hesabın var mı? giriş yap

  • zamaninda $arkilarindan birinde 'kapansin camiler,açilsin meyhaneler' cümlesi geçtigi için kasetleri toplatilan ve bu yonünü de çogu kimsenin bilmedigi arabeskçimiz,babamiz.

    $u yukardaki cümleyi en keskin radikal tavuklar bile soyleyemedi diye biliyorum ben,yanli$im varsa düzeltin agam.

  • kondüktörler için inceledikleri çaylaklık entryleri "sözlük'te bu ayarda bir yazar olacağım" türünde bir taahhüt. yazar olduktan sonra çaylaklık entrylerindeki özeni bir kenara bırakıp canavara dönüşen yazarlar kondüktörlerin zamanlarını çaldıkları gibi, sözlük'e de zarar veriyorlar.

    artık çaylaklık entryleri uygun bulunarak yazar yapılmış yeni yazarların sonraki entrylerinde aynı özen görülmediği takdirde kondüktörler bu yazarları uçurabilecekler.

    çaylaklık ile sözlük yazarlığı arasındaki geçiş sürecinin ya yazarsın, ya değilsin keskinliğinde olması ileride değişecek şeylerden, bu aynı zamanda hepimiz için ileride olacaklara bir alıştırma da olmuş olur.

    not: halihazırda entry silme ve yazar uçurma yetkisi olanların bu yetkileri aynen devam ediyor olacak.

  • bu akşam saat 22:45 sularında dominos pizza'nın mecidiyeköy gülbağ şubesine pizza almak için gittim. mağaza müdürü olduğunu tahmin ettiğim sivil giyimli bir çalışan, pizzamın hazırlanmasını beklediğim süre içerisinde dik dik bakışlarıyla rahatsız etti. pizzayı alıp ödememi kredi kartıyla yaptıktan sonra dükkandan çıkarken arkamdan 'çok güzelsin bee! ' diye bağırdı. hiç dikkate almadan dükkandan çıktım evime doğru yürürken yaklaşık iki dakika sonra beyaz arabasıyla yanaşıp camı açtı ve adımı ve soyadımı söyleyerek 'seni facebooktan ekleyeceğim' diye bağırdı ve yoluna devam etti. adımı ve soyadımı kredi kartı slipinden aldığını düşündüğüm bu adamın dükkanına alışveriş yapmaya gelen ve ilk taciz edilen kadın olmadığımdan da neredeyse eminim. çalışanlarınızı seçerken hangi kriterlere dikkat ediyorsunuz?

    debe editi: (bkz: #60102536)

    son durum edit: dominos ile dünden beri yapılan telefon görüşmeleri sonucu, ellerinde görüntülerin olduğunu, şahsı tespit ettiklerini ve çalışanları olmadığını belirttiler. savcılık kendilerinden görüntü talep ederse paylaşacaklarını söylediler. ben az önce savcılığa gidip dilekçemi verdim. destek mesajlarının hepsine yetişemedim. teşekkür ediyorum herkese.

  • hep yanmdaymışsın , şimdi konuşacakmışsın gibi bir halde dolaşıyorum evi.sonra ,youtube'dan "gözlerin hayran bakarmış görmeyip ısrarımı" şarkısını buluyorum.birlikte söylüyoruz. sen sanki, yine detone oldun diyorsun. kulaklarım artık iyi işitmiyor diye cevaplıyorum içimden...

    bir çay demlesem diyorum. iyi olur diyorsun. soğutuyorsun çayı. dalmış gitmişiz ...

    birlikte 49 yıl yaşamanın ardından göçüp gitmişsin bu dünyadan,ama hep evdesin ,adını söylesem hemen cevaplıyacakmışsın gibi...

    tahassür budur işte.

