da evlenecekler.

    bu evlenecek olanlar da zamanı gelince başkalarına "evlenme" diyecekler. bunu da biliyorum.

    garip bir döngü var, bu konunun üzerine gidilmesi lazım.

  • lozan'ı kimse zafer olarak görmüyor zaten. mevcut şartlarda yapılabilecek en iyi antlaşma olarak görüyor. ama bazıları başarısız bir darbe girişimini, ülkenin kurtuluş savaşı gibi göstermeye çalışıyor o ayrı.

  • kendisi bence bir türk firmasına gelmiş geçmiş en başarılı yöneticilerden biri. ilk roportajlarının birini hatırlıyorum, amacının "turkcell'i salt bir cep telefonu operatörü olmaktan çıkarıp, bir servis şirketine dönüştürmek" olduğunu hatırlıyorum. bu o günlerde çok seyrek telaffuz edilen bir olgu idi. "servis" dediğin olay yalnızca büyük şirketlere yapılan kurumsal anlaşmaların yanında sunulan bazı ek detaylardan ibaretti. o dönemki gsm operatörü piyasası kontör, lira ve tarife üzerinde yapılan kampanyalar ile farklılaştırılan marketing operasyonları ile ilerleyen bir market imiş baktığında. ben hala hatırlıyorum 5 dakikası 1 kontör, 10 dakikası bilmemne tarzı olayları. ki telsim - vodafone'da da olay aynı, avea'da da aynı, türk telekom'da da aynı.

    bu herifin vizyonu, operatöre bir "servis şirketi" olma yeteneğini kazandırdı. nedir bu? küçük, büyük işletmelere, öğrenciye, çalışana, patrona, esnafa farklı kombine servis paketleri ile ilerlemek. eskiden turkcell ne yapardı, atıyorum 100 kişi için aylık "500 dk + 5000 sms + 4 gb internet" şeklinde gsm servis sağlayıcısı sözleşmesi yapar çıkardı. adam aldı datacenter'ları kurdu, hosted servisler için gerekli altyapıyı oluşturdu. superonline ile birleşmeyi gerçekleştirip telekom altyapısını yarattı. kurumsal birleşik çözümler için markalarla anlaşma yaptı, danışmanlar işe aldı, güzel takımlar kurdu. sonuç olarak olay "500 dk + 5000 sms"'ten bakın nereye geldi:

    bi kuruma gittin. 200 çalışan için 500 dk + 5000 sms anlaşması yaptın, okey, sonra adsl / vdsl anlaşması da yap. adamın 500 mağazası var her birinin ağ altyapısını sen kur. onun yanında merkeze switching altyapısı lazım olacak, onu al tarifenin içerisine göm, 24 ay taksitle ödesin. yanında kablosuz ağı gerekecek, alalım 500 adet ap her mağazasına ekleyelim. ip telefon altyapısı gerekli herkese artık, telefonlarla birlikte 36 ay taksitle ekleyelim. ip santral de turkcell'in kendi cloud'undan çalışsın. vpn gerekecek her farklı mağazaya, hepsini tarifeye ekleyelim, yine turkcell datacenter'ları üzerinden kiralama modeli ile ilerlesin. şirketin 4 farklı merkezi var, video konferans yapmak isteyecekler, bunu da tarifeye ekleyelim, tcell altyapısı ile çalışsın. ayrıca şirketin istediği farklı spesifik ihtiyaçlar da var fakat kaynak ayırmak istemiyorlar, biz girelim işin içine, %5 vade farklı ile yine tarifenin içine gömüp taksitlendirelim, hiç alakamız olmayan bir konuda bile sadece finansör olarak içeride bulunalım.

