hesabın var mı? giriş yap

  • bir tane var. oldugunde 69 yasindaydi, yasasaydi 79 yasinda olacakti. 10 sene olacak bu kasim. annemlerin evinin duvarinda, gicik bir mavi duvarin uzerinde duruyor resmi. sanirim tas catlasin 4-5 yasinda. sondan bir onceki cocugu ailesinin. dedem oturmus, kucuk amcam bir esbapla kucaginda. buyuk amcam omuzbaslarini tutmus. canakkale'de surgundeyken sacma bir hastaliktan 14 yasinda olen kucuk halam, dedemin ta o zamanlarda bile cekindigi buyuk halam. babasi ile aralarindaki sorun yuzunden once vermedikleri ve hatta baskasiyla evlendirdikleri, kocasinin vefatini duyar duymaz, kendi karisini birakip kosa kosa atinin terkisine atip kacirdigi babaannem. bacaklarinin arasina sikismis, sifir trasli, ayagindaki naylon ayakkabilari acele ile ters giyilmis babam.

    insan ozluyor babasini. o sifir trasli, ters naylon ayakkabilari ile. o surgun sehrinde kendi babasinin bacaklari arasina sikismis cocugun, dunyadan ayrilisinin uzerinden 10 sene bile gecmis. dusununce, uzucu aslinda ama guzel ayni zamanda. babasinin cocukluguna soyle bir goz atabilmis sanslilardanim ayni zamanda.

    annemin hic cocukluk fotografi yok mesela. o yuzden bana hic cocuk olmamis gibi gelir. annesiz buyuyen cocuklar, cocuk kalamiyorlar galiba. annemin de cocuk oldugunu dusluyorum simdi...
    tam zamani...

  • çizgi karakter olanından bahsetmek gerekirse;

    kendisi üstün bir zat olup, karizmatik, yeşilaycı, aşırı sabırlı (groucho'ya katlanabilmesi bakımından) ve çok yakışıklıdır. hem çapkın hem sadıktır. sevdiği kadın için her türlü tehlikeyi göze alır. çapkınlığı iş ahlakını sıfıra indirmiştir. her müşterisini yatağa atar. ama çok ince ruhludur, klarnet çalar, yelkenli maketi yapar, silah taşımaz, groucho'ya taşıtır.

    yazar olanına gelirsek...

    mrmrsozluk'ün şansölyesi, kısa zamanda msa'dan mezun olup executive chefliğe giden yoluna çok yakında başlayacak olan insan...

    bu insan hayatıma girdiği günden beri neşe kaynağım olmayı başarmış, önce yazılarıyla sonra varlığıyla hayatımı güzelleştirmiş, yaşamın güzelliğini bana öğretmiştir. sevmenin, deli gibi sevmenin güzelliğini...

    yaşamımı ondan önce ve ondan sonra olarak ikiye bölüp, iki fotoğraf olarak yanyana koysam, ilk fotoğrafta mutsuz, gülmeyi unutmuş biri varken, ikinci fotoğrafta mutluluktan çatlamış bir insan görürdünüz. onu hiç tanımıyorken yazılarını tekrar tekrar okuyup deli gibi sırıtırdım tek başıma... yazar olmayı istememde etkisi olan üç, dört insandan biriydi. sonra öyle bir girdi ki hayatıma, bir daha hiç çıkmasın istedim. istedim ki hep yanımda olsun, hep salak salak sırıtayım yanında, abuk sabuk her şeyden gülüp konuşalım, roman yazalım, elleri hep elimde olsun... o yüzden yokluğunun verdiği acıyı tarif edecek tek bir kelime yok. tarif edilebilecek bir şey de değil zaten. ikinci fotoğraf da ilkine benzemeye başladı artık, ben tekrar çekiyorum kalın kahverengi kadife perdeleri odama içeri güneş girmesin diye, yine sabahlar olsun diye bekleyip, bütün gün uyuyorum, başa dönüyorum yokluğunda...

  • annenin mutlu olmasıdır.
    bir evde anne mutluysa o ev huzurludur; anne sinirli, gergin, telaşlı ya da mutsuzsa o evde yolunda gitmeyen şeyler vardır. çünkü anne tüm aile bireylerinin dertleriyle, kederleriyle, sevinçleriyle, mutluluklarıyla ilgilenir, bunları kendi içinde özümleyip dışarıya yansıtır. yani bir kişinin derdi varsa anneye bakılarak bir sorun olduğu anlaşılabilir. anne mutluysa kahvaltılar da daha bir güzel geçer. anneler candır. canım annem, anneler, annelerimiz.