  • film, klasik modern düşünce ile bugün herkesin "woke" dediği ama aslında postmodernizmin açtığı yolun devamı olan çok-kültürlülük fikrinin arasındaki gerilim hattında ilerlerken, finalde ikisinin de "haklı" argümanları olduğunu ima ediyor ve "halkçı" yazarla (sintara golden) "elitist" yazar (monk) arasında sıkı bir diyalog veriyor bizlere. (kendini beyazların gözünden görmenin değişik biçimleri)

    madame bovary'yi okursanız mesela orada "aydınlanma idealinin" nasıl da alaya alındığını görürsünüz. ama aslında gerçek manada aydınlanma değildir eleştirilen, onun parodisidir. "woke" meselesi kendiliğinden belirli bir ajandayla ortaya çıkmadı. varolan düzenin hastalıklarına bir itirazdı. daha toplumcu, inclusive, farklı kimlikleri de önemseyen, azınlıkların, yok sayılmışların seslerine de yer veren bir platform oluşturmaktı mesele. ama hemen her şey gibi o da kısa süre içinde kendi parodisine dönüştü. ve bu parodiyi iyi oynayan herkes bir biçimde vitrine çıkıp ağdalı üç beş cümleyle neyi savunduğunu bile bilmeden laf salatası kusar oldu.

    kültür endüstrisindeki asıl problemin "woke" olmak ya da olmamak değil, kültürsüzleşmek, kalitesizleşmek, sırf "woke" jargonunu kullandığı için bir yerlere gelmekle ilgili olduğunu da güzelce görüyoruz.

    filmdeki mesaj sadece "woke" karikatürüne değil, monk'un hikâyesinde de, onun kendini sevilemez, ulaşılamaz, konuşulamaz kılışında da alınacak ibretler var. bu sebeple finalde doğrudan o kazanmıyor. kendisinin farklı bir versiyonuna dönüşüyor, kardeşiyle bağlarını tamir ediyor, kitapların ve düşüncelerin arasında kaybolmuş bir "keşiş" (monk) olmaktan çıkıp yeniden "insan" olmanın tadına varıyor. bunu da fildişi kulesinde oturup elalemi yargılamaktan vazgeçerek yapıyor bir nevi.

    modadan korkmaya gerek yok, "woke"tan korkmaya tiksinmeye de gerek yok. etrafımızdaki dünya hızla değişirken kartondan değil de gerçek "insan" kalmanın yeni yollarını bulmak lazım. film de bunu hatırlattığı için kıymetli bence.

  • okuyunca nasıl bir yokluk içinde okuduğuma şaşırtan yazıdır.
    biz de kızlı erkekli oturduk ama hiç bir kız gelip kucağıma oturmadı. demek sorun sadece bizim lisedeydi.
    karşılıklı münazaralar yaptık, fikirlerini dinledik, fikirlerimizi çarpıştırdık. beraber ders çalıştık, ders dinledik, ders astık.
    okuldan kaçıp dönercide 1.5 porsiyon döner yedik, sinemaya gittik güldük muhabbet ettik.
    bazen karşılıklı futbol oynadık, kavga ettik, beraber sevdik, sevdiğimizi müzikleri bir kulaklıkla dinledik.
    bak bu kitap çok güzel diyerek birbirimize kitaplarımızı paylaştık, bazen de gençliğin verdiği heyecanla ağzımızdan tükürükler saçarak kavga ettik fikir ayrılıklarımız yüzünden.
    birbirimizi güzel/yakışıklı bulduk, aşık olduk.
    kadın ya da erkek hepsinin birer adı vardı hepsi birer bireydi başta.
    fikirleri, hayalleri, hedefleri olan kızlar tıpkı erkekler gibi. evet hiç biri kucağıma oturmadı ne yazık ki.

  • ertesi gün erken kalkma zorunlulugum olmasa bile bazen saati 7'ye falan kurup, alarm çaldığında kapatıp, oh istediğim kadar uyuyabilirim diyip tekrar uyuyorum.

  • filmi izledikten sonra bu olayı haberleştiren gazetenin internet sitesini inceledim adamlar harika bir gazetecilik yapmış hayran kalmamak elde değil.*

    bu olayı bizim gazeteler haberleştirseydi eminim haberin ilk sayfası şöyle olurdu;
    tinder avcısı kim ?
    tinder nedir?
    tinder nasıl kullanılır ?
    tinder anlamı ne ?
    tinder imsak saatleri

  • "ansızın dile geldi, söyler, konuşur oldu!
    kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşur oldu" *

    tarihte bilinen ilk türklerden beri kırk sayısı her zaman kutsal kabul edilmiş, daha sonraları ise islami bir form kazanmış.
    kırk gün yas tutmak, kırk yiğit, kırk güzel, kırkı çıkmak, kırklamak, kırk kulaç, kırk gün kırk gece, kırk at, kırk ordu; sonraki dönemlerde alevilik ve bektaşilikteki kırklar meclisi ilk aklımıza gelenler...

