hesabın var mı? giriş yap

  • bencilceymiş, bak sen.

    elindeki maskeleri ve envai çeşit sağlık malzemesini kendi vatandaşlarına vermek yerine, başka ülkelere satıp bir güzel cebini dolduran devlet yöneticilerine ve firmalara sahip bir ülkenin kıçıkırık vatandaşlarına bu hareketin bencilce gelmesi çok doğal.

    tanım: kendi ülkesini, vatandaşlarını ve çıkarını düşünen büyük ve güçlü devlet hareketi. saygılar abi.

  • keşke'nin, eğer'in ve meğer'in nefes almasıdır.

    hayatımızda öyle ya da böyle yer etmiş bütün isimlerin, o fotoğraf karelerindeki saf halinin neden devam edemediğini, yine o fotoğraf karelerindeki saadetin neden saklı bir gerçekmişçesine uzaklaştırıldığını hiç kimse cevaplandıramaz.

    ben eski fotoğraflara bakarken, geçmişe dair hiç bir şeyi ama hiç bir şeyi telafi edemeyeceğimi çakozladığım için büyük bir kaybolmuşluk duygusu yaşar, üşümeye başlarım.

  • maalesef ülkemizde kaliteli işçilik nadir görülüyor. ustanın başında da durmayınca böyle durumlar ortaya çıkıyor. yaptığı işe önem vermeyen, estetikten yoksun bakış açısı ile yapılan işler bu şekilde oluyor.

  • ihsan oktay anar son 20 yıldaki en iyi türk yazarlardan biridir. burada da söylendiği üzere çok iyi kitaplar yazmış olmasına rağmen bu kitapların hiç biri sinemaya uyarlanmamıştır. bunun bir kaç sebebi var. ilki tabi ki türk sinema sektörünün genel anlamda başarısızlığı. ikincisi de kitaplarının aslında filmleştirilemez olmasıdır.

    bir kitaptan uyarlama yaparken genelde iki şekilde davranılır. ilk yöntem kitapta geçen olayları kırpıp senaryo formatına uygun hale getirmektir. bu yöntemi genelde çok bilinmeyen kitapları uyarlarken kullanırlar. bu uyarlamalardaki kitaplar aslında çok iyi değildir ancak içinde parlak noktalar da vardır. bu yüzden bu parlak noktalar alınır ve senaryo bunlar üzerine inşa edilir.

    diğer yöntem ise çok bilinen kitaplar için kullanılır. bu yöntemde olay örgüsü pek önemsenmez. bu yüzden atlaya zıplaya film yapmışlar bu ne böyle diye yorum yapılır genelde. bu uyarlama yapılırken kitaptaki cümleler yani yazılı kodlar kırılarak görsel hale getirilir. böylece kitabın atmosferi yansıtılır ekrana.

    peki ihsan oktay anar'ın kitaplarını uyarlamak neden imkansıza yakındır? çünkü ihsan oktay anar olay örgüsüyle birlikte kendine özgü bir üslup kullanır. bu nedenle uyarlama yaparken hem olayları anlatmanız hem de yazınsal mesajları görsel mesajlara çevirmeniz gerekir. bunu da birine ağırlık vererek yapamazsınız çünkü anar'ın kitaplarında ikisi iç içe'dir.

    ayrıca yazılı bir mesajı görsel bir mesaja çevirmek çok zordur. mesela yazar romantik bir akşam geçirdiler der. senaristin, sanat yönetmeninin, görüntü yönetmeninin ve tabi ki yönetmenin karakterlere uygun bir şekilde romantik denilebilecek bir görsel mesaj yaratması gerekir. evde yalnız kalmayı seven ekonomik durumu çok iyi olmayan bir çifte mum ışığında ıstakoz yediremezsiniz. bu en basit örnek. ihsan oktay anar'ın çok detaylı ve üsluplu betimlemeleri olduğu için bunları görselleştirmek iyice zordur.

    dünya'da bunu yapabilmiş sayılı insan var. mesela biri peter jackson. kimse j.r.r. tolkien'in dünyasını yüzde yüz anlatamaz tabi ama yine de biçim ve olay örgüsünü düzgün bir şekilde anlatmayı başarmıştır.