    bu strateji o kadar başarılı bir strateji ki, hem vendor lock-in sağlıyorsunuz (yani müşteriyi bi kere bağlamış oluyorsun), hem tek seferde çok ciddi boyutta işlere imza atabiliyorsun (sadece tarifeyi sağlıyorum demek var, tüm it altyapısını ben verdim demek var), hem ciddi danışmanlık ücretleri alabiliyorsun (ek bir gelir kolu oluyor bu sana) hem de vendor'dan bağımsız olarak krallar gibi oyunu kurabiliyorsun. artı olarak sana sadık onlarca alt bayii yaratıyorsun, zira adamlar senin finans gücünü ve ismini kullanıp, normalde giremeyecekleri projelere giriyorlar. artı, üretici firmalarla da kanka oluyorsun, her üreticinin fiyatlarını, özelliklerini biliyorsun. her yönden pazarın patronu oluyorsun özetle.

    ciliv'in kazandırdığı bu beceri daha sonrasında türk telekom - avea ile de birebir aynı şekilde gerçekleştirilmeye başlandı, şimdi yavaş yavaş vodafone da oyuna ısınmaya başladı. her halükarda adamın bu vizyonunu inanılmaz başarılı buluyorum. sadece çalıştığı şirkette değil, sektörde ciddi bir değişime, paradigma kaymasına sebep oldu, ki değişim iyidir, değişim candır. adam başlı başına dev bir sektörü değiştirdi. bu sebepten ülkeden gidişi, bence türkiye it camiası için ciddi bir kayıptır.

    küçükten büyüğe yönetilebilir turkcell servislerini incelemek isteyenlere link: http://www.turkcell.com.tr/kurumsal/bulut

    son bir ekleme olarak şunu da belirtmek isterim, ik tarafında kazandırdığı vizyon nasıldır bilmiyorum ama gerçekten çok başarılı ve vizyoner isimlerle çalışıyorlar. birlikte çalışma imkanı bulduğumuz arkadaşlar hem alanlarında uzman, hem de sektördeki gelişmeleri direkt yakından takip ediyorlar. bir san francisco'da ne oluyorsa, turkcell'de de bu konuşuluyor ve çalışmaları anında başlatılıyor. mesela atıyorum mobil marketing tarafında yapılan ya da planlanan projelere bakıyorum, türkiye'de daha m'si yokken, adamlar bir şeylere başlamış oluyorlar. ha onlar şirket içi bürokrasiyi aşana kadar atı alan üsküdarı geçmiş oluyor ama o ayrı :)

  • sadece kara kuru bir olum hikayesi olmayan, zirve yaptigi donemde olumuyle osmanlinin sonunun basladigi sehzadedir, zira diger sehzadelere nisbeten babasini en fazla seven sayan hatta ibadet derecesinde itibar edendir, ornek alan ondan ogrenendir, babasini iran sahina satmiyacak kadar asil ve sadiktir adi guzel kendi guzeldir mustafanin, lakin olmustur artik agiziyla akcigerleri arasindaki borusu kesilmistir ne cevap vermeye mecali vardir ne de verecegi cevaplari inandirabilecegi merciiler, cok gectir artik.

    yatagin paylasildigi kisinin yalan yanlis, gercekle alakasi olmayan iftiralara kisiyi inandiricak kadar gozleri kor ettiginin tarihi belgesidir olumu. candan bir parca olmanin degerinin kucuklugunun gostergesidir hatta. baba baba ben yazmadim o mektuplari deseydi ne olacakti ki acaba; alternatif entrikalar bitmez di elbette hurremde.

    kendisini kurtarmaya geliyor diye dusundugu zal mahmut aga da ondan beklenmiyecek sekilde davranmistir mustafaya.

    sadece mustafa yi oldurmemistir suleyman, kendisinden sonra 2. selimin padisah olmasina sebebiyet vererek bir imparatorlugunda sonunu hazirlamistir aslinda, tirnaklarla kazinilarak gelinen yerleri, bir kalemde kumar masasina koyuvermisitir suleyman, kendi zayifligina yenik dusup asli olmayan savsatalara inanmistir, hurremin anlattiklarini dinlemis onun kurdugu hayale kendiside inanmistir. sadece hurrem hatrına canında bir parcayi koparmamistir ayni zamanda osmanliyida cokmeye mahkum etmistir. demek ki anildigi kadar da muhtesem degilmis suleyman sıradanmis hatta yoldan gecenler kadar.