    şimdi bile 'kırk defa söyledim' demiyor muyuz ya da bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı yok mu?

    kırk erenler/kırklar, türk halklannın mitolojik görüşlerinde sonsuza kadar yaşayacaklanna inanılan varlıklardır. şamanizmle halk sufiliğinln kesiştiği yerde duran "kırklar" veya "kayıp eren" ruhlannın koruyuculuk işlevi islâm öncesi çağlann inançlanyla ilgilidir.
    sonraki zamanlarda ise bu varlıklar müslümanlığın görünür kalıplannı kabul etmiş ve islâm formlanna bürünmüştür. göze görünmez olup, her an her yerde bulunabilen "kırk erenler". hakka kavuşmuş kimseleri ve seçilmiş insanlan kendi saflanna dahil ederler.

    köroğlu'nun bir dağda veya bir kaya mağarasında kırklara (ölümsüzlere") karıştığı söylenir.

    oğuz kağan destanı'nda kırk günde yürüme, gideceği yolu kırk günde aşma, kırk masa dizdirme, kırk kulaçlık bir direk, kırk gün kırk gece eğlence ifadelerine rastlarız...
    "oğuz kırk masa ile, sıra dizdirmiş idi,
    türlü şaraplar ile, aşlar pişirtmiş idi."

    aynı şekilde manas destanı'nda da kırk sayısına çokça rastlarız.
    tıpkı oğuz beylerinin kırk yiğidi gibi manas'ın da kırk yiğidi var mesela, kanıkey hatun'un maiyetinde kırk kız vardır ya da gelen elçiler kırk kişidir, manas’ la kırk yiğidi önde kırk bin kişilik ordu arkada şavaşa giderler gibi...

    türk- moğol mitolojisinin efsanevi hakanı buyan han' ın dört nikâhlı karısı ve kırk tane de kuması varmış. buyan’ın hiç oğlu olmamış. tam kırk tane kızı olmuş. bu kırk kızdan kırgızlar meydana gelmiş.
    [başka bir efsanede ise aynı olay buyan han'ın soyundan gelen sagan han için anlatılır. sagan han'ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi (toplam kırk yapıyor:) bir gölün kenarında sudan gebe kalırlar ve kırgız boyu tüter]

    “ taşdan bir de ev vardır, efrafı kırk köşeli,
    bu irle han evidir, kendisi orda durur "
    “ kırk başlı bir öküze, irle-han binip gelmiş,"
    (güney sibirya'da yaşayan tatarlar arasında anlatılan bir söylen)
    er sogotohun evi de kırk köşelidir.

    ulu han ata bitiği'nde ay atam ile ay-wa'nın kırk çocuğu olur.

    [dev, ak çenem’e “ al-taikı adlı yerde, bir altın pınar, bu altın pınarda sarı bir balık ve bu balığın karnında gümüş bir sandık, gümüş sandığıniçinde de kırk kuş vardır. benim ruhum, işte bu kırk kuşun ruhudur,” der.
    ak çenem sabahleyin bunu hemen er töştük’e söyler. er töştük de gidip kırk kuşun başını koparır ve dev ölür...]*

    eski türklerde ölüyü anmak üzere yapılan törenler belli zamanlarda düzenlenirdi.bunlar genellikle yılın yedinci günü, kırkıncı günüve yılın sonunda yapılırdı.

    dede korkut hikayeleri'nde, deli dumrul bir kuru çayın üzerine köprü yaptırır ve geçenden de geçmeyenden de kırk akçe alır, boğaç han'ın yarası kırk günde iyileşir...

    "bazı ejderhalar/canavarlar varmış ki onlar yenilmez ve ölmezlermiş ancak bunların tılsımları bozulursa ölürlermiş. bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı varmış işte o zaman ejderhanın yanına gidilir üzerinden kırk tane kıl kopartılır ve ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölürmüş..."
    kaynak: bahaeddin ögel - türk mitolojisi
    pertev naili boratav - türk mitolojisi
    celal beydili - türk mitolojisi

    (bkz: kırklanmak/@ay hatun)