    peki yönetmensiniz ve illaki ihsan oktay anar'ın kitapları gibi bir film çekmek istiyorsunuz ne yapacaksınız? elinizdeki en iyi seçenek eserlerinden esinlenmek için izin almak yada kendisi ile senaryo danışmanı olarak çalışmaktır. (böyle işleri kabul eder mi bilmiyorum şahsen tanışmadım) böylece genel havayı yakalayacak birkaç öge ve benzer bir konu akışı yakalayabilirsiniz. ayrıca kitapların hayranlarından linç yemekten de kurtulursunuz. izleyiciler olarak biz de eli yüzü düzgün bir filme kavuşuruz.

  • japonya'da bir anaokulunda ve okul oncesi bolumu olan bir ingilizce okulunda yari zamanli calismis biri olarak bu konuya iliskin konusabilirim saniyorum ki. japonya'nin cok guvenli olmasi ayri mesele ama, bir de bunun bireysellesme ve ozerklik kismi var.

    oncelikle, japonlarin bireycilik ve ozerklik duzeylerinin turklerinkinden yuksek oldugunu soyleyerek baslayayim. bu ben gozlemlerime dayandirarak soyledigim bir durum degil. hem japonya hem de turkiye hofstede'in kulturel boyutlarinda toplulukcu bir kultur olarak tanimlanacak toplulukculuk duzeyine sahip olsalar da japonlarin bireysellikleri turklerinkinden daha yuksek. benzer bicimde ozerklik duzeyleri de, yani kendi baslarina karar alip is surdurme becerileri de daha yuksek. konuyu cok karmasiklastirmadan, kendi gozlem ve deneyimlerimi de katarak aciklamaya calisayim.

    okulda calismaya basladigim ilk gun, cocuklara nasil sorumluluk verilgini gorup hayrete dusmustum. okulda ilgilendigim yas grubu genellikle 2-5 arasindaydi. cocuklari sabah 10'da ebeveynleri birakiyorlardi. cocuklari ben karsiliyordum cogunlukla. daha ilk gunden cocuklara mudahale etmemem, her seyi kendilerinin yapmasina izin vermem konusunda uyarildim. soz gelimi, ayakkabilarini kendileri cikarip ayakkabiliga koyuyorlardi ve benim yaptigim onlari beklemekti. yapamazlarsa biraz yardimci oluyordum tabii ama, biraz ugrastiktan sonra hepsi yapabiliyordu. cocuklar ya ufak bir sirt cantasi icinde ya da kola asilan herhangi cantda su matarasi, havlusu, onlugu, dis fircasi ve macunu, yedek giysilerini getiriyor ve dolaplara yerlestiriyorlardi. ilk gun tanistigim 2 yasindaki souta kendinden buyuk cantasini tasimaya calisirken ben elinden almaya calistigimda ogretmen beni hemen uyarmis ve "hayir, kendisi yapabilir. yardim etme. ogrenmesi gerek." demisti. sonra souta'nin o kocaman cantayla badi badi kosup tum esyalarini dolaba yerlestirisisini, havlusunu lavaboya asisini, matarasini ve onlugunu de mutfaga birakisini hayretler icinde izledim. oglen yemek zamani ise hayretim daha da buyudu. cocuklar sirayla lavaboya gecip sirayla ellerini yikiyorlardi. tabii cok kucuk olanlara yardimci oluyordum. ellerine bir miktar sivi sabun dokuyor ve nasil yikamalari gerektigini gosteriyordum. kiyamam, bazilari o kadar ufakti ki onlar icin lavanonun onune yerlestirilmis basamaga ciktiklarinda bile kollari yetismiyordu. e burada tum afacanlar sessiz sakin duruyor saniyorsaniz cok yaniliyorsunuz. bagiris cagiris, itis kakis illaki oluyordu ama, hemen hepsi ogrenmisti neyi nasil yapmalari gerektigini. ben baslarina bir sey gelmemesi ve gerektiginde yardimci olabilmek icin baslarindaydim. sonra tum cocuklar tekrar dolaplara ugrayip mutfaktaki yerlerini aldiklarinda hayretim daha da buyudu. hepsi mama onluklerini kendileri giydiler ve onlerine konan yemekleri tek baslarina, kullanabilenler hashi ile, kullanamayanlar da kasikla yemeye koyuldular. onlerine yiyebilecekleri kadar yemek koyulmustu. yemeyip oynayanlara yedirmek icin ugrasiyorduk ama, "doydum" diyen cocuklar da bitirmeye zorlanmiyordu. yemek bitince hepsi onluklerini katlayip posete koyup cantalarina yerlestirmeye kostular. dis fircalariyla macunlarini kapip lavaboya gectiler. yapabilenler kendi dislerini fircaliyorlar, henuz findik kadar olanlara da ben yardimci oluyorum. tabii bu arada oraya buraya macun sikma, hoplayip ziplama, bagiris cagiris da oluyordu bolca. aralari atliyorum. aksam uzerinene dogru ebeveynler cocuklarini almaya geldiklerinde cocuk once mutfaga gidip matarasini, sonra lavaboya gidip havlusunu aliyor, cantasina yerlestirip cantasini kendi tasiyarak kapiya kosturuyordu. onu almaya gelmis annesi ya da babasi hemen comeliyor ve "gunun nasil gecti bugun?" diye cocuga soruyor, anne ay da baba cocugu dinlerken cocuk raftan ayakkabilarini aliyor ve kendisi giyiyordu. sonra da gidiyorlardi.