  • ben de bazen pahalı olduğunu bile bile alamayacağım ürünlerin fiyatını soruyorum. geçen borusan otomotivde bmw x6 nın fiyatını sormuştum mesala. ayıp mı ? alamayacaksam bile kaça alamayacağımı bilmek hakkımdır.

  • türkiye'de olsa bebeğin psikolojisinde bozulma olmadığı ya da olay esnasında bebeğin direnmediği dolayısı ile olayda bebeğin rızası olduğu ve sanığın mahkeme esnasında iyi halinden dolayı beraat kararı çıkma olasılığı yüksek olurdu.

  • günlerden duruşma,
    sen yoksun,
    ben,
    çoktandır beynime hapsettiğim yüreğimle,
    sessiz kalma hakkımı kullanıyorum.
    aşkın, adın, varlığın
    her fırsatta yüreğimi yeniden sorguluyor
    katip hala adını adımla yazıyor
    salon tıkbasa bomboş
    şahit vedat,
    okuldan kalma ezber yeteneği ile
    ifadesini güzel sunuyor.
    beni ilk oturumda haklı çıkartan adalet
    riya ile flört etmekte
    o yüzden o da yok mahkemede
    hakim “karar” diyor.....

    ve katip,
    adını adımla yazmıyor artık!

  • hayatlarındaki insanları hiçe saymaları.

    bu yazıyı ömrü boyunca hep aşırı kilolu olmuş bir babanın kızı olarak yazıyorum.

    babam benden 26 yaş büyük. babamı onun otuz yaşındaki zamanından beri hatırlıyorum. her zaman şişmandı ve her zaman hunharca yerdi. yaşadığı sağlık problemlerini şuradan yazmıştım: #68110364

    peki o bu sağlık problemlerini yaşarken, biz ailece ne yaşadık.

    lise yıllarımın sonuna kadar ben de aşırı kiloluydum; çünkü evimizde yok yoktu. her öğün için ağır et yemekleri, yemek sonrası ağır ağdalı tatlılar, her çeşit hamur işi, her akşam yemeği için mutlaka tereyağlı pirinç pilavı. salata arada kaşıklanmak için vardı, zeytinyağlılar da öyle. ıspanak yemeğinin içine bile kıyma katılırdı, çünkü babam içinde et olmayan bir şeyi yemezdi.

    beslenme alışkanlığımı düzeltmem yıllarımı aldı diyebilirim. üniversiteye gidip o evin düzeninden ayrılınca bir yılın sonunda doğrudan bir diyet yapmamama rağmen tam 14 kilo verdim, 74 kilodan 60 kiloya indim. sonradan diyet de yaparak 50-55 kg arası bir yerde kendimi sabitlemeyi başardım. ama çocukluğumdan getirdiğim kötü beslenme alışkanlıklarımla halen boğuşuyorum. an itibariyle otuz bir yaşımdayım ve şekere bağımlıyım. kilomu kontrol altında tutmaya çalıştığım için usturuplu yesem de önüme bir kilo ağır ağdalı tatlı koyun, tıkanmadan yiyebilirim. samimiyetle günün her anında içimde yeme isteği var. 6 yıl sigara kullanıp "of" demeden bıraktım; ama şeker düşkünlüğümden kurtulamıyorum. bir gün bir evlat sahibi olursam onu şekerle tanıştırmamaya yeminliyim. deneyimlerimle çok iyi biliyorum ki, damak tadı çocuklukta gelişiyor ve sonradan değiştirmek de hiç kolay değil.

    ben bunları yaşarken annem ne yaşadı ona bakalım. o hep 50 kg civarındaydı. özellikle çiğ yeşilliği ve meyveyi çok sever, tatlıdan nefret ederdi. bizim evin yeme çılgınlığında sağlığını muhafaza etmeyi bu şekilde başardı. şu an 50 yaşında, inanılmaz atletik ve güçlü. enerjisine hayran kalmamak imkansız. ben de onun beslenme alışkanlıklarını benimsemeye çalışıyorum.

    babam 40 yaşından itibaren, felç, gut, damar tıkanıklığı ve diyabet gibi hastalıklarla boğuşmaya başladı. hiçbir doktorun tavsiyesine uymayarak berbat yeme alışkanlığında ısrarcı oldu. haliyle yaşam kalitesi yerlerde. vücut sağlığını geçtim, artık mantıklı düşünüp davranamaz da oldu. nasıl anlatayım bilmiyorum, gerçekten aptallaştı. geçirdiği felcin de muhakkak etkisi var. önemli bir karar almamız gerektiğinde babama danışamıyoruz. annem bu yükü de omuzlamış durumda. hem bir sürü hastalıkla boğuşan hem de inatçılıkta çığır açan kocasına bakmak da anneme kaldı. kız kardeşim tıp doktoru, babamın en iyi tıbbi bakımı almasını sağlıyor. ben yanlarına sık gidip geliyorum; ama annem babamla birlikte yaşayan kişi olduğundan derdin en büyüğünü o çekiyor. ömrü babama bakmakla geçiyor. evlilik dediğin insanların birbirine destek olması gereken bir kurumdur. annemin hiç de iyi bir evliliği olmadığını düşünüyorum. çok güzel, çok zarif bir kadın. çocuklarını okutmuş, iş güç sahibi etmiş, hayatın ona yüklediği sorumlulukları savdıktan sonra tamamen kendi için yaşaması gereken yıllarını hasta bakmakla geçiriyor. gerçekten üzülüyorum.

    tabi işin bir de maddi boyutu var. babamın felç geçirmesi benim üniversite 2. sınıftaki zamanıma denk gelmişti. annem o sırada çalışmıyordu, sadece babamın geliri ile yaşıyorduk. felç ile beraber büyük maddi yıkım yaşadık. üniversite yıllarımda hem çalışıp hem okumak zorunda kaldım. çok zor zamanlardı.

    bütün bunları görmüş yaşamış biri olarak, şişman insanları gördükçe içim buruluyor. onların bu yeme aşkları yüzünden çocukları aileleri ne çekiyor diye düşünmeden edemiyorum. insan sosyal bir yaratık. benim hatalarımdan, en yakınlarım da etkileniyor, bile isteye hata yapmaya hakkımız yok.

    babam çok yemeseydi de alkolik olsaydı mesela, hemen hemen aynı sıkıntılardan geçerdik. aynı maddi manevi acıları yaşardık. babam çok yediği için kimse ona kızmıyor, "hasta oldu adam, vah vah" deniyor. alkolik olsa herkes onu suçlardı, ama çok yemek toplum nezdinde yanlış değil. oysa netice itibariyle aralarında çok da bir fark yok. babam da kendini bununla savunuyor, "içkim, sigaram, kumarım yok; sadece yemeye düşkünüm, ne olmuş yani?" diyor rahatlıkla.

    ne yazsam bitmiyor bu yazı, öyle doluyum ki bu konuda. babamı affedemiyorum, hastalıkları nedeniyle acı çektiğinde ona üzülsem de tam bir merhamet hissedemiyorum. yazımı okuyan aşırı kilolu biri varsa, lütfen şu sitemimi kabul etsin: inanın sadece sizin bedeniniz sizin kararınız değil. sizinle birlikte sizin yeme düşkünlüğünüz ve hastalıklarınız yüzünden acı çekecek yakınlarınızı düşünün, onlara bunu yapmaya hakkınız olmadığını kabul edin ve yeme isteğinizle yalnız baş edemiyorsanız mutlaka profesyonel destek alın. bu bir diyetisyen olabileceği gibi bir psikiyatr da olabilir. yediklerimizin uyuşturucu etkisi yapabildiğine dair şu yazıyı bırakıyorum.

    amacım kimseyi kırmak yaralamak değil, aşırı kilolu insanların yakınlarının neler yaşadığını aktarmaktı. üzdüğüm, kırdığım varsa affetsin lütfen.

  • a haber'in bölünmüş ekranda kılıçdaroğlu'nun havalimanından kaçtığı iddia edilen görüntüleri eşliğinde yayınladığı konuşma.

    türkiye türkiye olalı böyle rezil, şerefsiz ve alçak bir güruh görmedi.

    erdoğan konuşurken ne yapacaksınız?

    gel bu hasret bitsin desem?

    yer mi?