    bu cocuklar her seyi kendi baslarina yapabilen, kendilerine yetebilen yetiskinlere boyle donusuyorlar. yetiskin. ne guzel bir sozcuk uretmisiz degil mi? ama hakkini veremiyoruz. biz kendine yetebilen yetiskinler yetistiremiyoruz turkiye'de.

  • finansal ve eleştirel açıdan gelmiş geçmiş en başarısız wizarding world filmi olan fantastic beasts the crimes of grindelwald'u kotarmış olmasına rağmen (toplamda 653.8 milyon dolar) daha hâlâ fantastic beasts serisinin yönetmen koltuğunda oturtulabilen adam. bu açıdan bakılınca sinema tarihinin en torpilli, en arkası nereden olduğu belli olmayan şekilde sağlam yönetmeni falan diyebiliriz kendisi için. hadi harry potter serisinde her defasında sıçıp sıvasa bile kitapların kudreti sayesinde milyar doları aşan ya da civarında dolaşan filmler çekip takdir edilmişti ama daha hâlâ neyine şans tanınıyor bu adamın, akıl sır erdirebilmek mümkün değil. bütün wizarding world markasını yerle bir edene kadar bu herifi o koltuktan atmayacaklar herhalde.

    işin en ironik kısmı da bütün potter filmlerinin ve fantastic beasts serisinin yapımcısının da david heyman olması. adam yapımcılığını yaptığı gravity, marriage story ve once upon a time... in hollywood gibi filmlerle oscar'lar, bafta'lar vs. en prestijli hangi ödül töreni varsa onların en prestijli kategorilerinde adaylık ve ödüller almış, alfonso cuaron, noah baumbach, quentin tarantino gibi en taşaklı yönetmenlerle çalışmayı seçmiş bir isim. 15 yıldan beri koskoca sinema sektöründe hem bol bol para kazandırabilecek, hem de kendi janrında çektiği filmleri adam yerine koydurup sinema sanatının unutulmazları arasına yazdırabilecek bir tane kaliteli blockbuster yönetmeni bulamadı, inanılır gibi değil. david yates'in ellerinde koskoca potter evrenini tv filmi / tv dizisi arası vasat-vasat altı bir kadere mahkum etti, bıraktı. kötü bir şaka gibi resmen.

  • ulan öyle bir yasa mı var? amerikan başkanı olunca sövmek serbest azerbaycan başkanını eleştirince en üst sınırdan ceza mı olur? azerbaycan kardeş ülke tamam da onların cumhurbaşkanını eleştirince bu ülkeye mensup olanlar bu ülke kurumundan nasıl ceza alabilir? rtük sanırım halk tv hükümete muhalif olduğu için her gün oturup nasıl ceza kesebiliriz diye düşünüyor.
    sevgili rtük, aldığın tek delikli kuruşta hakkım var ise haram zıkkım olsun.